UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Murat Gülsoy - Ölüm Üçlemesi

05 Şub 2011
Cihan Başbuğ

GÜLSOY, Murat,
"Ölüm Üçlemesi"
Belki De Gerçekten İstiyorsun,
Altkitap Yayınları, 2000,
s. 1-13.

Kaynak: Belki De Gerçekten İstiyorsun

Kategori:

Re: Murat Gülsoy - Ölüm Üçlemesi

Belki De Gerçekten İstiyorsun kitabının ilk öyküsü olan Ölüm Üçlemesi'ni okumak, belki de yazarla yaptığımız söyleşi sonrası iyi olacaktır.


Re: Murat Gülsoy - Ölüm Üçlemesi

Neredeyse orada kalıp yaşamaya mahkum edilenlerin, kedilerin gittiği o adı bilinmeyen ülkeye yolculuğu, etkileyici bir kurguyla anlatılmış öyküde. Her biri farklı ölüm şekliyle adlandırılan üç bölümün ortak temasını, bu yolculuğa çıkmaya karar verenlerin, böyle bir noktaya nasıl geldikleri, ya da getirildikleri oluşturuyor. Hayatlarının her alanı, hatta ruhları dahi sistem tarafından kuşatılan, yaşamları üzerinde söz hakkı tanınmayan insanlar, hükmedebilecekleri tek alan olarak ellerinde kalan kendi bedenleri üzerinde söylüyorlar son sözlerini. Fakat bu son söz gerçekten onlara mı ait? Bunun cevabını hayır olarak veriyor öykü. İdam bölümünde intihar eden doktoru, tanık olduğu, sürecinde yer aldığı idamlar sonucu, infazını kendi gerçekleştiren bir idam kurbanı olarak kabul edebiliriz. Ötenazi bölümünde bu yolu seçenler, bilinçli ve sistemli bir kampanya ile yönlendiriliyor yaşamlarına son vermeye. Cinayet bölümünde ise doktorun arkadaşı, katilden çok maktul konumunda. Dolayısıyla ölümün bilinçli bir tercih olamayacağını, insanın kendi iradesiyle, en azından sağlam bir irade ile, ölümüne karar veremeyeceğini düşündürüyor öykü. Bunun tam aksi bir düşünceyi konu alan, "İçimdeki Deniz" filmini hatırlattı bana. Belki de bu yüzden, bu çok tartışmalı, kolaycılığa kaçmadan içinden çıkılması hakikaten zor bir konu olan, "ölüm hakkı" üzerinden okudum öyküyü daha çok.


Re: Murat Gülsoy - Ölüm Üçlemesi

Murat Gülsoy’un yapıtlarında cinsel şiddeti neden bu derecede yoğun kullandığını merak ediyorum. Bu Filmin Kötü Adamı Benim’i okurken de aynı şeyi düşünmüştüm. Cinayet’teki ilişki biçiminin yerini Bu Filmin Kötü Adamı Benim’de düpedüz tecavüz almıştı. Kahramanları neden saldırganlaşıyor? Aslında bu soruyu kitapta Önder’in ölmüş babası da soruyordu (Daha doğrusu ölmüş babasının kendisine sorduğunu hayal ediyordu): “Kadınlarla alıp veremediğin nedir?” Cinsellikle şiddetin birlikteliğini psikanilize dayandırarak açıklıyor sanıyorum ama bu nedense genellikle erkek yazarlar tarafından tercih edilen bir yol. Erkeklerin bilinçaltı kadınların bilinçaltından nasıl farklı işliyor ki tecavüz, yaralama vs. gibi şiddet içeren eylemlerin pek çoğu erkeklerden kadınlara yöneliyor. Üstelik erkekleri bu eylemlere yöneltenler de bir bakıma kadınlar oluyor. Cinayet’te patron/kadının proleter/erkeğe uyguladığı baskının erkeği bu noktaya getirdiği ima edilmiyor mu? Bu Filmin Kötü Adamı Benim’de tek tecavüz değil birkaç girişim var üstelik. Yabancı hizmetli kadının havuz başında üstsüz bir şekilde sere serpe yatışı vs. erkeğin kendisini “dizginlenmesine” engel oluyor. Romanın adı, evet, karakterin “kötü” olduğuna vurgu yapıyor yapmasına da içerik adama nasıl da sempati duymamıza neden oluyor. Olmuyor mu? Yazarın kendisini “kötülüğüne rağmen” karaktere yakın hissettiği açık. Son cümleye bakın: “Geride sadece yaralı ruhunu onarmak için yazan biri kaldı.” Bu konu üzerine aslında daha ayrıntılı yazmak istiyorum ama önce okumadığım kitaplarını okuyacağım. Gülsoy’un kitaplarını çok seviyorum ama cinsiyetler arası ilişkilerde çok sorunlu bulduğum yönler var.