UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Otobüste

04 Mar 2013
aykutdalyan

Sıcak ve kuru yaz günlerinden biriydi. 413 numaralı belediye otobüsü “bir adım daha yaklaşalım” bağırtılarının etkisi ile orta ve ön kapılara sırtını dayamış yolcularla ağır ağır hareket ediyordu. Şehrin en çok yolcu taşıyan güzergahında, sanki hiç otobüs kalmamış gibi her durakta yolcular otobüse binmeye çalışıyor, şoförün inisiyatif alması sonucu orta ve arka kapı açılıyor, yeni yolcular buralardan otobüse biniyordu. Anlaşılan belediye şoföre, bir otobüste en çok yolcu taşıma rekorunu kırması gerektiğini tembihlemişti. Arka kapı açıldığında kara kuru bir çocuk kapıdan içeri kendini attı. Üzerinde sarı, yuvarlak yakalı bir tişört vardı. Belinden düştü düşecek bir kot pantolon, elinde ise şeffaf bir poşetinde içinde kâğıda sarılı bir paket bulunuyordu. Bir süre sonra otobüsün içinde mis gibi kurabiye kokusu yayılmaya başladı. Önce herkes etrafına bakınmaya başladı. Göz teması kurma başarısı gösterenler ise bir birlerine gülümsediler.

Beş durak önce uzun saçlı bir kıza yer veren bıçkın Ankara delikanlısının kolu otobüsün tavanına sabitlenmiş demir boruyu tutmaktan yorulmuş olacak ki kızın oturduğu koltuğun kenarından tutmak için girişimde bulundu. Ancak kızın, uzun dalgalı saçları koltuğa olabildiğince yayılmıştı. Delikanlı, “koltuktan tutacağım ama saçınıza zarar gelsin istemem. Ama olur da elim değerse uzun saçlarınızdan siz sorumlusunuz” diyerek kızdan izin istemişti.

Otobüsten benden sonra indiğine emin olduğum (çok sıklıkla aynı otobüse bineriz) fötr şapkalı azıcık sarhoş amca ise yine kendisine verilen yerleri kabul etmiyor ve “ben cumhuriyetle yaşıtım ve cumhuriyet gibi ben de yaşlanmam” diye bağırıyordu. Artık ceketin cebinde durmaktan heba olmuş, Ömer Seyfettin’in Diyet isimli kitabını cebinden çıkarıp okumaya başladı. Uzun saçlı kız kendinden hayli yaşlı adamın ayakta kalmasından rahatsız olmuştu ve amcamıza dönüp: “oturarak daha rahat okursunuz” diyerek yerini gösterdi. Bıçkın delikanlı tam kıza kuşbakışı hâkim olduğu anda kızın yaptığı bu teklife çok sinirlendi. O ara etrafına bakındı ve yaşça küçük birine seslenerek,” bu kadar büyük bir adam ayaktayken sana oturmak yakışır mı” diyerek onu yerinden kaldırdı. Bu olayın karşısında amcamız çok fazla sesini çıkaramadan, umumi arzu üzerine kendisine emredilen yere oturdu. Bu arada amcanın oturma sürecinde sağa sola bakan kızın saçları yine koltuğun sırtına serilmişti. Bıçkın Ankara delikanlısı tam elini koltuğun tutunma yerine attı ki kızın saçına dokundu. “Size söylemiştim hanım efendi, uzun saçlarınızdan siz sorumlusunuz” deyip sırıttı. Delikanlının artık taciz boyutuna geçtiğini düşünen bendeniz tam delikanlıya “aman ne komik” diyecektim ki en arka sırada oturan iki kadınından birinin diğerin “yok anam yok, kızın hoşuna gidiyor, bilirim ben böyle modelleri” demesi ile aklım karma karışık oldu. Kadın güya arkadaşına söylüyor ve sesi kısık gibi bir ifade ile çıkıyordu ama aslında herkes duysun şeklinde de sesine bir ton verdiğini de anlamadım değil. Kadınlar bunu çok iyi becerebilirler. Sesi tasvir etmekte yetersiz kaldıysam eğer lütfen gözünüzü kapatın ve ilkokuldan bu yana iki kadının konuştuğu anlarını düşünün. Kesin beni anlayacaksınız.

Otobüs artık sadece inecek yolcular için duraklara yaklaşıyor ve istikametinde ilerliyordu. Bıçkın delikanlı gözleri genç kızın üzerinde, cumhuriyetle yaşıt amca “Diyeti”nde ve geri kalanı ise mis gibi kurabiye kokusunun etkisindeydi. Bu konu bazılarını öyle esir almıştı ki artık dayanamayıp çocukla konuşma teşebbüsleri başlamıştı. İlk sözlü sataşma en arka sıradaki kadınlarından sesini çok iyi ayarlayandan geldi. “Küçük ne var o poşette öyle? Mis gibi koktu” deyip arkadaşına bakıp gülümsedi. Tam bu sırada arkadaşına ben de göz kesildim. Hatta bir ara o da bana göz kesildi. Sanırım yanındaki ile bir arada görünmekten ve anılmaktan pek hoşlanmıyor gibiydi. Bu nedenle ben de bu hikâyede Seda’dan bahsetmeyeceğim.

Küçük çocuk gayet ciddi bir şekilde: “Kurabiye” diye yanıt verdi. İlk cümlelerden güç alan yolculardan biri “Nerden aldın bu vakitte sıcak kurabiyeyi?” diye konuşmayı sürdürdü. “Ben yaptım!” “Nerde yaptın bakıyım sen? Sen daha kaç yaşındasın?” “11 yaşındayım. Fırıncı Erhan’ın yanında çalışıyorum. Sıhhiye’de. Sağlık Bakanlığı’nın arkasında.” Bu konuşmaları duyan Cumhuriyetle yaşıt amca ayağa kalktı. Alkol etkisini bedeninde daha çok göstermeye başlamıştı. Tutacaklardan destek alarak çocuğun yanına geldi. “Seni tebrik ederim delikanlı.” Dedi. “Aferin sana! Söyle bakalım bu kurabiyeleri neden yemedin?” “Kardeşlerime ve anneme götürüyorum.” “Babana yok mu?” “Babam geç saatlere kadar çalışır. O biz uyurken gelir.” “Ne iş görür senin baban?” “Garson.” Bu konuşmalar sırasında DURACAK düğmesine bastı ve fötr şapkasını giyerek otobüsten indi. Tam indiği sırada “Aferin çocuğum, tebrik ederim seni” deyip bir de fötr şapkasının ucuna elini götürerek onu selamladı.

Otobüs duraktan yavaşça hareket etti. Çocuk gözümde koskocaman bir adam olmuştu. Bu Fırıncı Erhan ismini aklıma kazıdım. Yarın yapacağım ilk iş onun fırınına gitmek olacaktı. Sadece iki durak sonra inecektim. Ancak delikanlı ile genç kızın durumunu merak ediyordum. “Adam sende” dedim içimden. “En olmadı son durakta iner, tekrar otobüse binerim.” Sonraki duraklarda çok göze batan bir şey olmadı. Ancak son duraktan iki durak önce çocuk ondan hemen sonrada en arka sıradaki kadın indi. Otobüste dört kişi kalmıştık. Delikanlı, genç kız, en arka sıradaki kadınlardan biri ve ben. Delikanlı hala ayaktaydı. Genç kızın birkaç defa ona yer göstermesine rağmen o ayakta kalmayı sürdürmüştü. Nihayet son durakta hep beraber indik.

İndiğim yerlerin neresi olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Özellikle biraz yavaş yürüdüm. Önce genç kız sonra da delikanlı önüme geçtiler. Delikanlı adımlarını biraz daha hızlandırdı ve genç kıza yaklaştı. Aralarında konuşmaya başladılar. Sonra yönlerini faklı bir sokağa çevirdiler. Kız biraz tedirgin gibiydi. Bir saatine bir de etrafına bakıyordu. Girdikleri sokakta onları takip etmeyi sürdürdüm. Camekânından ne olduğu anlaşılmayan bir dükkâna girdiler. Bende dükkândan içeri girdiğimde aslında buranın kahvehane ile pastane arasında kalmış bir yer olduğunu anladım. İçerisi oldukça genişti. Köşede bir masaya geçtiler. Ben, onlardan uzakta bununla birlikte onları görebilecek bir yere geçtim. Kendime çay söyledim. Cebimden çıkardığım küçük not defterime bir yandan okuduğunuz bu satırları yazıyor bir yandan da çayımı içiyordum. Bir süre sonra delikanlı kızın yanındaki sandalyeye geçti. Dudağımdaki tebessüme asla engel olamadım. Sonra kızın saçlarına dokundu ve dudaklarından okuduğuma emin olduğum şu sözü söyledi: “Uzun saçlarından sen suçlusun!”
Tam bu sırada ince titrek bir ses ile kendime geldim. “Merhaba, ben Seda!” Şaşkındım. Bu otobüste bizimle birlikte son durağa kadar gelen kadındı. “Bana çok güzel baktınız ve bunun bir davet olduğunu düşündüm. Sonra bizim mahalleden olmadığınız halde mahallenin tek buluşma pastanesine geldiniz ve bu kadar zamandır beni beklediniz. Bende sizi bekletmeye kıyamadım.” Hemen karşımdaki sandalyeye oturdu. Yüzüme bakıp utangaç bir şekilde kafasını yana ve aşağıya eğerek gülümsüyordu. Sözü yine aldı. “Fazla gecikirsen buradan otobüs bulup evine gidemezsin. Bende ailemle yaşıyorum. Bu nedenle sana yer bulamam istersen vakitlice git. Yarın yine buluşuruz. Hem nerde buluşalım?” Yaşadığımın bir rüya olduğunu düşünüyordum. Seda’nın sesi birkaç defa beynimde yankılanıyordu. Delikanlı ile genç kız el ele pastaneden çıkarken yarım kalmış otobüs öyküm geldi aklıma ve “Yarın 11 de Fırıncı Erhan’da buluşalım, Sağlık Bakanlığı’nın arkasında” dedim. Sonra iznimi “ben otobüsü kaçırmayım” deyip, istedim. “Tamam canım, yarın görüşürüz” diyerek beni uğurladı.

Aslında, samimi ve hoş bir kızdı. Eve vardığımda yaşadıklarımı düşünüp sürekli tebessüm ettim. Sabah olduğunda Fırıncı Erhan’a gitmek üzere yola çıktım. Sağlık Bakanlığı’nın arka sokağına gittim. Ancak sokakta insanın gözüne çarpan bir fırın yoktu. Bir kahvehane, tıp kitapları satan bir kitapevi, otopark ve tekel bayisinin dışında sokakta kayda değer bir şey göremedim. Kahvehaneye girdim. Yolu görecek şekilde cam kenarında bir masaya oturdum. Bir çay söyledim. Çayı getiren garsona “Burada bir fırın varmış. Yerini biliyor musunuz?” diye sordum. “Kitapevinin yanında. Canın simit istediyse benim oğlana sesleneyim getirsin.” dedi. “Olur.” dedim. Garson dışarı çıktı. Bende pencereden onu izledim. Kitapevini geçince eğildi, aşağı doğru seslendi ve bir çocuk garsona simit getirdi. Bu otobüsteki çocuktan başkası değildi. Simitle birlikte bir çay daha içtim. Garsondan hesabı istedim. “Birazdan yine geleceğim. Birisini bekliyorum. Bir dolaşıp gelirim.” diyerek hesabı ödedim. Garson: “istersen gelince ver. Acelesi yok.” “olsun gelince de ayrıca veririm” deyip dışarı çıktım.

Kitapevini geçtikten sonra, bir binaya tali bir yolla açılmış bir kapı ve bir merdiven gördüm. Fırın burası olmalıydı. Merdivenden bir adım aşağı inince mis gibi kokular gelmeye başladı. Havasız ama sıcak bir yere girdim. İçeride üç beş adam ve bir iki çocuk vardı. Çocuklardan biri “Erhan Abi…” diye seslendi. Adam bana döndü. “Ne istedin?” “Bir simit alacaktım.” “Biz tek simit satmıyoruz.” “Kaç tane alayım?” “Verin şuna bir simit. Bulduk bugünde.” “Methinizi çok duydum. Sizi görmeye geldim.” “Gördün işte.” Elime bir simit tutuşturdular. Oldukça sıcaktı. “Kolay gelsin” dedim. Sadece başını salladı.

Kahvehaneye simitle gitmemek için biraz dolaştım. Saat 11’e geliyordu. Kahvehaneye geldim. Yine cam kenarındaki masaya oturdum. Garson gülümseyerek geldi. Elinde bir bardak çay vardı. Çayı masaya bırakırken “İçer misin?” dedi. “Bırak bakalım” dedim. “Erhan biraz terstir ama iyi adamdır. Sağlık Bakanlığı’nın hemen arkasında olduğumuzdan gün aşırı müfettişler, belediye zabıtaları onun fırınına gelir. Kimsede bir eksik bulamazlar. O da her gelen yeni birini müfettiş sanıp sinirlenir.” dedi. Arkasını dönerken, “haa benim oğlanda ateş gibidir. Bir gördüğünü bir daha unutmaz.” Demeyi de unutmadı. Kendi kazdığı kuyuya düşen biri ne hissediyorsa ben de onu hissettim. Saat 11 olmuş hatta birazda geçmişti. Yaklaşık bir saat daha kahvehanede vakit geçirdim. Gözüm sokaktaydı. Her geçene dikkatlice baktım. Ama sokakta ne bir ses vardı ne de Seda.

Kategori:

Re: Otobüste

Yayılan kurabiye kokusu( yapan hariç) nasıl da insanı herkese inanmaya hazır hale getiriyor, yakınlaştırıyor. Çocukluktan kalma bir büyü, büyüye inanmaya hazır hale getiren bir büyü gibi. Elinize sağlık efendim.


Re: Otobüste

""
azıcık sarhoş amca
“Nerden aldın bu vakitte sıcak kurabiyeyi?”
Alkol etkisini bedeninde daha çok göstermeye başlamıştı.

Bu ifadelerde ortak ifade eksikliği diyebileceğim bir şeyler olduğunu düşünüyorum.

"azıcık sarhoş" tanımı değil de yaptığı hareket belirtilse daha uygun olacak gibi geldi bana. Mesela, "kırmızı bir burun, alkol kokan bir nefes, yalpalayan, yıkılmaya komşu bir yürüyüş"gibi şeyler.

Kurabiyenin "sıcak" olduğunu bilemez gibi geliyor bana.

Adamın bedenindeki alkol etkisi ifadesi, yukarıda değindiğim nedenle uygun değil gibi.

Bütün bunların yanında, genel olarak söyleyebileceğim şu olabilir; Otobüsün içindeki ortam sanki biraz fazla sıcak ve samimi. Bu da inandırıcı gelmedi bana. Artık memlekette, toplu taşıma araçlarında bedenler konuşuyor sadece gibi. O, diğerini itekliyor, çocuk yaştakiler yanında dikilen yaşlıları fark bile etmeden cep telefonlarının labirentlerinde kayboluyorlar.

Anlatım çok akıcı. Gözlemleyen yazarın meraklı tavrı çarpıcı.

Öykünün bir yerinde, pastahanede öykünün o anda yazıldığı(Okuduğumuz öykünün) ifadesi var. Bu ifadeyi okuyunca bende anlatım dilinde bir sorun varmış izlenimi uyandı. Yanılıyor olabilirim.

Anlatımınıza sağlık.