UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

20 Şub 2009
sevcan

Çevirinin son hali:

""
Kederli kış, bir köşe başında oturmuş bir rüzgârla oyun oynuyordu.

Yoldan geçenlerin sızılı parmakları ve nefesleri hâlâ görülebiliyordu. Hâlâ çenelerini paltolarının içine saklıyorlardı köşeyi dönüp yeni bir rüzgârla karşılaştıklarında. Aydınlık pencereler akşamın alevleriyle caddeyi hâlâ düşsel huzurla aydınlatıyordu. Her şey hâlâ ilk başlardaki gibiydi ama kışın tahtı sallantıdaydı artık. Her bir esinti, göllerde ya da tepelerin kuzey yamaçlarında kaybolmuş başka hisarların haberlerini taşıyordu. Kış, bu caddelerde şehrin onu bir fatih gibi karşılamak için parıltılı beyazlarla bezendiği, göz alıcı buz saçakları ve zıplayan rüzgârların kibirli heyetiyle atını şehrin içine sürdüğü zamanlarda olduğu gibi bir kralmışçasına boy göstermiyordu artık. Bazı yaşlı âmâ dilencilerin aç köpekleriyle oturdukları gibi köşe başında küçük bir rüzgârla birlikte oturuyordu. Yaşlı, âmâ bir dilenciye Azrail’in yaklaştığı ve gözü görmez adamın tetikte olan kulaklarının onun uzaktaki ayak seslerini kâhince duyduğu gibi, kışın kulaklarına bazı komşu bahçelerden ilkbaharın papatyalar üzerinde yürürkenki sesi geldi. Yaklaşan ilkbahar, bir köşede büzüşmüş sersefil kışa baktı.

“Defol,” dedi ilkbahar.

Kış, “Burada sana göre bir şey yok,” dedi ona. Ama yine de gri ve yıpranmış paltosuna ve gülüne yaklaştı. Küçük, can yakan rüzgârına seslendi. Sonra kuzeye bakan bir ara sokaktan yukarı doğru yürüyüp uzaklaştı.

Kâğıt parçaları ve toz bulutları ona şehrin kapısına kadar eşlik ettiler. Şehrin kapısına varınca arkasına döndü, ilkbahara seslendi: “Bu şehirde hiçbir şey yapamazsın!” dedi. Ovaları, denizleri geçerek evine doğru ilerledi. Yürürken eski rüzgârlarının feryatlarını duydu. Buzlar, arkasından parçalanıp donanmalar gibi sulara battı. Sağında ve solunda deniz kuşu sürüleri uçuştu. İlerde önünde kazların zafer dolu çığlıkları bir borazan sesi gibi boşlukta yankılandı. Kuzeye doğru uzaklaştıkça endamı giderek büyüdü; tavırları gittikçe bir kralın tavırlarına benzemeye başladı. Bir atlayışla baronlukları ve kontlukları ele geçirdi. Kurtların onu karşılamak için çıktığı kar beyazı donmuş diyarlara döndü tekrar. Kendini baştan aşağı yaşlı gri bulutlarla donatarak güneşi bilmez buzdan kolonlara asılmış iki buz bariyer olan görünmez evinin kapısından içeri girdi.

Şimdi şehir ilkbahara kalmıştı. İlkbahar, şehre neler yapabilir diye görmek için etrafa bakındı. Caddeden aşağı doğru ilerleyen mahzun bir köpek gördü. Köpeğe bir ıslık çaldı; köpek havaya zıpladı. Ertesi gün, köpeğin havadan bir şeyle, kasılarak yoldan geçtiğini gördüm. İlkbahar ağaçların olduğu yere doğru gitti. Kulaklarına bir şeyler fısıldadı. Ağaçlar sadece ağaçların duyabileceği ağaç türküsünü söylediler. Yeşil filizler, gök hâlâ alacakaranlıkken yıldızların ortaya çıktıkları gibi gizlice bir bir görünmeye başladı. İlkbahar bahçelere girdi; sıcak toprak anayı rüyasından uyandırdı. Çıplak ve virane küçük arazilerde bir alev gibi, altından olan çiğdemi ya da çiğdemin bir imparatorun hayaleti gibi olan mor renkli erkek kardeşini çağırdı. Darmadağın evlerin çirkin arka taraflarını bazen yabani otlarla bazen de çimlerle mutlu etti.

Havaya, “Keyiflen,” dedi.

Çocuklar papatyaların tenha köşelerde çiçek açtıklarını öğrenmeye başladılar. Genç adamların paltolarında düğme ilikleri belirmeye başladı. Böylece ilkbahar işini başarıyla tamamlamış oldu.

Çevirinin ilk hali:

""

Şehre Gelen İlkbahar
Lord Dunsay

Kederli kış, bir köşe başında oturmuş bir rüzgârla oynuyordu.

Yoldan geçenlerin sızılı parmakları ve nefesleri hâlâ görülebiliyordu. Hâlâ çenelerini paltolarının içine saklıyorlardı köşeyi dönüp yeni bir rüzgârla karşılaştıklarında. Aydınlık pencereler akşamın alevleriyle caddeye hâlâ düşsel huzur fikrini saçıyordu. Bunlar hâlâ böyleydi ama kışın tahtı sallantıdaydı artık. Her bir esinti göllerde ya da tepelerin kuzey yamaçlarında kaybolmuş başka hisarların haberlerini taşıyordu. Kış, bu caddelerde artık şehrin onu bir fatih gibi karşılamak için parıltılı beyazlarla bezendiği, göz alıcı buz saçakları ve zıplayan rüzgârların kibirli heyetiyle atını şehrin içine sürdüğü zamanlarda olduğu gibi bir kral gibi boy göstermiyordu artık. Bazı yaşlı âmâ dilencilerin aç köpekleriyle oturdukları gibi köşe başında küçük bir rüzgârla birlikte oturuyordu. Yaşlı, âmâ bir dilenciye Azrail’in yaklaştığı ve gözü görmez adamın tetikte olan kulaklarının onun uzaktaki ayak seslerini kâhince duyduğu gibi, kışın kulaklarına bazı komşu bahçelerden ilkbaharın papatyalar üzerinde yürürken ki sesi geldi. Yaklaşan ilkbahar, bir köşede büzüşmüş sersefil kışa baktı.

“Defol,” dedi ilkbahar.

Kış, “Burada sana göre bir şey yok,” dedi ona. Ama yine de gri ve yıpranmış paltosuna ve gülüne yaklaştı. Küçük ve can yakan rüzgârına seslendi. Sonra kuzeye bakan bir ara sokaktan yukarı doğru yürüyüp uzaklaştı.

Kâğıt parçaları ve toz bulutları ona şehrin kapısına kadar eşlik ettiler. O zaman döndü, ilkbahara seslendi ve “Bu şehirde hiçbir şey yapamazsın!” dedi. Ovalar ve deniz üzerinden geçerek evine doğru ilerledi. Yürürken eski rüzgârlarının feryatlarını duydu. Buzlar arkasından parçalanıp donanmalar gibi battı. Sağında ve solunda deniz kuşu sürüleri uçuştu. İlerde önünde kazların zafer dolu çığlıkları borazan gibi etrafta yankılandı. Kuzeye doğru uzaklaştıkça endamı giderek büyüdü; tavırları gittikçe bir kralın tavırlarına benzemeye başladı. Bir atlayışla baronlukları ve kontlukları ele geçirdi. Kurtların onu karşılamak için çıktığı kar beyazı donmuş diyarlara döndü tekrar. Kendini baştan yaşlı gri bulutlarla donatarak güneşi bilmez buzdan kolonlara asılmış iki buz bariyer olan görünmez evinin kapısından içeri girdi.

Şimdi şehir ilkbahara kalmıştı. Şehre neler yapabilir diye görmek için etrafa bakındı. Caddeden aşağı doğru ilerleyen mahzun bir köpek gördü. Köpeğe bir ıslık çaldı; köpek havaya zıpladı. Ertesi gün, köpeğin havadan bir şeyle, kasılarak yoldan geçtiğini gördüm. İlkbahar ağaçların olduğu yere doğru gitti. Kulaklarına bir şeyler fısıldadı. Ağaçlar sadece ağaçların duyabileceği ağaç türküsünü söylediler. Yeşil filizler, gök hâlâ alacakaranlıkken yıldızların ortaya çıktıkları gibi gizlice bir bir görünmeye başladı. İlkbahar bahçelere gitti; sıcak toprak anayı rüyasından uyandırdı. Çıplak ve virane küçük arazilerde bir alev gibi, altından olan çiğdemi ya da çiğdemin bir imparatorun hayaleti gibi olan mor erkek kardeşini çağırdı. Darmadağın evlerin çirkin arka taraflarını bazen yabani otlarla bazen de çimlerle mutlu etti.

Havaya, “Keyiflen,” dedi.

Çocuklar papatyaların tenha köşelerde çiçek açtıklarını öğrenmeye başladılar. Genç adamların paltolarında düğme ilikleri belirmeye başladı. Böylece ilkbahar işini başarıyla yapmış oldu.

Çeviren: Sevcan Ekici

"Spring In Town", The Fifty-One Tales

Kategori:

Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

""
. Kış, bu caddelerde artık şehrin onu bir fatih gibi karşılamak için parıltılı beyazlarla bezendiği, göz alıcı buz saçakları ve zıplayan rüzgârların kibirli heyetiyle atını şehrin içine sürdüğü zamanlarda olduğu gibi bir kral gibi boy göstermiyordu artık.

Bu cümledeki gibiler anlamı zorlamış diye düşünüyorum. Cümledeki artık kelimerinden birinden de vazgeçilebilir mi? Bu arada cümleyi tam olarak anladığımı söyleyemem.

""
Bazı yaşlı âmâ dilencilerin aç köpekleriyle oturdukları gibi köşe başında küçük bir rüzgârla birlikte oturuyordu. Yaşlı, âmâ bir dilenciye Azrail’in yaklaştığı ve gözü görmez adamın tetikte olan kulaklarının onun uzaktaki ayak seslerini kâhince duyduğu gibi, kışın kulaklarına bazı komşu bahçelerden ilkbaharın papatyalar üzerinde yürürken ki sesi geldi.

Bu cümleyi okurken de zorlandım. Metnin orjinalinin ne denli zor olduğunu tahmin edebiliyorum. Çeviri için teşekkürler Sevcan. Alkış

Öyküye sıra gelince bu öyküyü de sevdim. Doğayı ve belirleyici olayları kişileştirmesine, onlara yüklediği anlamlara bayılıyorum doğrusu.


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

""
Kış, bu caddelerde artık şehrin onu bir fatih gibi karşılamak için parıltılı beyazlarla bezendiği, göz alıcı buz saçakları ve zıplayan rüzgârların kibirli heyetiyle atını şehrin içine sürdüğü zamanlarda olduğu gibi bir kral gibi boy göstermiyordu artık.

Cümlesini tekrar tekrar okudum. Defalarca okuyunca gerekli vurgulamalarla destekleyince şimdide son derece açık ve seçik buldum. sanki düz cümle gibi değilde bir şiire aitmiş gibi geldi. Sanırım ara vermeli bir zaman sonra yeniden okumalıyım Huh!

Artıklardan biri yine de fazla galiba.


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

Teşekkür ederim. "Artık"lar konusunda dikkatli olacağım, haklısınız bir tanesi fazla. Aslında ilk çevirdiğimde üç tane "artık" vardı. Birini tek silmişim, ikisini sileceğime Sinirli Uyarınız için çok teşekkürler. Cümleler gerçekten karışık, farkındayım. Ancak elimden geldiğince basitleştirmeye çalışmış olsam da pek becerememişim Crying Daha dikkatli olacağım diye ümit ediyorum, bundan böyle...


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

""
Ağaçlar sadece ağaçların duyabileceği ağaç türküsünü söylediler.

Çok hoşuma gitti bu cümle. Murathan Mungan'ın "bir vapur gibi yol alan vapur" tamlamasına benzemiş. Ağaç sözcüğünün yinelenmesi de çeviriye müthiş ritim katmış. Ellerine sağlık. Alkış


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

Teşekkür ederim, Barış Abi Laughing out loud


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

Çeviri, öykü, öykünün akıcılığı çok hoşuma gitti, teşekkürler ...


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

Ben de size teşekkür etmek isterim bana böylesine güzel bir mesaj yazmış olduğunuz için. Flowers Çevirileri tekrar yorumların gelmeye başlamış olması gerçekten çok güzel bir durum. Uzun zamandır kimseleri göremiyordum Evire-Çevire sayfasında... Çok teşekürler!


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

çevirinin son halini bekliyoruz Laughing out loud


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

""
çevirinin son halini bekliyoruz Laughing out loud

Sanırım evire çevire grubuna tatilin bittiğini hatırlatmak istiyorsun. Mükemmel. Good
O güzel öykülerinizi özledik doğrusu. Tongue


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

Çevirinin Son Hali

Kederli kış, bir köşe başında oturmuş bir rüzgârla oyun oynuyordu.

Yoldan geçenlerin sızılı parmakları ve nefesleri hâlâ görülebiliyordu. Hâlâ çenelerini paltolarının içine saklıyorlardı köşeyi dönüp yeni bir rüzgârla karşılaştıklarında. Aydınlık pencereler akşamın alevleriyle caddeyi hâlâ düşsel huzurla aydınlatıyordu. Her şey hâlâ ilk başlardaki gibiydi ama kışın tahtı sallantıdaydı artık. Her bir esinti, göllerde ya da tepelerin kuzey yamaçlarında kaybolmuş başka hisarların haberlerini taşıyordu. Kış, bu caddelerde şehrin onu bir fatih gibi karşılamak için parıltılı beyazlarla bezendiği, göz alıcı buz saçakları ve zıplayan rüzgârların kibirli heyetiyle atını şehrin içine sürdüğü zamanlarda olduğu gibi bir kralmışçasına boy göstermiyordu artık. Bazı yaşlı âmâ dilencilerin aç köpekleriyle oturdukları gibi köşe başında küçük bir rüzgârla birlikte oturuyordu. Yaşlı, âmâ bir dilenciye Azrail’in yaklaştığı ve gözü görmez adamın tetikte olan kulaklarının onun uzaktaki ayak seslerini kâhince duyduğu gibi, kışın kulaklarına bazı komşu bahçelerden ilkbaharın papatyalar üzerinde yürürkenki sesi geldi. Yaklaşan ilkbahar, bir köşede büzüşmüş sersefil kışa baktı.

“Defol,” dedi ilkbahar.

Kış, “Burada sana göre bir şey yok,” dedi ona. Ama yine de gri ve yıpranmış paltosuna ve gülüne yaklaştı. Küçük, can yakan rüzgârına seslendi. Sonra kuzeye bakan bir ara sokaktan yukarı doğru yürüyüp uzaklaştı.

Kâğıt parçaları ve toz bulutları ona şehrin kapısına kadar eşlik ettiler. Şehrin kapısına varınca arkasına döndü, ilkbahara seslendi: “Bu şehirde hiçbir şey yapamazsın!” dedi. Ovaları, denizleri geçerek evine doğru ilerledi. Yürürken eski rüzgârlarının feryatlarını duydu. Buzlar, arkasından parçalanıp donanmalar gibi sulara battı. Sağında ve solunda deniz kuşu sürüleri uçuştu. İlerde önünde kazların zafer dolu çığlıkları bir borazan sesi gibi boşlukta yankılandı. Kuzeye doğru uzaklaştıkça endamı giderek büyüdü; tavırları gittikçe bir kralın tavırlarına benzemeye başladı. Bir atlayışla baronlukları ve kontlukları ele geçirdi. Kurtların onu karşılamak için çıktığı kar beyazı donmuş diyarlara döndü tekrar. Kendini baştan aşağı yaşlı gri bulutlarla donatarak güneşi bilmez buzdan kolonlara asılmış iki buz bariyer olan görünmez evinin kapısından içeri girdi.

Şimdi şehir ilkbahara kalmıştı. İlkbahar, şehre neler yapabilir diye görmek için etrafa bakındı. Caddeden aşağı doğru ilerleyen mahzun bir köpek gördü. Köpeğe bir ıslık çaldı; köpek havaya zıpladı. Ertesi gün, köpeğin havadan bir şeyle, kasılarak yoldan geçtiğini gördüm. İlkbahar ağaçların olduğu yere doğru gitti. Kulaklarına bir şeyler fısıldadı. Ağaçlar sadece ağaçların duyabileceği ağaç türküsünü söylediler. Yeşil filizler, gök hâlâ alacakaranlıkken yıldızların ortaya çıktıkları gibi gizlice bir bir görünmeye başladı. İlkbahar bahçelere girdi; sıcak toprak anayı rüyasından uyandırdı. Çıplak ve virane küçük arazilerde bir alev gibi, altından olan çiğdemi ya da çiğdemin bir imparatorun hayaleti gibi olan mor renkli erkek kardeşini çağırdı. Darmadağın evlerin çirkin arka taraflarını bazen yabani otlarla bazen de çimlerle mutlu etti.

Havaya, “Keyiflen,” dedi.

Çocuklar papatyaların tenha köşelerde çiçek açtıklarını öğrenmeye başladılar. Genç adamların paltolarında düğme ilikleri belirmeye başladı. Böylece ilkbahar işini başarıyla tamamlamış oldu.


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

Evet Sevgili uzunhikaye.org Üyeleri,

Uzun bir süreden sonra merhaba! Geriye kaln tüm Dunsany hikâyelerini çevirmiş olmanın verdiği mutluluk ve yeni akademik yılın verdiği heyecanla karşınızdayım! En kısa zamanda çevirilerimi foruma yükleyeceğim.

Hoşça kalın...


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

Merakla bekliyoruz Sevcan. Flowers


Re: Lord Dunsany - Şehre Gelen İlkbahar

Çalışkan değil be Vahid - ama sağol =)

Ben de merakla bekliyorum Barış Abi