Lord Dunsany - Konuk
Çevirinin son hali:
Konuk
Lord DunsanyGenç bir adam akşam saat sekizde Londra’nın gösterişli bir restoranına girdi.
Yalnızdı, ancak ayırtmış olduğu masaya iki kişilik servis açılmıştı. Akşam yemeğini son derece titizlikle seçmiş, bir hafta önceden postayla restorana bildirmişti.
Bir garson ona diğer konuğun ne zaman geleceğini sordu.
“Herhalde kahveden önce onu görmezsiniz” diye cevapladı genç adam. Akşam yemeğini yalnız yedi.
Yan masadakiler genç adamın özenli akşam yemeği boyunca, mütemadiyen boş sandalyeye bir şeyler anlattığını, kendi kendine konuştuğunu görmüş olmalılardı.
Çorbasını içerken, “Galiba babamı tanıyordun” dedi ona.
“Bu akşam seni çağırttım” diye devam etti, “çünkü bana bir konuda yardımcı olmanı istiyorum; hatta bunda ısrar ediyorum.”
Adamın, boş bir sandalyeyle konuşmayı sürdürmesi dışında sıra dışı hiçbir yanı yoktu. Kuşkusuz, aklı başında her adamın isteyeceği türden, güzel bir akşam yemeği yiyordu.
Burgondi şarabının servisinden sonra konuşması iyice hararetlendi; aşırı içerek şarap sefasını mahvetmedi.
“Bazı ortak tanıdıklarımız var” dedi. “Teb’de Kral Set’le tanıştım geçen yıl. Sen görmeyeli pek değişmemiş gibi. Alnı bir kralınkine göre biraz dar gibi geldi bana. Keops seni karşılamak için inşa ettirdiği evden ayrılmış. Senin için yıllarca hazırlanmış olmalı. Herhalde nadiren öyle eğlenmişsindir. Bu yemeğin siparişini bir hafta önceden verdim. O zaman, yanımda bir hanımefendiyle buraya geleceğimi sanıyordum, ama o gelmeyince sana teklif ettim.
Sonuçta Truvalı Helen değil ya bu! Helen hakikaten çok güzel miydi? Sen onunla karşılaştığında pek değildi muhtemelen. Ama Kleopatra’da şanslıydın. En güzel olduğu zamanlarda onu tanımış olmalısın.
Sen eski zamanların ne denizkızlarını, ne perilerini ne de güzel tanrıçalarını tanırsın. Bu da senin en iyi yanın.”
Garsonlar masasına geldiğinde sustu; ancak onlar gider gitmez konuyu değiştirdi. Hâlâ boş sandalyeye dönük duruyordu.
“Biliyor musun seni burada Londra’da gördüm daha geçen gün. Ludgate Tepesinden inen bir otobüsteydin. İnanılmaz hızlı gidiyordu otobüs. Londra güzel bir yerdir. Yine de buradan ayrılmaktan mutluluk duyacağım. Bahsettiğim hanımefendiyle Londra’da tanıştım. Londra olmasaydı, muhtemelen onunla tanışmamış olacaktım ve yine Londra olmasaydı muhtemelen o da benimle ve onu benim gibi eğlendiren başka birçok şeyle karşılaşmamış olacaktı. Bunun hem iyi hem kötü yanları var.”
Kahve istemek için bir an durdu. Garsona ciddi ciddi baktı ve eline bir İngiliz altını sıkıştırıp: “Hindiba karıştırmasınlar” dedi.
Garson kahveyi getirdi. Genç adam fincana bir tür tablet attı.
“Buraya pek sık geldiğini sanmıyorum,” diye devam etti. “Peki… Sanırım artık gitmek istersin. Seni yapacaklarından alıkoymuş sayılmam pek. Londra’da yapacak çok şeyin var.”
Sonra, kahvesini içip bitirdiğinde, boş sandalyenin bir adım ötesine, yere düştü. O esnada orada akşam yemeği yiyen bir doktor ona doğru eğildi ve endişeli şefe genç adamın görünmez konuğunun gözle görülür mevcudiyetini bildirdi.
Çeviren: Zeynep Nur Ayanoğlu
"The Guest", Fifty-One Tales
Çevirinin ilk hali:
Konuk
Lord DunsanyGenç bir adam akşam saat sekizde Londra’nın gösterişli bir restoranına girdi.
Yalnızdı, ancak ayırtmış olduğu masaya iki kişilik servis açılmıştı.
Akşam yemeğini son derecede titizlikle seçmiş, bir hafta önceden postayla restorana bildirmişti.
Bir garson ona diğer konuğun ne zaman geleceğini sordu.
“Herhalde kahveden önce onu görmezsiniz” diye cevapladı genç adam. Akşam yemeğini yalnız yedi.
Yan masadakiler genç adamın özenli akşam yemeği boyunca, mütemadiyen boş sandalyeye bir şeyler anlattığını, kendi kendine konuştuğunu görmüş olmalılardı.
Çorbasını bitirdikten sonra, “Galiba babamı tanıyordun” dedi ona.
“Bu akşam seni çağırttım” diye devam etti, “çünkü bana bir konuda yardımcı olmanı istiyorum; hatta bunda ısrar ediyorum.”
Adamın, boş bir sandalyeyle konuşmayı sürdürmesi dışında sıra dışı hiçbir yanı yoktu. Kuşkusuz, aklı başında her adamın isteyeceği türden, güzel bir akşam yemeği yiyordu.
Burcunda şarabının servisinden sonra kendi kendine konuşurkenki sesi yükseldi; aşırı içerek şarap sefasını mahvetmedi.
“Bazı ortak tanıdıklarımız var” dedi. “Teb’de Kral Set’le tanıştım bir yıl önce. Senin tanıştığından beri birazcık değişmiş olabilir. Alnı bir kralınkine göre biraz dar gibi geldi bana. Keops inşa ettiği evden sen geleceksin diye çıktı. Senin için yıllar, yıllardır hazırlanıyordur herhalde. Nadiren böyle eğlendiğini düşünüyorum. Bu yemeğin siparişini bir hafta önceden verdim. O zaman, yanımda bir hanımefendiyle buraya geleceğimi sanıyordum, ama o gelmeyince sana teklif ettim. Ne de olsa o Truva Helen’i kadar güzel olacak değil ya! Helen hakikaten çok güzel miydi? Sen tanıdığında değildi, belki de. Ama Kleopatra’da şanslıydın. En güzel olduğu zamanlarda onu tanımış olmalısın.
Sen eski zamanların ne denizkızlarını, ne perilerini ne de güzel tanrıçalarını tanırsın. Bu da senin en iyi yanın.”
Garsonlar masasına geldiğinde sustu; ancak onlar gider gitmez konuyu değiştirdi. Hâlâ boş sandalyeye dönük duruyordu.
“Biliyor musun seni burada Londra’da gördüm daha geçen gün. Ludgate Tepesinden inen bir otobüsteydin. İnanılmaz hızlı gidiyordu otobüs. Londra güzel bir yerdir. Yine de buradan ayrılmaktan mutluluk duyacağım. Bahsettiğim hanımefendiyle Londra’da tanıştım. Londra olmasaydı, muhtemelen onunla tanışmamış olacaktım ve yine Londra olmasaydı muhtemelen o da ben ve benim gibi onu eğlendiren birçok şeyle karşılaşmamış olacaktı. Bunun hem iyi hem kötü yanları var.”
Kahve istemek için bir an durdu. Garsona ciddi ciddi baktı ve eline eski bir İngiliz altını aldı. “Hindibalı olmasın” dedi. Garson kahveyi getirdi. Genç adam fincana tablet gibi bir şey attı.
“Buraya pek sık geldiğini sanmıyorum,” diye devam etti. “Peki… Galiba gitmek istiyorsun. Seni yapacaklarından alıkoymuş sayılmam pek. Londra’da yapacak çok şeyin var.”
Sonra, kahvesini içip bitirdiğinde, boş sandalyenin bir adım ötesine, yere düştü. O esnada orada akşam yemeği yiyen bir doktor ona doğru eğildi ve endişeli şefe genç adamın görünmez konuğunun gözle görülür mevcudiyetini bildirdi.
Çeviren: Zeynep Nur Ayanoğlu
"The Guest", Fifty-One Tales
Re: Lord Dunsany - Konuk
“Bazı ortak tanıdıklarımız var” dedi. “Teb’de Kral Set’le tanıştım geçen yıl. Sen görmeyeli pek değişmemiş gibi. Alnı bir kralınkine göre biraz dar gibi geldi bana. Keops seni karşılamak için inşa ettirdiği evden ayrılmış. Senin için uzun yıllardır hazırlanıyordur herhalde. Nadiren öyle eğlendiğini düşünüyorum. Bu yemeğin siparişini bir hafta önceden verdim. O zaman, yanımda bir hanımefendiyle buraya geleceğimi sanıyordum, ama o gelmeyince sana teklif ettim.
Arkadaşlar,
Çevirime eleştiriler ışığında son halini verirken, gözüme takıldı bu cümle.
Sizden buradaki cümle için yardım istemek istiyorum! "...böyle eğlendiğini..." derken, Keops'un mu eğlendiği, yoksa genç adamın konuğunun mu eğlendiği belirsiz kalıyor. (Oysa konuğun eğlendiği anlaşılmalı.) Yeniden okuyunca fark ettim. Üstelik bu cümle bence konuşmanın akışını da zora sokuyor, anlam bakımından.
Cümlenin orijinali: "I suppose you have seldom been entertained like that."
Acaba, Keops'un onun için uzun yıllardır hazırlanıyor olmasından mı zevk alıyor şu bizim konuk?
Help! :?
Re: Lord Dunsany - Konuk
Re: Lord Dunsany - Konuk
Aynı nedenle şu cümlenin geçmiş zamanda kurulması gerektiğini düşünüyorum:
Re: Lord Dunsany - Konuk
"Herhalde nadiren öyle eğleniyordun" nasıl peki?
Ek: "Senin için uzun yıllarca hazırlanıyordu belki de. Herhalde nadiren öyle eğleniyordun."
Re: Lord Dunsany - Konuk
Ek: Yıllar boyu senin için hazırlanmış olmalı. Herhalde nadiren o kadar eğlenmişsindir.
Re: Lord Dunsany - Konuk
Tamam
Önerin kabul edildi
Re: Lord Dunsany - Konuk
Re: Lord Dunsany - Konuk
Sevgili Arkadaşlar,
Sanırım hikaye üzerine daha fazla yorum gelmeyecek. Bu durumda, yeniden düzenlenmiş halini sizlerle bir an önce paylaşmak istiyorum.
İnce eleyip sık dokuyan ve müthiş katkıda bulunan sizlere teşekkür ediyorum.
(Eren, sen gerekli düzenlemeyi yaparsın herhalde )
Metnin orijinali için: http://lord-dunsany.book-lover.com/851ta10/851ta10_the_guest.html.
Not: Çeviri metnin paragraflara ayrılmasında orijinaline bire bir bağlı kaldım.
Konuk
Genç bir adam akşam saat sekizde Londra’nın gösterişli bir restoranına girdi.
Yalnızdı, ancak ayırtmış olduğu masaya iki kişilik servis açılmıştı. Akşam yemeğini son derece titizlikle seçmiş, bir hafta önceden postayla restorana bildirmişti.
Bir garson ona diğer konuğun ne zaman geleceğini sordu.
“Herhalde kahveden önce onu görmezsiniz” diye cevapladı genç adam. Akşam yemeğini yalnız yedi.
Yan masadakiler genç adamın özenli akşam yemeği boyunca, mütemadiyen boş sandalyeye bir şeyler anlattığını, kendi kendine konuştuğunu görmüş olmalılardı.
Çorbasını içerken, “Galiba babamı tanıyordun” dedi ona.
“Bu akşam seni çağırttım” diye devam etti, “çünkü bana bir konuda yardımcı olmanı istiyorum; hatta bunda ısrar ediyorum.”
Adamın, boş bir sandalyeyle konuşmayı sürdürmesi dışında sıra dışı hiçbir yanı yoktu. Kuşkusuz, aklı başında her adamın isteyeceği türden, güzel bir akşam yemeği yiyordu.
Burgondi şarabının servisinden sonra konuşması iyice hararetlendi; aşırı içerek şarap sefasını mahvetmedi.
“Bazı ortak tanıdıklarımız var” dedi. “Teb’de Kral Set’le tanıştım geçen yıl. Sen görmeyeli pek değişmemiş gibi. Alnı bir kralınkine göre biraz dar gibi geldi bana. Keops seni karşılamak için inşa ettirdiği evden ayrılmış. Senin için yıllarca hazırlanmış olmalı. Herhalde nadiren öyle eğlenmişsindir. Bu yemeğin siparişini bir hafta önceden verdim. O zaman, yanımda bir hanımefendiyle buraya geleceğimi sanıyordum, ama o gelmeyince sana teklif ettim.
Sonuçta Truvalı Helen değil ya bu! Helen hakikaten çok güzel miydi? Sen onunla karşılaştığında pek değildi muhtemelen. Ama Kleopatra’da şanslıydın. En güzel olduğu zamanlarda onu tanımış olmalısın.
Sen eski zamanların ne denizkızlarını, ne perilerini ne de güzel tanrıçalarını tanırsın. Bu da senin en iyi yanın.”
Garsonlar masasına geldiğinde sustu; ancak onlar gider gitmez konuyu değiştirdi. Hâlâ boş sandalyeye dönük duruyordu.
“Biliyor musun seni burada Londra’da gördüm daha geçen gün. Ludgate Tepesinden inen bir otobüsteydin. İnanılmaz hızlı gidiyordu otobüs. Londra güzel bir yerdir. Yine de buradan ayrılmaktan mutluluk duyacağım. Bahsettiğim hanımefendiyle Londra’da tanıştım. Londra olmasaydı, muhtemelen onunla tanışmamış olacaktım ve yine Londra olmasaydı muhtemelen o da benimle ve onu benim gibi eğlendiren başka birçok şeyle karşılaşmamış olacaktı. Bunun hem iyi hem kötü yanları var.”
Kahve istemek için bir an durdu. Garsona ciddi ciddi baktı ve eline bir İngiliz altını sıkıştırıp: “Hindiba karıştırmasınlar” dedi.
Garson kahveyi getirdi. Genç adam fincana bir tür tablet attı.
“Buraya pek sık geldiğini sanmıyorum,” diye devam etti. “Peki… Sanırım artık gitmek istersin. Seni yapacaklarından alıkoymuş sayılmam pek. Londra’da yapacak çok şeyin var.”
Sonra, kahvesini içip bitirdiğinde, boş sandalyenin bir adım ötesine, yere düştü. O esnada orada akşam yemeği yiyen bir doktor ona doğru eğildi ve endişeli şefe genç adamın görünmez konuğunun gözle görülür mevcudiyetini bildirdi.
Re: Lord Dunsany - Konuk
Başkaları ne der bilemiyorum ama, ilk dikkatimi çeken "uzun yıllarca" ifadesi oldu. Sanırım bu bir anlatım bozukluğu.
Re: Lord Dunsany - Konuk
Hiç anımsayamadım, ama haklı olabilirsin. "Yıllarca" olarak değiştirdim. Başka bir şey yoksa, bu çevirimin son hali =)
Re: Lord Dunsany - Konuk
Çeviri programınızı bilmediğimden öyküyü ilk mesaja kopyaladım. Ama çeviri programınız çok yoğun değilse (çevirinin tamamlanmasının acelesi yoksa) yorum yapmak isteyebilecek diğer arkadaşlara biraz daha zaman verilmesinin yerinde olabileceğini düşünüyorum.
Ellerine saağlık, bu güzel ve verimli çalışma ve temiz çeviri için teşekkürler
Re: Lord Dunsany - Konuk
Burada adam konuğuna hem "seni alıkoymuş sayılmam" hem de "Londra'da yapacak çok şeyin olmalı" diyor. Sanki bu iki ifade de çelişen bir anlam var gibi geldi bana, ya da anlamı ben sezemiyorum.İngilizcem olmadığı için bunun çeviriyle mi ilgili yoksa öykünün orjinalinde mi böyle bilmiyorum.
Bu soru için geç mi kaldım ?Yani öyküyü tekrar düzenlemişsin bu arada çeviri için hem de özenin için kendi adıma tekrar teşekkür ederim.
Re: Lord Dunsany - Konuk
Garip ama özgün metinde de o şekilde geçiyor bu. Eğer bir anlayış hatamız olmadıysa -ki oldukça basit iki cümle- çeviride bir hata yok. İlk okuduğumda benim de dikkatimi çekmişti bu tutarsızlık.
Re: Lord Dunsany - Konuk
"Şu ana kadar biraz oyaladım ama yine de seni alıkoymuş sayılmam pek" anlamıda söylüyor ilk cümleyi. Sonra da "Artık daha fazla tutmayayım" kabilinden devam ediyor.
Re: Lord Dunsany - Konuk
Aynen Barış'ın söylediği gibi... Bir bozukluk yok. "Londra'da yapacak çok şeyin olmalı. Seni biraz oyaladım ama pek de alıkoymuş sayılmam" demek istiyor =) Genç adamımız yine kırılıyor nezaketten. Hayır konuğun yaptığına bak, bizimkine bak Türünün son örneği olan erkeği de bir hikayede yitirmiş bulunmaktayız, sevgili hanımlar! Hadi ağlayalım...
Daha fazla yorum gelirse ne mutlu bana! Ama gelmiyor diye şeetmiştim
Re: Lord Dunsany - Konuk
Re: Lord Dunsany - Konuk
Sevgili Eren,
Güzel bir noktaya değindin. Teşekkür ederim. Şöyle açıklayabilirim:
"Besides"ın edat olarak iki temel anlamı vardır:
1) "in addition to" = ek olarak
2) "apart from" = -den başka
Sen ikinci anlamı çıkarıyorsun bu cümleden, bense birinci anlamı... İşin kötüsü, bunu dilbilgisi açısından test etme şansımız da yok; çünkü bu edat, her iki anlamda da tıpatıp aynı biçimde kullanılıyor İngilizce'de. Velhasıl, ben cümleyi anladığım şekilde çevirdim. "Ben bağlamdan illaki* ikinci anlamı çıkarıyorum" gibi bir düşüncen varsa bunu tartışabiliriz. Ama bence birinci anlam daha uygun. Londra'da kadının kendini eğlendirecek birçok şey bulmuş olması muhtemel (bence), ve bizim genç adam da sadece bunlardan biri. Zaten bizim adamı pek "takmamasını" da buna bağlıyorum ben, doğrusu. Eğer senin öne sürdüğün gibi olsaydı, adamımız Londra'nın kadına kazandırdığı önemli bir şey olurdu ki bu da hikayenin işleyişine taban tabana zıt.
"..., benim anladığımsa kadının Londra'da genç adamdan başka kendisini eğlendirecek/ neşelendirecek/ oyalayacak bir şey bulamadığı." yazmışsın. Kadın Londra'da neden genç adamdan başka kendisini eğlendirecek bir şey bulamasın ki? Kadın, görünüşe göre, adamın yemek teklifini reddetmiş, dahası belki de adamı terk etmiş (eğer ilişkileri olduysa). Bu durum bana, adamın kadın için pek de önemli olmadığını düşündürüyor. Üstelik, bence yazarın orada gizliden gizliye işaret ettiği bir ayrım var: Adam, Londra'da bulunmanın güzel yanını o kadınla tanışmış olmasına bağlıyor. Kadınsa Londra'da gayet eğlenmiş, neşelenmiş; adamın da bunda az çok katkısı varmışmış. Yani bizimki kadını çok önemsiyor; oysa kadın bunu pek önemsemiyor.
Tabii bütün bunlar benim sezinlediklerim! Aksini, dediğim gibi, tartışmaya hazırım.
* mademki, oysaki, halbuki, illaki kelimeleri "ki" bağlacı aldıkları halde bu bağlaçla bileşik yazılır. Bkz: http://www.tdk.gov.tr
Re: Lord Dunsany - Konuk
"besides" konusundaki açıklaman oldukça makul. Senin de dediğin gibi kadının başka eğlence kaynağı olmasaydı o akşam orada olurdu zaten.