Genç yazarların özellikle de öykücülerin dergiler etrafında sıkça boy gösterdiği ama sayıca kalabalık bu tablonun Barış Acar tarafından sık sık elestirildiği bir donemin öyküsü nasır. Yazarin ilk dönem öykülerinden.
Cihan Başbuğ tarafından Tem 30th, 2012 günü 9:13 sularında gönderildi.
Seslendirilen öyküleri daha önceleri de dinlemiştim. Nedense bu yöntemle öykünün tadına varamıyorum. Varamamak bir yana, anlamam, bu hıza yetişemiyor gibi geliyor. Halbuki bu bir şeklide doğru olmaması gerek. Sonuçta bir söyleşiyi, bilimsel bir konferansı tadına vararak izleyebiliyorum. Bunda muhtemelen okumayı öncelikli yol olarak kabullenişimin etkisi olabilir.
İfade etmeye çalıştıklarımın seslendirmenin kalitesi ile bir ilgisi yok tabi ki.
Mehmet Sürücü tarafından Tem 30th, 2012 günü 10:29 sularında gönderildi.
Doğru, ama nedense sonradan söze "kanat takıldı". Belki de bunun nedeni, "söz", bir topluluğa, kalabalık bir kitlenin, anında tüketimine aitken, sonradan bu kabalık tek insana kadar indi. Sözün hedefi insandı. Hedefini bulabilmek için, iletim yönteminin değişmesi gerekiyordu sanırım.
Mehmet Sürücü tarafından Tem 30th, 2012 günü 11:09 sularında gönderildi.
Mehmet Sürücü'nün tersine ben seslendirilen öyküleri ya da şiirleri hafızamda daha uzun sakladım hep. Forumda da zaman zaman seslendirilen öyküleri paylaşmıştık.
Öykücü , öyküsünü yazarken onun seslendirilecegini, bir masalmıscasına okunup dinleneceğini hesaba katarsa dile daha çok özen gosterir, öykü daha bir zenginleşir gibi geliyor bana. İşin icine farklı bir boyut eklenir gibi...
Dede Korkut'taki karakterler geldi bir an aklıma. Öyle mi acaba?
Cihan Başbuğ tarafından Ağu 2nd, 2012 günü 9:54 sularında gönderildi.
"yazılı kültürün üzerimizde kurduğu hükümranlık" aslında "sesin" ve "sözün" üzerimizde kurduğu hükümranlıktır. (ki bu da logosmerkezci hükümranlıktır.) çünkü bizim yazı dediğimiz şey - alfabetik yazı- sesseldir. yani asıl hükümranlık sesin hükümranlığıdır. böylece "yazı" -alfabetik (sessel) yazı- aynı zamanda bir kurbana dönüştürülebilmiştir. çünkü alfabetik yazı, birincil olan sesin ve sözün takliti olarak tasavvur edilmiştir. böylece o sesin hükümranlığının bir veziri iken aynı zamanda hükümran olan ses tarafından rezil edilen bir vezir olmuştur. "sözün doğallığına" karşın "yazının yapaylığını" öne sürenler, farkında olmadan logosmerkezci bir tutum sergilemektedirler... logosmerkezciliğin babası sokrates in yazmaması ama konuşması bile bununla ilişkilidir. konuşmanın yazı karşısındaki üstünlüğü metafizik bir düşünme tarzının sonucudur.
oktay tarafından Ağu 6th, 2012 günü 11:48 sularında gönderildi.
"yazılı kültürün üzerimizde kurduğu hükümranlık" aslında "sesin" ve "sözün" üzerimizde kurduğu hükümranlıktır. (ki bu da logosmerkezci hükümranlıktır.) çünkü bizim yazı dediğimiz şey - alfabetik yazı- sesseldir. yani asıl hükümranlık sesin hükümranlığıdır.
Söz ve yazı üzerine düşünmekle birlikte ses ve söz arasındaki ilişki üzerine o kadar uzun boylu düşünmemiştim. Beni ilgilendiren daha çok sözün görsellikle kurduğu ilişkiydi. Yazılı Kültüre Karşı Görsel Kültür başlığı altında bunun üzerinde durmaya çalışmıştım bir vakit. Ama şimdi görüyorum ki, ciddi bir alanı es geçerek başlamışım konuşmaya. Özellikle de Sokrates örneği benim için çok kafa açıcı oldu.
Teşekkürler.
Barış Acar tarafından Ağu 6th, 2012 günü 12:12 sularında gönderildi.
Re: Nasır
Genç yazarların özellikle de öykücülerin dergiler etrafında sıkça boy gösterdiği ama sayıca kalabalık bu tablonun Barış Acar tarafından sık sık elestirildiği bir donemin öyküsü nasır. Yazarin ilk dönem öykülerinden.
Re: Nasır
Hmmm. Bir tersinlemeyle sanki editör sopadan asıl nasibini alan ama...
Re: Nasır
Seslendirilen öyküleri daha önceleri de dinlemiştim. Nedense bu yöntemle öykünün tadına varamıyorum. Varamamak bir yana, anlamam, bu hıza yetişemiyor gibi geliyor. Halbuki bu bir şeklide doğru olmaması gerek. Sonuçta bir söyleşiyi, bilimsel bir konferansı tadına vararak izleyebiliyorum. Bunda muhtemelen okumayı öncelikli yol olarak kabullenişimin etkisi olabilir.
İfade etmeye çalıştıklarımın seslendirmenin kalitesi ile bir ilgisi yok tabi ki.
Re: Nasır
Yazılı kültürün bizim üzerimizde kurduğu hükümranlık bu! Oysa öykü başta sözeldi.
Re: Nasır
Doğru, ama nedense sonradan söze "kanat takıldı". Belki de bunun nedeni, "söz", bir topluluğa, kalabalık bir kitlenin, anında tüketimine aitken, sonradan bu kabalık tek insana kadar indi. Sözün hedefi insandı. Hedefini bulabilmek için, iletim yönteminin değişmesi gerekiyordu sanırım.
Re: Nasır
Mehmet Sürücü'nün tersine ben seslendirilen öyküleri ya da şiirleri hafızamda daha uzun sakladım hep. Forumda da zaman zaman seslendirilen öyküleri paylaşmıştık.
Öykücü , öyküsünü yazarken onun seslendirilecegini, bir masalmıscasına okunup dinleneceğini hesaba katarsa dile daha çok özen gosterir, öykü daha bir zenginleşir gibi geliyor bana. İşin icine farklı bir boyut eklenir gibi...
Dede Korkut'taki karakterler geldi bir an aklıma. Öyle mi acaba?
Re: Nasır
"yazılı kültürün üzerimizde kurduğu hükümranlık" aslında "sesin" ve "sözün" üzerimizde kurduğu hükümranlıktır. (ki bu da logosmerkezci hükümranlıktır.) çünkü bizim yazı dediğimiz şey - alfabetik yazı- sesseldir. yani asıl hükümranlık sesin hükümranlığıdır. böylece "yazı" -alfabetik (sessel) yazı- aynı zamanda bir kurbana dönüştürülebilmiştir. çünkü alfabetik yazı, birincil olan sesin ve sözün takliti olarak tasavvur edilmiştir. böylece o sesin hükümranlığının bir veziri iken aynı zamanda hükümran olan ses tarafından rezil edilen bir vezir olmuştur. "sözün doğallığına" karşın "yazının yapaylığını" öne sürenler, farkında olmadan logosmerkezci bir tutum sergilemektedirler... logosmerkezciliğin babası sokrates in yazmaması ama konuşması bile bununla ilişkilidir. konuşmanın yazı karşısındaki üstünlüğü metafizik bir düşünme tarzının sonucudur.
Re: Nasır
Söz ve yazı üzerine düşünmekle birlikte ses ve söz arasındaki ilişki üzerine o kadar uzun boylu düşünmemiştim. Beni ilgilendiren daha çok sözün görsellikle kurduğu ilişkiydi. Yazılı Kültüre Karşı Görsel Kültür başlığı altında bunun üzerinde durmaya çalışmıştım bir vakit. Ama şimdi görüyorum ki, ciddi bir alanı es geçerek başlamışım konuşmaya. Özellikle de Sokrates örneği benim için çok kafa açıcı oldu.
Teşekkürler.