UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Küçük Bir Anımsama

01 Haz 2011
elif cinar

Nerede olduğunu anlamak için bir an şaşkınlıkla etrafına bakındı. Pencereden odaya dolan ışık içeriyi yeterince aydınlatmasa da onun, önce mekânı, sonra zamanı algılamasına yardımcı oldu. Odasındaydı. Yalnızdı. Yine de, biri varmış gibi, yatağın boş yanına kaydı bakışları. Gözlerini kapadı. Yeniden uyumaya zorladı kendini. Kulaklarının alev alev yandığını hissetti. Hem çok tanıdık, hem yadırgadığı, yabancıladığı bir iç kıpırtısı, bir tuhaf duygu… Az önce yüzünde dolaşıp içini titreten, onu uykusundan uyandıran sıcacık soluğu düşündü.
Yattığı yerden doğruldu. Bacaklarını yataktan sarkıttı. Kalbinin atışını, bedeninin titreyişini dinledi bir süre. Ayaklarını yere basıp temkinli, yatağa tutunarak yerinden kalktı. Ayağını halıda gezdirip terliklerini buldu, onları ayağına geçirirken dengede kalabilmek için elleriyle yataktan destek aldı. Küçük adımlarla yavaş yavaş pencereye yürüyüp perdeyi araladı. Dışarıya, gelip geçen tek tük otomobillere baktı ama görmeye çalıştığı, yıllar öncesine ait bir sokaktı. Mavi gömleği, lacivert bürümcük eteği, omuzlarına dökülmüş dalga dalga saçlarıyla kendini gördü o sokakta; kaldırımın öteki tarafında da az önce onu uykusundan uyandıran soluğun sahibini. Yaaa, dedi, titreyen başını usul usul sallayarak, nerede kaldı şimdi o sokak, telaşlı adımlarınız, o sabırsız bekleyiş, buluşmalar, içini kıpır kıpır eden heyecan nerede kaldı Seyhan hanım! İçinde bir ağlama isteği… Derin bir iç geçirdi. Minik adımlarla geri dönüp yatağına oturdu.
Kırık dökük eşyalarla dolu, soğuktan camlarının hep buz tuttuğu ama hiç üşümediği o evi düşündü. O sıcak soluğun yüzünde, omuzlarında, boynunda dolaştığını, zorba bir elin belini sımsıkı kavradığını… Gülümsedi. Bir an önce orada olmak için sabırsızlanışı, gitmeye hazırlanırken duyduğu heyecan, sokağın başında yaşadığı sevinç, birbirlerinin bakışlarında buldukları dokunmak isteği… İçini sızlatan bir özlem…
Komidinin üstünden gözlüğünü alıp taktı. Bileğini gözüne yaklaştırıp saate baktı. Beş buçuk. Hırkasını omzuna atıp yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğun temkinli adımlarıyla mutfağa geçti. Çaydanlığa su doldururken, ocağın altını yakarken farkında olmadan gülümsüyordu hâlâ. Elleri her zamankinden fazla titriyordu dolaptan kahvaltılıkları çıkarırken. Durdu. Ellerinin titreyişini seyretti. Başı döner gibi oldu, sendeledi. Sandalyeye oturdu. Gözlüğünü çıkarıp masaya bıraktı. Bir süre kahvaltılıkların üzerinde gezdirdi dalgın bakışlarını. Yıllar öncesinde kalmış, sanki artık kendisine ait olmayan, kime, neye, nereye ait olduğunu bilemediği ama işte gözünün önünde pat diye beliriveren fotoğraflara yeniden bakmaya, ayrıntıları anımsamaya daldı.
Sevinçler, hüzünler, heyecanlar, düş kırıklıkları yaşamıştı çok zaman önce. Zaman zaman o duyguları hatırlamaya çalıştığı, bölük börçük birkaç anı bulduğu da olmuştu ama hiçbir duygu yıllar sonra bir sabah, bir rüyayla böyle karşısına çıkıp kendini dayatmamıştı. Heyecanlanmayı, telaşlanmayı, arzulamayı özleten acımasız bir duygu. Hatırlamak… Buhar olup usul usul, hiç fark ettirmeden bedeninden uçup gitmişti kadınlığı. Hiç fark ettirmeden... Kadın olmayı, kadınlığı, sanki dalga geçer gibi, güçsüz bedeninde belli belirsiz dolaştırıp gitmiş, onu kendisiyle baş başa bırakıvermişti.
Mutfak masasında bulundurduğu ilaç kutusundan tansiyon hapını alıp yuttu. Çayını doldurup bir iki yudum içti. Canı hiçbir şey yemek istemedi. Kahvaltı sofrasını bırakıp ağır, temkinli yürüyerek salona geçti. Bir sandalyeyi itekleyerek vitrinin önüne çekti. Fotoğraf kutusunu nereye koyduğunu hatırlamaya çalıştı. Niyeti, az önce rüyasında gördüğü sevgiliden yadigâr küçük kağıt parçasını bulmaktı. Ne fotoğraf, ne mektup, ondan hatıra kalan, iş yerine öğle yemeği için alınacakların onun el yazısıyla listelendiği küçük bir kağıt parçası. Kutuyu açıp fotoğrafları eline alınca bir ikisine bakmadan edemedi. Kutuyu masanın üstüne bırakıp gözlüğünü arandı. Mutfakta, masanın üstünde buldu. Su bardağına açık bir çay daha doldurdu. Temkinli adımlarla yeniden döndü fotoğrafların başına.
Doğum günü fotoğrafları, yılbaşı, okul, tiyatro, piknik, arkadaş toplantıları… Neresiydi, ne zamandı, kimdi diye sorduğu bir sürü fotoğraf… Küçük kağıt parçası çıktı aradan
Sararmış bu küçük kağıda uzun uzun baktı. Romantik bir aşk mektubuna bakar gibi. Bir öğlen, işyerinde yemek pişirmek için alınacakların listesi sıralanmıştı kötü bir elyazısıyla. Domates, biber, şu, bu... O günlerden, ondan kalan tek somut anı... O günü, şiddetle camlara vuran yağmur damlalarını, makinelerin gürültüsünü, mutfakta arkasından gelip onu kollarıyla sımsıkı kavrayışını, ilk öpüşünü, o tutku dolu ilk öpüşmelerini...
Israrlı, inatçı, vazgeçmeyen bakışlar beliriverdi gözünün önünde. Gülümsedi. Onu sevdiğini söylediği akşamı anımsadı. Muzipçe bakarak, beni nasıl seviyorsun Seyhan, diye sormuştu. Kaşlarını çatmış, niye olmasın, niye yürümesin Seyhan, diye diretmişti. Aynı akşam ayrılırlarken bir tenhada öpüvermişti Seyhan’ı. Önce alnından, sonra usulca dudaklarından. Gülümsedi. Sönmüş memelerine, pörsümüş karnına, sırtının kamburuna, romatizmalı bacaklarına pek yakıştı bu cilveli gülümseyiş dedi titreyen dudaklarıyla.Kutuyu masaya bıraktı. Sandalyeden ağır ağır kalktı.
Banyoya geçip elini yüzünü yıkadı. Su dolu cam bardaktan takma dişlerini alıp ağzına yerleştirdi. Havluya uzanırken aynada kendisine kederle bakan gözleriyle karşılaştı. Gözlerinin ta içine bakan kendi gözleriyle… Dudaklarındaki gülümseme kayboldu. Yıllardır görmediği bir dostun gözlerine bakar gibi baktı aynadaki gözler ona. İncitmekten korkar gibi sakınarak… Koca bir boşluk, büyük bir çaresizlik gördü kendisine bakan yaşla dolu bu gözlerde. Uzun uzun baktılar birbirlerine. Havluyu ağzına kapatıp bir süre öylece kaldı. Gözlerine biriken yaşlara baktı. Dizlerinin onu taşıyamayacağını hissetti. Lavaboya tutunarak yavaşça yere çöktü. Yaşlar çoğalıp yanaklarına akmaya başlayınca havluyu ağzından çekip kendini tümüyle bedenini sarsan hıçkırıklara bıraktı. Hıçkırıkları sessiz bir ağlamaya dönüşünceye kadar orada öylece oturdu.
Durup dururken hırçınlaşan bir oğlan çocuğu beliriverdi gözünün önünde. Sen okula gitmeye hazırlanırken ben sabahın köründe Samanpazarı’nın yokuşunu Allah bilir kaçıncı defa tırmanıyordum. Karda, çamurda ağırlığımın on katı pantolon, ceket taşırdım o yokuşta düşe kalka. Arkamdan telefon açılırdı hemen. Malları teslim edip atelyeye dönünce patrondan dayak yerdim cekete çamur sıçratmışsın, pantolona leke yapmışsın diye. Ben senin arkadaşların gibi hanım evladı değilim, ben kaba sabayım. Ustamız, haftalıklarımızla şarap alıp içirirdi bize. Biz ta o yaşta gördük bu dünyanın anasının a… Onunla her tartıştıklarında, hırçın, huysuz, dik başlı bu oğlan çocuğunun hikâyesini ne çok dinlediğini düşündü. Hüzünle gülümseyip belki de ölmüştür diye mırıldandı.
Lavaboya tutunarak oturduğu yerden yavaş yavaş kalktı. Bir eliyle lavabodan destek alıp öteki eliyle birkaç defa yüzüne su çarptı. Doğrulup aynaya baktı. Griye çalan donuk gözlerini, aynada gördüğü ihtiyar kadının yaşla dolu gözlerine dikip varsın o duygular artık olmasın, dedi, varsın koca bir boşluk doldursun yerini. Sen o duyguları yaşadın! Sen onların hepsini yaşadın. Titreyen başlarıyla birbirlerine gülümsemeye çalıştılar.
Yavaş yavaş yürüyüp yorgun düşen bedenini mutfağa taşıdı. Çayını doldurup kahvaltısını yaptı. Kalbi için, kolestrolü için, kemikleri için kullandığı hapları aldı. Salona geçip radyoyu açtı. Yavaş devinimlerle koltuğa uzandı. Radyodaki ezgiyi dinlerken titreyen parmaklarıyla ritim tutmaya çalıştı. Suyun toprağa hayat verişi gibi... dedi. Bir zamanlar sevdiği adamın yüzünden, gözlerinden, bedeninden çıkıp kendi gözlerine, yüzüne, bedenine akan, ona hayat veren o muazzam gücün büyüklüğünü düşündü. Kulaklarına dolan bir sevda şarkısı eşliğinde, tutku dolu bakışları bir kez daha hayâl etmek için gözlerini yumdu.

Kategori:

Re: Küçük Bir Anımsama

Vay vay. Elif'ten arka arkaya öyküler geliyor. Öykü kazanına düşmüş, düşünmüş, düş görmüş olmalı. Habbeza bize! Smile


Re: Küçük Bir Anımsama

Elif'in öykülerinde alışık olduğum bir şeyler var. Ne Sayhan Hanım ne de onun eski aşkları, buruklukları, kalp kırıklıkları zorlama bir şekilde çıkmıyor karşıma; sadece yavaş ve sakince...Tarihe olan uzaklığımız kadar, kendi tarihimize olan boş vermişliğimiz, onsuz yaşamayı sevmemiz ne kadar tuhaf.

Öykünün son bölümünde Seyhan Hanım'ın radyoyu açmasıyla, karşıma mükemmel bir şarkı sözü gelecek diye beklemiştim ama olmadı. Elif sanırım nedenini söyler Smile


Re: Küçük Bir Anımsama

Benzemez kimse sana,
tavrına hayran olayım.
Bakışından süzülen,
işvene hayran olayım. Müzeyyen Senar söylüyordu diye de eklemeli öyküyü. Smile


Re: Küçük Bir Anımsama

""
Hem çok tanıdık, hem yadırgadığı, yabancıladığı bir iç kıpırtısı...

"yabancıladığı" ve "yadırgadığı" sözcükleri aynı anlama geliyor. Amaç anlatılmak istenen duyguyu pekiştirmek olabilir elbette ama, "Hem çok tanıdık, hem yadırgadığı (yabancıladığı) bir tuhaf duygu…" haliyle cümle daha etkileyici oluyor gibi geldi.

""
Ayaklarını yere basıp temkinli, yatağa tutunarak yerinden kalktı.

Aynı durumdan söz edeceğim. Burada "temkinli" sözcüğü göze batıyor. Virgülün ardından kelimenin açıklaması yapılmış fakat elde kalan "temkinli kalkmak, temkinli yerinden kalmak" ifadesi cümleyi sarsmış biraz. Alışık olmadığım bir tamamlayış, belki ondan yadırgadım. Kısa öyküde sözcük tasarrufu için masum bir öneri, hatta öneri dahi değil söylediklerim. Ben bunu gördüm, demenin başka türlüsü. Gerisi, elbette, kaleminize kalmış.

""
Yaaa, dedi, titreyen başını usul usul sallayarak, nerede kaldı şimdi o sokak, telaşlı adımlarınız, o sabırsız bekleyiş, buluşmalar, içini kıpır kıpır eden heyecan nerede kaldı Seyhan hanım! İçinde bir ağlama isteği… Derin bir iç geçirdi. Minik adımlarla geri dönüp yatağına oturdu.

Yazdıklarım okumamla eş zamanlı olarak ilerliyor. İrdeliyor olmam biraz da ondan. Ne diyeceğim, hani "Yaa, dedi, titreyen..." şeklinde başlayan cümlenin başına "Derin bir iç geçirdi. Minik adımlarla geri dönüp yatağına oturdu." kısmı gelse ve paragraf "... nerede kaldı Seyhan hanım!" serzenişiyle bitse. Etkisi artar sanki. Zamanda küçük bir fark olur yalnız. Seyhan Hanım sözlerini yatağın üzerinde oturuyorken söylemiş olur.

""
Komidinin üstünden gözlüğünü alıp taktı.

Doğrusu "komodin" olacak diye biliyorum.

""
Zaman zaman o duyguları hatırlamaya çalıştığı, bölük börçük birkaç anı bulduğu da olmuştu

Bölük pörçük olmalı.

"Gözlerinin ta içine bakan kendi gözleriyle…" ne kadar güzel bir ifade olmuş, başka türlü nasıl anlatılabilirdi ki? Çok beğendim, çok.

Seyhan Hanım'ın mutfağa geçişinin ardından öykü aktı gitti. Hiçbir kısmına takılmadı gözlerim. Atmosferi oldukç güzel bir şekilde oluşturmuşsunuz. O özlemi içimde duydum da buruk sevincine ortak olamadım. Bu da yazarın değil yaşamın etkisi olsa gerek. Haplarını içiyor oluşuna sevindim bu yüzden. İyi olsun Seyhan Hanım, müzikle ruhunu doyursun, titreyen elleriyle bardağına çay koysun.

Son olarak, okuma bitince başlığın çok soğuk durduğunu hissettim. Bunca duygu yoğunluğunu çağrıştıracak daha sıcak bir şey olmalı, bilemiyorum.

Çok sevdim öyküyü, içimde duydum. Kişiler üzerinden, karakteri öne çıkararak oldukça güzel metinler ortaya koyuyorsunuz.

Başka başka öykülerinizi okumak dileklerimle...


Re: Küçük Bir Anımsama

Büşra B.'ye yazım hataları, önerileri, yorumları için teşekkürler... İsim üzerinde düşüneceğim. Ben, düşünürken birileri öneride de bulunur belki.


Re: Küçük Bir Anımsama

""
"Nerede olduğunu anlamak için bir an şaşkınlıkla etrafına bakındı."

Burada "şaşkınlıkla" kelimesi sanki bana fazla gibi geldi. Veya şaşkınlıkla bakıldığı da vurgulanmak isteniyorsa, "için" kelimesi yerine başka bir şey düşünülebilir mi?.

Öyküyü ilk okuduğumdan bu yana bunun üzerine düşünüyorum.


Re: Küçük Bir Anımsama

Geri dönmenin mümkünsüzlüğünü öyle derinden hissettiren öykü için Elif'e kızsam mı, teşekkür mü etsem bilemiyorum.


Re: Küçük Bir Anımsama

Olmadığın yaştaki bir insanın duygularını anlatabilmek çok zor olmalı! Bunu başardığını şundan anlıyorum Elif; hikayenin her satırını içimde hissettim. Günün birinde hepimizin yaşayacağı yaşlılığı sanki o yaş grubundan biriymişçesine ustalıkla anlattığın satırlarını okurken; yaşlı ve cinsiyetinden arınmış, artık heyecanın ve tutkunun asla kapısından giremeyeceği bir dünyaya mahkum olan bir kadının çaresizliğini hissettim. Bunu şikayet olarak değil, senin gözlem ve anlatım gücüne bir övgü olarak söylüyorum. Tebrikler...


Re: Küçük Bir Anımsama

""
Hırkasını omzuna atıp yürümeyi yeni öğrenen bir çocuğun temkinli adımlarıyla mutfağa geçti.

Şimdi yaşlanmış olan kadınla onun bir zamanlarki yeniyetme sevgilisi arasındaki geçişler daha fazla olsaymış diye düşündüm, öyküyü okurken. Öykünün sonuna doğru ortaya çıkan kadını azarlayan o yeniyetme çocukla şimdiki zaman arasındaki gerilim pek çok yeni kapı aralayabilirdi sanki.