UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Nezihe Meriç Okumak

13 Eyl 2010
Barış Acar

”Nezihe Meriç” dedi ki:
Bir hikâyem vardı. Yazamıyordum. Kimse hikâyeyle aramda geçenleri anlamıyordu. Sinirlerim bozuldu bu yüzden. O, 1954’te kalmıştı; ben 1959’a değin yaşamıştım. Kurtulmak için türlü yollar denedim, olmadı. Sonunda bir sinir doktoruna gittim. Adamın kendine hiç yakışmayan bir güzelliği vardı. Yemeklerden önce acıktırıcı bir şurup, yatmadan önce uyku hapı verdi. “Hapı yuttunuz mu tamamdır,” dedi. Sonra gülerek: “Nasıl espri?” diye sordu. Dayanmak güçtü. Gene de dayandım. Dimdik suratına bakıyordum. Anlamadım sandı. Tutup açıkladı üstelik. Gene kih kih kih, diye güldü. Çantamı kapıp fırladım. Parkın köşesine değin koştum. Köşede elleri kapkara bir boyacı çocuk oturuyordu. Elindeki kirli bezle, boya kutusunun, sarı pirinçten olan yerlerini öyle parlatmıştı ki, biraz duruldum. (s. 14)

(“ Varım Diyorum İnanmalısınız”dan…)

Bir dönem, Varlık dergisini, sadece, Nezihe Meriç’in kaleme aldığı, derginin hemen girişinde okuyucuyu karşılayan ve, nedense, adı bir türlü aklımdan çıkmayan “Çavlanın İçinde Sessizce” yazı dizisi için satın alıyordum. Anılarını, kuru anı olmaktan da çok, yazıyı yazdığı andaki düşünce ve duyumsayışlarını geriye doğru bakarak anlatan Meriç, bu yazı dizisinde öyle bir biçem tutturmuştu ki, Ankara’nın kuru, kavurucu bozkırında oturmuş onları okurken, sanki önümde kımıltısız uzanan deniz, ayaklarımı sahil kumlarının sıcağına gömmüş, onun rüzgâra takılmış gibi insanın içini serinleten sesini duyuyordum.

Bu okumalar bir terapi gibi geliyordu bana. Ne edebiyat dünyasının bitmek bilmeyen hezeyanları ne birbirinden cin yazarların gariplikleri ilgimi çekiyordu. Nezihe Meriç’in çavlanı içinde sessizce yola çıkıyor, o bitince de müthüş bir özlem duygusu içinde gelecek sayıda yazacaklarının sıcaklığı düşünülerek bir kenara kalkıyordu dergi. Bu ne kadar sürdü? Ne zaman bıraktım Meriç’i okumayı ya da o mu bıraktı beni önce; şimdi anımsamıyorum. Yalnızca o sıcaklığı ömrüm boyunca unutamayacağımı biliyorum.

Yıllardır kitaplığımda duran, Can Yayınları’nın 1991’de ikinci basımını gerçekleştirdiği, “Menekşeli Bilinç” yerinden kalkıp da ellerime düştüğünde kaygılıydım bu yüzden. Meriç’in bendeki ayrıksı imgesini nasıl etkileyecek diye tedirginlik duyuyordum. Kitabın ilk yayımlandığı yılın 1965 olduğunu görmem bu tedirginliği birazcık olsun giderdi. Genel kanının aksine, basım yılları arasında bu kadar süre olan kitapların “iyi” kitaplar; okuyucudan emek isteyen, dişli, nitelikli kitaplar olduğunu düşünmüşümdür hep. Okuduktan sonra da bu kanıda yanılmadığımı bir kez daha görecektim. Yazara yapılan bu “haksızlık” -okunamama çemberi içine hapsetme- yalnızca ona teşekkürlerimi iletmek için çok geç kaldığım duygusunu yaşattığı için üzecekti beni.

Menekşeli Bilinç, “Susuz XI”, “Varım Diyorum İnanmalısınız”, “Menekşeli Bilinç”, “Giderek Daha Güçlü”, “Hışhışi Hançer”, “Açar da Tutku Gülleri Açar” ve “Sancılı Us Bizdedir” adlı yedi öyküden oluşuyor. Her öykü ayrı bir kurgu ve dilsel hüner taşıyor. Çoğu yerde öykülerin anlatıcısı genç kadının, duyarlı, özgürlükçü ve olayları geniş bağlamlar içinde değerlendirmeyi bilen ruh dünyasının öyküleri birleştiren ana izleği oluşturduğunu görebiliyoruz.

Daha önceki bir gönderide sözünü ettiğim gibi, kısa, kesik, adeta boğazda düğümleniyormuş gibi kurulan, buna karşın kararlı, sert, melankoliye kaçmayan bir dil kullanıyor Nezihe Meriç. Dil ve anlatımda kullanılan bu özgün yaklaşım, kadın öykücülüğü bağlamında 1980’lerde Ayla Kutlu’nun ya da 2000’lerde Aslı Erdoğan’ın kullandığı biçemden kesin çizgilerle ayırıyor onu. Hatta toplumsal kimlik anlamındaki “kadın” temasının edebiyatta taban tabana zıt kullanımları gibi geliyor bana bu örnekler. Bu anlamda, zaten bir ayrım çizgisi olarak değerlendirilmesini pek faydalı bulmadığım “kadın öykücülüğü” temasının geçerliliğinin ne kadar zayıf olduğunu bir kez daha gösteriyor bana Nezihe Meriç öyküleri.

Bu yazının hemen başlangıcında okuduğunuz satırlar, buraya kadar anlatmaya çabaladığım hislerime örnek oldu mu, bilmiyorum. Meriç’in, beni içine çeken, o sonu gelmesin istediğim anlatısının küçük bir parçası bu. Belki de, gerçekliğe bakışındaki doğru dürüstlük; duygulu ama yapmacıksız, öte yandan sınır tanımaz ölçüde hırçın yan bana bu duyguyu yaşatan.

Yine, “Varım Diyorum İnanmalısınız”dan:

""
Hikâyeye nasıl başladığımı bilmiyorum. Kendiliğinden oldu. Şimdi onu iyice biliyorum. Acemi biri, “Kapıyı çarptı. Çıktı,” der. Yanlış. Kapıyı çarpıp çıkan biri, bir süre sonra geri döner… (s. 17)

“Varım Diyorum İnanmalısınız” öyküsü, döngüsel bir kurguya sahip. Anlatıcının, arkadaşına anlatmaya çalıştığı bir hikâyenin yaşamındaki kesişme noktalarını ele vermesiyle sonlanıyor. Anlattığı hikâyedeki genç kızın dünyaya karşı ödün vermez tutumu, kavramları yerli yerine koyarak, inatla “doğru” yaşaması, günümüzde yazılan aşk öykülerindeki ağlamaklı kadın figürünün pespayeliğini anlamak için mutlaka okunmalı. Aşağıdaki iki alıntı, hem genç kızın duruşunu hem de Meriç’in anlatma biçimini ele vermesi açısından yerinde olabilir:

""
“İşte hepsi bu,” dedim arkadaşıma. “Evden kaçma, evden kovulma hikâyeleri, sonradan eklenenler, hep insanoğlunun bir olayı büyütme, şişirme yeteneği içinde oldu bitti.” Arkadaşım yaşlıydı. Kaç tane çocuk yetiştirmişti. Çok akıllı, görmüş geçirmiş bir kadındı. Beni anlıyordu. “Ah bu insanlar,” dedi. (s. 25)

""
Ertesi sabah büyük bir tartışma oldu aralarında. Kızın rengi solmuştu, ama kararlı görünüyordu. Adam onun saçlarını öperek evlenme sözü istiyordu. Kız, “Böyle evlenme olmaz,” dedi. Adam, “Peki akşam olanlar…” diyemiyordu. Çekiniyordu. Arkadaşımın karısı, “Allah allah…” dedi, “Ne kaldı geriye. Her iş oldu bitti ya, ne diye evlenmiyor?” Arkadaşımın karısı kafasız kadının biriydi. Onun iiçn arkadaşım, “Sus yahu…” dedi. Oysa kendisinin çok ilgi çekici bulduğunu söyledi. Kız diyordu ki, “Ben hayatımı kurmalıyım, önce kendime güvenimi pekiştirmeliyim. Bir süre arkadaşlık ederiz. Birbirimize yeteceğimizi anlarsak, evleniriz.” (s. 28-29.)

“Varım Diyorum İnanmalısınız” dışında, özellikle “Bir kız memelerinin farkına varınca memeleri yaşamalıdır” (s. 33) diyen “Menekşeli Bilinç”, erdemle cinselliği birleştirmeye çalışan anlatıcısıyla “Açar da Tutku Gülleri Açar”, öykünün içinde polisle birlikte kapıya dayanan komşuların dedikodularının yankılandığı “Giderek Daha Güçlü” ve öyküye bir koronun eşlik ettiği “Hışhışi Hançer”, kitabın biçemsel yönüyle öne çıkan öykülerinden. Meriç, 1965 yılında yayımladığı bu kitapla öykünün deneysel dokusunu sarsıcı örneklerle ortaya koyuyor. Döneminde Leyla Erbil’in, Sevim Burak’ın öykülerinde karşılaşılan çatışmayı ve arayışı, Meriç’in öykülerinde edebiyatın olanca heyecanıyla duyabiliyorsunuz.

Umarım, yakın zamanda, bütün yapıtları üzerinden sistemli bir Nezihe Meriç okuması yapabiliriz Uzun Hikâye’de.

""
Beni tuttuğunu anlayıverdim. Anlamsız denecek değin birdenbire oldu. Beklenmedik bir zamanda. Bir örümcek ustası gibi hünerli buldum onu. Dört bir ucumdan sarmış beni. Oyuna geldiğim söylenemez. O kendini yaşıyordu. Daha önceden, çok daha akıllıca davranarak anlaması gereken biri varsa, bu, o değildi elbette. O, bendim. Evet, evet. Buna iyice inanıyorum şimdi. Öyle de yaptım sayılır. Ama mutluluğu elden kaçırdım. İşte önemli olan! Öğrenmiş bulunduğumda, geç kalmış oluyorum. Yazık! Bunun bir suçluslu var elbette. Onlara kızmıyorum. Kızma çağını geçirdim. (s. 68)

(“Açar da Tutku Gülleri Açar”dan…)

Alıntıların yapıldığı kaynak: MERİÇ, Nezihe. Menekşeli Bilinç, İstanbul: Can Yayınları, 1991.

İlgili Okumalar:
Öykümüzde Biçimsel Yenilikçi Arayışlar - Necip Tosun
Nezihe Meriç: Hayatı ve Öykücülüğü - Derya Devrimsel

Kategori:

Re: Nezihe Meriç Okumak

Ben de kitabı ve diğer cildi incelemeye başlayacağım. Forumda da okumamız şart.