Makas
Murathan Mungan
Kırk Oda
Remzi Kitabevi Yayınları
1987
s. 53-92.
Son indirilme tarihi: 24 Şubat 2009
İndirmek için tıklayın:
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).
Murathan Mungan
Kırk Oda
Remzi Kitabevi Yayınları
1987
s. 53-92.
Son indirilme tarihi: 24 Şubat 2009
İndirmek için tıklayın:
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).
Re: Makas
Ne yazık ki Murathan Mungan öyküleri tartışılırken gerekli zamanı ayıramadım. Bu hafta artık, Saroyan'dan da aldığım gazla bir Mungan öyküsü okuyayım dedim. Daha önce hiç Murathan Mungan metni okumamıştım. Şiirlerine biraz, o da yıllar öncesinden, aşinaydım. Sözün özü, "Makas" okuduğum ilk Murathan Mungan metnidir.
Şimdiye dek Murathan Mungan hakkında yazılanları (öyküyü okumadan yorumları okumak istemediğimden) okumadım. Bu nedenle şimdi söyleyeceklerimin daha önce başka öyküler için söylenip söylenmediğini bilmiyorum.
Öykünün ilk 10 sayfasında en az 4 kez okumayı bırakmayı düşündüm. Her seferinde, daha önce verdiğim karara, artık Murathan Mungan öykülerini okumaya başlama kararıma, uyabilmek için okumaya devam ettim. Daha sonrasındaysa bırakmayı hiç düşünmeden, acı bir ilacı içer gibi okudum öyküyü.
Öykünün, her gün Internet'e binlercesi yüklenen, kişi, zaman gibi bir öykü için önemli olduğunu düşündüğüm öğelere gerekli özeni göstermeyen, bir yere gitmeyen ucubelerden biri olduğunu düşündüm. Bu türden metinleri meşrulaştırmak için iyice ucuzlatılmış "bilinç akışı" savunmasına da pek yüz veresim gelmiyor.
Bu metnin, Murathan Mungan sevenler kusuruma bakmasın, ucuz klişelerle dolu, söz oyunlarıyla ilgi çekmeye çalışan, depresyon için depresyonu anlatan kötü bir metin olduğunu düşünüyorum. Okuduğumda bende hiçbir duygu paralelliği oluşturmamasının ötesinde, beni bunaltmak için çabalayan yazara karşı da bir hınç duyuyorum okudukça.
Evet, bu tür metinler okudukça başıma gelen tam da bu. Koşarak kaçmak istiyorum üstelik, trenle de değil.
Re: Makas
"Makas", bundan 25 yıl önce, 12 Eylül'den kısa süre sonra, o günlerde çıkışsız görünen bir karanlığın içinden yazılmış bir metin. Esasında yukarıda söylediklerime karşın metne en azından bu tarihsel gözlükle bakılması gerektiğini de düşünüyorum. O karanlığı, insana ne yapacağını, kime güveneceğini şaşırtan o yalnızlığın içinde "sağlıklı" metinler üretmenin kolay iş olmadığını teslim etmek gerek. Bütün bunları yazarın savunma hanesine yazıyorum, ama buna rağmen bu metnin uzun ömürlü ve değerli bir metin olduğunu düşünmüyorum.
Söz savunmanın.
Re: Makas
Ben de Eren'e katılıyorum. Yıllardır benim de okuduğum en güzel öykülerden biri Makas. Yazarın içinden geçtiği karanlık döneme aldırmadan karanlık öyküler yazabilmesi, soluk alıp verdiği klişelere bir yenisini daha eklemekten kaçınmaması, anlattığı şeyi kendine karşı anlatıyor dilini öyküye ustaca yedirmesi beni de kendine hayran bırakmıştı.
Diğer detaylara ve yorumlarıma daha sonra gireceğim.
Re: Makas
Bu öykünün kahramanı öykü içinde sık sık kendini eleverdiği üzre bir akıl hastası. Bu akıl hastalığı, diğer insanlardan farklı olmasından değil bilakis hemen hemen herkesin benzer şeyleri yaşadığını ve farklı olduğunu sanmasına sebep olan bulanımların ne kadar sıradan takıntılar olduğunu kabul edememesinden kaynaklanıyor.
Bir öykücü edasıyla kendine dışarıdan bakabiliyormuş gibi olduğunu sandığı kişiyi anlatmaya başlıyor, ancak kelimeler üst üste yığıldığında kendi sıradanlıklarını bir bir ortaya döküyor. Özellilkle ergenlik çağlarında hiç kimsenin bizi anlamadığını sandığımız o koyu yanlızlığımızı ve bir başınalığımızı sanki onu özel yapan unsurlarmış gibi allaya pullaya anlatıyor.
Bu sebeple öykü bir genç kızın sayıklamalarını yazdığı günlüğü gibi iğreti görünebiliyor. Ancak öykü kendi içinde bunun özeleştirisini eğlenceli bir biçimde yapıyor.
Öykü bence gücünü sadece buradan almıyor. Karakterin bunalımlarının bizlerdeki yansımalarını aştık sandığımız bazı şeylerin aslında nasılda yerli yerinde durduğunu da yüzümüze çarpıyor.
Re: Makas
işte size öykü içinde ki öykünün kendisine öykünene göndermelerinden bir kaçı;
Ve peşinden bir günah çıkarma( sanki bu saptamayı yapabilmek onu aklayabilecekmiş gibi)
Bunun hemen arkasından "siz söylemeyin elbette ben ne olduğumun farkındayım" söylemi;
Kahramanımızın ,hastamızın da diyebiliriz, öykü boyunca kendi sayıklamaları, doktoruna anlattıkları, yazdıkları ya da yazmayı kurguladıkları birbirini kovalarken öyküye yayılmış bir tren ve tren yolculuğu metaforu var. Bunun üzerine Barış'ın heyecanla bir şeyler yazacağını umuyorum. Eğer Barış bu tren olayına bir şeyler söylemez ise ben bu konuda da sayıklamalarıma devam etmek istiyorum :roll:
Re: Makas
Bu yoruma çok katılamıyorum. Herkesin içinden geçtiği ya da geçebileceği bir sayıklama durumu öyküde söz konusu edilen. Karakterin bunları üst üste bindirmesi de aslında zamanı çizgisel olarak değil, çoğu zaman döngüsel bir biçimde karmakarışık yaşıyor olmamızdan kaynaklı.
Öyküyle ilgili uzun uzun yazmak istediklerim var aslında, ama vakit bulduğumda.
Re: Makas
Barış kahramanın bir akıl hastası olduğuna katılmadığını yazmış. Gerçekte ben de kahramanın ruhsal bir çöküşte olduğunu ama akıl hastası olmadığını düşünüyorum ancak kahramanın kendisi için bu yakıştırmayı yaptığını ve böylece kendini ayrıcalıklı addettiğini düşünüyorum. İşin gerçeği bu çaba içinde olmak onu bir akıl hastası yapmaz mı?
Öykü içinden bir kaç alıntı;
Re: Makas
Birinci Bölüm:
Biri bu öyküyü neden sevdiğimi soracak olsa, ona duraksamaksızın yukarıdaki satırları okurdum. Burada sözü edilenlerin çok iyi bir kendini gözlem ve ince bir duyarlılık taşıdığını düşünüyorum. Öykünün pek çok yerinde karşımıza çıkan, çoğu zaman klişe diyerek üzerini çiziverdiğimiz duygu durumlarının, Murathan Mungan tarafından göz ardı edilmeden ele alındığını düşünüyorum. Şunu söylemek istiyorum; ne kadar klişeden uzak yaşadığımızı söylersek söyleyelim, ne kadar yaşantılarımızı "derinlikleştirmeye" çalışırsak çalışalım, bu, Mungan'ın tarif ettiği melankolik, romantik, yahut trajik bakış açısından kaçınabildiğimiz, onu yaşamadığımız anlamına gelmiyor. Çoğu kez katı bir bilinç durumuyla bu arkaik diye niteleyebileceğim duyguları baskılıyoruz, ama bu onları yok etmeye yetmiyor.
Bu dile gelişlerde Nurten'in (Ak) dile getirdiği gibi şizofrenik belirtiler de bulmak olası ya da kendi kendini gözlemeyen biri var mı tanıdığınız? Mungan'ın dilsel olarak bu duygu durumunun çevresinde iyi dolaştığını düşünüyorum. "Gözetliyorum... Beni." Beni, gözetlemek; dilsel olarak iyi içinden çıkılmış bir tanımlama. Kendinin bu kadar yabancısı kılınmış bir kimse. Deleuze'ün "kendi"nin olanaksızlığına kadar uzanan bir düşünce zinciri buluyorum burada. Korkutucu. Ama bir kurgu ürünü olarak "kendi"nin baskınlığından, onun hükümranlığında yaşamaktan daha korkutucu değil.
Öykünün önemli izleklerinden birinin bu kendilik durumu olduğunu öne sürüyorum. Kendi olmanın olanksızlığı ve giderek kendini değiştirme, dönüştürme, daha doğrusu bu dönüşüme hakim olma:
Aynı şekilde kadınken erkek, sonra da tekrar kadın olan birinden söz ediyor bir yerde:
Bu dönüşümlerin de çözüm olmadığını düşünmesine karşın, yine de onları görmezden gelmenin acı verici olduğunu anlıyoruz. Açıkça kendi kaderine hakim olmaya çalışan, -Aydınlanmacı bir deyimle söylersek- uyanış içinde bir karakter buluyoruz burada. Hemen ardından anlatıcının elini kolunu bağlayan baskı unsurları açık ediliyor öyküde. Çünkü asıl yüzleşilmesi gereken, dönüşüp dönüşmemekten çok, dönüşümün önünde duran bu engeller varken rahat rahat yaşamak, yaşayabilmek...
Her ne biçimde olursa olsun toplumsal bir kabul, genel geçer bir ahlâk yasası, bir baskı unsuru olarak çıkıyor karşımıza. Marksizmin değil belki, ama marksist düşüncenin dolaşımda olduğu çevrenin yaratımı olan genelgeçer ahlâk kuralları söz konusu. Bu durumda öykü kahramanının içinden geçtiği durumu daha iyi anlıyoruz.
Öte yandan öyküyü yeniden okudukça Nurten'in saptamasına dair veriler güçleniyor:
Zaman zaman parantez içlerinde kendiyle diyaloga giren yazar da aynı olguyu destekliyor. Kimi zamansa bağlaçları ayrı mı, bitişik mi yazması gerektiğini tartışıyor (58, 66). Bir yerde otuz yedi yaşında olduğunu söylüyor (63), başka bir yerde otuz dokuz (70). Ancak bunu yine de kişiliğin parçalanmışlığı değil, dünyanın parçalanmışlığı olarak okumanın olanaklı olduğunu düşünüyorum.
Şöyle diyor anlatıcı:
Sadece bu ifade bile bu anlatının kurulma sebebini açık ediyor. Klişe olarak gördüğümüz suretlerin arkasında birer "asıl" gizli ve yazar, masalları seven yazar, destanlar yazmak isteyen yazar, ejderhayla savaşmak için sakınmadan o kaleden içeri giriyor.
Anlatılan otuzlu yaşların sonlarında, son zamanlarda felsefe, psikoloji, iktisat ve fransızca öğrenmeye kalkışmış (78), "buzul güzelliğinin ardına sığınmış Cumhuriyetin ilk yıllarının ölümsüz kadınlarına" benzemeye çalışan (75) bir kitaplık memuresi. Dolayısıyla şu cümleyi kurması bizi o kadar şaşırtmıyor:
Öyküde sürekli kendini ve kendinin de içinde bulunduğu kalabalığı izleyen bu refleksif gözün başarılı olduğunu düşünüyorum. 90'lı yıllarda Hollywood filmlerinde tanık olduğumuz türden "kurgulanmış gerçeklik"in erken bir saptaması bu satırlar.
Karakterin bu kurgulanmış gerçekliğe karşı içinde kabaran öfke kabına sığacak gibi değil. Bu yönüyle onu biraz Yusuf Atılgan'ın Evdeki'ne benzetiyorum. Tek farkla ki, oradaki genç kızın aksine bu öykünün kahramanı büyük şehirde yaşıyor ve bir kasabaya kaçıp, "küçük", "gerçekçi" (79) bir yaşam sürmek istiyor.
Re: Makas
İkinci Bölüm:
İkinci bölümde nihayet trene adımımızı atıyoruz. Tren bir modernizm simgesi. Demir ve hız çağının, ulaşım ve iletişimin doruğa ulaştığı 20. yüzyılın alameti farikası. Ancak aynı zamanda bireyselliği dışlayan bir araç. Aynı yerden hareket eden ve bir hat üzerinde aynı duraklarda durarak gideceği yerlere giden bir yığın insan. Ülkemizde 1950'li yıllarda komünizmle özdeşleştirilerek "tu kaka"lanması da bundan. Modernizmin hemen her noktasında karşımıza çıktığı gibi, bireyselliğin bunca yükseldiği bir noktada kitleselliğin de aynı derecede boy göstermesi hep ilgi çekici gelmiştir bana. Amerikan filmlerinde karakterler arabalarına atlayıp yola çıkarlar, oysa burada trene binerek yolculuğa çıkıyor kahramanımız. Bunu yalnızca ekonomik gerekçelerle de izah edebiliriz elbet. Ancak en deterministik öğenin bile sanat yapıtında bir simgeyle yer değiştirebileceğini biliyorsak, o zaman biraz daha rahat hareket edebiliriz. Öykümüzün kahramanı, buzul güzelliğine özenen memure, trene biniyor. Tek başına olmak değil muradı. Nasıl olacağını bilmeden de olsa insanlarla birlikte olmak, onlara karışmak, onlarla kaşılaşmak. Öte yandan tren bir yaşam metaforu. Çünkü, başta da söylediği gibi, karşılaşabileceğin, karşılaşmak isteyeceğin belki de bütün insanlar aslında o durakta beklemekte olanlar olabilirler.
Trenin ikincil simgesi doğadan kopma, yabancılaşma. Öyküde bu, kahramanımızın trene binen herkesin tanıdığı insanlar olmasını fark etmesinden (84) hemen sonra, trenle beraber koşan ecel atını fark etmesiyle işaret ediliyor. Doğal olana karşı bu metal yığını, bu makineden canavar, herkesi gerçeklikten, yaşamdan koparıyor. Bu yüzden ölümü de simgelediğini düşünebiliriz.
Yolculuğu sırasında kitabını okur ve izlediği filmlerdeki tren sahnelerini düşünürken, ansızın diğer treni görüyor (86). Öykü boyunca bize eşlik eden şiirin sözünü ettiği karşılaşılacak tren bu. Ne ki çok kalmayıp ilk makas yerinde ayrılacak (89). (Bu kısımlardaki aile simgelerinin ayrıca çözümlenmesi gerekiyor bence: Üç aylıkken ölen kardeş, yıllar önce yitirilen annenin madalyonu vb.)
Öykünün halüsinasyon havasına büründüğü, her şeyin üst üste bindiği tren yolculuğu sırasındaki şu cümleler ise, yine yaşanan duruma ilişkin bilinçliliği sergilemesi açısından önemli:
Sonunda ise öykü, trenin son iması olan fallik simgeselliğe yüzünü dönüyor ve kahramanın cinselliği ele geçirmesiyle bağlanıyor.
Çoğunun üzerinde üstünkörü durduğum öyküye dair yukarıdaki notların dışında, bir de benim için çözümlenmeyi bekleyen kimi şeyleri burada belirteyim:
Öyküde pek çok filme, kitaba, oyuna, oyuncuya, yazara değiniler var. Bunlar: Gulliver, Tamara, Bette Davis, Buffalo'ya Beş Dakika, Bir Kadının Dışarıdan Görünüşü, Ecel Atı, Dostoyevski, Tennessee Williams. Bunların bir kısmı doğrudan öyküde geçtiği yerde anlam kazanıyor, ancak bir kısmında da ilgiyi kurmakta ya da tümüyle anlamlandırmakta güçlük çekiyorum. Örneğin "Tamara", "Bir Kadının Dışarından Görünüşü" ve "Buffalo'ya Beş Dakika" hakkında bir şey bulamadım. Bunun dışında "Ecel Atı" hakkında da Sait Faik'in bir öyküsü ve Mehmet Eryılmaz tarafından 1985'te (öyküden bir yıl sonra) yapılmış bir film dışında bir şeye ulaşamadım. Elbet bunlar tümüyle kurgu da olabilirler, ancak öykünün gidişatına bakıldığında buzul güzelliğine öykünen memurenin tanıdığı bildiği yapıtlar bunlar. Ancak ya üzerinden yirmi beş yıl geçtiğinden, ya da benim kaynaklarım kısıtlı olduğundan fazlaca kapalı kalıyorlar.
Re: Makas
Son olarak, dışsal bir çözümlemeye girişecek olursak; öykünün yazıldığı tarihlere dair bir şeyler de söylemek olanaklı. Eren'in sözünü ettiği gibi politik bir çözümlemenin haricinde, çok belirli bir günde yazılmaya başlamış öykü: 14 Haziran 83. Sonra yaklaşık iki haftayla bir ay arası bir ara verilmiş: Temmuz-Ağustos 83. Yaklaşık iki aylık bir çalışmanın ardından neredeyse altı ayı aşan bir ara daha: Mart-Nisan-Mayıs 84 ve öykü bu üç ayda tamamlanmış. Dilersek öyküde bu durakları ya da bunların yol açtığı değişiklikleri de bulabileceğimizi düşünüyorum ben.
Re: Makas
Barışcığım ellerine sağlık.
Re: Makas
Evet, Barış, ellerine sağlık. Belki öyküye burun kıvırdığım için bu noktada tartışmayı derinleştirmem gerekiyor. Ama bunu yap(a)mayacağım. Bana bir 20 sene ver, o zamana kadar bir şeyler söylememiş olursam yakama yapış
"Makas" üzerine daha fazla yorum yapmayacak olsam da bir noktaya dikkat çekmek istiyorum. Barış, "Cam Sessizlik" tartışılırken şöyle demişti:
Keyifli okumalar