UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Nezihe Meriç - Özsu

22 Şub 2011
Cihan Başbuğ

MERİÇ, Nezihe.
"Özsu",
Toplu Öyküler II (Dumanaltı, Bir Kara Derin Kuyu),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,
2005, s. 72-78.

Kategori:

Re: Nezihe Meriç - Özsu

Hayriye'nin neşesi okuyucuya bile bulaşıyor. Öyle canlı bir karakter ki, ışıl ışıl, şıkır şıkır çıkıp satırlardan, karşıma oturdu sanki. Kahkahası kulağımda çınladı. Tanıdığım Hayriyeler'i hatırlatacak kadar sahici buldum. Sokak sakinleriyle birlikte ben de üzüldüm gidişine.

Sokak da Hayriye kadar sahici üstelik. Bir sokakta yaşanan günlük hayata ilişkin çeşit çeşit ayrıntılar, incelikle ve bolca yer alıyor öyküde. Bunların yine günlük hayata özgü bir dille anlatılmış olması, sokağı yaşayan bir sokak haline getiriyor.

Ancak kimi cümleler gereksiz geldi bana. Örneğin "Şimdi bir kadının, bir sokağın kaderinde oynadığı rolü düşünüyorum." cümlesi, hatta bu cümleyle başlayan paragrafın tamamı, öyküyü özetler gibi. Oysa öykü kendini başarıyla, bu açıklamaya hiç ihtiyaç duymadan anlatıyor zaten. Yine "Uyandığımız zaman, sulanmış toprak, kızarmış ekmek kokusundan, küçük bir çocuğun, yarım, tuhaf, neşeli sesine karışan o genç kahkahadan, ayrımına varılmasa da bir mutluluk, -umuda hazırlayan- bir duygu alırdık." cümlesi, "Böylece artık, sokaktan ihtiyar bir kadının, bacağını sürüyerek, titreye titreye gelip geçini görüp, yine ayrımına varmadan bir bezginlik duygusu almaktan kurtulmuştuk." cümlesi ve benzer cümleler, okuyucunun anlatılmak isteneni anlamayacağı zannıyla yapılmış açıklamalar gibi duruyor.

Hayriye'nin sokaktan taşındığı bölüm ise biraz eksik kalmış, ani ve sert bir geçiş olmuş bana göre. Gerçi öyküde anlatılmak istenen, bir insanın yarattığı fark ve gidişinden sonra bile devam eden etkisi olunca, neden taşındığı öykünün konusu yönünden çok da önemli değil. Ancak öykünün akışı yönünden, daha ağır ve yumuşak bir geçiş tercih edilmeliydi diye düşünüyorum.

Sonuç olarak, bu sorunlar okurken takılmama neden olsa da, öykünün güzelliğini bozmuyor, küçük bir gölge düşürüyor yalnızca.


Re: Nezihe Meriç - Özsu

Nezihe Meriç'in bu öyküsünde de, Çalıgıcı'da olduğu gibi, neşeli, umut taşıyan bir kahraman söz konusu. Bodrum katındaki, odadaki, evdeki, sokaktaki bunalımı süpüren bir kadın Hayriye. Üstelik çeri çöpü halı altına da sürmüyor, yok ediyor. Gidişiyle burukluğun yanında mutluluk bırakıyor; onca insana geçmiş ve gelecek güzel günler armağan ediyor. Hayriye; çalışkan, keyifli, samimi, yardımsever, bildiğini okuyan...

Bu öykü, Çalgıcı ile kahramanların özelliklerinin yanında, onları anlatma biçimiyle de benzerlik gösteriyor. Çalgıcı'yı öğretmenin, Hayriye'yi ismini bilmediğimiz anlatıcının ağzından dinliyoruz.

Öykünün ilk kısmında anlatıcı, kendisiyle Dik arasındaki benzerliğe dikkat çekiyor. Bir kurt köpeğinin bağlı kalışı ve belli ki hayatı sevmeye niyetli bir kadının dört duvar arasında kalışı.. Tatsız bir durum, iç acıtan bir benzetme.

Anlatıcı kahraman, onunla iyileşmeye başlıyor. Bir bir unutuluyor dertler. İnsanlar, sıkıntılarına gülüp geçebilecek kadar neşeleniyor. Çarşının canlılığını alıp sokağa getiriyor ve bedava dağıtıyor. Evdekiler sokağa döküldüğünde anlatıcı kahramanın dünyası canlanıyor. Öncesindeyse yalnız Dik var.

Fahir, Necip, Semih Bey, Hasna, Nermin, Feride, Cemile Hanım, Naciye, Nahide, Nuran, Mehlika, Cahit Bey, Albay Sair ve diğerleri; koca sokak kısa bir öykünün içinde.

Emine Özzorlu dedi ki:
Ancak kimi cümleler gereksiz geldi bana. Örneğin "Şimdi bir kadının, bir sokağın kaderinde oynadığı rolü düşünüyorum." cümlesi, hatta bu cümleyle başlayan paragrafın tamamı, öyküyü özetler gibi. Oysa öykü kendini başarıyla, bu açıklamaya hiç ihtiyaç duymadan anlatıyor zaten.

Ben de öyle olduğunu düşünüyorum. Çalgıcı'da da benzer bir durum vardı. Kahramanları hareketleriyle yeterince tanıttığı halde bu şekildeki tanımlama fazlalık gibi duruyor.

"Türk evlerinin özelliklerinden biri olan, pencerelerde çiçek yetiştirmek merakı..." da benzer şekilde metnin bütünlüğünden, sıcaklığından uzak. Cümle "Pencerelerde çiçek yetiştirmek merakı..." diye başlamış olsa bu kadar göze batmayacak belki.

"-umuda hazırlayan-", " -madem ki zorunluyuz-" gibi cümle içinde kendine yer açan ifadeler de fazlalık oluşturuyor gibi geldi. Öykü tüm duruluğu ve samimiyetiyle o kadar açık ki. Yazarın sesini yüksekçe işitmeye benziyor, biraz da ondan rahatsız ediyor.

"Kendimi dinlemekten kurtulmuş..." ne güzel bir ifade. Ayrıca ne hoştur sulanmış toprak kokusu, yağmur sonrasını güneşin kavurduğu günlere taşımaya benzer.

Bir de, öykünün ismi; "Özsu". Neden bu isim? Sokağın adı mı? Saflığı, temizliği, saydamlığı, samimiyeti çağrıştırması mı? Bir fikri ya da bilgisi olan var mı?


Re: Nezihe Meriç - Özsu

Bence çiçeği var eden özsuyla insanı var eden yaşama enerjisini, ki o kahramanımız Hayriye'de bolca var, birbirinden ayırmıyor yazar, o nedenle "Özsu" ismini seçmiş.

Yukarıda Emine Özzorlu ve Büşra B'nin saptamalarına ekleyecek çok fazla bir şeyim yok. Eren'in ilk öykülerde değindiği öykünün inandırıcılığını düşüren teknik ayrıntıları burada da görüyoruz; yine de Nezihe Meriç'in dünyasını seviyorum, onun yarattığı dünyayı.

Dik ve anlatımı yapan kişi arasındaki benzerlik ben da yürek burkan bir etki bıraktı; öykünün buradan yürüyeceğini düşünürken başkalaştı. Bunu öykü için bir fazlalık olarak mı görmeli, yani romandaki paralel olgular,olaylar öyküde de kendini var edebilir mi? Yoksa yalınlığı bozan teknik bir fazlalaık mı? Bunu düşünüyorum ben de, diğer öykücülerde durumun nasıl olduğunu...


Re: Nezihe Meriç - Özsu

Sahiden, hiç aklıma gelmemişti, özsu tabi.. Teşekkür ederim.

Kahramanlar konusunda bir ikilik var yine. Öykü sonlarında Dik'e dair bir şeyler öğrensek iyi olurdu gibi geliyor. O da Hayriye'nin ardında bıraktığı sokakla uyumlu.. Yalnızca ev sahibine hırladığını okuyoruz. Öykü anlatıcı üzerinden ilerlemediğinden, daha doğrusu öykünün asıl kişisi Hayriye olduğundan ve anlatıcı yalnızca aracı gibi gözüktüğünden bana bu durum fazlalık oluşturuyor gibi geldi.


Re: Nezihe Meriç - Özsu

Öyküde Dik'in varlığını, daha önce Emine Özzorlu ve Büşra B tarafından dile getirilen "-umuda hazırlayan-", " -madem ki zorunluyuz-" gibi ifadelerle birlikte düşünüyorum ben. Ne yazık ki anlatıcı (yazar) kendini ortaya atıp gevezelik etmekten geri duramıyor.Dik'in öyküdeki varlığı da anlatıcının konumunu vurgulama çabası gibi görünüyor bana. Bütün bunları bize anlatan yatalak bir hasta değil de Hasna Hanım (pazzar alışverişini Hayriye'ye yaptıran yaşlı kadın) olsa öykü çok şey kaybetmezdi gibi geliyor bana. Sanırım bu, esas olarak, yazarın kendini sözünü ettiği dünya içinde konumlandıramamasıyla ilgili bir sorun. "Gül Yaprağının Pembe Sesi"nde böyle bir sorun yoktu pek, sanki o nedenle anlatıcı ikide bir araya girme ihtiyacı da hissetmiyordu.