UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Onat Kutlar - Mühür

06 Kas 2009
Cihan Başbuğ

"Karameke"
Onat Kutlar
YKY, 2009
sf 61-71

Öykü forumdan kaldırılmıştır. Bkz.: Forum İşleyişi

Kategori:

Re: Mühür

Eren anlatıcı ile yıldız ışığının hikayesine değinmişken ben de öykünün paralel eksenlerinden birine denk geldiğini düşündüğüm cinsellik hakkındaki fikirlerimi yazayım.
Anlatıcının öykü içinde yer alan cinsel arzulara karşı yaklaşımı da tartışılmaya değer. Her şeyden önce anlatıcının bir geneleve gitme geleneği var. Sanırım genelevler bütün erkekler için gidilmesi son derece sıradan olan bir yer değildir. Hatta bu konu hakkında konuşmak bile istemeyebilirler. Oysa anlatıcı gerek doğduğu şehirde gerekse öğretmenlik için geldiği bu şehirde genelevlerin müdavimi olan biri. Kasabaya geri döndüğü günlerde Muhtara ve oğluna ne olduğunu anlamak için kasabada öylesine dolaşırken birden bire Sunulllah mahallesindeki genelevin olduğu apartman ya da handa buluyor kendini. Huzurevine dönüştürülmüş bu yerden çıkıp köyün yolunu tuttuğunda yol boyunca doğada çiftleşen hayvanlara dikkat çekiyor ya da onun dikkatini bu çekiyor. Köye dönerken tekrar fıratın diğer kıyısındaki gençliğini hatırlarken o yıllarda da gittiği evleri hatırlıyor. Ardından da oralara bir daha dönemeyeceğini söylüyor.
Anlatıcının cinselliği algılama biçimini genelev hikayelerinden daha çok şu anlatıları ile kendini ele veriyor:

""
Muhtar'ın evine çıkan yokuşu tırmanırken kısrak birden yolu değiştirdi. Uysallığına karşın direndi ve küçük alana giden yola saptı. Susamış olduğunu çeşme başına gelince anladım. Uzun uzun içti.

Muhtarın atıyla köye dönerken gerçekleşen bu olayı anlatmasını sanki kendisinde de cinselliğin susamak gibi giderilmesi gereken bir ihtiyaç olarak gördüğünü dile getirme biçimiymiş gibi yorumladım. Çünkü at susadığı için kendi iradesiyle çeşmeye geldiğinde anlatıcı da yıldız ışığıyla karşılaşıyor.


Re: Mühür

Öykü birbiri içine geçmiş olaylardan örülü olsa da öykünün gerçekte yabancılaşma hali ile ilgili olduğunu düşünüyorum.

""
Durumumuz bir halk resmi gibiydi. Bakır kapla gülü sulayan genç kadın ve pencereden ona bakan adam.

İçinde bulunduğu durumu bu şekilde ifade edebilmesi bana yabancılaşmanın çok güzel bir ifadesi olarak göründü.


Re: Mühür

Öncelikle, ben, öykünün olay örgüsününün çok karışık ya da "Hadi"de olduğu kadar yeniden düşünülmeye gereksinim duyduğunu düşünmüyorum.

Eren'in mühür yorumuna daha önce kısaca değindiğim mühür sanatı meselesinden şu kavramları da eklemek isterim: Aidiyet, sahiplenme, kendisinin kılma, bütünleşme, koruma, tarihselleştirme... Yani mühür, günümüzde kullanılan anlamının dışında tarihsel ve sanatsal açıdan, belirli bir bütünleşmeyi -özne nesne birlikteliğini- de içerisinde taşıyor. Özellikle sevgi ve ölümle ilgili imaların bu açıdan yorumlanması taraftarıyım.

Ayırca Eren'in şu satırlarının beni en az öykünün kendisi kadar etkilediğini de söylemeylim:

eren dedi ki:
Bir başıma yolumu bulmaya çalıştığım bu öyküde monoloğuma devam etmekten başka yapacak şey yok sanırım. Bir sesin beni içine düştüğüm bu kuyudan çekip çıkarmasını bekliyorum... (Sonunda olan oldu, ben de öykünün anlatıcısı gibi konuşmaya başladım.)

eren dedi ki:
""
Pencereye bakmayı sürdürüyorum. Üst üste basılmış birkaç fotoğraf gibi. Hepsinin tüm ayrıntılarını birden görüyorum. Önce camın kendisi. Hafifçe tozlu ve sağ alt köşesinde dışarı çıkmak için çırpınan bir muştu böceği. Camın arkasında, komşu evin ağır ağır mavileşen bahçesi. Yıldız ışığı artık görünmüyor. Arkamda, sofayı avludan ve sundurmadan ayıran ahşap kafesin karanlık örgüsü de cama yansıyor. Örgünün aralıklarından bir siluet görüyorum: Muhtar'ın karısı ateş yakıyor. (...)

Son bir haftanın şaşırtıcı olayları şimdi kâğıdın yüzeyine camdaki görüntüler gibi üst üste ve aynı zamanda düşüyor.

Daha burada, öykünün en başında uyarıyor yazar: okumakta olduğunuz öykü üç katmanlıdır.

Gayet yerinde yapılmış bir saptama. Katmanlar güzel çözümlenmiş, ancak başta da söylediğim gibi, ben bunların araştırılmasındansa öykünün genel atmosferinin üzerinde durmayı yeğliyorum.

eren dedi ki:
Burada yazarın iki zamanı üst üste bindirdiğini, pencerenin o andaki açılışıyla bir hafta sonra orada olacak muştu böceğinin pencereden çıkıp güle kavuştuğunu da düşünebiliriz, bir hafta sonra pencereden çıkmaya çalışacak o muştu böceğine pencereyi açacak kimse olmayacağını da. Her iki durumda da anlatıcıyla kadının ilişkisi, gülle muştu böceğinin bir pencereyle ayrılan ilişkisiyle bağlantılı gibi geliyor bana.

İlahi Eren. İyi bağlamışsın. Laughing out loud

Enes T dedi ki:
bana kalırsa Kasım Ağa, artis olma hayalleri peşinde koşan Kızılderili kızı "sesin güzel, yüzün de güzel. Neyin eksik?" diyerek kandırıyor ve kızı rahatça kullanabilmesi için, şimdiki hayatıyla bağını koparması amacıyla dayakçı kocasını Kocakafaya öldürtüyor. Bu olayın üzerini örtmek içinde yine anası babasını sevmeyen, ailesinden baskı görmüş, silik görünüşlü, sürekli yere bakarak konuşan muhtarın oğlunu kafalıyor ve cinayeti babasına yani muhtara yükletiyor. Böylece muhtarın oğlu ailesinden intikamını alıyor, kendisini adam yerine koyan Kasım Ağa'nın ekibine katılıyor, Mercedes'le evinden alınmasından ben bunu anlıyorum. Bana kalırsa bir nevi Kasım ağanın ekibe katılınca iktidar sahibi olacağını ve çizdiği ezik insan profilinden kurtulacağını düşünüyor. Zaten gerçek hayatta da öyle değil mi? Kasım Ağa kısacası düşmüş, boş gençleri kullanmasını çok iyi biliyor...

Güzel bir akıl yürütme Enes'inki; bana hiç de mantıksız gelmedi.

Enes T dedi ki:
""
"Muhtar'ın dönüşünü bekliyorum. Damağımda az önceki gündüz düşünün olağanüstü tadı. Çok güzeldi. Büyük bir ırmağın kıyısında, açık altın renginde bir saray duvarının önündeydim. Gülümseyerek bana yaklaşan yüzünü öperken uyandım."

""
"Büyük bir ırmağın kıyısında, açık altın renginde bir saray duvarının önünde, senin, gülümseyerek bana yaklaşan yüzünü gördüm."

Bu rüyasında gördüğü, öykünün bir başında bir de sonunda değindiği, "sen" olarak hitap ettiği kişi kim sizce?

Ben de sevgili çağrışımı hissettiğim geçmişte kalmış kişinin öykü için önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta bunun yitirilmiş, belki ölmüş bir sevgili olduğunu da düşünüyorum.

nurten aksakal dedi ki:
Muhtarın atıyla köye dönerken gerçekleşen bu olayı anlatmasını sanki kendisinde de cinselliğin susamak gibi giderilmesi gereken bir ihtiyaç olarak gördüğünü dile getirme biçimiymiş gibi yorumladım. Çünkü at susadığı için kendi iradesiyle çeşmeye geldiğinde anlatıcı da yıldız ışığıyla karşılaşıyor.

Nurten, öyküdeki cinselliği yorumlarken aklıma Yusuf Atılgan'ın öyküleri geldi. Bunun üzerinde de durulabilir.

Yorumları bir arada ve bir seferde okumak benim öykü üzerine söyleyeceklerimi bir daha düşünmemi gerektirdi. Yakında... Laughing out loud


Re: Mühür

Barış Acar dedi ki:
Gayet yerinde yapılmış bir saptama. Katmanlar güzel çözümlenmiş, ancak başta da söylediğim gibi, ben bunların araştırılmasındansa öykünün genel atmosferinin üzerinde durmayı yeğliyorum.

Öykünün katmanları içine girmeye çalışıp "analitik" sayılabilecek bir yöntemle hikâkeyeri daha iyi anlamaya çalıştıktan sonra bu "analitik" yöntemin beni sonuca fazla yaklaştırmadığını itiraf etmeliyim sanırım. Belki öyküdeki bazı ayrıntıları daha iyi görmeme yardımcı oldu, ama Barış'ın daha önce sözünü ettiği "kapanan çemberler"i benim açımdan görünür kıldığını iddia edemeyeceğim. Bu nedenle, aslında Barış'ın öykünün genel atmosferi konusundaki yorumlarını merakla bekliyorum.

Bu öyküde "Hadi"deki karamsar ve kortucucu atmosferi pek hissetmedim ben. Burnuma cinselliğin ekşi kokusu geliyor daha çok. Belki de loş bir kerhane odasının kokusu bu; müşterinin pek de öyle el üstünde tutulup ilgiyle gerdeğe sokulmadığı ötekileştirici bir odanın...


Re: Mühür

""
Enes T yazdı:
"Muhtar'ın dönüşünü bekliyorum. Damağımda az önceki gündüz düşünün olağanüstü tadı. Çok güzeldi. Büyük bir ırmağın kıyısında, açık altın renginde bir saray duvarının önündeydim. Gülümseyerek bana yaklaşan yüzünü öperken uyandım."

"Büyük bir ırmağın kıyısında, açık altın renginde bir saray duvarının önünde, senin, gülümseyerek bana yaklaşan yüzünü gördüm."

Bu rüyasında gördüğü, öykünün bir başında bir de sonunda değindiği, "sen" olarak hitap ettiği kişi kim sizce?

""
Barış Acar yazdı:
Ben de sevgili çağrışımı hissettiğim geçmişte kalmış kişinin öykü için önemli olduğunu düşünüyorum. Hatta bunun yitirilmiş, belki ölmüş bir sevgili olduğunu da düşünüyorum.

Ben de ölmüş bir sevgili olarak düşündüm ama öykünün içeriğiyle pek bağdaştıramadım. Nurten'in belirttiği üzere yazarın öykülerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum ama belki de yazar hep kötü karaktere Kocakafa lakabını takıyordur, okumadan pek yorum yapamayız...


Re: Mühür

Evet belki de kötü adamlara Kocakafa adını takıyor olabilir. Ancak öykülerinde aynı metaforlar üzerinde duruyor(Sığla ağacında olduğu gibi) ve de aynı mahalleden (sunullah mahallesi) bahsediyor başka bir öyküsünde de.

Enes T dedi ki:
Nurten'in belirttiği üzere yazarın öykülerinin birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüyorum ama belki de yazar hep kötü karaktere Kocakafa lakabını takıyordur, okumadan pek yorum yapamayız...

Ancak yine de senin dediğin gibi öyküleri okumadan kitabın bütününe hakim olmadan net bir şeyler söylemek zor gibi.


Re: Mühür

Onat Kutlar'Iöyküleme yeteneğini çok güçlü hissettiğim bir iki alıntı yapmak istiyorum:

""
Kıyı gazinolarında pabuçları sıkan genç kızlar ve ....

""
İç giyisileri kentli kadınlar gibiydi.

Üzerinde öyle çok da durmadan aralara serpiştirilen bu kısa ifadeler ne çok şey anlatıyor bu kadınların arzularına ve hayellerine dair.


Re: Mühür

Onat Kutlar'ın öyküsü tanıdık bir hikâye, ama yalnızca hikâye tanıdık, bildik; kişilerini, anlatıcısını, anlatımını yeniden keşfetmemiz gereken bir öykü bu yönüyle.

İlk dikkatimi çeken öykünün dairesel yapısıydı. Anlatılanlar yeni bakış açılarından, eksik bir takım yönleri tamamlanarak mutlaka yeniden karşımıza çıkıyor öykünün içinde. Karakterlerle bile neredeyse hep iki kere karşılaşıyoruz. Onları görme ve yeniden görme, belki anımsama/ yorumlama süreci olarak düşündüm bunu; hem anlatıcının hem okuyucunun katılımcı olduğu ortak bir süreç.

Anlatıcı üzerine uzun uzun düşündüm. Öykülerin isminin hep bir paradoks taşıdığını düşünürüm; bu öykü bunu için biçilmiş kaftan. "Mühür" bir mührün altında korunmak, geçmişin bir mühür tarafından açılmamak üzere rafa kaldırılmasını, ama aynı zamanda korunmasını simgeliyor bana göre ("koldaki mühür" imgesini araştırdım; herhangi bir şey bulamadım bu konuda). Anlatıcı geçmişinin hikâyesinden kurtulmanın yolunu onu anlatmakta buluyor; bu onun koyduğu mühür. Seviyor ve öldürüyor böylece geçmişini, geçmişinden sürekli kendine doğru gelmeye çalışan birini, kendi kendini. Reçinesiyle ağaca yapışarak şimdiki zamanı duymak isteyen birinin hikâyesi bu hikâye.

Bir diğer yön "köy atmosferi" öyküde. Öykünün en başarılı bulduğum kısmı. "İçeriden" bir anlatı olarak duyduğumu söylemiştim daha önce öyküyü. Şunu demek istiyorum: Hem içeride durup olanı olduğu gibi görüyor anlatıcı ya da yazar (bu noktada ikisinin kesiştiğini düşünüyorum) hem dışarıda durup bunu bir anlatıya dönüştürebiliyor. Kutlar'ın yazdığı dönemdeki romantik/ pastoral yönleri olan "köy romanları" geleneğini ve 50 kuşağı yazarlarının "yabancı" tutumunu düşünürsek Kutlar'ın başarısını daha iyi anlayabiliriz. O, iki akıma da dahil olmadan; arafta bir dil bulmuş hikâyesini anlatmak için. Eren'in yukarıda işaret ettiği detaylara, muhtarın karısıyla ilgili verilen küçük jestlere bakarak tümüyle gerçekçi çizilmiş köy atmosferinin ve ona bakanın kendi bakışına da bakabilen tedirgin duruşunun yan yana, yadırgatmadan ayakta durabildiğini söyleyebiliriz. Bu bireşimin en güzel örneğini mumlarla Manav Dede'nin türbesine çıktıkları vakitte bulabiliriz. Gayet doğalcı bu anlatımın içinde George De La Tour misali barok bir sahneyi de aynı anda görebiliyorum.

Aynı oranda başarılı olan öğelerden biri de cinsellik tabii. Nurten bunun üzerinde durmuş, şu eklenebilir belki de: Burada cinsellik "cins ile ilgili olan" olarak en yalın haliyle bulunuyor. Toplumsal cinselliği elbette görüyoruz öykünün içinde, ama onu görmeden önce gözlere perde çekişini hissediyoruz, kokusunu duyuyoruz cinselliğin.

Öykü aynı zamanda arada anlatılan hikâyeler de taşıyor; "ırk savaşlarına dönen kan davaları", "huzurevine dönen kerhane" gibi...

Başlangıçla sona yeniden dikkat çekmek istiyorum. "İçimden diyorum ki..." diye başlayan anlatı, "Diyor ki içimden bir ses..." ile bitiyor. Bir yabancılaşma unsuru olarak görülebilecek bu üçüncü tekil şahısa dönüşü nedense bir sevgili imgesiyle birleştiriyorum. Fırat'ın ötesinde kalmış, İstanbul'da bulunamamış, batı Anadolu'da bir kasabada aranmış kayıp bir sevgilinin soğuk bir mühürle içe gömülmesinin öyküsü olarak okudum "Mühür"ü.


Re: Mühür

Anlatıcının bir zamanlar öğretmenlik yaptığı bu köye geri dönüşünde geçmişle ve gençliğiyle de bir hesaplaşmaya girdiğini düşünmeme sebep olan satırlardan biri şuydu:

""
Sadece içimdeki hayvanı yatıştırmak için değil, gittikçe yabancılaştığım bu yerde, bana ait olan bir şey bulmak istiyordum. Oysa tanıdığım varlıklar bile birer ikişer kayboluyordu.

barış dedi ki:
Öykü aynı zamanda arada anlatılan hikâyeler de taşıyor; "ırk savaşlarına dönen kan davaları", "huzurevine dönen kerhane" gibi...

Neredeyse birer cümle ile tamamlanan bu öyküler anlatıcının içinde bulunduğu kaybolmuşluğa ya da arayışlara bizi en çok yaklaştıran ifadeler aynı zamanda.

Sık sık uğradığını öğrendiğimiz bu genelevin başka bir şeye değil de bir huzurevine dönüşmüş olması bana önemli göründü. Henüz o denli yaşlanmasa bile oradaki yaşlılar kadar yolun sonunda olduğunu sezdirmek ister gibi.


Re: Mühür

nurten aksakal dedi ki:
Sık sık uğradığını öğrendiğimiz bu genelevin başka bir şeye değil de bir huzurevine dönüşmüş olması bana önemli göründü. Henüz o denli yaşlanmasa bile oradaki yaşlılar kadar yolun sonunda olduğunu sezdirmek ister gibi.

Ben sık sık uğranan genelevin daha sonradan Huzurevi'ne dönüştürülen genelev değil de Fırat'ın doğusunda kalmış başka bir genelev olduğunu düşünmüştüm. Doğudan batıya göç etmiş, ama bir türlü Fırat'ın doğusundan kopamamış anlatıcının kendini mutlu hissettiği genelevin doğudaki bu genelev olduğunu hissetmiştim anlatılanlardan. Bir asr-ı saadet özlemi kokusu da almıştım hattâ.

Batıdaki genelevin "çoktan" başka yere taşınmış olduğundan haberdar olurdu yoksa anlatıcı. Belli ki yıllar önce kasabada uzun ve yorucu bir kış geçirdiği sırada uğradığı bu geneleve köye taşındıktan sonra tekrar gitmemiş. Düşünceli


Re: Mühür

""
Ben sık sık uğranan genelevin daha sonradan Huzurevi'ne dönüştürülen genelev değil de Fırat'ın doğusunda kalmış başka bir genelev olduğunu düşünmüştüm.

Evet anlatıcının sık sık uğradığı hatta orada kendisinin bir hayli sevildiğini hissettiği genel ev Fırat'ın doğusunda kalan genelev. Ancak ben Sunullah mahallesindeki geneleve sık sık uğradığını o bu şekilde dillendirmese de kasabada öylesine dolaşırken birden kendini huzurevine dönüşmüş bu binada ancak eski bir alışkanlıkla bulabilir gibi geldi.

""
Batıdaki genelevin "çoktan" başka yere taşınmış olduğundan haberdar olurdu yoksa anlatıcı. Belli ki yıllar önce kasabada uzun ve yorucu bir kış geçirdiği sırada uğradığı bu geneleve köye taşındıktan sonra tekrar gitmemiş.

Kasabada çalıştıktan sonra mı köye taşınmış? Yoksa köyden ayrılıp İstanbul'a yerleştikten sonra mı hem kasabaya hem de köye uzunca bir zaman mı uğramamış burası benim için bazı sorular taşıyor. Yıllarca bu kasabada ya da kasabaya bağlı köyde öğretmenlik yapıyor sonrasında ise İstanbul'a gidiyor belli ki. Ama neden köye geri dönüyor? Acaba Muhtar'ın ve oğlunun karıştığı ne olduğunu bilemediğimiz bu işle bir ilgisi mi var yoksa geçmişe bir yolculuk mu ya da ikisi birden mi bunu bilemedim. Aslında Barış'ın dediği gibi bu soruların cevabı anlatıcıyı anlamak için çok da gerekli değil ama merak işte.


Re: Mühür

Onat Kutlar dedi ki:
Öylece kaldım sokağın ortasında. Tozlu bir köşeye bırakılmış bozuk bir biçerdöver, kahve duvarından gülümseyen banka memuru, toprak damın üstündeki sazların güzelliğini bozan televizyon anteni gibi uyumsuz, yabancı ve anlamsız.

Onat Kutlar dedi ki:
Reçine, avcumun derisini ağaca birleştirdi. Şimdiki zamanı duymak istiyordum. Ağacın ve toprağın o anda yaşadığını.

Barış Acar dedi ki:
Reçinesiyle ağaca yapışarak şimdiki zamanı duymak isteyen birinin hikâyesi bu hikâye.

Anlatıcının geçmişine bu kadar çok bakıyor olması, onu (Fırat'ın doğusundaki yurdunu) artık ulaşılması imkânsız bir şey olarak görmesi bence de öyküde başat önemde. Şimdi yaşadığı Batı Anadolu köyü hem insanlarıyla hem durgunluğuyla Fırat'ın doğusundaki o köye benzese de kendini bir türlü buralı hissedemiyor oluşu, yurtsuzluk, yabancılık duygusunu pekiştiriyor.

Barış'ın da işaret ettiği gibi, bu yurtsuzluk duygusu belirgin bir zaman-dışılıkla paralel ilerliyor. Anlatıcı bir türlü bugüne gelemiyor, olduğu yerde ve şimdiki zamanda yaşamayı başaramıyor. Geçmiş ve hattâ kadim bir peygamberin efsanevî hikâyesi (saray düşleri) onun düşünce ve hayal dünyasında şimdiye göre çok daha fazla yer tutuyor.

Bu noktalarda Barış'la görüş birliği içindeyiz sanırım. Öte yandan, ben bir adım daha ileri gidip öyküdeki diğer motiflerin anlatıcıyla bağını da anlamaya çalışıyorum. O noktada işler biraz karışıyor. Bir cinayet, artist olmak isteyen bir kadın, babasını ihbar eden bir oğul... Kutlar'ın ifadeleriyle söyleyecek olursak: "tavla şakırtıları, durgunluk, şiddet, ihanet ve sevişmeyi bile arabeske döndüren şarkılar arasında saray düşleri gören bir çılgın." Taşların yerli yerine oturmadığını hissediyorum....