UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Le Corbusier

07 Kas 2011
Cihan Başbuğ

Piramitler, Babil Kuleleri, Semerkant’ın Kapıları, Pantenon, Gard Köprüsü, Konstantinopolis’teki Ayasofya, İstanbul’un camileri, Piza Kulesi, Brunelleschi ve Mikelanj’ın kubbeleri, Pont Royal ve Invalıdes: mimarlık bunlardır. Planlarının “kısır” cepleri, motifler, gömme ayaklar ve kurşun çatılar arasında kaybolmuş günümüz mimarları temel kütleleri kurgulamayı öğrenmediler: Bu onlara güzel sanatlar okulunda asla öğretilmedi. (Bir Mimarlığa Doğru)

Santral İstanbul’un bu ayki sergilerinden olan “Görsel Kayıt: Le Corbusier” benim gibi mimariden anlamayan ama en azından çevresine ya da İstanbul’a şöyle bir bakınca mimari ve planlamanın ne kadar önemli olduğunun farkına varanlar için kaçırılmaması gereken bir sergi. İstanbul’un da üstesinden gelinmiş olduğunu sezenler için İstanbul’un içinde, en azından böyle kısa aralıklarla da olsa yağma hissinden kaçabileceğiniz güzel bir sergi Görsel Kayıt:Le Corbusier.

İlk evini 17 yaşında inşa eden ve elli yıl gibi uzun bir zaman diliminde çeşitli önemli eserler veren Le Corbusier, mesleğini ya da yaşam öyküsünü şöyle tanımlıyor:

Araştırmalarım, duygularım gibi, yaşamdaki temel değere yönelmiştir şiirsellik. Şiirsellik insanın yüreğindedir ve doğanın zenginliğini inceleme yetisidir. Ben görsel bir insanım, elleri ve gözleriyle çalışan, plastik etkiler üretmeye çabalayarak hayat bulmaya çalışan bir insan. Gerçek mimarlığın gerçek resmin, kent ve kasaba için gerçek planlamanın temelinde yatan da budur. (Sergiden, kaynak belirtilmemiş…)

Corbusier, dünyanın farklı yerlerinde inşa ettiği klasik eserlerde dahi bambaşka renk uyumları denemiş. Bir şapelde görmeyi hiç beklemediğiniz renk karşıtlıkları birden karşınıza çıkıveriyor. Beyaz rengin sadeliği yanında , beyazla uyum içinde ama tahmin edemeyeceğimiz farklılıklar iç ve dış mekanları süslüyor. İç duvarların, betonarme uygulamalarındaki fazla bölünmüşlüğün bizlerde yarattığı “sıkkınlık, iç içelik” hissini yıkmak için çok renkliliği bir araç olarak kullanmış.

Zaman zaman gitmek zorunda kaldığımız devlet dairelerinde eski tek renklilik, solukluk yıkıldı gerçi ama Corbusier’de gördüğümüz renklere yöneliş için daha uzun bir zaman beklememiz gerekecek sanırım.

Sergiyi gezerken, yapılara bakışımız, onları “heybetli, alçak, geniş, ferah” gibi sıfatlarla tanımlamamızın kökenlerini düşündüm. Mimari değerlendirmeleri, baktığımız, alılmadığımız bina ya da yapıtları olduğumuz yerden ve bir noktadan ya da tek açıdan görmeye alışık olmamız onların çok boyutluluktan uzak olduklarından mı yoksa bizim onları yetersiz algılamamızdan mı bilemiyorum ama Corbusier’in tanımı bize yardım eder sanırım:

Tanımı gereği insan tanrı değildir. Ve içimdeki şair şunu söyler: İnsan evrenle iletişim kurabilmek için yerden 1.60 m yükseklikteki gözlerini kullanır. Gözleri ileri doğru bakar(şüphesiz). Sağa ya da sola bakabilmek için kafasını çevirmesi gerekir. Öyleyse insanın yaşamı sürekli bir görüntüler silsilesinden, dizisinden, birikiminden meydana gelir.

Yığınların arasında renkliliğini kaybeden ya da tamamen absürd renklerle beynimizi yoran yığınlar içinde durup nefes almamızı sağlayan sergi 27 Kasım’a kadar görülebilir.

Kategori:

Re: Le Corbusier

""
Şiirsellik insanın yüreğindedir ve doğanın zenginliğini inceleme yetisidir.

Cihan Başbuğ'un izlenimleri ve değindikleri çok düşündürücü ve hoş. Günümüzde artık yapı, çoğunlukla işlevinin ötesine geçemiyor; olabildiğince tekdüze, olabildiğince yığma ve çok insan alabilmenin düzenlemeleri.

Yapılar doğal nesneleri kullanıp yükselen, doğal olanın ötesinde oluşumlar. Her yapı, yapım mutlaka istese de istemese de bir yanıyla estetiğin alanına giriyor... daha uzun soluklu düşünmek gerek sanırım bu konuda.

Teşekkürler Cihan.


Re: Le Corbusier

Aynı zamanda iyi bir gezgin olan Corbusier, mümkün olduğu kadar basitliği, doğallığı mimarinin en anlamlı süs kabul etmiş. Türkiye'ye de defalarca gelmiş. Yine ondan farklı bir alıntı:

""
Toprağın yayılımı ve seviyeleriyle, su ve bitki tabakalarıyla, kaya oluşumları ve gökyüzüyle biçimlenen, çayırlarla ya da yeşil öbeklerle kaplı farklı persfektiflere açılan ve ufukla sınırlanan arazi gözlerimizin duyularımıza, aklımıza ve kalbimize sunduğu gıdadır. Arazi mimari kompozisyonun temelidir. Bunu 1911'de arkamda sırt çantası ile Prag'dan Anadolu'ya kadar gittiğim uzun bir yolculuk sırasında öğrendim. Doğal arazisine yerleşen mimarlığı keşfettim. (Mimarlık Öğrencileri İle Söyleşi)


Re: Le Corbusier

Alıntı:
Zaman zaman gitmek zorunda kaldığımız devlet dairelerinde eski tek renklilik, solukluk yıkıldı gerçi ama Corbusier’de gördüğümüz renklere yöneliş için daha uzun bir zaman beklememiz gerekecek sanırım.

Güzel bir tespit benimde hep kafama takılmıştır; okulları bile kışla mantığı ile inşa eden bir ülkede mimari yoksunluk dehşet verici.