Metin Üstündağ - Denemeyenler
Leman dergisinden ve kitaplarından tanıdığım Metin Üstündağ'ın tüm eserlerinden yaptığı seçmeler, denemeler kitabı olan "Denemeyenler", yolculukta elimden düşüremediğim bir kitap oldu. Tek başına bilmediğin bir ülkede yolculuk yapan birinin okudukça gülmesi ,diğer insanlar tarafından hoş karşılanmasa da, zevkliydi. Kitaptan:
I.Yalnızlık Üzerine:
- yalnız, tek tabanca'dır...her gördüğüne "daan!" diye vurulur.
- yalnız'ın içkisi fıçı bira'dır
- yalnız'ın geceleri kerim abdul cabbar boyunda; uykuları naim süleymanoğlu ayarındadır
- yalnız çok tutumludur; düşünden tırnağından arttırır, hep içine atar (S9-10)Küçük Met Üst Sözlüğü:
çocuk : meni'festo...zamana, hayata biyolojik demir atma
toplum: birey genelevi, aile saunası
arkadaş: haybeden psikolog...a'nın üzerinde şapka var
aşk: varlık vergisi...doğal gaz...beden otlakçılığı
polis: jop'on yapıştırıcısı...iktidar lokantası...
ter: bedenin su kaynatması
sayı: kapitalist harf
harf: sosyalist sayı
rüya: kısa film (S15-17)çoook komik çoook :
mizah anlayışımız genel olarak, habire yaramazlık yapan ve büyüklerinden habire dayak yiyen haylaz bir çocuğun, gözlerinden yaşlar boşanırken, dayak atana büyüklerin karşısına geçip sırıta sırıta ağlaya "ohh, acımadı ya!acımadı ya!" demesine benziyor...bu durum-dram hiçbir şeye benzemiyor ve aslında da çok şey'e benziyor esasındamizahı ve mizah ürünlerini, mesela mizah dergilerini durmadan hep olmayacakları-olmamaları gereken bir yerlere yükseltiyoruz...mizah dergileri birden, ana muhalefet partisine dönüşüyor...parti, örgüt gibi bir çare müessesesi olarak görülüyor...mizah'ın özünde muhalefet duygusu vardır... ancak bu muhalefet duygusu, varolan muhalefet duygusuna da karşı gelebilir...bugüne kadar hiç bir palyaço'nun devrim yaptığı görülmüş müdür...daha komiği, mizaha ve mizahçıya böylesine enterasan bir konum bahşeden teba, asla bir mizah yazarını veya komedyeni, başbakan veya milletvekili olarak seçmemiş ki... oralara daha ciddi (!) palyoçoları layık görmüştür
yaşanan acılara karşı koyma biçimimiz iki şekilde beliriyor..."unutmak" ya da "gülmek"...toplumun algıladığı bir mizah, bir tür uyuşturucu gibi...yanlış bir panzehir... özünde bir uyarıcı, uyarıcı görevi olması gereken mizah, giderek halkların afyon'u haline geliyor...felaketler, bu ülkenin başına hep zaten güle oynaya geliyor...savsakladığımız, ciddiye almadığımız her şey, herkes, en sonra büyürerek çok mühim bir sorun olarak karşımıza çıkıyor (S84-86)
küçük dünya tarihi:
sonsuzluk: dere boylarında ömrü "bir gün" süren canlılar yaşıyormuş... ve afrika'da yaşayan kahverengi karıncalar, soyları-sopları kötüleşmeye başlayınca, topluca intihar ediyorlarmış...sonsuzluk aslında: konsantre bir an'mışbilinçlenme tarihi: bir millet uyanıyor...bir millet tekrar dalıyor...bir millet şekerleme yapıyor...bir milletin içi geçiyor...bir millet uyuyor... bir millet uyanamıyor...bir millet uyanmak istemiyor...bir millet uyur gezer...bir millet kendisini öpüp uyandıracak beyaz atlı kurtarıcı prensini bekliyor...bir millet habire uyku hapı mı içiyor...bir millet uyurken evine hep hırsız giriyor... bir millet geceleri bilinçaltını ıslatıyor...
aziz nesin mantığıyla: bir sigara paketi'nde 20 yuvarlak sigara, bir kibrit kutusuna'nda ise vasati 40 çöp var... buna göre tiryakilerin kaçta kaçı tedbirli veya sakar'dır
demokrasi tarihi: insanı devlete değil, devleti insana benzetmek gerekiyormuş meğer...bir hiç kadar özgürüm (S93-96)
Metin Üstündağ, Denemeyenler, Sel Yayıncılık, İst., Nisan 2006
Re: Metin Üstündağ - Denemeyenler
Her şeyin bir parça "acı" lı sevildiği bir toplumda, (feryat figan arabesk müzikler, karasevdalar, yabenimsinyakaratoprağınilişki'ler, yolun ortasının olmadığı, hep uçurum uçlara doğru çekilen yürümeler, en iyimserimizin bile yeri geldiğinde Murpy Kanunları'na inandığı) (Çok abarttım galiba?Bu abartı da bir ortayola göre olmadığımızın izi mi acaba?) mizah bir şekilde yola çıktığı kavramlardan çok daha başka yerlere varabiliyor. O abartı geleneği sıradan bir insanı göremediğinde, gördüğünü ya bir şeytan ya da bir meleğe dönüştürebiliyor.
Palyaço ne kadar mizahtır bilmiyorum, insanın doğal fizyolojik yapısından kaynaklanan, ağlamakla gülmenin birbirine çok yakın olduğu, yüz ifadelerinin ifade ettiği anlamların kolaylıkla birbirine karıştığı bir canlı türüyüz.
Teşekkürler Cihan
Re: Metin Üstündağ - Denemeyenler
Re: Metin Üstündağ - Denemeyenler
Cihan, alıntılar için teşekkürler, ben okurken çok keyif aldım.
Re: Metin Üstündağ - Denemeyenler
Re: Metin Üstündağ - Denemeyenler
Teşekkürler Cihan, çok keyifle okuyorum Üstündağ alıntılarını.
Re: Metin Üstündağ - Denemeyenler
“Denemeyenler” kaça ayrılır acaba?
Öncelikle;
Zaman bakımından;
Zamanı olup da denemeyenler,
Zamanı yokken sürekli olarak bir gün deneyeceği umudunu içinde taşıyanlar.
Olarak en az ikiye ayırabiliriz belki.
Yaşamımızda zaman çok önemli bir olgu.
“Zamansızlık nedeniyle denemeyenler” en çok rastladığımız. Daha sonra bu “uygun yerde, uygun zamanda” koşuluna dönüştüğünde; “turistömerbeyoğlunadiyeçıkarbakarkiyamyamlararasında” türü bir durumla karşı karşıya kalınır. Bu da;ne Descartes’lere, Mozart’lara İskender’lere, Madam Curie’lere yokluğu nedeniyle ya sahil boyunda kaynamış mısır sattırıyor, ya yaprak dökümünü ağzı açık izlerken pilavın dibini tutturuyor ya da bir devlet dairesinde, dizlerinde nasırlar, tozlu raflarda olmayan dosyaları aratıyor bilseniz.
Tabi ki sığındığımız en uygun şemsiye o. En kolay ona atarız suçu. “Deneyemeyenler” azınlığı iken bir süre sonra “denemeyenler” tarikatı müridi oluruz.
Bence şu soruları mutlaka sormalıyız kendimize;
-Bana göre zaman nedir?
-Kaç tür zaman vardır?
-Zamanın değerli oluşuyla, benim onu dönüştürebildiğim değer nasıl bir ilişki içerisindedir?
-Şimdi ne kadar zamandır?
-Zamanı, yaşadığımız süreyi dolu bir fıçıya benzetebilir miyiz? Bu fıçıdan akan su bizim kontrolümüzde mi akıyor? Değilse hepsi de böyle mi? Fıçıda çatlaklar, sızıntılar var mı?
-Damlayan musluğu önemsemediğimiz gibi, yaşamımızdaki zamanın fark edemediğimiz damlayan yanları yok mu acaba? Bu kaçakları, kayıpları belirlemeye uğraşıyor muyuz?
-Geçmiş zamandaki veya gelecekteki “şimdi” den söz etmek neden daha kolaydır?
-An’ı tanımlamak için neden devinimlere başvururuz?
(zamanı eylemden-yapmak’tan ayırmamız mümkün değilse, zamana karşı bu borçluluğumuz, ezik, suçlu tavrımız nereden kaynaklanıyor?)
-Zamanın ne kadarı benim “özel”imdir?
-Geçen gerçekten zaman mıdır, yoksa zamansal olarak biz mi geçiyoruz?
-Doğum ve ölümün bizim zamanımızla ilişkileri ne kadardır?
“Denemeyenler” den buralara gelmek ayıptır diye düşünenler olmuştur sanırım. Ama çevremizde (bazen içinde olup olmadığımızı bile bilmediğimiz) o türün çokluğu beni her zaman korkutmuştur (yine zaman). Sonuç, hiçbir zaman tek nedenin, tek etkenin eseri değil mutlaka. Ama zamanı önemsemek bir laf kalabalığı, bir kendini kandırmanın ötesine geçmediği sürece, yapılabilecek fazla bir şey yok gibi geliyor bana.
(Burada, yukarıdaki düşüncelerimi yazarken az-biraz bir kitaptan yararlandım: Yaşam Soruları.Fernando Savater.İletişim.Sayfa.281-282)
Cihan Başbuğ'a çok çok sevgiler.