UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Nezihe Meriç - Tan'ın Öyküsü

22 Mar 2011
Cihan Başbuğ

MERİÇ, Nezihe.
"Tan'ın Öyküsü",
Toplu Öyküler I (Bozbulanık,Topal Koşma, Menekşeli Bilinç),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,
2005, s. 137-143.

Kategori:

Re: Nezihe Meriç - Tan'ın Öyküsü

Tan'ın Öyküsü, 1971 yılında Özdemir İnce'nin gözaltına alınmasının ardından, eşi Ülker İnce'nin oğulları Tanbey'e, eve polislerin gelip sorular soracaklarını söylemesi üzerine, Tanbey'in söylediği "Anne polislere söyle, bana dördüncü sınıftan soru sormasınlar." cümlesinden yola çıkılarak yazılmış bir öykü.

Yaşanan bu olay, ustalıkla öyküleşmiş Nezihe Meriç'in kaleminde. Siyasi bir konuyu işlemesine rağmen, öfke, hırs, suçlama barındırmayan, incelikli bir dili var öykünün. Odağına ideolojiyi değil, insanı alıyor.

""
Bizim memleketin kaba saba bir adamıydı sonunda. Komşu amcamız, bekçi babamız, hacı dedemiz olabilirdi.

""
Öylesine havasına girmiştim oyunun, oğlumu oyalayayım, polis korkusunu gülünçlü bir serüvene çevireyim diye.

12 Mart döneminde kendisi de bir süre tutukluluk yaşayan yazar, herşeye rağmen insancıllığından taviz vermiyor. Yine de bu öyküde, insana olan inancının, geleceğe dair umudunun, okuduğumuz diğer öykülerine göre biraz azaldığı dikkat çekiyor.


Re: Nezihe Meriç - Tan'ın Öyküsü

Öyküyü henüz okudum; üzerine bir şeyler söyleyebilmek için önce dinlenmeye ihtiyacım var.


Re: Nezihe Meriç - Tan'ın Öyküsü

"Güneş soldu"nun çökkün atmosferinde başlayan Tan'ın öyküsü git gide yükselen temposuyla beni ele geçirdi. Öykü çökkün ya da yılgın değil bana kalırsa. Kalkmak istediğiniz ama yazarın inatla sizi yapışık tuttuğu bezgin bir rakı sofrasından Tan aracılığıyla kalkmanın öyküsü sanki. Masanın gergin atmosferi, öykü ilerledikçe Tan'a anlatılamayanlar, ondan gizlenmek için yapılan soytarılıklarla tersten dışa vuruluyor. İnsan olarak kalmak için olanakları sıralıyor anlatıcı sanki.

Öykünün başlarında anılan "turistik" sözcüğü sıkıyönetim atmosferinin "zorunlu tatil"iyle acı bir şekilde özdeşleşiyor.

""
Tatilden, yazdan, ışıktan, kalabalıktan, turistik sözcüğünü anımsatan her şeyden: Boncuklar, deniz kabukları, deri eşya, sandaletler, boyna asılan süsler, ter, deniz, yosun kokan beyaz gömlekler, şile bezi uzun entariler... (s. 137)

Tan'ın ortaokullu olacak yaşa gelmesinin dili ise aksine tam bir şamata.

""
Bu kış geçince, gelecek kışın sonunda beş bitiyor. "Ne kaldı ortaokula yani diyordu?", ince omuzlarını kaldırarak. Ya da taşı denize fırlatmadan önce, kolunun altından yan yan bakıp gülerek. Ortaokullu olunca, okulda yemeyecek artık öğleleri.Arkadaşlarıyla beraber köşedeki tostçuda! Ya da yeni açılan çarşının dönercisinde. "Bir döner bir kola", diyecek. "Yau, kola dedik, pepsi veriyorsun sen de!" diye efelenecek. (s. 138)

Tan'ın öyküsünden olay anlatısına geri döndüğünde polisin masaya yaklaşması gerçekliği de çağırıyor.

""
Masa bir anda karmakarışık oldu. Hepimiz birden sustuk. Sonra hepimiz birden konuşmaya başladık. Sonra gene hep beraber, Özdemir'e yaklaşan polise baktık. Izgara balıkları getiren garson, masanın üç adım gerisinde kaldı. Üst üste bindirilmiş yüzler masalardan, rakılardan bardaklardan bize bakmaya başladılar. Deniz kenarının bu güzel içkievi, bir an içinde tümüyle birden ekşidi. (s. 140)

Öykünün tepe noktası polislerin evi araması.

""
Evet, ertesi gün, ben kapıdan girdim, hemen arkamdan girdiler. Dört kişiydiler. İkisi hiç yüzüme bakmadı. Dosdoğru girdiler içeri. Ne biçim bir insan olduğunu yüzünden, sesinden anlamadığım üçüncüsü "Evi arayacağız" elindeki şişkin dosyada evrak karıştırarak. Dördüncü kabaydı. İriyarı bir bekçiye benziyordu. Babacan. Ama değildi. Paramızı biriktire biriktire ne güçlüklerle aldığımız kitaplarımızı, eşyalarımızı, çalışma masalarımızı, plaklarımızı altüst ediyorlardı. Bir ara kaba olan polis, "Ne iş yaparmış bu?" dedi ortaya. Sonra bana dönüp yineledi "Kocan ne iş yapar?" Dikliğini, hırsını saklamaya çalışan bir sesle, "Şiir yazar" dedim. "Ne?" "Şiir yazar." "Manici yaniya he?" Yanıtlamayınca üsteledi. "Âşık maşık gibi mi? Saz ney de çalar mı?" Öyle kesin bir susuşla sustum ki, sürdüremedi... (s. 141)

Kısa kesin cümlelerle aktarılan gerilim okuyucuyu da anlatının havasına sokuyor. Özellikle aşağıdaki benzetme Tan'la olayın bağını apaçık kuruverdiği için çok cana yakın geliyor.

""
Gittikleri zaman, pencereleri açıp evi havalandırdım. Hiç sesimi çıkarmadan, söylenmeden, önce bir sigara yakıp ağır ağır içtim. Sonra, dayak yemiş bir çocuğu öpüp severek gönlünü alıyormuşum gibi, evimi toplamaya başladım. (s. 141)

Öykünün çatısı gibi görünen, dönemin yapısını olduğu kadar karakter yapısını da yansıtan ve dilsel hünerlerle dolu son kısmın gücü bence öykünün başlangıç kısımlarının müthiş işlenmesinden geliyor. Tan'a gösterilen ihtimam, annenin direncinin içinde titreyen yerler, eğer ki öykü doğru temellendirilmese cıvık bir anlatı olacakken böylesi insanın içine işliyor.

Emine Özzorlu dedi ki:
Tan'ın Öyküsü, 1971 yılında Özdemir İnce'nin gözaltına alınmasının ardından, eşi Ülker İnce'nin oğulları Tanbey'e, eve polislerin gelip sorular soracaklarını söylemesi üzerine, Tanbey'in söylediği "Anne polislere söyle, bana dördüncü sınıftan soru sormasınlar." cümlesinden yola çıkılarak yazılmış bir öykü.

Tan'ın ağzından duyduğumuz "Fikir suçundan adam tutuklamak ayıptır." sözü inceden bir küfrü getirip düğümlüyor boğazıma. Özdemir'in İnce'nin Hürriyet gazetesinde geçtiğimiz ay yayımlanan yazısını anımsıyorum. Yazı şöyle bitiyordu:

""
Beni her ay birkaç kez hedef gösteriyorlar ve her defasında onlarca ölüm tehdidi alıyorum. Beni öldürtüp ne yapacaklar, nasıl olsa ölmeyecek miyim? (Kaynak)


Re: Nezihe Meriç - Tan'ın Öyküsü

Emine Özzorlu ve Barış Acar öykü adına önemli saptamalarda bulunmuşlar. Öykünün dili ve anlatımı çok başarılı. Dönemin kasvetli havası, gözü kapıda her an polisleri bekleyen sus pus karanlık, okuyanın yüreğinde yer ediyor. Yazarın, sadece bu öyküsü değil, kitabın tamamı içinde en başarılı bulduğum tasviri aklımdan hiç çıkmayacak.

""
Gazeteleri alıp açınca da, omuzlar düşüyor, yürüyüşler değişiyordu. Üçer beşer toplanıp çabucak,ayaküstü dehşet veren haberler okunup,iletiliyordu arkadaştan arkadaşa. O gün daha çok sigara içiliyordu. Akşam daha çabuk olsa diye bekliyorduk. Kestirmeden alkole kaçıyorduk. Sıkıntı büyüyordu gözlerimizde, midemizin ağrılarında. Bağırsaklarımız gaz yapıyordu. Alkol bizi tutuyor, hasta ediyordu. Hırçınlıklar, tartışmalar, karşılıklı bağrışmalar, küfürleşmeler sıkıntıyı çoğaltıyordu. Eski yazlarda kalan secdiğimiz içkievlerinin özlemi, balıklar,ampüller,birtakım hain bakışlı, tanımadığımız adamlar birbirine karışıyordu.

Yazar öyküyü senaryo mantığıyla kaleme almış gibi. Psikolojik tasvirlerde bile "canlandırma" yapmayı başarabilmiş.