UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Küçük Kız

05 Eyl 2010
oktay

Tik-tak, tik-tak, tik-tak, tik-takırtılartılarımı duyan var mı!? TİK-TAK-TİK-TAK-TİK-TAKILMIŞ ya merakının oltasına, telaşla bir şeyler arıyordu odasında küçük kız. Kocaman kocaman ışıldayan siyah gözlerinde yenilgi nedir bilmez savaşçıların mağrur bakışlarını yakalamak mümkündü. Güneş hala tüm parlaklığıyla odayı sararken, o da didik didik ediyordu her santimi odadaki, yem bulabilmek için kendini paralayan minik kuşlara benzettim onu bir an.Kesik kesik hareket ediyor, kafasını sağa sola bir makinenin kayıtsızlığıyla çevirip duraklıyor, sonra bir başka ani hareketle belirlediği yeni yere yöneliyordu. Başının arkasından ikiye ayırıp ördüğü kömür karası saçlarıyla, yüzündeki sabırsız fakat umutlu ifadeyi fark etmesem, bir çırpıda uçup gidebileceği düşüncesini kafamdan atamazdım herhalde.

Acaba ne kadar zamandır böyle didiniyordur merak ediyorum. Bir büyüğü gelse de yardım etse şuna, belki de aradığı şey burada değil? Kömürün elmasa dönüşmesi için başında nöbet tutmaktan kime ne fayda gelir ki... Pes edeceğe de benzemiyor ufaklık, öyle görünüyor ki kim gelirse gelsin bu uğraştan alıkoyamaz küçüğü . Kafasına koymuş bir kere.... Bu yaşta bu kadar özgüven nereden geliyor acaba? Kim bilir belki bu büyüklükte bir özgüven, ancak bu kadar küçükken yüreğimizde yaşayabiliyordur. Galiba; biz büyüdükçe yüreğimiz küçülüyor yada başka başka şeylerle doluyor içi , bir çok şeye yer kalmıyor artık onda.

Bu arada, bizim ufaklık biraz halsiz düşmüş olacak ki, halının üzerine bırakıverdi kendini.Gözlerindeki mağrurluğa biraz da yorgunluk eklemiş ama hala soyluluğundan bir şey kaybetmemiş bakışları.Bir yandan dinlenip bir yandan da sağ tarafındaki devasa kitaplığı süzerken , aklına hemen çaprazındaki yatakta uyuyakalmış dedesi gelmiş olacak ki küçük kızın, gözlerini bu sefer de yaşlı adama dikti. Dedesine duyduğu hayranlığın büyüklüğünü tahmin etmek o kadar da zor değildi . Sık sık hayale dalardı kız, biri sorsa ne düşünüyorsun diye “hiç” diye cevap verir, dedesi hediye ettiğinde takıp birdaha çıkarmadığı kol saatine bakıp gülümserdi.Uyku tutmadığında koyun saymak yerine odanın neredeyse dört duvarını işkal eden kitaplıktaki kitapları dedesinin teker teker okuduğunu hayal ederdi. Onun sayfaları birer birer çevirişini, gözlüğünü düzeltişini aklında canlandırmaya çalışırken uykuya dalar giderdi. Pek çok kişi bu adamı oldukça soğuk bulmasına rağmen, kız dedesinde ayakları yere basan bir dinginlik görüyordu sanırım, yaşlı adama karşı içinde kimse için beslemediği türde bir sevgi büyütmüştü.

Kız, kara gözleriyle dedesinin adeta ruhunu delip geçerken, adam uyanıverdi. Ufaklığı görür görmez; memnuniyetini, dudaklarında sezilen her zamanki belli belirsiz gülümsemesiyle ortaya koydu.Kızdan da aynı içtenliği gördü, o anda aynada dudaklarını izliyormuş hissine kapıldı.O kadar aynıydı ki bu tebessümler…

Uzun süre böyle durduktan sonra yaşlı adam, kıza sordu “ Nasıl gidiyor? Hala bulamadın mı? ”Kız başını sağa-sola salladı artarda, cılız bir sesle hayır dedi.Yaşlı adam bu cevabı zaten bildiğini belli etmemeye çalışarak gülümsedi yeniden.

Küçük, kendini o kadar kaptırmıştı ki arama işine ve bir o kadar da yorulmuştu, dinlenirken güneşin battığını, hatta havanın adamakıllı karardığını bile fark edememişti. Usulca ayağa kalktı ve kitaplıktan birkaç kalın kitap aldı. Dedesi, kızın ne yapmaya çalıştığını sezmek için başını kaldırmaya çabaladı – bir süredir yatalaktı ama zorlarsa hala bazı işlerini görebiliyordu kendi kendine – ve kitapları fark etti.Önce kızın kitapları bu zifiri karanlıkta neden aldığına bir anlam veremedi, sonra “Tabiî ki okumak için değil..” diye mırıldandı.

O sırada kız kitapları kapı girişine bitişik olan duvarın dibine üst üste dizmeye başlamıştı bile.Boyu hala lambanın düğmesine yetişemeyecek kadar kısaydı.Kitapların dizimini çabucak bitirdikten sonra, yarattığı küçük tepeciğin üzerine çıktı ve düğmeye bastı. O anda, ışıktan kamaşan iki çift göz için çırpındı göz kapakları, belli bir amaca yönelik ama yine de bilinçsizceydi her çırpınış gibi.

Kamaşan gözlerinin de etkisiyle, küçük kızın ayağı kitap yığınının üzerinden inerken kaydı ve zaten oldukça yıpranmış olan en üstteki kitabın kapakla birlikte bir tutam sayfası da yırtıldı. Şimdi ufaklığın gözündeki o mağrurluk yerle bir olmuş, yerine en adi suçluların içine tıkıldığı gecekondu bir hücre inşa edilmişti ama dedesinin dudaklarındaki gülümsenin temeli o kadar derinlerdeydi ki binlerce yıldır yerinde duran bir tapınak gibi sarsılmaz görünüyordu. Bu sarsılmaz yapıdan “ilk kez gören bir turist” gibi etkilenen çocuk, gözlerindeki suçluluğu masumiyete çevirdi ve bir saniyede gecekondu hücresini darmadağın etti.Sonra, yırtılan kağıt parçalarının ardındaki yazıya kaydı gözleri istem dışı ve başlığı okudu :
“Ayrıntının evi : alacakaranlık “

O anda ışığı yeniden kapattı ve gülümseyerek mum ışığının gelmekte olduğu yaTAK-TİK-TAK-TİK-TAK-TİK...

Kategori:

Re: Küçük Kız

Öykü etkileyici bir dile ve kurguya sahip. Lakin zaman bulup üzerinde detaylıca çalışmalı.

Ellerinize sağlık.


Re: Küçük Kız

""
Kömürün elmasa dönüşmesi için başında nöbet tutmaktan kime ne fayda gelir ki...

Bu ifadeyi çok beğendim.


Re: Küçük Kız

"yorumlar" için teşekkür ederim..


Re: Küçük Kız

"Şimdi ufaklığın gözündeki o mağrurluk yerle bir olmuş, yerine en adi suçluların içine tıkıldığı gecekondu bir hücre inşa edilmişti ama dedesinin dudaklarındaki gülümsenin temeli o kadar derinlerdeydi ki binlerce yıldır yerinde duran bir tapınak gibi sarsılmaz görünüyordu."

Bu ifade de çok yaratıcı ve güzel olmuş... Harika..


Re: Küçük Kız

Elinize sağlık. Öyküde anlatıcıyla ilgili bir sıkıntı olduğunu düşünüyorum. Öyküyü anlatanın duvardaki saat olduğu anlaşılıyor. Küçük kızın oda içindeki eylemine duvardaki saatin gözünden tanık oluyoruz. Öykünün özellikle başında anlatım kızın yalnızca eylemlerine (ve anlatıcının) o eylemlerden çıkardığı sonuçlara dayanırken, yer yer bunun aksadığını, bu bakış açısından bilinemeyecek şeylerin de aktarıldığına tanık oluyoruz.

"Bu arada, bizim ufaklık biraz halsiz düşmüş olacak ki, halının üzerine bırakıverdi kendini." diye başlayan paragrafta bir anda tanrı anlatıcı devreye girip kızın hayal dünyası hakkında bilgiler veriyor, kızın dedesine düşkünlüğü anlatılıyor. Bunun da öykünün başında benimsenen (ve çok beğendiğim) eyleme dönük anlatı biçemini oldukça yaraladığı kanaatindeyim. Bu kayma öykünün sonlarına doğru başka noktalarda da tekrarlanıyor. Öyküde anlatıcının sesinden başka bir de yazarın sesini duyar gibi oluyorum.

Şu cümleyi okuduğumda da aynı şeyi düşündüm: "Kim bilir belki bu büyüklükte bir özgüven, ancak bu kadar küçükken yüreğimizde yaşayabiliyordur." Yazar, anlatıcısına güvenmediğinden araya girip bir şeyler söylüyor bize. Bu cümlenin bir başka sorunu daha var, anlatıcıyı saat/zaman olmaktan çıkarıp bir insan kılığına sokuyor ("ancak bu kadar küçükken yüreğimizde yaşayabiliyordur").

Bunların dışında saat/zaman tarafından anlatılan bir öyküde küçük kızın gururu ile bilge dedenin hoşgörüsü arasında kurulan karşıtlığın alacakaranlık bir odadaki "macera"larının ilgi çekici olduğunu düşünüyorum. Ama anlatımla ilgili yukarıda saydığım noktaların okurla öykü arasına girdiği düşüncesindeyim.

Tekrar elinize sağlık.


Re: Küçük Kız

Öncelikle oldukça işlevsel bir “geribildirim” sağladığınız için teşekkür etmek istiyorum. Anlatıcıya dikkat çekmeniz çok iyi olmuş. Evet, “anlatıcı saattir.” Ancak bir duvar saati değil, kızın kol saati..

Bunu söylüyorum çünkü bu “eleştirinize” konu olan durum ile yakından ilişkili. iletiyi maddeleyerek sürdürmek istiyorum izninizle.böylesi benim için daha kolay olacak :

1-Öykü tik-taklar ile başlamakta, tik-taklar konuşmaya dönüşmektedir. Anlamsız tiktaklar, bir şeyler ifade edebilen söze dönüştüğünde “saat” bu durumdan emin olamadığı için “takırtılarımı duyan var mı?” diye sorma ihtiyacı hisseder. son kertede dil dısallaşma ihtiyacından yalıtılarak düşünülemez...

2- dil yetisini kazanan “saat” –ki “saat” heidegger’e bir göndermedir. Bu konuya daha sonra değineceğim- başlar bir hikaye “dillendirmeye” <<<(acaba kimi/neyi hatırlatıyor bu?"kendimi" mi? "haşa, sümme haşa!") Ancak hikayeyi duyan, anlayan var mıdır yok mudur kestiremez. “Takırtılarımı duyan var mı?” sorusu yanıtsız kalmıştır. ancak saat yine de anlatmaya devam eder: “Dile yakalndık bir kere..” der gibi..

3- heidegger “varlık ve zamanda” fundamental ontolojinin olanaklı kılınabilmesi için, geleneksel zaman anlayışının eleştiriye tutulması gerektiğinden bahseder. O “geleneksel zaman anlayışının” varlık sorusunun unutulmasında son derece önemli bir rol oynadığını, zamanın geleneksel anlayışta "bulunana" sağlamış olduğu zeminden dolayı sorunlaştırılması gereken bir kavram olduğunu düşünür. geleneksel anlayışta zaman şimdiliğin üstünlüğünde "şimdi burada bulunma" bağlamına alınarak bulunuşu yedeklemektedir. bu anlayış soyutlandığında zaman, "zaman üstü olan" tanrı/öz gibi kökenlendirici dayanaklar esasında geleneksel zaman anlayışındaki simdinin aşkınlarştırılıp genleştirilerek ezeli ve ebedi kılınması anlamına gelir. yani esas olarak bu anlayış zamanı mekanlaştırmak suretiyle bulunuşa referans kılmaktadır.
heidegger zamansallığın ölçme, hesaplama gibi kavramlarını esasen şimdiden dayanak alan mekansal belirlenimler olarak tespit etmektedir.zaman mekanlaştırılarak metafiziğin emrine amade kılınmıştır.

4- saat konuşmaya başladığında tiktaklarını –mekanikliğini ve bulunuşa yaptığı göndermeyi- kaybeder. Ancak konuşmaya başlayan saate, dil özne/nesne yarılmasını dayatacaktır. Bu da yeniden metafiziğe yönelme anlamına gelir.

5- daha önce değindiğim gibi saat insanlardan farklı olarak karşısında kendisine cevap veren birilerini bulamaz. bu durumun en ilginç etkisi öykü için oldukça önemli olan şu cümle diye düşünüyorum :

""
Sık sık hayale dalardı kız, biri sorsa ne düşünüyorsun diye “hiç” diye cevap verir, dedesi hediye ettiğinde takıp birdaha çıkarmadığı kol saatine bakıp gülümserdi

Görüldüğü gibi burada özne öyle bir bölünür ki, artık kendisine dışarıdan bakmaya başlamıştır. Sadece gramerin biçimselliğinden kaynaklanan bir yarılma değildir sözkonusu olan. Yani misal “ben yapıyorum” diyenin kendini gramerde dışa almasından öte bir durum vardır. “Kol saati” kendisinden “ben” şeklinde bile bahsetmemektedir. Kol saati “bedenden ayrılan ruh gibi kendisini izlemektedir.” Saat tiktaklarken tamamen bilinmez bir metafizik öz iken, tiktakların dillenmesi ile eskisinden daha da saçma bir hal alır. saat daseini alaya mı almaktadır? Belki de... belki de insanların objeleri kendilerine nesne kılmalarından bunalmış bir saat vardır burada, insanları kendisine obje kılmaya karar veren... ayrıntının evi alacakaranlıktır: orada herşey herşey, herşey herkes, herkes herkes olabilir... “apaçıklık” alacakaranlıkta “keşfedilen” silüetlerin ”öz olarak” yanlış anlaşılmasıdır. Tıpkı tanrılaşan saatin yanlış anlaşılma olması, tıpkı tanrılaşan insanın yanlış anlaşılma olması gibi... peki saat kendini mi yanlış anlamaktadır, yoksa okuyucu saati mi yanlış anlamıştır? Kız saate bakıp gülümsediğinde “bulunuş huzurundan” (“bulunuş huzura gelir” ve “bulunuş huzur verir”) mı, yoksa saat “dedesiyle-birlikte-olmaklığını” hatırlattığı için – belki de tiktaklar dedesi hatırlatıyordur, “bulunuş olarak dedeyi” hatırlatmak yerine?- mi gülümsemektedir? Bırakalım alacakaranlık işini yapmaya devam etsin...

6- tiktaklarla başlayıp dillenen saat tiktaklarla bitirmek yerine taktiklerle bitirir. yukarıda anlaşıldığı üzere burada ters dönen sadece tiktaklar değildir. öykü bir strateji, bir taktiksel denemeden ibarettir..peki bu taktiği uygulayan kimdir? İşte onu kimse? bilemez, taktir edilmelidir ki burada taktik tak-tik tak-tik....


Re: Küçük Kız

Küçük kızla dedesi arasındaki sevginin anlatılışını, onların gözleriyle anlaşmalarını, aralarındaki iletişimi sevdim ben.

Eren'in anlatıcıyla ilgili yorumlarına ben de katılıyorum. Anlatıcı, odadaki nesnelere, küçük kızın hayallerine varıncaya kadar her şeyi bilirken birden "Acaba ne kadar zamandır böyle didiniyordur, merak ediyorum." diye soruyor. "Özgüven neden geliyor acaba" diye soruyor. "Belki de aradığı şey burada değil." diyor.

"Gözlerindeki suçluluğu masumiyete çevirdi."
Bu cümle küçük kızın yüzünü tasavvur etmeme yardımcı olmuyor. Bir çocuğun yüzü bu duygu değişimini nasıl yansıtır anlatılsa ne güzel olurdu.
"Bir süredir yatalaktı ama zorlarsa hâlâ bazı işlerini görebiliyordu." denmiş. Yatalak, yatağa mahkum, hiç hareket edemeyen anlamına gelmez mi?
"iki çift göz için çırpındı göz kapakları" denmiş. Küçük kızın dört gözü varmış gibi bir ifade var bu cümlede.
'işgal' sözcüğü 'işkal' biçiminde yazılmış.

Yazarın eline sağlık...


Re: Küçük Kız

elif cinar dedi ki:

"Bir süredir yatalaktı ama zorlarsa hâlâ bazı işlerini görebiliyordu." denmiş. Yatalak, yatağa mahkum, hiç hareket edemeyen anlamına gelmez mi?
"iki çift göz için çırpındı göz kapakları" denmiş. Küçük kızın dört gözü varmış gibi bir ifade var bu cümlede.
'işgal' sözcüğü 'işkal' biçiminde yazılmış.

Yazarın eline sağlık...

bu öykü için anlatıcı konusu üzerinde artık daha fazla durmamın gereksizliğinden bu hususu esgeçerek birşeyler yazmak istiyorum:

yatalaklık yatağa bağımlı olma durumudur, dikkat edilirse "yaşlı adam" konuşabilmekte ve vucudunun kısmen hareket ettirebilmektedir -ama hala yatağa bağımlıdır. "felçli" bir insan için yutkunabilmek, yemeğini yiyebilmek, istediği yöne bakabiliyor olmak dahi "bazı işlerini görebilmek" anlamına gelir.

odada olduğundan emin olduğumuz iki kişi vardır: küçük kız ve yaşlı adam. anlatıcı olan "kol saatinin" gözleri yoktur -zaten "tanrının" yada "tanrılaşanın" görmek için gözlere ihtiyaç duymamasına rağmen bazen görmekten aciz hale gelmesi ise ironiktir yada değildir; normal olanı budur? "sağır duymaz uydurur" misali - dolayısıyla ışık yoğunluğundaki ani değişim "iki çift gözün çırpınışına" yol açmaktadır.

"işgal" sözcüğünün yanlış yazıldığına işaret ettiğiniz için teşekkür ederim. nasıl düzelteceğimi yada buna yetkimin olup olmadığını bilmiyorum. editorlerden benim adıma düzeltmelerini rica ediyorum..


Re: Küçük Kız

Küçük Kız, okunurken azami dikkat isteyen bir öykü. Öyküyü zevkle ve dikkatle okumamın nedenleri; anlatımın canlılığı, dedesiyle aralarındaki basit ama etkili ayrıntılarla tanımlanan duygusal yakınlığın oluşturduğu atmosfer gibi başarılı ve etkileyici yanlarıydı. Anlatımdaki kullanılan kelime dizilimine alışabilmek için birkaç kez başlayıp, öykünün yarılarına geldikten sonra tekrar baştan okumak zorunda kaldım. Okuma yöntemimdeki bir kendime özgülükten olduğunu biliyorum. Daha önce de defalarca yaşadım bunu. Hala başlayıp elli sayfa ötesine geçemediğim romanlar var. (Ulysses gibi) Öncelikle Oktay’a bu güzel öykü için teşekkürlerimi sunuyorum.

Aşağıda öyküyü okurken takıldığım, yeniden düşünülmesinde yarar olabileceğini sandığım bazı yerleri belirttim.

""
“Uzun süre böyle durduktan sonra yaşlı adam, kıza sordu “ Nasıl gidiyor? Hala bulamadın mı? ”Kız başını sağa-sola salladı artarda, cılız bir sesle hayır dedi.”

Bu bölümde dikkatimi çeken iki şey oldu;

""
"Kız başını sağa-sola salladı artarda"

Cümlesinde; “artarda” kelimesi “art arda” şeklinde olması gerekmiyor mu?

""
“Kız başını sağa-sola salladı artarda, cılız bir sesle hayır dedi.”

Cümlesindeki “hayır” bir yanıt. Yaşlı adamın “Nasıl gidiyor?” la başlayan sorusu tırnak içerisine alınmışken “hayır” tırnak içerisine alınmamış.

Bu tür şeylere bilerek dikkat edilmediğini düşünmem mi gerekiyor acaba? Yani bir anlatım biçimi denemesi olarak mı anlamalıyım bunu bilemiyorum.

""
“Dedesi, kızın ne yapmaya çalıştığını sezmek için başını kaldırmaya çabaladı…”

Cümlesinde bir anlatım eksikliği var sanıyorum. Nedenine gelince; bir şey sezmek için bir yere bakmak pek anlamlı değil bana göre. Ama ne yaptığını anlamaya çalışmak için, insan bir yere bakabilir…

""
“…kapı girişine bitişik olan duvarın…”

Bölümünün de bence biraz daha düşünülmesi gerekir.
Kapı girişine bitişik olmak zorunda zaten duvar. Kapının sağındaki-solundaki duvar, gibi tanımlamalar acaba daha yerinde olmayacak mı?

Oktay’ın anlatımına sağlık. Yeni anlatılarını sabırsızlıkla beklediğimi belirtmek isterim.


Re: Küçük Kız

“Alacakaranlıkta gören gözlerinize” sağlık Mehmet..
“art arda” genel kabul gören, “doğru” kullanım bildiğiniz gibi. Ancak “art arda” sözcüğünün yaptığı çağrışım “artarda” şeklindeki bir yazım için öyle bir ayartıyor insanı...Sanırım bu ayartının güçlü çağrısı tırnağın hayıra koyduğu mesafeyi kat edivermiş, “artarda” sıralanıvermiş sözceler.

Öte yandan yazıda “tırnak işaretleri” benim için “hayati öneme” sahip imlerdir. Noktadan, virgülden çok kullanırım onları; muhtelif sebeplerden ötürü.. koyulmaya çalışılan noktayı söküp atabiliyor tırnaklar yazıdan zaman zaman..tırnaklarımın sökülmesine onun için razı olamam ya.. bir de tırnaklarımız sökülseydi, nasıl "kavrardık" ki..

Dedenin sezinlemesi “alacakaranlık” ile ilişkilidir. Odadaki ışığın yoğunluk derecesinin dayattığı bir sözcük “sezinleme” burada. Dede alacakaranlıkta, bakışını sezinlemek için kullanır. Dikkatimizi bakıştan alıp “b-akışa” çevirir “sezinleme”..bu bağlamda sadece öyküdeki fiziksel atmosferle ilgili bir ifade değildir “dedenin sezinlemesi”, “öykünün yapısal niteliklerine”- belki de yapısız dememiz gerekir?- gönderme yapar.

“Kapı girişine bitişik duvar” bir ikililiği gündeme getirir yine.yani “karar verilemezlik olarak ikilik”.. “Alacakaranlığın apaçıklığa direnmesinde” ortaya çıkar bu yine. Kapı girişine bitişik duvar “alacakaranlığın duvarı iken” ; ışık yatağın tarafından- felçlinin, durağanın tarafından- aydınlatır. Aydınlık ve durağanlık ilişkisi, küçük kızın arayışı ile ikircikli bir ilişki halindedir. Burada çapraşık olan nokta, felçli dedenin –tekrar hatırlatayım, ışık o taraftan gelmektedir- gülümsemesi ile alacakaranlığın tarafında olmasıdır. “Yırtılan kitap” bütünlüğünü ve apaçıklığa yapıtığı göndermeyi kaybetmiştir. Bu bağlamda küçük kızın suçluluk duygusu, apaçıklığı "sahiden" arıyor olmasından kaynaklanır. Apaçıklığa inanan küçük kız, kitabı yırttığında inancına paralel olarak “suçluluk” hisseder. Suçluluğu masumiyete çeviren ise dededir. Peki nasıl oluyor da “felçli” olmasına karşın yaşlı adam “alacakarnlığın olumlamasını” gerçekleştirebiliyor? tüm kitapları "tüketmiş olması" mı ona bu olanağı sağlıyor? ve böylece yazılabilecek olan tüm kitapları da "tüketmiş" mi oluyor? peki, alacakaranlığı olumlayan , "tüketmeden ne anlar?"

Sanırım ben rica üzerine aldığım kararı uygulamada sıkıntı çekiyorum,” dilimi tutamayıp” başlıyorum yazmaya...bir insan "diline" nasıl sınır çekebilir ki, wittgenstein (,) dahi tractatusta çektiği sınıra katlanamamış..


Re: Küçük Kız

Öykünün yazarına bir rica:
Yazılan her yorumun ardından bir açıklama yapmak yerine bir süre bizleri öyküyle baş başa bırakırsa, bizlerin öyküden kimi çıkarımlarda bulunmamaza zaman verirse çok sevineceğim. Zira, yazarın ne dediği değil, metnin ne dediğidir aslolan.

""
ışık yoğunluğundaki ani değişim "iki çift gözün çırpınışına" yol açmaktadır.

Burada yatan düşünce her ne olursa olsun, ben yanlış anlamadımsa, yani bir kişiden söz ediliyorsa "bir çift göz" denmeli. Ya da ışık yoğunluğundaki ani değişim bir insanda bulunan iki gözü nasıl dört göze çeviriyor betimleme yoluyla bunu anlamamız sağlanmalı diye düşündüm.


Re: Küçük Kız

"yazarın" yazdıklarını "sahih açıklamalar" olarak tasavvur etmekte neden ısrar ederiz? yazarın kendi hakimiyetini "alaya alması" neden olasılık dışındadır? diğer yazarların hakimiyetlerini kaybetme korkularından mı kaynaklanır bu? yada her "alay" askeri mi olmak zorundadır? "yazarın" alaya alması ancak isim değiştirmesi ile mi meşru hale gelir?

oktay dedi ki:
“Yazarın ölümü” üzerine :

Gösterilenin, gösterenlerin kendi aralarındaki oyununa dönüşmesi ile yazarın metin üzerindeki hakimiyeti de bir soruşturmanın konusu haline gelir. “Tanrı anlatıcı” konusunda yazdıklarım da bu bağlamda değerlendirilebilir. “Yazarın ölümü” yazarın yazdığının nedeni olmaktan çıkarılması anlamına gelir. Bunu bir ölçüde psikanaliz ile de ilişkilendirebiliriz. Bilindiği gibi, psikanaliz öznenin edimleri üzerindeki mutlak hakimiyetinin bir ölçüde elinden alınması olarak okunabilir. Bilinçten bilinçdışına havale edilen “belirleyicilik alanı”, “yazarın ölümü “ bağlamında yazarın eseri üzerindeki önselliğinin eleştiriye açılmasıdır.

Peki "yazarın" ölümünde "okurun" paçayı yırtmasından söz edilebilir mi? "merkezi yazardan okura kaydırmak" bana öyle geliyor ki "kültür endüstrisinin" sahte bireysellik pompalamada oldukça işlevsel olan bir başka ucuzca oyunundan ibaret...


bizler vurguyu metne kaydırdığımızı söylediğimizde ve metnin "bir şey" anlatıyor olduğunu söylediğimizde vurguyu nereye yapmış oluruz? metin sahiden "bir şey" mi anlatmaktadır?


Re: Küçük Kız

Metne dönecek olursak, bu saat neden konuşma, yazma, anlatma... ihtiyacı duyuyor, bu saat neden anlatıyor bunları, ya da bunları neden bir saat anlatıyor?
(Soruyu yazara sormuyorum, o zaten biliyor olmalı bunun yanıtını, okurlara bu soru)

,


Re: Küçük Kız

""
Başının arkasından ikiye ayırıp ördüğü kömür karası saçlarıyla, yüzündeki sabırsız fakat umutlu ifadeyi fark etmesem, bir çırpıda uçup gidebileceği düşüncesini kafamdan atamazdım herhalde.

"Saat neden konuşuyor?" sorusu konusunda şunu söyleyebilirim: Yukarıdaki satırlardan ötürü bana bir aşk hikâyesi gibi de okunabilirmiş gibi geliyor öykü.

"Konuşan neden saat?" sorusuna ise dedeyle kız arasındaki zaman farkı, belki bir "an" meselesi, diyesim geliyor.

Tabii kii, çok özgür/ aşırı yorumlarla.


Re: Küçük Kız

Küçük kızın yaşı kaç acaba?
Yürüdüğüne, konuştuğuna göre bir yaşından büyük olmalı diye düşünüyorum.


Re: Küçük Kız

Metni okuduktan sonra metin ile ilgili bir şeyler yazmak niyetiydim. Lakin yorumları okuduktan sonra bundan vazgeçtim. Yazara karşı önyargım oluştu. Objektif yaklaşamayıp yazara ve metne haksızlık etmekten imtina edişimdi bu vazgeçişime neden. Açıkcası yazarın neden bu metni buraya koyduğunu anlamlandıramadım. Hatta neden burada olduğunu da. Neredeyse "Her şeye bu kadar hakim ve bu kadar iyi bilen" (tırnaklarımız olmasa bir şeyi kavrayamazdık lafını çok begendiğimi de belirtmeliyim:)) bir yazarın adını ve sanını nasıl olur da şimdiye kadar duyamadığımdan dolayı kendimi suçlama noktasına kadar geldim. Kuvvetle muhtemel benim kapasitemle ilgilidir. Yoksa yazar "yorumlara cevaben yazdıklarında çok şey söyleyip pek de bir şey söylememiş olamaz ya" ancak yorumları biraz manipüle edip literatur üzerine değil de uzmanlık alanı üzerine çekiyor gibi geldi bana.


Re: Küçük Kız

Erhan Çolak dedi ki:
Açıkcası yazarın neden bu metni buraya koyduğunu anlamlandıramadım.

Burada hem öyküye hem de öykü üzerine yorum yapanlara haksızlık edildiğini düşünüyorum. Ben bu öykünün -bazı problemleri olmakla birlikte- üzerine konuşulmayı hak ettiği kanaatindeyim. Kullacıların yapacağı eleştirilerin öykünün gelişmesinde katkıda bulunacağını düşünüyorum.
Erhan Çolak dedi ki:
Hatta neden burada olduğunu da.

Bu cümleyle başlayan bölümde öykü hakkında hiçbir yorumda bulunmuyor, doğrudan yazarını (ve onun yaklaşımını) hedef alıyorsunuz. Yazarı, tutumundan dolayı elbette eleştirebilirsiniz, fakat bir öykünün altına, yalnızca yazarını hedef alan böyle bir yorum yaptığınızda öykü bir kenara bırakılıp sorun kişisel bir boyuta çekilmiş olmuyor mu? Sonuçta tartışma yine literatür üzerine yapılmış bir tartışma olmuyor.


Re: Küçük Kız

Eren'in düşüncesine katılıyorum.
Uzun Hikaye bizler (benim demek daha mı doğru bilemiyorum) için yazma çabalarımızın "öyküye gönül vermiş, ehil" kişilerin yaklaşımlarıyla gelişmesi, serpilmesi, ayakta durabilecek bir hale gelebilmesi demek.

Bu nedenle burada paylaşılma yakınlığı gösterilen bir metnin bu şekilde yaklaşımlarla, bu saydığım iyilere götürülebileceğine inanmıyorum.

Benim üstüme düşen, paylaşılan bir metnin değerli olup olmadığına karar vermek değil bence, onu kendi gözümle, kendi algılarımla değerlendirip, izlenimlerimi, sorularımı, anlayıp anlayamadıklarımı paylaşmak.


Re: Küçük Kız

Erhan'ın yorumunun tam da "öyküye eklenecek cinsten" olduğunu düşünüyorum.özellikle de bu yorum üzerine yapılan yorumlarla birlikte..Smile
bir de çok şey söyleyip hiçbirşey söylemeyen kimselerin çoğalması dileğiyle, "yorumlara" filanca kimse gibi bir teşekkürü borç bilirim..