UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

30 Mar 2010
eren

Yazarın sesinin gür duyulduğu hikâyeler, romanlar, oldum olsaı pek çekici gelmez. Yazarın, edebiyatla yapamadığını, başka biçimde yapmaya çalıştığını, işin kolayına kaçtığını düşünürüm. Yine de, bu düşüncemin metinle arama girmesine engel olmaya çalışırım. Bazen başarılı olurum, bazen olamam. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği daha ilk cümleden Nietzsche üzerine bir tartışmayla başlıyor. Bu kadarına pek sık rastlanmaz edebiyatta. İlk andaki şaşkınlığım geçince yazarın araya girdiği yerlerle hikâye arasındaki bağlantıları da daha iyi görmeye, anlatının içine girmeye başladım. Daha romanın ilk bölümü nasıl bir eserle karşı karşıya olduğumu anlamama yetti, diyebilirim. Yazarın araya girdiği yerlerden birini, herkesin beğeniyle okuyacağını umarak paylaşıyorum:

""
Latince kökenli bütün dillerde merhamet, şefkat anlamına gelen compassion, "ile" anlamına gelen ön ekle (com-) "acı çekmek" anlamına gelen kökün (geç dönem Latincesinde passio) birleşmesinden türetilir. Başka dillerde ise -Çekçe, Lehçe, Almanca, İsveççe, örneğin- aynı sözcük yukarıdakinin eşdeğerlisi bir ön ekle onun ardına getirilmiş, "duygu" anlamına gelen bir sözcüğün birleşmesiyle oluşturulur. (Çekçede soucit; Lehçede wspol-czucie; Almancada mit-gefühl; İsveççede medkänsla.)

Latince kökenli dillerde compassion şu anlama gelir: Başkaları acı çekerken insan hiçbir şey olmuyormuş gibi durup seyredemez ya da yüreklerimiz acı çekenlerin yanındadır. Aşağı yukarı aynı sözcük anlamını taşıyan pity (acıma) -Fransızcada pitié; İtalyancada piteà; vb.-, acı çekenin acısına adeta lütfedermişçesine eğildiğimizi ima eder. "Bir kadına acımak" bizim ondan daha iyi durumda olduğumuz, onun düzeyine indiğimiz, gönül indirdiğimiz anlamına gelir.

"Compassion" sözcüğünün genellikle kuşku uyandırması da bu yüzdendir işte; aşkla uzaktan yakından ilgisi olmayan, ikinci sınıf, değersiz kabul edilen bir duyguyu anlatmaya yarar bu sözcük. Birisine merhamet duyarak sevmek gerçekten sevmek değildir.

"Compassion" sözcüğünü "acı çekmek" kökünden değil de "duygu" kökünden türeten dillerde sözcük aşağı yukarı aynı anlama gelir ama, kötü ya da değersiz bir duyguyu anlattığı kolay kolay söylenemez. Sözcüğün etimolojisinin gizli gücü bu sözcüğü başka türlü bir ışığa boğar ve ona daha geniş bir anlam kazandırır; merhamet (bu dillerde ortaklaşa-duygu) duymak sadece başkasının başına gelen talihsizliklere katlanabilmek değil, her türlü duygu yoğunluğunu -sevinç, kaygı, mutluluk, acı- onunla paylaşabilmek anlamına gelir. Bu çeşit merhamet (soucit, wspol-czucie, mit-gefühl, medkänsla anlamında) duygusal düşgücünün ulaşabileceği en uç noktaya, duygu ve heyecanlar arasındaki telepati sanatına işaret eder böylelikle. Duygular hiyerarşisinde benzersiz bir tektir demek ki. (s. 28-29)

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera, çev.: Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009

Türkçede 35. baskısını yapmış bu kitapta hâlâ fahiş noktalama hataları olduğunu görmek beni üzse de (yukarıda alıntıladığım metinde de cümlelerden biri küçük harfle başlıyordu meselâ), fazla takılmadan ilerlemeye çalışıyorum. Kitabın birinci bölümü ("Ağırlık ve Hafiflik") Beethoven'ın son yaylı dörtlüsünün (Op. 135) son bölümüyle (“Der schwer gefaßte Entschluß:” Grave — Allegro — Grave ma non troppo tratto — Allegro) kapanıyor. Biz de öyle yapalım. Grooveshark klasik müzik konusunda fazla gelişmiş olmadığından, eserin bulabildiğim (ve kime ait olduğuna dair bi bilgiye rastlamadığım) tek yorumunu paylaşıyorum.

Kategori:

Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Bu kitabı yaklaşık 16-17 yıl önce, lise yıllarımda okumuştum. Ne anladığımı ya da nasıl anladığımı bilmiyorum; anımsamıyorum. Ancak Milan Kundera yapıtlarını arka arkaya okuduğum bu dönemde en kasvetli (bu sözcüğü ararken epey uğraştım) kitabı bu gibi gelmişti bana. Yıllar sonra kitabın sinema uyarlaması olan, Philip Kaufman imzalı Daniel Day-Lewis ve Juliette Binoche'un (ne kadar da genç burada) oynadığı Unbearable Lightness of Being'i izlerken yavan geldi bana. Filmden olsa gerek diye düşünmüştüm.

Şimdi yeniden okur muyum bu kitabı; okusam bir zamanlar duyduklarımı duyar mıyım; kimbilir yeni neler görürüm orada - bilmiyorum.

Teşekkürler Eren. Cheers


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Barış Acar dedi ki:
Bu kitabı yaklaşık 16-17 yıl önce, lise yıllarımda okumuştum. Ne anladığımı ya da nasıl anladığımı bilmiyorum; anımsamıyorum. Ancak Milan Kundera yapıtlarını arka arkaya okuduğum bu dönemde en kasvetli (bu sözcüğü ararken epey uğraştım) kitabı bu gibi gelmişti bana. Yıllar sonra kitabın sinema uyarlaması olan, Philip Kaufman imzalı Daniel Day-Lewis ve Juliette Binoche'un (ne kadar da genç burada) oynadığı Unbearable Lightness of Being'i izlerken yavan geldi bana. Filmden olsa gerek diye düşünmüştüm.

Şimdi yeniden okur muyum bu kitabı; okusam bir zamanlar duyduklarımı duyar mıyım; kimbilir yeni neler görürüm orada - bilmiyorum.


Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra herhalde kitap artık başka bir kitap olmuştur, o nedenle (okuyacak olursan) okurken ilk okuyuşundaki heyecanı duyacağından ben de kuşkuluyum. Yine de sinema uyarlamasına bakarak karar vermemek lâzım Smile

""
Bundan sonra yazacaklarım kitabın sürprizlerini ele veriyor olabilir.

"Ruh ve Beden" başlığını taşıyan ikinci bölüm Tereza'nın hayatıyla tanıştırıyor bizi. Onun annesiyle sorunlu ilişkisini, o küçük kasabadan kurtulma çabasını ve Tomas'la karşılaşmasını onun bakış açısından okuyoruz. Aslında onun "bakış açısı"ndan okuduğumuz da pek doğru değil. Yine anlatıcı tarafından anlatılıyor her şey. Anlatıcı, tanrı anlatıcı olduğu halde bazı şeylere anlam veremiyor bazen, yani aslında her şeyi bilmiyor. Oysa Tereza'nın gördüğü rüyaları, annesi ve başkaları hakkında neler düşündüğünü, vs. biliyor. Bu anlamda biraz tuhaf, kendini belli eden, hattâ kalın çizgilerle çizilmiş bir tanrı anlatıcıyla karşı karşıyayız. Annesinin Tereza'ya hayatı boyunca bir "suç" muamelesi yapmasının Tereza'da yarattığı yıkıntıyı, onun kişiliğini şekillendirmesini görüyoruz bu bölümde. Sonra Tomas çıkıp geliyor Prag'dan. Tereza'nın bedenini evdeki sürekli çıplaklıkla "sıradanlaştıran" annesinden sonra, Tomas'ın da onu başka kadınlarla kurduğu ilişkiler nedeniyle sıradanlaştırması Tereza'yı sarsıyor.

Burada bir parantez açıp Kundera'nın Tomas karakteri üzerinden tartıştığı "erotik dostluk" meselesinin altını çizmekte yarar var. Pek çok kadınla aynı anda sürdürdüğü ve evli olmasına rağmen Tereza'dan da saklamadan devam ettirdiği, kuralları olan bir ilişki biçimi bu. Tereza kendi bedeninin Tomas'ın hayatındaki diğer kadın bedenlerinden farklı olmadığını hissettiği için annesinin kendisine yaptıklarını hatırlıyor sürekli. O rüya da bu nedenle bir türlü peşini bırakmıyor:

""
Tereza kalabalık bir grup kadınla çırılçıplak havuzun çevresinde yürürken, Tomas yukarıdan, havuzun kemerli tavanından aşağıya sarkıtılmış bir sepetin içinde ayakta duruyor, onlara bağırıyor, şarkı söylemelerini, diz kırma hareketleri yapmalarını buyuruyordu. Kadınların biri hatalı bir diz kırma hareketi yapsa, onu o an vuracaktı.

Gene şu rüyaya dönelim. Rüyadaki dehşet Tomas'ın ilk sıktığı tabanca kurşunuyla başlamış değildi; rüya en başından dehşet vericiydi. Bir grup çıplak kadınla uygun adım yürümek Tereza için yalın bir dehşet imgesiydi. Ailesiyle birlikte otururken, annesi banyonun kapısını kilitlemeyi yasaklamıştı ona. Bu yasaklamayla şunu demek istiyordu: Senin bedenin de bütün öteki bedenlerden farksız; utanmaya hakkın yok; seninkiyle birörnek milyonlarca kopyada varolan şeyi saklamak için bir neden yok. Annesinin dünyasında bütün bedenler aynıydı ve tek sıra halinde uygun adım yürüyüp duruyorlardı. Çocukluğundan beri, Tereza öıplaklığı toplama kampı birörnekliğinin göstergesi, acının, utancın göstergesi olarak görmüştü. (s. 63-64)

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera, çev.: Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009

Romanın bu bölümüyle ilgili önemli ayrıntılardan birisi de fonda kendini sürekli belli eden Varşova Paktı'nın Çekoslovakya'yı işgali. Bu işgalin hem Prag halkında yarattığı öfkeyi hem de Tereza'nın hayatındaki izlerini görüyoruz.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Kundera'da Çek Cumhuriyeti'ne rastlıyoruz çoğu zaman. Bilmemek'te de benzer şeyleri konuşmuştuk. Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ni okumadım henüz ama filmini izlemek isterdim en azından. Eren sayende ön bilgiler edindik, teşekkürler.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Cihan Başbuğ dedi ki:
Kundera'da Çek Cumhuriyeti'ne rastlıyoruz çoğu zaman.

"Çekoslovakya" olmalı sanırım.

""
Bundan sonra yazacaklarım kitabın sürprizlerini ele veriyor olabilir.

Romanın üçüncü bölümünün ("Yanlış Anlaşılan Sözcükler") merkezinde Sabina ile Franz'ın Cenevre'de (ve birlikte gittikleri başka yerlerde) yaşadıkları var. Sabina'nın melon şapkası, ilk iki bölümde olduğu gibi bu bölümde de görünüyor. Evli bir profesör olan Franz'la Prag'dan göçüp gelmiş Sabina'nın farklılıkları üzerine kurulu olan bölümün en önemli unsurlarından biri de Küçük "Yanlış Anlaşılan Sözcükler" Sözlüğü. Bu sözlükte çeşitli kelime ve kavramların Franz ve Sabina'da yarattığı farklı ve hattâ zıt izlenimleri/ anlamları okuyoruz. Sabina'nın Franz'ı terk edip Paris'e yerleşmesi ve Tomas'la Tereza'nın bir trafik kazasında öldükleri haberini almamızla bölüm kapanıyor.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

""
Burada yazacaklarım kitabın sürprizlerini ele veriyor olabilir.

Kitabın dördüncü bölümünün başlığı da (tıpkı ikinci bölüm gibi) "Ruh ve Beden". Kitabın bu noktasına kadar, özellikle Tereza ve Tomas'ın ilişkisi bağlamında sık sık karşımıza çıkan bu ikiliği (ruh-beden), yine Tereza'nın bedeni üzerinden, bu sefer Tereza'nın başka bir erkekle ilişkisi açısından inceliyoruz. İlginçtir, daha önce, Tomas'ın başka kadınlarla ilişkisini de Tereza'nın bedeni üzerinden incelemiştik. Tomas'ın o ilişkileri Tereza'nın bedenini sıradanlaştırıyordu Tereza'nın gözünde. Bu sefer, Tereza başka bir erkekle (çalıştığı bara gelen uzun boylu bir mühendisle) yaşadığı ilişki nedeniyle kendi bedeniyle ilişkisini sorguluyor. Tomas'ın hep savunduğu ruhla bedenin, aşkla sevişmenin farklı şeyler olduğu tezini kendi bedeninde test ediyor. Sonuçta bedenini canlı canlı gömülmüş yaralı bir kargaya benzetiyor.
""
Tomas'a Prag'dan ayrılmaları gerektiğini anlatmak istiyordu. Kargaları canlı canlı toprağa gömen çocukları, polis ajanları, şemsiyelerle silahlanmış genç kadınları bırakalım ardımızda! Köye yerleşmeleri gerektiğini söylemek istiyordu ona. Tek kurtuluşları buydu.

Mühendisle sevişmesinin gizli polisin bir tezgâhı olabileceği kuşkusu Tereza'nın içini bir kurt gibi kemiriyor. Belki te bir fotoğraf çekmiş olduklarından, kendisine şantaj yapmayı düşündüklerinden kuşkulanıyor. Köye yerleşme, Prag'dan kaçma çabası da buna dayanıyor. İşgal sürüyor ve işgal sırasında çektiği ve direnişi tüm dünyaya duyuran fotoğrafların aslında gizli polisin çok işine yaramış olduğunu fark edip büyük bir pişmanlık duyuyor.
""
...kaldı ki aşklar da imparatorluklar gibidir; üzerine dayandırıldıkları düşünceler unufak olduğunda, onlar da silinir gider.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

"Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği"ni üniversite yıllarında hatta sınav döneminde elime almış, bu kitaba daha güzel bir zaman ayırmalıyım diyerek okumayı ertelemiştim. O gün bugündür o güzel zamanı ayarlayamadım. Eren'in notları belki bu zamanı oluşturma olanağı tanır.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

eren dedi ki:
""
"Compassion" sözcüğünü "acı çekmek" kökünden değil de "duygu" kökünden türeten dillerde sözcük aşağı yukarı aynı anlama gelir ama, kötü ya da değersiz bir duyguyu anlattığı kolay kolay söylenemez. Sözcüğün etimolojisinin gizli gücü bu sözcüğü başka türlü bir ışığa boğar ve ona daha geniş bir anlam kazandırır; merhamet (bu dillerde ortaklaşa-duygu) duymak sadece başkasının başına gelen talihsizliklere katlanabilmek değil, her türlü duygu yoğunluğunu -sevinç, kaygı, mutluluk, acı- onunla paylaşabilmek anlamına gelir. Bu çeşit merhamet (soucit, wspol-czucie, mit-gefühl, medkänsla anlamında) duygusal düşgücünün ulaşabileceği en uç noktaya, duygu ve heyecanlar arasındaki telepati sanatına işaret eder böylelikle. Duygular hiyerarşisinde benzersiz bir tektir demek ki. (s. 28-29)

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera, çev.: Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009

Burada acaba doğu dillerinden mi örnekler verecek diye bekledim. Çevirisine bu dillerden örnekler eklemek ilginç bir tartışma konusuna önayak olabilirmiş. Bay Barış bir alıntı yapacaktı Walter Benjamin'den, aynen onun dediği gibi özgün metnin kendini çeviri(ler)de bulması, özgün metin yazarının tek bir kişiden uzaklaşması, hatta daha da ileriye giderek, konuşanın birey değil dil olması konusu bir hayli çarpıcı. Benjamin, Derrida ve Heidegger'in bu konudaki düşüncelerini alıntılamak yerinde olur(ama nerede, ama kim).

eren dedi ki:
Türkçede 35. baskısını yapmış bu kitapta hâlâ fahiş noktalama hataları olduğunu görmek beni üzse de (yukarıda alıntıladığım metinde de cümlelerden biri küçük harfle başlıyordu meselâ), fazla takılmadan ilerlemeye çalışıyorum.

Bana da bu konuda Anna Karenina'nın 2002 baskısı saç baş yolduracaktı, kimler yapıyor bu işleri acaba? Sartre'ın Oda Yayıncılık'tan çıkan Bulantı'sı da tam bir "al birini, vur ötekine".


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

""
Bay Barış bir alıntı yapacaktı Walter Benjamin'den, aynen onun dediği gibi özgün metnin kendini çeviri(ler)de bulması, özgün metin yazarının tek bir kişiden uzaklaşması, hatta daha da ileriye giderek, konuşanın birey değil dil olması konusu bir hayli çarpıcı. Benjamin, Derrida ve Heidegger'in bu konudaki düşüncelerini alıntılamak yerinde olur(ama nerede, ama kim).

Buyursunlar: Çeviri Kuramı


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

""
Bundan sonra yazacaklarım kitabın sürprizlerini ele veriyor olabilir.

Romanın dördüncü bölümünün başlığı da "Ağırlık ve Hafiflik". Tereza'nın Tomas'a gelişinin Oedipus hikâyesinde sepetin içinde gelen bebeğe benzeterek başlıyor anlatıcı. Bu benzetmeyi yapanın aslında Tomas olduğunu anlıyoruz sonra. Bir yerde kronolojik geriye atlamayla o güne dönüyoruz. Sonra tekrar, bu sefer İsviçre'den dönüşlerinden sonraya ulaşıp Tomas'ın yaşadıklarını öğreniyoruz. Tomas, bu Oedipus benzetmesine takılmış kalmış gibi görünüyor. Sadece Tereza bağlamında değil, ülkesinin içinde bulunduğu işgal (ya da işgal öncesi durum) bağlamında da. Bir gazeteye bu hikâyeden hareketle yazdığı bir okur mektubu gönderiyor. Okur mektubu üçte bir oranında kısaltılarak ve Tomas'ın söylemek istediklerini çok şematikleştirerek yayımlanınca işgal sonrasında Tomas içinden oluyor. Prag'daki prestijli cerrahlık uğraşından ayrılıp önce bir köy/kasaba hastanesinde pratisyen hekimliğe, polis yine de peşini bırakmayınca bu sefer doktorluktan bütünüyle vazgeçip cam siliciliğe başlıyor. Bu bölümde işgal öncesi muhalif tutumlarıyla tanınanlardan teker teker pişmanlık mektuplarının alındığı, bütün muhalefetin sindirilmeye çalışıldığı bir dönem anlatılıyor. Tomas'ın bu ortamda polisten gördüğü baskıya, yalnızca Tomas'la sınırlı olmayan gözetlenme korkusuna ve bu psikolojinin özellikle mulalif kesimde yarattığı psikolojik çöküntüye değiniliyor. Tomas, Tereza'yla ilişkisi devam ederken başka kadınlarla birlikte olmaya da devam ediyor. Tereza bu duruma alışmış görünüyor. Fakat bölümün sonunda Tomas'ın Tereza'ya yeniden aşık olduğuna, onu "ideal" bir kadın düşüncesinin ötesinde bir yere yerleştirdiğine tanık oluyoruz.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Romandan, hem romanın sürprizlerini ele vermeyen hem de sizlerin de ilgisini çekebileceğini düşündüğüm bir pasaj daha:

""
Olay şöyle: Dembscher diye birinin Beethoven'e elli florin borcu vardır. Sürekli olarak para sıkıntısı içinde yaşayan besteci Dembscher'e kendisine olan borcunu hatırlattığında adam yaslı bir iç çekişiyle: "Muss es sein!" (Şart mı?) der. Beethoven gürültülü bir kahkaha atarak "Es muss sein!" (Şart!) diye cevap verir ve bu sözcüklerle onlara eşlik eden ezgiyi bir yere not eder. Bu gerçekçi motif üzerine dört ses için bir kanon yazar; üç ses "Es muss sein, es muss sein, ja, ja, ja, ja!" diye söylerken dördüncü ses "Heraus mit dem Beutel!" (Çıkar keseyi!) diyerek araya girer.

Bir yıl sonra, aynı motif Beethoven'in opus 135 son kuartetinin dördüncü muvmanının temelini oluşturacaktır. Beethoven, Dembscher'in kesesini unutalı çok olmuştur. "Es muss sein!" cümlesi çok daha ciddi bir tını taşımaktadır artık; doğrudan doğruya yazgının ağzından çıkmaktadır şimdi bu sözler. Kant'ın anadilinde, gereğince vurgulanarak söylendiğinde "günaydın" sözcüğü bile metafizik bir sav kılığına bürünebilir. Amlanca ağır sözcüklerle dolu bir dildir. "Es muss sein!" şaka olmaktan çıkmıştır; "der schwer gefasste Entschluss" (zor ya da ağır karar) olmuştur.

Demek ki Beethoven muzip bir esini ciddi bir kuartete, bir şakayı metafizik bir gerçeğe dönüştürmüştü. Hafif'in ağırlaşması ya da Parmenides'in sözcükleriyle söylersek olumlunun olumsuza, artının eksiye çevrilmesidir bu. Ama ne gariptir ki bu dönüşüm pek de şaşırtmaz bizi. Oysa Beethoven, kuartetinin ciddiyetini Dembscher'in kesesiyle ilgili dört sesli şakacı bir kanona dönüştürseydi, asıl o zaman şaşırır, sersemlerdik. Öte yandan öyle yapsa, Parmenides ruhuna ters düşmemiş olur, ağırı hafifletmiş, yani olumsuzu olumluya, eksiyi artıya dönüştürmüş olurdu. Önce (bitmemiş bir taslak olarak) o büyük metafizik gerçek, sonra (bitmiş bir başyapıt halinde) şakaların en hafifi, en sıradanı! Ama Parmenides'in düşündüğü gibi düşünmeyi unuttuk çoktandır. (s. 201, 202)

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera, çev.: Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009

Daha önce de dile getirdiğim gibi, yazar roman boyunca söz almaktan çekinmiyor. Üstelik bunu yaparken roman kişileri hakkında yaptığı yorumlardan yer yer emin olamadığını da hissediyoruz. Benim için pek alışıldık bir anlatım tekniği olduğunu söyleyemem bunun.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Rastlantı ve zorunluluk roman boyunca en çok dikkat çeken tema. "Es muss sein!" ifadesindeki "zorunluluk" ifadesi "şart!" diye çevrilince biraz yumuşasa da kendini belli ediyor. Bu açıdan da, başka açılardan da romanın en etkileyici bölümünün altıncı bölüm ("Büyük Yürüyüş") olduğunu düşünüyorum. Her ne kadar ele aldığı konu bizim kuşağımızdan çok bir önceki kuşağı, soğuk savaşı, iki kutuplu dünyayı yaşamış, onun içinde bir mücadelenin parçası olmuş insanları ilgilendiriyor gibi görünse de, "büyük yürüyüş" kavramıyla ifade edilen "sürekli dönüştürme çabası" konusundaki düşünceler ilgiye değer. Bir roman için "düşünceler"den söz etmek tuhaf geliyor, ama öyle işte. Yazarın/ anlatıcının roman içindeki aktif tutumunu belki de o kadar sevmedim, sanırım bu laf anlatma endişesinin romanı zedelediğini düşünüyorum. Smile


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Barış Acar dedi ki:
Kuarteti merak ettim doğrusu. Düşünceli

Bu başlığın ilk iletisinde paylaşmıştım Smile


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

eren dedi ki:
Barış Acar dedi ki:
Kuarteti merak ettim doğrusu. Düşünceli

Bu başlığın ilk iletisinde paylaşmıştım Smile

Şimdi yeniden dinledim. Ciddiyeti ya da kararlılığı anlıyor gibi oldum. Acaba yorumdaki yönlendirmeden mi?

NOT: Bu arada Destek Forumu'nda bu alıntı biçimini nasıl yaptığını da anlatsan tadından yenmeyecek sanki. Laughing out loud


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Son bir alıntı daha.

""
Küçüklüğümde, çocuklar için yeniden yazılmış ve Gustave Doré'un figürleriyle süslenmiş Ahd-i Atik'i okurken, Tanrı'yı bir bulutun üzerinde oturur görmüştüm. Gözü, burnu ve uzun sakalı olan yaşlı bir adamdı Tanrı ve kendi kendime, eğer O'nun ağzı varsa, yemek de yemesi gerektiğini düşünmüştüm. Ve eğer yemek yiyorsa, bağırsakları da var demektir. Ama, çok dindar bir aileden gelmememe rağmen bu düşünce her zaman ödümü kopartırdı. Tanrısal bir bağırsağın düşüncesi bile küfür gibi gelirdi bana.
Kendiliğimden, herhangi bir teolojik eğitimden geçmeden, çocuk aklıma Tanrı'yla bokun uzlaşmazlığını kavramış ve Hıristiyan antropolojisinin temel tezini, yani insanın Tanrı'nın suretinde yaratıldığını sorgulamaya vardırmıştım işi. Ya/ya da: Ya insan tanrının suretinde yaratılmıştı -ve Tanrı'nın bağırsakları vardı!- ya da Tanrı'nın bağırsakları yoktu ve insan O'na benzemiyordu.

Eski gnostikler benim beş yaşında hissettiklerimi hissetmişlerdi. İkinci yüzyılda gnostiklerin büyük üstadı Valentinus, insanı lanetlemeye kadar götürebilecek bu ikilemi "İsa'nın yiyip içtiğini ama dışkılamadığını" söyleyerek çözmüştü.

Bok, kötülükten daha zor, daha uğraştırıcı bir teolojik sorundur. Tanrı insana özgürlük verdiğine göre, gerekirse, insanın işlediği suçların sorumlusunun O olmadığını kabul edebiliriz. Oysa bokun sorumluluğu tümüyle O'nun, insanın yaratıcısınındır. (s. 253-254)

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği, Milan Kundera, çev.: Fatih Özgüven, İletişim Yayınları, İstanbul, 2009


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Bu "bok diyalektiği"nin içinden çıkmak zor. Laughing out loud


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

"Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği", kapağının üzerindeki dikkat çeken melon şapkayla, 1980'lerin ilk yıllarında, iletişim yayınlarında yayınlanmıştı. O yıllarda Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı gibi, kitaplığında olmayanın utandığı, ama Atay'dan farklı olarak ülkemizde çok daha fazla okunup tartışılmış bir roman. Şimdi elime alıp baktığım zaman, o yıllarda aldığım kitaplarımın çoğu gibi, okunmaktan, pek çok arkadaşa verilmekten yıpranmış, kararmış durumda. Kitaptaki erotizm ve metin-müzik örtüşmesi bana çok ilgi çekici gelmişti. (Babası Ludvík Kundera 1948-1961 yılları arasında Brno Müzik Akademisi müdürlüğü yapmış olan, müzikolojist ve piyanist Leoš Janáček'in öğrencisiymiş. Kundera İlk piyano derslerini babasından almış ve müzikoloji üzerine çalışmalar yapmış.) Yıllar sonra konusunu bile anımsayamayıp, bundan utanıp utanmamak gerektiği konusunda bile zaman zaman iki uç arasında dolaştığımız bu tür kitaplar galiba hep içlerimizde bir duygu, bir izlek olarak yer alıyor. Ve mutlaka duygusal bir değerlendirme derecesi taşıyor.
Saygılarımla
Mehmet


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ni sanırım dört yıl önce okumuştum, üzerin birileriyle konuşmak istemiş ama konuşamamıştım, çünkü herkes önceden okumuştu ve kimse bir şey hatırlamıyordu.İçimi boşaltan bir yanı vardı romanın, konuşma isteğim de ondandı. Şimdi net birşey hatırlamıyorum romanla ilgili, ama burada görünce o duygularımı anımsadım, yazılanları ve alıntıları okumak sanırım şimdi daha farklı olacak; belki yeniden okuma gibi. Şimdiden teşekkürler Eren.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Kundera'nın apaçık politik eleştirileri, doğu blokunun çöküşüyle birlikte romanı genç okurun gözünde bir nebze eksiltiyor diye düşünüyorum. Yazarın eleştirileri geçersiz olduğundan değil elbette, ama varolana yöneltilen eleştiri fazla güncel olunca varolan ortadan kalkınca eleştirinin de bir bacağı sakat kalıyor.

Bir de yazarın sesini duymak sanırım o kadar hoşuma gitmedi. Romanın konuşmasını yazarın konuşmasına tercih ediyorum çoğu zaman. Bu açıdan biraz "eski kafalı" sayılabilirim belki.

Cinsellik ve müzik konusundaki yorumlara ise katılmamak mümkün değil. Yine de ben romanı, biraz da geç bir tarihte okumuş olduğum için, çoğu zaman, geçen haftanın gazetesini okur gibi okuduğumu ifade etmeliyim. Zaman bazı romanları yıpratıyor.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Nurten Öztürk dedi ki:
Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ni sanırım dört yıl önce okumuştum, üzerin birileriyle konuşmak istemiş ama konuşamamıştım, çünkü herkes önceden okumuştu ve kimse bir şey hatırlamıyordu.İçimi boşaltan bir yanı vardı romanın...

Nurten güzel ifade etmiş; herkesin içinden geçtiği ama kimsenin kapısını bulamadığı bir roman Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği. Smile


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

eren dedi ki:
Bir de yazarın sesini duymak sanırım o kadar hoşuma gitmedi. Romanın konuşmasını yazarın konuşmasına tercih ediyorum çoğu zaman. Bu açıdan biraz "eski kafalı" sayılabilirim belki.
Ben de böyle düşünüyorum, yazar ille konuşmak istiyorsa kendini bir kahraman olarak yerleştirsin esere; yoksa yazdıkları yorum yerine geçiyor bu okura haksızlık diye düşünüyorum.


Re: Milan Kundera - Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği

Nurten Öztürk dedi ki:
eren dedi ki:
Bir de yazarın sesini duymak sanırım o kadar hoşuma gitmedi. Romanın konuşmasını yazarın konuşmasına tercih ediyorum çoğu zaman. Bu açıdan biraz "eski kafalı" sayılabilirim belki.
Ben de böyle düşünüyorum, yazar ille konuşmak istiyorsa kendini bir kahraman olarak yerleştirsin esere; yoksa yazdıkları yorum yerine geçiyor bu okura haksızlık diye düşünüyorum.

Aslında modern edebiyat tam da bu duygunun topyekün iptali üzerine kurulu. Kahramanlar ne kadar kurmaca ise yazar kimliği de bir o kadar kurmaca ve bu kurmacalıklar arenasında yazarın müdahalesi onu tam da Nurten Öztürk'ün söylediği gibi kahramanlaştırıyor; dolayısıyla öykünün dokusuna -eğer ki başarılı kullanılabilirse bu teknik- yediriyor anlatıcı olarak yazarı. Kundera'nın bu yöntemi başarıyla kullananlardan olduğunu düşünüyorum. Brecht'in "yabancılaştırma efekti" gibi bir etkiyi ön plana taşıyor.