UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Leylâ Erbil - Çekmece

13 Şub 2013
eren

“Çekmece”nin Gecede’deki en kolay okunan öykü olduğunu söylemek yanlış olmaz herhalde. Ahı gitmiş vahı kalmış bir gemide ateşçilikten başlayıp ikinci çarkçılığa kadar yükselen Dursun Kaymak’ın evinden uzakta yılları ipe dizerken eşine yazdığı üç mektup... Bu mektuplarla ilişkili olarak bir fotoğraf, bir belediye tebliği, birkaç kartvizit bir de gazete kupürü. Bu toplamın Leylâ Erbil’in sık başvurduğu “kolaj” yöntemini iyi örneklediğini düşünüyorum. Öykünün adının da çağrıştırdığı gibi yazar bir çekmece kağıdı önümüze bırakıp gidiyor. Biz de o kağıtları okuyup inceleyerek hikâyeyi bulmaya çalışıyoruz.

Dursun Kaymak’ın bütün gayesi bir ev ve bahçe sahibi olmak, çektiği onca sıkıntıdan sonra emeklilik günlerini huzurlu geçirmektir. Bu düşüncelerle süvariye ve patrona karşı gittikçe bilenen öfkesini bastırmaya, kendini gemide büyüyen huzursuzluk ortamından ayrı tutmaya çalışır. Bu minvalde geçen on sekiz yılın ardından, son seferinde yeni gelen süvariyle atışır. Mektubunda gençliğinde gemideki haksızlıklara karşı çıkamamış olmasından dolayı pişmanlık duyar, artık çok geç kaldığını düşünür çünkü artık kaybedecek bir şeyleri vardır. Oysa bu da haksızlığa karşı sesini yükseltmemek için kullandığı bir bahanedir. Öfkesini ve hesaplaşmayı öte dünyaya erteler. Dursun Kaymak’ın, bu son mektubundan hemen sonra gemi kazasında hayatını kaybettiğini okuruz son sayfadaki gazete kupüründen.

İlk mektupla sonuncusu arasında 18 yıl var (neredeyse günü gününe). Son mektupta Dursun Kaymak’ın yaşının 60 olduğunu ve 40 yıldır denizcilikle uğraştığını öğreniyoruz. İlk mektupta da 10 yıldır eşinden ayrı kaldığını söylüyor. Bu durumda, ilk mektubu gönderdiği sırada 40 yaşlarında, gemiyle ilk denizaşırı sefere çıktığında 30 yaşlarında olmalıdır. Bu zaman hesabını yapana kadar, ilk mektubun yeni evlenmiş bir adam tarafından yazıldığını düşünmüştüm. “Sevgili karıcığım” diye başlayan bu mektupta duyarlı ve sitemkâr bir dil vardır. Eşini özlemiştir (geçen gelişinde nasıl karyoladan düştüklerini hatırlar). Sonraki mektuplarda daha öfkeli ya da eşine karşı umursamaz bir üslup belirginleşir. Hattâ son mektupta, haksızlıklara baş kaldırmamış olmasının sorumluluğunu karısına yükler.

Süvari (geminin kaptanı) ile gemideki işçiler arasındaki gerilim mektuplarda geniş yer bulur. Süvari değişse de sömürü ilişkisi değişmez. Dursun da diğer işçiler gibi farkındadır bu durumun. Kumanyalarının çalınmasından, sürekli aynı kalitesiz gıdalarla beslenmek zorunda kalmaktan şikâyetçidirler. Kimi zaman isyan bayrağını da çekerler. Çünkü her şey çok görülür onlara:

""
“Ne tuhaf bir cihan felsefesidir ki biz işçi takımına her nesne: yemek, içki, giyecek maddeleri, ısı ve yatacak barınacak olsun ya da eğlence her vakit çok görünür ve insanlığımızı unutmamız istenir bizlerden ama, biz hep, hep değil de arada bir kendi kendimizi insan yerine koyarız. Yazık. (s. 39)

“Çekmece”nin Leylâ Erbil’in dünyasına girmek için iyi bir yol olabileceğini düşünüyorum.

Son olarak aklıma takılan ama bir yere bağlayamadığım soruları sıralayayım:

  1. Dursun’a inanacak olursak bu mektupların alıcısının keyfi yerindedir. Yine de bir manto yaptıramaz kendine. Acaba öykünün bu görünmez kişisinin bakış açısından nasıl gelişmektedir olaylar? Neticede belediye tebligâtını ilk gören o olmalıdır.
  2. En sondaki gazete kupürünün gerçek olduğuna dair bir his var içimde. Sanki yazar önce bu kupürü görmüş, sonra yavaş yavaş öykünün diğer parçalarını birleştirmiş gibi hissediyorum. Sizde de böyle bir düşünce oluştu mu?
  3. Denizcilikte “cinselliğin yokluğu/ imkânsızlığı” en bilinen sorunlardan biridir. Bu öykü için buradan çıkılarak bir yere varılabilir mi?

"Çekmece"
Gecede
s. 39-47
Leylâ Erbil
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
2010

Kategori:

Re: Leylâ Erbil - Çekmece

1. Mektup:

Kitabı da öyküyü de ilk okuyuşumun üzerinden yıllar geçmiş. Şimdi okuduğumda ilk önce bazı sorular takılıyor kafama. Öncelikle üslupsal bir sorun var. Daha doğrusu hep tartışma konusu edilen bir nokta. Bir edebi eserde dilsel tercihler, dilbilgisi ve imla kuralları yazarın kullandığı gibi mi olmalıdır; yoksa anlatıcının olanakları çerçevesinde mi gelişmelidir?

Böyle bakınca "Aşkolsun sana..." ile başlayan bir mektup beklemiyor insan haliyle. Böylesine düzgün sözcük ve imla yazımı da... Erbil'in kolajvari yaklaşımı harika bir seçim o yıllar için. Ancak gerçekten bir mektup havası yaratmak için bunun gibi noktalara da dikkat edilebilirdi. Aynı şekilde "Ne tuhaf bir cihan felsefesindir ki bu..." ifadesi de çok battı gözüme. Anlatıcının ağzına uymuyor diye düşündüm.

"Bir tanecik karıcığım" ile "bir duble bira" arasındaki gerilim ise çok güzel. Başa dönerek anlıyoruz ki o barlara gidilmiş, o kadınlara paralar yedirilmiş. Şimdi de laf ebeliğiyle suç bastırılmaya çalışılıyor.

"Bağırta bağırta öpen kocan." lafı ise Eren'in sorduğu cinsellik sorunu konusundaki sıkıntıyı gözler önüne seriyor yeterince sanırım. Geçenki gelişini anımsatarak karyoladan düşme detayı da...

Notlar konusuna daha sonra değinmek istiyorum.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Dursun Kaymak ülkeler arası seferler yapan bir gemide çalışıyor. Gemilerdeki çalışmasına ateşçilikle başlayıp, oradan losrtomo’luğa, sonra da ikinci çarkçı’lığa yükselmiş. Seferleri değişmekle beraber üç-dört ay sürüyor. Bazen evine bir koşu mesafedeyken(denizin pürüzlü yüzünün ulaştırdığı yelle kokunu almaya başladım bile.), beklenmedik rota değişiklikleriyle tekrar aylarca sürecek seferlere çıkılabiliyor.

Evli. Karısına para gönderip, gelecekte onunla el ele, göz göze, baş başa, kendi evinde (bir kulübe) geçireceği günler hayal edip, bu hayallerini karısına da anlatıyor. Kulübe burada malda mülkte gözü olmadığının, kanaatkâr bir insan olduğunun ifadesi gibi görünse de, daha sonraki, belediyenin gönderdiği bir zabıttan, Dursun kaymak’ın kulübe olarak tanımladığı yere ilaveler yapmaya çalıştığını, belediyenin bunu yıkma kararı aldığını öğreniyoruz.

Burada küçük bir saptama yapmak gerekecek, öykünün kolaj benzeri bir yöntemle şekillenmesinde, kısa bir belediye yıkım tutanağının konması, Dursun Kaymak’ın kişiliği hakkında söze dökülmeyen, yazmadığı ne kadar çok şeyi ortaya koyuyor.

Gemideki yetkili, üst kademedeki kesim alt kesimin haklarını gasp edip, yapabildiğince onların hakları olan şeylerden çalıyorlar. İkinci çarkçı Dursun Kaymak da bu haksızlığa ve hırsızlığa işini kaybetmek korkusuyla sessiz kalmakta. İçten içe de kendisi o makamlarda olsa farklı davranmayacağının işaretlerini vermektedir. Üst makamların hırsızlığı, belki de ona bir pay çıkarmamalarından dolayı onu kızdırmaktadır.

""
Dürzü hırsız! Beyoğlu’nda bir apartman daha almış diyorlar, sen uğra da bir gün Safiyanıma, öğren, o bilir, süvarinin karısıyla konuşuyorlarmış. Öğren de bana yaz.

1. mektupla (22.10.1941) 2. Mektup(17.06.1957) arasında 16 yıl var. Bu karısı Saliha’nın yazdığı 2. Mektup değil tabi ki. Arada Dursun Kaymak’ı memnun edecek sıklıkta olmasa da kendisine başka mektuplar da yazılmış.

İlk mektupla ikinci mektup arasında belirgin yaklaşım ve hitap dili farklılıkları var. İki mektubun arasında kadında ve kocasında duygusal ve ruhsal olarak değişiklikler olmuş.

İlk mektup; “Sevgili karıcığım” ikincisi, “Saliha” ile başlıyor. İkinci mektubun dili daha yaralayıcı, kınayıcı, sitemkâr, daha saldırgan ve mesafeli. Bu mesafe koyuş daha ilk başta, hitap sözcüğüyle kendini ortaya koyuyor.

İkinci mektubun başlarındaki sitemli ve iğneleyici, çektiği sıkıntıları her fırsatta vurgulayan acındırıcı dil, mektubun ilerleyen satırlarında azarlayıcı, kınayan, yer yer aşağılayan ifadelere sapar. İlk mektupla ikinci mektup arasında, karı-koca birbirinden uzaklaşmış, kopmuşlardır. Koca eşinin ilgisizliğinden, mektup yazmamasından, kendisine karşı yeterince sevgi duymamasından yakınmaktadır.

Birinci mektuptaki koca, karısına sefere çıktığı geminin fotoğrafını gönderecek, kendisine Hint işi bir bluz alacak birisidir. Bir şekilde satır aralarında barlarda, birahanelerde, eğlence yerlerinde içkiye ve kadınlara para yedirdiğini hissettirse de, bunu karısından saklama gereği duyan birisi. “Bağırta bağırta” bir cinsellik hayal etmesi, bunun yanında, sevişmelerin karyoladan düşecek kadar “hareketli” oluşu kişiliğinin “kaba” yönü hakkında yeterince ipucunu da veriyor kanımca.

İkinci mektubun başlarındaki sitemli, ilgisizlikten yakınan kocanın dili, sonraki satırlarda; esirgeyen, azarlayan, kınayan, yok sayan, yer yer aşağılamalara, ayrılmayı düşündüğünü vurgulayan ifadelere dönüşür. Dildeki(dolayısıyla kocadaki) bu katılığın en güzel ifadesi de bence kocanın önemli bulduğu, Saliha’dan yapmasını “emrettiği” konuları rakamlarla ayırıp, ifadelerini daha kesin, soğuk vurgular haline getirmesi.

""
4.Aylığımı alır almaz bankaya yatır.
5.Manto yapayım deme, üstündekiler yeter sana.

Soğuk ve mesafeli, emirler veren, yer yer konum olarak kadından çok üst(ün) bir konumu tabir yerindeyse “kadının gözüne sokan-yüzüne çarpan” bir koca vardır artık. İlk mektup daha çok eşitlik, beraberlik, sevgi anıştırması “Dursun” olarak imzalanırken, ikincisi; “Kocan Dursun Kaymak” olarak, kocaya, bir makama, yetkiye, emretme yetkisine vurgu yapılarak bitirilir.

****

""
Dursun’a inanacak olursak bu mektupların alıcısının keyfi yerindedir. Yine de bir manto yaptıramaz kendine. Acaba öykünün bu görünmez kişisinin bakış açısından nasıl gelişmektedir olaylar? Neticede belediye tebligâtını ilk gören o olmalıdır.

Burada Eren’in de dikkat çektiği gibi, kadından kolajın içerisine katılmış olsa olsa; bir erkek başı şeklinde (ben mi uyduruyorum yoksa bu şekli?) kesilmiş bir gazete haberi olduğu söylenebilir.

Eğer bu gazetedeki 40 denizcinin boğulma haberi bir erkek başı şeklinde kesilmiş ve artık evin içerisinde bir “çekmece” ye dönüşmüş, boğulup ölen kocanın zaten çok daha öncelerden yok olduğu, sırası geldiğinde açılıp kapanan bir çekmece olduğu sonucu çıkarılabilir mi?

Kadının mektuplarından bir örneğin konmaması, bir kadın yazar olarak Leyla Erbil’in seçiminin bir anlamı olduğunu düşünüyorum.

İki şey geliyor aklıma;

1-Saliha’nın mektuplarını okuyucunun yazması, mektuplara nasıl bir yanıt verdiği üzerine okuyucunun bu açık ucu doldurması,

2-Yanıt olarak kocaya gönderilen mektupların sözü edilmeye değmeyecek kuru, evin inşaatının aşamalarından, gelen giden paraların nerelere harcandığından, teknik, maddi, kuru sorunların ifadelerinden oluştuklarının düşünülmesinin istenmesi.

Şimdilik bu kadar.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Notlar konusunda fikrim şöyle:

Bu kısımların öyküye, aynen mektupta olduğu gibi, sonradan eklendiğini düşünüyorum. Dikkat edilirse mektupta sosyal-toplumsal temalara dair hiçbir girişim yokken notlarla bir anda öykünün yönü değişiyor. Bu yüzden notların kurguya sonradan dahil edildiğini sanıyorum. Hatta neredeyse bütün notların sonradan eklenmiş olabileceğini de düşünmek lazım. Keza diğer mektuplarda da aynı yaklaşım var. Belki ilk notların toplumsal, ikincilerin kişisel öğeleri zenginleştirmek amacı taşıdığı söylenebilir.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Barış Acar’ın Notlar’a getirdiği yorum ilginç. Sonradan eklenmiş oldukları, bu eklemelerle öykünün bireysel kapsamının bir anda sosyal-toplumsal bir yöne doğru da genişlemesine yol açtıkları düşünülmeye değer.

Burada öyküye sonradan eklenme durumunun neyi kapsadığını tam anlamış değilim. Öykü, mektuplarla ve resimle, yıkım tutanağıyla, çeşitli taşıma acentelerinin kartlarından oluşturuldu da, sonradan öykünün fazla “iki kişi arasındaki sorunlarla ilgili” olduğuna kanaat getirilip, notlar öyküyü denizcilerin, yaşamlarını denizde emeklerini satarak geçinenlerin sorunlarına daha fazla yer verecek şekilde notlar eklendi, mi denilmek isteniyor? Buradan da belki diğer kolaj parçalarının da zamanla eklendiğini çıkarabilir miyiz?

Bu yaklaşımla bakarsak, birinci mektuptaki ilk not sanki bir yük gemisinin fotoğrafını” işin içine karıştırmak için” yazılmış gibi duruyor.

""
“Sana geminin son fotoğrafını gönderiyorum.”

Notların öyküyü daha toplumsal boyutlara çektiği bir gerçek. Buradan, bu tür kolaj ve benzeri tekniklerle yazılmış(oluşturulmuş) eserlerin zaman içerisinde eklemeler-çıkarmalar yapılmaya uygun olabileceğini çıkarabilir miyiz?


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Kolaj yaklaşımının anlamı üzerine öyküye dair sözüm bittikten sonra satır başlarıyla durmaya çalışacağım.

Şimdilik, 2. mektupla devam.

İkinci mektup, Erbil'in ana temalarından olan "kadınlık" durumlarına çok daha keskin olarak dönüyor. Mehmet Sürücü'nün dikkat çektiği gibi, öyküde kadının sesi hiç duyulmazken, alttan alta hissediyoruz ki, aslında öykü tümüyle kadının (toplumsal kadın kimliğinin) yokluğunda bile nasıl bir baskıyla yüz yüze kaldığını gösteriyor. Zaten sesi olmayan kadın yokluğunda bile kabahat işlemeyi sürdürüyor, azarlanıyor, tehdit ediliyor, cezalandırılıyor.

İkinci mektupla birlikte kadının kendisinden korkulan, küfredilen, boğuşulan "deniz"le özdeşleştirildiğini düşünüyorum. Dursun'un mektuplarında "deniz" kişileştirilmesi kadar canlı başka bir öğe yok. Hatta nefret ilişkisi kurduğunu söylediği işverenlere bile öyle sıfatlar yakıştırmıyor. Yazarın "deniz"le kadın arasındaki analoji yoluyla Dursun'un asıl hedefi olarak "düşman kadın" imgesiyle mücadele ettiğini ortaya koyduğunu sanıyorum. Bahçesi uğruna patronuyla karşı karşıya gelmeyi göze alamayan erkek, karısıyla "göze göze, dişe diş" mücadele içindedir.

Biraz zorlayarak ("aşırı-yorum"un affına sığınarak) şunu da öne sürebilir miyiz ki: İkinci mektubun ilk notu bir elma hikâyesi anlatır. Gemi tayfasını -tümü erkek olan güruhu- çileden çıkaran elma kokusu ve sonunda elmanın kabuklarına razı olarak yatışmaları dişil bir imge olabilir mi?


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

3. Mektup:

Şimdiye dek üzerinde durmadığım bir imge 3. mektupta kendini iyiden iyiye duyuruyor: Duvar.

Mektuplardan öyle anlaşılıyor ki Dursun hayatı boyunca bir duvar örmeye uğraşmıştır. Kendi etrafına ördüğü bir duvardır bu. Kötüsü, onu bile tamamlamayı başaramamıştır. O duvarın içinde hapsettiği ise karısından başkası değildir.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Dursun'la Saliha'nın, sadece erkeğin ağzından görebildiğimiz evliliği üzerine oturtulan öyküde, Dursun'un ataerkil cinselliğinde, hovardalığını inkarında sorgulanmaya başlanan aşk ilişkileri ve dahasında cinsellik ,yazarın Mektup Aşkları romanında da devam edecektir. Yine de Çekmece yazarın özellikle ileride okuayacağımız, üzerine konuşacağımız romanlarına oranla cinselliği daha az düşündürdüğü öykülerinden. Bu konuda Hülya Dündar'ın Leyla Erbil'in Romanlarında Cinsellik Sorunsalı tezi ileride de yararlanacağımız bir kaynak olacaktır.

""
Erbil, kurgu dünyasında karakterler ve ilişkileri aracılığıyla cinselliğin doğal
ve insanî bir olgu olarak kavranmamasını, cinselliğe doğasında olmayan pek çok
işlev yüklenmesini temsil eder ve eleştirir. Romanlarda pek çok kadın ve erkek
karakterin cinselliği bir anlık doyum, aşk, güç, ya da öfke gibi duygularını gidermek
amacıyla kullandıkları dikkat çeker. Böylece Erbil, görev duygusundan, sıkıntıdan,
öfkeden ya da üzüntüden dolayı yaşanan cinsel ilişkinin, kadının ya da erkeğin
araçsallaşmasıyla sonuçlanıp yakınlaşmayı engelleyici bir alışverişe dönüştüğüne
işaret eder.

Not: Kaynak Bilkent Üniversitesi, Tezler bölümünden alınmış ve linkte belirtilmiştir.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

“Gemi” nin öyküde yaşamın metaforu olarak kullanıldığını düşünebilir miyiz?

_Uzak yol gemilerinde çalışanlar, aylarca süren seferlerde, daracık bir yerde, sadece birkaç kişiyle muhatap olarak, daha çok kendisi, kendi yanlızlığıyla kalarak yaşamaktadır.

_Gemilerin çizilmiş bir rotası vardır.

_Geminin idaresi, kumandası kaptanın elindedir.

_Gemide en üstten, aşağıya doğru çalışan bir haksızlık mekanizması vardır.

Tüm bunlar; uzun bir sefere benzetilen hayat, her ne kadar özgür olduğumuzu düşünsek de, birkaç kişinin yüzleriyle, benzer olaylarla akıp giden günlük yaşam, ne kadar kalabalık olsa da her daim aşılamayan yalnızlık, istesek de değiştiremediğimiz hayatın akışı, bizi etkileyen yaşamsal kararları hep başkalarının vermeleri, ömür boyu karşılaştığımız sömürü eve haksızlıklar, bir uzun yolda, seferde olan bir gemide olduğumuzla özdeş değil midir?


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Mehmet Sürücü dedi ki:
“Gemi” nin öyküde yaşamın metaforu olarak kullanıldığını düşünebilir miyiz?

İçinden gemi geçen metinlerde, yapıtlarda genellikle bu düşünülür; ancak bu öykü için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Dursun Kaymak bir madende de çalışabilirdi ya da göçmen işçi olabilirdi, öyküyü etkileyen bir öğe olmazdı bu. Keza yazarın hamlesi o yöne doğru değil.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Çekmece öyküsü, Leyla Erbil'in birçok öykü ve romanlarındaki ortak noktaları barındırması açısından başlamak için çok uygun bir seçim olmuş. Bu noktaları sırasız bir listeyle toparlamaya çalışayım:
- Yazarın kendi yaşamıyla örtüşen ayrıntılar
- Biçimle içeriğin bağlantılarını zorlayarak açan, okurla eser arasındaki mesafeyi özenle kurgulayan yenilikçi denemeler
- "Orta sınıf" mülkiyet ilişkilerinin evlilikle iç içe geçen yapısının eleştirisi
- İşçi sınıfı mücadelesinin başarısızlığında işçinin sistemle olan ilişkisinin payı

Tek tek bu meseleleri öykü üzerinden biraz açayım:
Mektupların yazarı Dursun, tıpkı Tuhaf Bir Kadın romanındaki Baba gibi, bir denizci. Yazarın babasının ve dört amcasının denizci olması, yapıtlarındaki bu seçimi açıklıyor.

""
Fatih'teki konakta, biri kız, hepsi kaptan ya da makinist olmak üzere denizci olan beşi erkek altı kardeş, onların eşleri ve çocukları, ünlü Fatih yangınında konakları kül olana kadar hep birlikte yaşarlar. Leyla Erbil, 12 Ocak 1931'de bu evde doğar. (Hülya Dündar, Leyla Erbil'in Yaşam Öyküsü, Leyla Erbil'de Etik ve Estetik, sayfa 12)

Hem babasının uzun süreler evden uzak olması, hem kendisinin ikinci evliliğinden sonra İzmir'e yerleşerek arkadaş çevresinden uzakta kalması, Leyla Erbil'in yazınında mektubun neden bu kadar sık kullanılan bir biçimsel unsur olduğuna dair ipucu veriyor bana kalırsa. Yazar, Çekmece öyküsünde kullandığı, sadece "alınan mektuplar"dan oluşan anlatım biçimini Mektup Aşkları'nda bir romana dönüştürecek kadar ilerletiyor. Ayrıca, Tezer Özlü ile mektuplaşmalarını da sonradan kitaba çeviriyor -ki onca aramama rağmen henüz bu kitabı da Hallaç'ı da bulamadım!

Öyküyle ilgili en can alıcı nokta da, içeriği aktaran mektupların biçimsel olanın içerikle ayrışamaz bağlantısına bu kadar uyumlu bir şekilde hizmet etmesi. Buraya yapılan vurgu, öykünün adının seçimiyle de kendini gösteriyor. Burada Kadın'ın yokluğundan ziyade, okuyucunun çekmecesinde hala kocasının mektuplarını, fotoğraflarını ve ölüm ilanını saklayan o kadın olarak kurgulanması söz konusu. Yani Kadın, öykünün dışında ama öyküyle birlikte VAR ediliyor. Okuyucunun durduğu yerin bu denli net verilmesi de, özdeşim kurduğumuz karakteri o kadar iyi belirliyor ki; mesela bizim forumdaki erkekler kadının öyküdeki yerini, adamın ona bakışını sorgulamaya anında girişiyor Smile

Bu bakımdan, seçilen yöntemin okuyucuyu da hikayeye dahil etmesi açısından oldukça başarılı olduğunu düşünüyorum.

Sınıf temelli diğer iki başlığa ayrı bir yorumda değinmek üzere şimdilik bu kadar.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Çağan dedi ki:
Ayrıca, Tezer Özlü ile mektuplaşmalarını da sonradan kitaba çeviriyor -ki onca aramama rağmen henüz bu kitabı da Hallaç'ı da bulamadım!

Tezer Özlü mektuplaşmaları e-kitap olarak bulunabiliyor: http://www.idefix.com/ekitap/tezer-ozluden-leyla-erbile-mektuplar-butun-eserleri-5-leyla-erbil-leyl-erbil-/tanim.asp?sid=RLM0G506E2TMP300LI9X

Hallaç'a ulaşmak -baskısı olmadığı için- ne yazık ki kolay olmuyor.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

- "Orta sınıf" mülkiyet ilişkilerinin evlilikle iç içe geçen yapısının eleştirisi demiştim.

Çekmece'de daha ilk mektupta Dursun ve Saliha'nın evliliğinde ortak büyük amacın, yıllarca uzak kalma pahasına bir ev almak olduğunu görüyoruz. (Evi olma - evli olma bağlantısı bilinçli olabilir mi?) Bu temel üzerinde duran evlilikte, mülkiyetle kurulan bağ iktidar ilişkilerini de belirliyor. Erkeğe düşen mülkiyeti sağlama görevi, ona ilişkideki iktidarı teslim ediyor. Görev paylaşımının olduğu bir şirket gibi işliyor evlilik. Patron erkek emeğin ve paranın sahibi olarak talimatları veriyor. Bu uğurda çektiği sıkıntılar karşılığında bir duble bira, belki "kadınlara para yedirme" hakkını doğal olarak kendine veriyor, sitemleri kabul etmeyerek "çok mu bana?" diyor. Ancak, tıpkı işçilere patronlarca çok görülen meyveler gibi, karısına bir mantoyu çok görüyor. Mektubu "Bağırta bağırta öpen kocan" diye imzalaması da, bu iktidar ilişkisinin cinselliğe etken-edilgen taraflar ayrışmasıyla yansıdığının göstergesi.

Kadının geleneksel evlilik içinde ekonomik açıdan katkısı olmadığında geldiği konumu iyice net çiziliyor ikinci mektupta. Karşılıklı bir alacak verecek hesabına dönüşüyor evlilik. Eğer kadın kocasına ilgi gösterme görevini aksatırsa, mektup yazmazsa mesela, evliliğin ve alınan evin dışında kalmakla, cezayla tehdit ediliyor. Sevgili karıcığım'dan Saliha'ya dönüşüyor ansızın. Bu durumu "Ne ekersen onu biçersin. Göze göz, dişe diş." uyarısı özetliyor. Patron-muktedir-koca Dursun, işçi-tebaa-karısı Saliha'ya da "adamı işinden atar da sürüm sürüm süründürür bu namussuzlar" korkusu yaşatıyor.

Bu ikili sistem, evliliğin sistemin mikro kopyası olması fikrini veriş biçimi çok hoşuma giden bir yönü öykünün.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Çağan'ın değerlendirmelerini okumak ve uzun bir aradan sonra foruma ses vermesi sevindirici.

""
Çekmece öyküsü, Leyla Erbil'in birçok öykü ve romanlarındaki ortak noktaları barındırması açısından başlamak için çok uygun bir seçim olmuş.

Leyla Erbil'i konuştukça, yazarın hassasiyetlerini öykü, roman ya da söyleşilerinde sık sık haykırdığını göreceğiz. Bunları evliliğin mülkiyet noktasında konumlandırılışı yanında farklı başlıklar da izleyecek. Tarihi yağmalayan milliyetçi tutum, kültürel ortaklıkları reddeden geçmişi yok sayan anlayış, soykırımlar, kadının Türkiye toplumundaki konumu, geleneğin anlaşılmazlığı...

Erbil okumalarının güzel yanı da bu. Katmanlı öykülerdeki katmanlı düşünüşler...

"Gecede"yi okuyanlar anımsayacaktır, "Tanrı" öyküsünde de Çağan'ın sıraladığı mülkiyet temelli evlilik ve bu evlilikte kadının yeri üzerine yine "mektup" ortaklı bir anlatım var. Bu sefer kadın kahraman Zarife Eyigıcıklar ve dört çocuğu mektubun bir yanındalar. Öykü, Almanya'ya giden eşi Şuayb'den haber alamayan kadının onun peşinden Almanya'ya gidişi ve akıl hastanesine kadar uzanan yaşamöyküsü içinde ayrıca Almanya'daki Türkiyelilerin kültürel şokları, kültürel kodlarını taşımaları ve din sorgusu üzerine yürüyor.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Cihan Başbuğ dedi ki:
Çağan'ın değerlendirmelerini okumak ve uzun bir aradan sonra foruma ses vermesi sevindirici.

Teşekkürler Cihan. Hep hoş bulmak da bir o kadar sevindirici.

Cihan Başbuğ dedi ki:
Leyla Erbil'i konuştukça, yazarın hassasiyetlerini öykü, roman ya da söyleşilerinde sık sık haykırdığını göreceğiz.

Bir yandan da, yanılmıyorsam Cüce'de “Yaralı doğar bütün insanlar, anlaşılmak, sevilmek, sevecenlik dilenir ömrünce.” demiş. Her romanında, öyküsünde ortak olan bir yan da, kahramanlara olan mesafe -hatta kahramanların kahraman olup olmadığı- değişse de, bu dilenişi anlatması.

Çekmece'ye ve sınıf mücadelesi eksenine dönersek, burada Dursun Kaymak'ın ev almak ülküsü uğruna vahşi denebilecek çalışma koşullarına direnmekten bile kaç(ın)masını izliyoruz bir yandan. Ufacık bir direnişle, can yakıcı bir şekilde meyvelerin kabuklarını elde ediyor gemi tayfası. Üstelik Dursun, biraz önlerine düşse haklarını almayı başarabileceklerini söylüyor. Ama hep şikayet etse de "hırsızlardan", yaşadıkları onuruna dokunsa da, boyun eğmeye, bahçe duvarları için boyun eğmeye devam ediyor. Dönemin sınıf mücadelesinin başarısızlığının arkasında, biraz da kendi ikbalini, mülk edinme isteğini gözeterek sisteme eklemlenen, korkak bireyin olduğunu okuyabiliyoruz Leyla Erbil'de.

Öykünün sonunda kendisini durdurduğu için karısına öfkelenmesi de, her açıdan sistemin bekasında kadının üstlendiği role ilişkin eleştirisini dillendiriyor yazarın. Örneğin Tuhaf Bir Kadın'daki annenin de "zar bekçisi" yakıştırmasıyla erkek egemen sistemin devamındaki sorumluluğu önemli bir bileşeniydi hikayenin.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Notlarım arasında var, buraya eklememişim. Mektuplardaki eril dilin ilk temsilcisi Dursun'un analitik çalışan kafası bence. Daha söze başlar başlamaz kendini sayılarla destekliyor:

""
“bir liman", bir duble bira”, “bir bara mı”, “bir kadına mı”, “elli kuruş”, “ikinci çarkçılığa”, “binde bir pırasa”, “evin iki tuğlasını”…


Re: Leylâ Erbil - Çekmece


e-kitaplara ısınamamak bir yana, benim evdeki bilgisayarımın okuyamadığı bir e-kitap yapmışlar. Yine de bir süre daha bulamazsam son çare olarak bir kenara not ediyorum. Teşekkürler Eren.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Barış Acar dedi ki:
Notlarım arasında var, buraya eklememişim. Mektuplardaki eril dilin ilk temsilcisi Dursun'un analitik çalışan kafası bence. Daha söze başlar başlamaz kendini sayılarla destekliyor:

""
“bir liman", bir duble bira”, “bir bara mı”, “bir kadına mı”, “elli kuruş”, “ikinci çarkçılığa”, “binde bir pırasa”, “evin iki tuğlasını”…

Çok hoş bir tespit Barış. Asla aklıma gelmezdi...


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Barış Acar dedi ki:
Öncelikle üslupsal bir sorun var. Daha doğrusu hep tartışma konusu edilen bir nokta. Bir edebi eserde dilsel tercihler, dilbilgisi ve imla kuralları yazarın kullandığı gibi mi olmalıdır; yoksa anlatıcının olanakları çerçevesinde mi gelişmelidir?

Öyküde gerçekten de bir yazarın varlığı çok hissediliyor. Kurgu çok gerçekken, elimize çekmeceden çıkan gerçek metinler, ilan, fotoğraflar iliştirilirken, kullanılan dil bunu bozuyor. Daha sonraki kitaplarında daha başarılı bulmuştum konuda yazarı.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Yazarken cümle içerisinde "bir" sözcüğünü çok sık kullanmanın buna benzer BİR anlamı olabilir mi?

"Eril dil"in başka göstergeleri var mı?


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Çekmece öyküsünün kolaj tekniğiyle yazıldığını söylemiştik. Erbil'in bu teknikle yazdığı başka öykülere de rastlıyoruz.

Acaba Barış Acar'dan bizi öyküde kolaj tekniğinin (genel olarak) kullanılması ile ilgili bir parça bilgilendirmesini isteyebilir miyiz?

Getirisi-götürüsü nedir, kullanılırken nelere dikkat edilmeli,bir yöntem olarak tercihi ne anlam taşır? buna benzer sorular.


Re: Leylâ Erbil - Çekmece

Mehmet Sürücü dedi ki:
Acaba Barış Acar'dan bizi öyküde kolaj tekniğinin (genel olarak) kullanılması ile ilgili bir parça bilgilendirmesini isteyebilir miyiz?

Bu öykü özelinde tekniğe ilişkin bir yazı üzerinde çalışıyorum. Bittiğinde mutlaka haberiniz olur. Smile