UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

24 Mar 2009
Barış Acar

12 Ekim 1934 - 13 Aralık 1977. İnebolu'da doğdu. 5 yaşındayken ailesinin Ankara’ya yerleşmesiyle ilköğrenimine orada başladı. Ortaöğrenimini Maarif Kolejinde tamamladı. 1957 yılında İTÜ İnşaat Fakültesini bitirdi.

Daha sonra İDMMA’da (İstanbul Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi) öğretim üyeliği yaptı. Bu dönemde topografya ve yol inşaatı dersleri verdi. 1975’te doçent oldu. Aynı dönemde mesleğine ilişkin »Topografya« adlı bir kitap yayımladı.

Üniversite yıllarında edebiyat alanında yazmaya başlayan Atay’ın çeşitli gazete ve dergilerde söyleşi ve makaleleri yayımlandı. 1970 yılında TRT’nin açtığı bir yarışmada başarı ödülü alan Atay’ın, »Tutunamayanlar« adlı romanı 2 cilt olarak yayımlandı. Sonraki yıllarda ise bu romanın devamı niteliğindeki »Tehlikeli Oyunlar« adlı romanı yayımlandı. Bu iki romanın Türkçe edebiyatın önemli eserlerine dönüşmesini ise Oğuz Atay göremedi.

Beyninde çıkan bir ur nedeniyle öldü.

»Tutunamayanlar« (1971), »Tehlikeli Oyunlar« (1973), »Bir Bilim Adamının Romanı« (1975), »Eylembilim« (1998) adlı romanları, öykülerini topladığı »Korkuyu Beklerken« (1975), »Oyunlarla Yaşayanlar« (1979) adlı oyun kitabı ile anıları ve bazı düşüncelerinin yeraldığı »Günlük« (1988) adlı kitapları yayımlandı.

Kaynak

Ayrıca bkz.: Oğuz Atay Kitapları ve Oğuz Atay Hakkında Yazılar

Kategori:

Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Altınel'in soruşturma cevabının tümünü okuyamamıştım. İyi oldu.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

""
“Oğuz Atay'a göz ucuyla bile dokunanı yakarlar, çünkü o bizim edebiyat alemimizin Fethullah Hocası, bizim cemaatin şeyhi,” diyenlere “yok canım o kadar da değil” diye cevap vermiştik. Yanılmışız. (Süreyyya Evren, link)

Açıkçası Evren'in yanılgısını ve şaşkınlığını paylaşıyorum. Bir yazarın edebi ölçütler içerisinde eleştirilmesinin böylesine düşmanca karşılanmasını anlamak mümkün değil. Konu ilgi çekici olduğundan linkteki yazıları okumaya daldım...

Sait Faik ya da Nazım Hikmet'in benzer bir "dokunulmazlığa" sahip olmadığına karar verebilmek için "dokunulmazlık"ın biraz yakından incelenmesi gerekiyor bana kalırsa. Şavkar Altınel'e tepki gösterenler kimlerdi, bilemiyorum. Söz konusu olan okurlardıysa eğer, bu durumda Altınel'in anlattığı fıkra manidar:

""
Adamın biri marjinallikle ilgili bir kitap yazmış, çok satanlar arasına girmiş. (Şavkar Altınel, link)

Marjinal olmanın çekiciliği, Atay'ı bir yazar olmanın ötesinde, "tutunamayan" okurların peygamberi haline de getiriyor. Bu anlamda Süreyyya Evren'in "Çılgın Türkler Edebiyat Kilisesi" önerisi yerinde.

Nazım Hikmet benzer bir eleştiriyle karşılaşmış olsaydı, öyle sanıyorum ki, öncelikle siyasi nedenlerle, eleştiri sahibi benzer bir tepki alırdı ve muhtemelen ciddiye alınmazdı. Fakat Sait Faik'in "dokunulmazlık"ının başka türlü olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa, kimse Sait Faik'in en bilinen öyküleri dışındaki öykülerini okumuyor zaten. Bu nedenle bu türden bir eleştirinin bu denli ağır bir karşılık bulacağını sanmıyorum.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

burada beni düşündüren kutsallaştırmanın "yerindeliği", "haklılığı" değil. eylemin kendisi.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Notos Dergisi, Oğuz Atay özel sayısı (sayı 28). Şavkar Altınel'in soruşturmaya cevabı:

""

“Oğuz Atay Adı Aklınıza İlkin Neler Getiriyor?”

Oğuz Atay denince aklıma ilk gelen başarısızlık oluyor. Yarattığı kahramanların "tutunmak" konusundaki dillere destan başarısızlığından değil, Atay'ı (ya da, daha doğrusu, okuduğum tek yapıtı Tutunamayanlar'ı) sevmeyi başaramamış olmamdan söz ediyorum. Bana göre Tutunamayanlar bir küçük burjuva kriizininin, mühendis olmanın, "salon salamanje"lerde yaşamanın, "bir kadınla iki çocuğun sorumlu saymanlığı"nı yapmanın hikâyesi. Bunda bir sorun yok: bir Flaubert bu malzemeden büyük biir roman çıkarabilirdi. Ama Atay, Flaubert değil, çok etkilendiği belli olan modernistlerden biri de değil, her şeyden önce de "kendisi" değil. Başkahramanına "Özben" soyadını vermiş olabilir, ama içimde romanın arkasında elle tutulabilir bir "benlik" olduğu, yazarın anlattıklarını gerçekten görüp yaşadığı duygusu yok. Daha çok, bunları bir yerlerden duymuş, öğrenmiş, doğru olanın dünyaya böyle bakmak olduğuna karar vermiş gibi. Yusuf Atılgan ya da Tezer Özlü'nün benzer krizlerden yola çıkarak yazdıklarını otantik bulup severek okuyabilmeme karşılık, Atay gözümde sığ ve yapay görünüyor. Ama suç onda mı, yoksa bende mi? Herhalde en az benim kadar akıllı ve duyarlı olan binlerce okur Atay'la bir sorun yaşamazken neden ben yaşıyorum? Türkiye'de onca insanın başucu kitabı olan bir roman neden benim için neredeyse itici? Atay adını duyduğumda bu soruların yarattığı, bende okur ve hatta insan olarak bir eksiklik olabileceği kuşkusuna kapılmadan edemiyorum. (Şavkar Altınel)

""
Barış Acar'ın verdiği linklere ilaveten ben de elimdeki Notos'un 28. sayısından (Oğuz Atay özel sayısından) bir tarama yaptım. Şavkar Altınel'e ait olan. Belki söz konusu eleştirilere bir başka kaynak olarak da bu görülebilir.

(turgut'a tarama ve link için teşekkürler)


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Mehmet Sürücü dedi ki:
burada beni düşündüren kutsallaştırmanın "yerindeliği", "haklılığı" değil. eylemin kendisi.

Öyle sanıyorum ki aramızdan böyle bir kutsallaştırmayı savunacak kiimse çıkmayacaktır.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Nabokov meselesi hakkında Yıldız Ecevit'in Ben Buradayım adlı eserinden küçük bir alıntı:

""
Oğuz Atay konusunda bir doktora tezi bulunan Alman edebiyat araştırmacısı Tatjana Seyppel "romanda, Pale Fire ayrıntılarına varıncaya kadar, hiç kuşkuya yer bırakmayacak şekilde taklit ediliyor. Burada söz konusu olan, asla naif, hayranlığa dayalı bir taklit değil; kaldı ki yazar, aldığı biçimi yeni bir içerikle dolduruyor." dedikten sonra, Nabokov'un romanıyla "Tutunamayanlar" arasındaki benzerlikleri tek tek sıralamayı sürdürür. Atay'ın "Tutunamayanlar" sonrası genç okur-arkadaş çevresinden Engin Ardıç, ona bu benzerlikten söz ettiğinde, Atay'ın bundan hoşlanmadığını anlatır. Modern estetiğin bilincinde olan ve bu yeni dünyanın içinde özgürce yol alarak onun koşullarına göre üretmeye çalışan Oğuz Atay'ın en büyük endişesidir anlaşılmamak, yanlış değerlendirilmek. Modernist, daha çok postmodernist edebiyatın legal bir biçim/kurgu ögesi olan "metinlerarasılık"ın (intertextuality) bugün bile 'intihal'/edebi çalıntı olarak değerlendirildiği geleneksel gözlüklü Türk edebiyatında bu kullanımın kendisine pahalıya mâlolacağını bilmektedir Atay. (sf. 244, İletişim Yayınları, Yıldız Ecevit, Ben Buradayım...)


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Pale Fire'ı okumadığımdan bir intihalden söz edilip edilemeyeceğini bilmiyorum. Üstelik "intihaldi-değildi" tartışması neredeyse her zaman subjektif bir tartışmadır. Kimisinin uygun bulduğunu başkası uygun bulmaz. Ama "ona eskiden intihal deniyordu, şimdi artık metinlerarasılık diyoruz" diye özetlenebilecek savunma biçimini pek tatmin edici bulmadığımı söylemeliyim.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Nabakov'un Solgun Ateş'ini okuyup bu konu hakkında fikir bildirmeye çalışacağım yakında. Düşündürücü bir konu ama Dostoyevski'nin "Yeraltından Notlar"ıyla da birçok bağlantı bulunabilir. Sanırım, konu uçtaki, kenardaki insanlar ve onların kafalarında yaşattıkları iç karaktere gelince otomatik bir benzetme yapmaya başlıyoruz.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Düşünüyorum da, Dostoyevski'nin aslında Suç ve Ceza'yı yazmadığı, dağ başında bir köyde, yaşlı bir köylüden arakladığını ispat etsem ne değişir?


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Mehmet Sürücü dedi ki:
Düşünüyorum da, Dostoyevski'nin aslında Suç ve Ceza'yı yazmadığı, dağ başında bir köyde, yaşlı bir köylüden arakladığını ispat etsem ne değişir?

Bu elbette Suç ve Ceza'nın değerinden bir şey götürmez. Fakat Dostoyevski'nin -eğer gerçekten romanı bütünüyle alıp hiç değiştirmeden yayımlamışsa- başka birinin emeğini çaldığı anlamına gelir. Yok Dostoyevski bu romanı "duyduysa" o zaman kendimizi yeniden "intihaldi-değildi" tartışmasının içinde buluruz. Yazarın romanın sonunda, ya da en azından verdiği bir mülakatta bu bilgiyi okurlarla paylaşmış olması beklenir sanırım çoğu zaman. Diğer taraftan, metinlerarasılık mevzuu benim iyi bildiğim bir mesele değil. Belki konuyu daha etraflı ve benim aktarmayı başaramadığım bakış açılarından açıklayanlar bulunur Smile


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Bir şeyin sahiplenilmesi, çalınması bugün, bu dev iletişim ağlarında çok daha kolay. Bir de düşündüğüm, özel olanı kollektif olandan ayıran bir çizginin inceliği. kimi zaman olmayışı. Bugün ben sait faik'in yazdığı bir öyküyü sahiplenemem. ama daha karmaşık şeyler var. Birkaç gün önce "The İmposter" adlı bir belgesel izledim. kaybolan bir gencin kimliğine bürünen, bir anlamda onun kimliğini gaspeden birisini anlatıyordu. Var olmak, var olan sanki daha ayırımsız, daha karışık, içiçe.

Konudan uzaklaştık galiba.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

İnsanlar samimiyete kara çalmayı neden bu kadar seviyor?

Okuma eyleminin doğal sonucu sayılan dünyaya geniş açıdan bakmak, taraf olmadan yargılamak vs. bir çok şey var. Bu dayatılan yaklaşım şekilleri, her dayatma gibi insanı kendisi olmaktan alıkoyuyor. Bu da oyunu ortaya çıkarıyor.

Borges Dostoyevski okumayı ilk aşka benzetir, Orhan Pamuk'un Yeni Hayat romanında bir kitaptan çok etkilenen gençlerin hikayesi anlatılır(kendisi olmanın bedelinin bu toplumda ne kadar ağır olduğu tartışılır bu kitapta da),bazı yazarların da yarı tanrı saydığı yazarlar vardır.( Hakan Günday'ın Luis Ferdinand Celine'i gibi) Örnekleri böyle okumalıyız diye değil, böylesinin de mümkün olduğunu göstermek için veriyorum, unutulmuş ya da umursanmıyor sanki bunlar, öyle görünüyor.

Herkes çok "cool", herkes "etkilenmeme olgunluğuna" erişmiş, ne güzel.

Söz gelimi Oğuz Atay'ı çok seven bir okur Tutunamayanlar'da bilinç akışı kullanılırken teknik hatalar yapıldığını sezer. Bu teknikle yazılmış başka metinlerden bir şeyler uçuşur kafasında, hata olduğunu onaylar. Hatalı bir şekilde anlatılmış bölümde hissettiği anlaşılma duygusunu, bu duygunun verdiği aidiyeti ortadan kaldırmaz bu. Teknikten, eleştiriden öte bir yanı vardır okumanın.

En nihayetinde okumak anlamaktan çok anlaşılmak için değil mi? En azından böyle okuyanlara, bu tutkuya saygı duyulsun.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

osman dedi ki:
En nihayetinde okumak anlamaktan çok anlaşılmak için değil mi? En azından böyle okuyanlara, bu tutkuya saygı duyulsun.

Edebiyat eleştirisiyle "saygı" arasındaki bu ilişkiyi anlamakta zorlandığımı söylemeliyim. Bu "saygı"nın edebiyat beğenisinden çok Mehmet Sürücü'nün dikkat çektiği "kutsallaştırma" ile bağlantılı olduğunu düşünüyorum.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Edebiyatla (belki de yaşamın her şeyiyle) kurduğumuz ilişki, sevdim-sevmedim ekseninde. Bir yazardan veya bir kitaptan söz ederken “beğendim, sevdim, tam bana göre, kendime yakın buldum, sanki beni anlatmış” derken, kurduğumuz ilişkiyi duygular üzerinden tanımladığımız ifade ediyoruz.

Halbuki çoğu zaman okurken olup biten bundan çok daha farklı, çok daha derin ve kapsamlı bir şey.

Düşüncelerimizi, inandığımızı, duymak istediğimizi vurgulayan, tekrar eden bir kitabı-insanı daha yakın ve sevimli, sevilecek buluyoruz. Bir kısır döngü.

Gece Şavkar Altınel’in yazdıklarını okurken, aslında diğer uçta olmanın bir fark olmadığını düşündüm. Sevmekle sevmemek arasında yaklaşım farkı yok bence. Objektif bir yaklaşım, duyguların karışmadığı bir değerlendirme yöntemi olması gerekmiyor mu?

Bir kitabı, bir yazarı, bir devlet büyüğünü sevmek çok boş, anlamsız bir kavram gibi geliyor bana.


Re: Oğuz Atay - Yaşamı ve Yapıtları

Edediyat eleştirisinde bu tip bir tutum seçmemizi biraz da Türkiyeli oluşun kodlarında aramak lazım. Yani, yazım dünyasına bakış, tarihe bakış, olay yine gelip gidip bilimsel bakış açısından uzak oluşta düğümleniyor. Yukarıda adı geçen yazarların kutsallaştırılmasında da durum farklı değil. Kutsallaştırma, zaman zaman anlamaktan daha önemli oluyor.