UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Korkuyu Beklerken

02 Mar 2009
Cihan Başbuğ

"Korkuyu Beklerken"
Korkuyu Beklerken
Oğuz Atay
İletişim Yay.,İstanbul,2006
sf 35-99

Son indirilme tarihi: 13 Nisan 2009 (Bkz.:Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: Korkuyu Beklerken

Bu uzun öykü için iki hafta ayırmak uygun olacaktır herhalde. Wink


Re: Korkuyu Beklerken

Bir Nefeslik Ara, Beyaz Mantolu Adam başlıklarının da gelişmesi, katkıların artması adına iki hafta bana da çok mantıklı geldi, herkese iyi okumalar arkadaşlar...


Korkuyu Beklerken

bir öneri:oğuz atay ın tek öykü kitabı korkuyu beklerken değil mi ve bunda 8 öykü var.1. öykü beyaz mantolu adam'dı 3.öykü korkuyu beklerken.2.öykü olan unutulan ve diğer öyküleride inceleyelim,oğuz atay ın öykücülüğü diye nefis bir başlık altında hem güzel bir kaynak sunmuş oluruz hem de daha donanımlı oluruz...
çünkü söz konusu edebiyat ve yazar da oğuz atay ise bütüne ulaşabilmek için her parçayı bilmek gerekir.

Moderatör Notu: Bu mesajın devamı öyküyle ilgili olmadığından taşınmıştır: Neden Bazı Öykülere 2 Hafta Süre Veriliyor?


Re: Korkuyu Beklerken

böcek dedi ki:
diğer öyküleride inceleyelim,oğuz atay ın öykücülüğü diye nefis bir başlık altında hem güzel bir kaynak sunmuş oluruz hem de daha donanımlı oluruz...

Elbette diğer öykülerini de inceleme şansımız var. Bu başlık altında nasıl "korkuyu beklerken" adlı öyküyü inceliyorsak, Oğuz Atay başlığının altına incelemek istediğin öyküyü örneğin "unutulan" adlı yeni bir başlık açıp bu başlığa öykü üzerine yorumlarını ve analizlerini bizlerle paylaşabilirsin.

Moderatör Notu: Bu mesajın devamı öyküyle ilgili olmadığından taşınmıştır: Neden Bazı Öykülere 2 Hafta Süre Veriliyor?


Re: Korkuyu Beklerken

oğuz atay:postmodernizmin mucizesi

beyaz mantolu adam ın olağanüstü olan giriş cümlesi yusuf atılgan ı çağrıştırıyordu ama öyle güzel dokumuş ki çapkın(oğuzatay) en iyi hali bu olabilir ancak der gibi..

bu öyküyle ilgili ilk yazmak istediğim konu hikayedeki kişinin rus edebiyatının muhteşem tipleri ve onları yazanların üslubunu andırmasıyla alakalı olacak.zaten benim şimdiye kadar bütün öyküleriyle sevdiğim kitap bir delinin hatıra defteriydi ve artık korkuyu beklerkeni de yanına koyuyorum;çünkü iki hikayecide de kişileri hem gerçekçi hem gerçekdışı hem gülünesi hem haline acıyası vb.

bu konuyla ilgili berna moran ın söylemek istediği birşey varmış,sizi dinliyorum buyrun:
---atay ın tutunamayanlarda kullandığı anlatım yöntemi joyce dan nabokov dan dostoyevski den izler taşır ama atay ın yaptığı onları körü körüne taklit etmek değil onlardan esinlenmek ve yöntemleri kendi buluşlarıyla beslemek olmuştur.ustaca kullandığı bu karmaşık teknik ayrıca incelenmeye değer sanırım(türk romanına eleştirel bir bakış2-s.272-iletişim yayınları-'başka'-15.baskı filan)
üstat,isabet oldu söyledikleriniz..
son olarak bu karmaşık teknik bence oku-beğen-kes-yapıştır kolajından apayrı,ebru gibi bir şey ya


Re: Korkuyu Beklerken

ayrıca nasıl memur tipi deyince aklıma önce nikolay gogol geliyorsa aydın tipi deyince de oğuzatay diyorum.
başlangıçta kahramanımız kendi kendini kandırıyor ama eline o mektup geçip de kendini eve hapsetmek isteğini temellendiridikten sonra yavaş yavaş çözülmeye başlıyor.tabiatı hiç sevmiyor ama tabiatı sever gibi görünmek için ıssız bir yerde bahçeli bir evde yaşıyor.
kitaplarla arası vahim."bir haftadır okumak için uğraştığım ve her birinde en çok 9.sayfaya gelebildiğim 18 kitaptan biriydi elimdeki"
mektupla dil öğrenir hatta bir üniversite bitirir yine mektup aracılığıyla.. bi ara havaya girer hocalık yaptığını bile düşünür -yine mektup aracılığyla ders vercektir.
konuşma talimi yaptığı yerler çok eğlenceliydi,sürekli çıkarım yapmaya programlanmış bi düşünme tarzı var başlarda bunun altı çiziliyor ama sonra bırakıyor yazar oysa aralarda yine "demekki"lerini dese tam makara olacaktı..


Re: Korkuyu Beklerken

bir de fethi naci ye kulak vereyim:
(yüzyılın 100 türk romanı,iş bankası kültür yayınları,2008 deki 2.baskısında basılan 1000 kitaptan herhangi birinin 504.sayfasındaki ilk paragrafı)
-tutunamayanlar için-bazen yazarın sözün şehvetine kapılıp aklına geleni yazdığı tespitinde bulunmuş.
doğrudur oğuzatay aklına geleni yazmıştır,iyi de etmiştir,ya aklına gelmeyeni yazmak için sözleri geveleyip dursaydı? ya başkasının aklına gelenleri yazsaydı?şimdi bunu neden söylüyorum çünkü hikayede kahramanın bir yerdeki çıkışına gelmek istiyorum not almadığım için neresi olduğunu bulamadım özetle teğet geçiyorum bundan dolayı:suçla ilgili olarak düşünüyor ve şaşırıyor neden diyor bilmeden,düşünmeden yapılan hatalar,suçlar daha hafiftir,affedilebilir?oysa akıl her şeyden sorumlu olmalıdır gibi.belki bu hikayede -olur da okursanız- çok uzun olduğu için savruk gelebilir ya da karmaşık ya da aklına geleni yazmış gibi ne bileyim..benim hikayeyi bitirdikten sonra her şeyi yerli yerine koymam gerekti de.yazarı anlamaya çalıştım olayların bütünlüğünü mesela kahramanın evlenmeye,evcilik oynamaya, karar vermesi,nişanlılık deneyimi neden vardı??burda da kahramanın özgünlüğü ortaya çıkıyor işte..nasıl yani? şöyleki kahramanımız evet yalnızdır,korkaktır ama kendi küçük dünyasını değiştirmek için kendince çabalamaktadır.her teşebbüsünde tereddüt ediyor ve her şeyi hep yarım bırakıyor ama sürekli çırpınıyor kafasının içinde.öykünün uzunluğu kahramanın çırpınışlarınında altını çizebilmek için.


Re: Korkuyu Beklerken

aslında çok şey var kafamda ama daha genel düşüncelerime odaklanmaya çalışıyorum ayrıntılar sonra..kahramanımızın şizofren olduğunu icat ediyorum şu dakika itibariyle..hizmetçisinin olması masal (esrarengiz mektubu rafta görünce hizmetçi bırakmıştır diyor da sonra hizmetçiden hiç söz etmiyor) bankadan görevlilerin gelmesi de(önemli bir miktar kazanıyor ki o kadar ilgi alaka ama sonra parasızlıktan dert yanıyor yine işine gidiyor) hatta mektup bile?o yazmış olamaz mı?eğer o yazmışsa hiçbir yabancı dili bilmediğine göre uydurup yazacaktı zaten dolayısıyla ölü diller uzmanı da o yazıyı çözmüş olamaz o da masal oluyo..acaba kahramanla ilgili düşündüklerim acaba kendi durumuma bir isyan mı?sesimin yankısını duymaktan sıkıldım.foruma mı yazıyorum günlüğüme mi?çoğu şeyi atlıyorum çünkü nerdeydi bulamıyorum çok sinir oldum ama şimdi beğendiğim bi şeyi buldum:s.67de,

""
ben ucuz bir romandım.hayır,kötü bir edebiyatın bile bir gerçekliği vardı:can sıkıcı taklitçilikleri bile benden gerçekti.ben yoktum;hatta ben yokum,olmadım diyemeyecek bir yerdeydim;kelimeler bile yanyana gelerek beni tanımlamak istemezlerdi"


Re: Korkuyu Beklerken

""
köpekler evimin kapısına kadar gelemezler diye düşünüyordum;benim sokakta üç ev vardı,yani üç çöp tenekesi vardı.hayır orada barınamazlardı.bu sokakta ancak ben barınabilirdim

bu sözler daha 21.satırda.önce "eyvah! sorunlu bir kişiyle karşı karşıyayız" diye küçük bir çığlık atıyoruz.burada benim dikkatimi çeken iki şey var:

1.barınamazlardı/barınabilirdim ---------------------ilkinin öznesi köpekler ikincinin ise başkişi!

2.üç ev vardı,yani üç çöp tenekesi vardı------------burda iseköpeklerin oraya gelmesi için bir sebep arıyor çöp tenekeleri olduğu için oraya gelebileceklerini düşünüyor bundan dolayı da hayır diyor önce tamam bunda hemfikir olunur da ben bu ifade de birtaşlaikikuşvuranbiranlatım seziyorum.üç ev dedikten sonra yani üç çöp tenekesi kafada asılı kalıyor üç evin yerine üç çöp tenekesini koyuyoruz ve daha baştan yazar kahramanı çok iyi tanıtmak için tüm hünerini sergiliyor.


Re: Korkuyu Beklerken

""
köpeklere gereğinden çok kızdım;bu kızgınlığımın büyük bir kısmı da havlamalar bittikten sonraki döneme rastladı.tahmin ettiğim gibi benim sokağa girmeye cesaret edemediler o pis zayıf köpek arkamdan bir iki adım geliyormuş gibi yaptı boynunu uzatarak son defa havladı;sonra hep birlikte dönüp gittiler

bu da 28.satır....

şimdiye kadar bize yazar kahramanı(!) nasıl tanıttı?

köpekler havlamalarını kestikten sonra esasoğlanımız rahatça öfkelenmeye başlıyorsa köpeğe gelinceye kadar ooo demekki bu adam memur olsa amiri gittikten sonra esip gürlemeye başlardı (bizimkinin amiri yok ama işyerindeki görevliye dahi söz geçiremiyor)
muhtemelen evde hiç dikkate alınmamıştır otorite babadır bizimki hep susar içine atar hep babasının güdümünde kaldığı için bir gün babası toprak olunca bu adam kendi kararlarını da veremez gibi..falan filan

bu adam köpekleri sevmiyor çünkü korkuyor.geçen cümlede barınmayı köpek için kullandıktan sonra kendisi içinde kullanırken okuyucunun kafasında kendini köpekle bir tutuyordu demekki adamımız kendini de sevmiyor ve kendinden de korkuyor( zaten ilerleyen sayfalarda bunu ifade ediyor)

korkusunun nedeni kendini sevmemesi,kendine karşı dürüst olmaması......aamaan uykum geldi


Re: Korkuyu Beklerken

Sevgili Böcek,

"Korkuyu Beklerken" öyküsü üzerine yazdığınız mesajları okudum. Neredeyse her biri dizginlenemez bir düşünüşün ifadesi gibi. Aklınızda beliren fikirleri ve yaşadığınız duygulanımları bizimle paylaşmak istemeniz ne güzel. Ama gerek kullandığınız dil, gerek imla kurallarını dikkate almadan yazıyor oluşunuz ifade ettiğiniz şeylerin benim tarafımdan anlaşılmasını zorlaştırıyor. Dolayısıyla yazdıklarınız üzerine bir şey söylememi imkânsız kılıyor. Eğer kullandığınız dilde, en azından, imla işaretlerine asgari düzeyde özen gösterirseniz sizi ve öykü üzerine geliştirdiğiniz düşünceleri anlamamı sağlayabilirsiniz.

Şimdiden teşekkür ederim.


Re: Korkuyu Beklerken

Öyküde üzerinde durulması gerektiğini düşündüşüm pek çok nokta var. Ancak bunları tek bir mesajda bir araya getirmek pek mümkün olmayacak. Bu nedenle ayrı ayrı not etmeyi planlıyorum. İşe "başarı" meselesinden başlamak istiyorum.

""
Annem de çok isterdi okuyup adam olmamı, para kazanmamı; bu yüzden serbest bir meslek seçtim ve başarıya ulaşamadım. (Önemi yok, önemi yok.) Memur da olsaydım, başarıya ulaşamayacaktım; zaten memur olmak, başarıya ulaşamamak demektir. s. 81
"Beyaz Mantolu Adam" öyküsü de "başarı"yla başlıyordu ve bana kalırsa her iki öyküde de "başarı" merkezî bir konumda yer alıyor. Başarılamayan şeyin ne olduğu, neden başarılamadığı araştırılıyor sanki "Korkuyu Beklerken"de. Toplumla iletişim kurmayı becerememenin, belki de daha önemlisi, böyle bir iletişimi kurmaya çalışmak için içinde bir istek hissetmemenin anatomisi, diyebilirim belki.


Re: Korkuyu Beklerken

Barış'a, paylaştığı Nurdan Gürbilek yorumu için ne kadar teşekkür etsem az. "Korkuyu Beklerken"e biraz daha nüfuz edebilmek için altın anahtarlar sunuyor bu metin. Birkaç alıntı yapalım:

""
İroni tam da alay edenin hakikati temsil etmediğine inandığı, doğruyla yanlışı ayıracak zeminin kayganlaştığı an başlar. Bu yüzden sürekli yer değiştirir özne; önce bir değere sığınıp bir başkasını alaya alır, hemen ardından bir başkasına yaslanıp onunla alay edebilir.

""
Tutunamayanlar'da Selim Işık, Tehlikeli Oyunlar'da Hikmet Benol, düşünmekten yaşamaya fırsat bulamamış, "hayat bilgisi"nden yoksun, bu yüzden de zihinlerindeki doğrularla birlikte evde kalmış, çocuk kalmış kişilerdir.

Bu listeye "Korkuyu Beklerken"in kahramanı da rahatlıkla eklenebilir. Üstelik o kelimenin gerçek anlamıyla "evde kalmıştır".
""
Bilinç, insanı hayatın dışına itecek; beceriksiz, tutuk ve işlevsiz kılacaktır.

Düşünmekten yaşayamayan bir garip insandan söz ediyoruz. İşin bana ilginç gelen yanı öykü kişisinin bir türlü üniversite öğrenimi görememiş olmayı gözünde çok büyütmesi. Burada her şeyden çok bir "blöf" haline yönelik ağır bir eleştiri görüyorum. Aslında çok bir şey bilmeyen ama birilerinin onun bildiğini sanmasını sağlayacak kadar da bilgi sahibi olan birisi kahramanımız. Esas sorun da bu durumu kendine itiraf ettiğinde ortaya çıkıyor. Bu farkındalık onu kendi gözünde "başarısız" yapıyor.

Atay'ın yer yer (farkında olarak ya da olmayarak) öykü kişisinin bakış açısıyla kendi bakış açısına yer değiştirtmesini bu anlamda bir özeleştiri olarak okumak ne kadar doğru bir yorum olur, ona karar veremiyorum.


Re: Korkuyu Beklerken

""
Hırsız kilidini açmalı, asıl kilidi iki kere çevirmeli, vazonun içinden oda anahtarlarını çıkarmalı. (...) Korkuyorsan, neden bu kadar uzakta yaşıyorsun şehirden?

Öykü kişisini tanımaya başladığımız ilk sayfalarda sürekli vurgulanan bir korku var. Oysa öykü boyunca anahtarı vazoya koymayı gerektirecek türden bir korkunun izine pek rastlamıyoruz. Başka seviyelerde karşımıza çıkıyor bu korku: insanlardan saklanma, yanlış bir şey yaparım korkusuyla adım atamama, vb. Ama manav çırağıyla, inşaat çalışanlarıyla kurduğu iletişimde, ya da bankacılarla para üzerine yaptığı konuşmalarda eşyayı korumaya dönük bir korkuya rastlamıyoruz. Öykünün sonunda ceviz kabuğu gibi ortadan ikiye ayrılan evden hiçbir şey almak istememesi de bu anlamda manidar.


Re: Korkuyu Beklerken

""
Öyküyü yapısalcı yöntemle inceleyen Leyla Subaşı Uzun, metnin derin anlamını şöyle çözümler: "Bu metin, temelde yaşamın birey denetimine sokulamayacak yapısına uyum sağlayamayan ve bu yapıyı, bilinçli yaptırımlara zorlayan, kendine ve çevreye yabancılaşmış insanın, kendini yok etmeye mahkum oluşunun öyküsüdür." (Leyla Subaşı Uzun, Çağdaş Türk Dili dergisi, Haziran 1991)

Aktaran: "Korkuyu Beklerken", Yıldız Ecevit, 'Ben Buradayım...' Oğuz Atay'ın Biyografik ve Kurmaca Dünyası, İstanbul: İletişim Yayınları, 2005, s. 489


Re: Korkuyu Beklerken

Eren'in alıntıladığı şu tümce, öykünün ilk bölümleri için önemli:

""
"Bu metin, temelde yaşamın birey denetimine sokulamayacak yapısına uyum sağlayamayan ve bu yapıyı, bilinçli yaptırımlara zorlayan, kendine ve çevreye yabancılaşmış insanın, kendini yok etmeye mahkum oluşunun öyküsüdür."

Karakterimiz, iki dünyanın içinde varoluyor: Biri düşünceleri ile var ettiği âlem- ki "endişelerini, korkularını, ezikliğini, karmaşalarını" dillendirdiği bilinci denebilir.-, diğeri soluk alıp verdiği dünya. Düşünürken ve yaşarken tamamen bulunduğu yerde var oluyor. Ve bu iki dünya arasında geçiş yaptığının bile kimi zaman farkına varmıyor.

Şu tümce buna güzel bir örnek:

""
Sonra, vazonun dışında eşyayı, çevremi gördüm; demek, düşünmem bitmişti. (İnsanın sürekli yaşadığını hissetmesi için, bazı değişmez ölçülere başvurması iyi oluyordu.)

(s.37)

Yaşadığının farkına vardırılmasına gerek duyacak kadar maddi dünyadan kopuk biri. Soluk alıp verdiği bu dünyada yaşamak onun için külfet sanki. Yaşadığına pek ikna olunmayan Beyaz Mantolu Adam'ın dillendirilmiş hâli gibi.


Re: Korkuyu Beklerken

Öyküyü henüz okuyamadım.

abdullah şahin dedi ki:
temelde yaşamın birey denetimine sokulamayacak yapısına uyum sağlayamayan

Ben bu cümleyi anlamadım, kime aitse biraz daha açabilir mi, öyküden alıntıysa da biri cümleyi anlamama yardımcı olabilir mi?


Re: Korkuyu Beklerken

""
Ben bu cümleyi anlamadım, kime aitse biraz daha açabilir mi, öyküden alıntıysa da biri cümleyi anlamama yardımcı olabilir mi?

Tümce, Eren'in alıntı yaptığı Leyla Subaşı Uzun'a ait. Ben tümceden anladığım kadarını ifade edeyim:

Kişinin müdahelesinin ve iradesinin dışında oluşup yeri geldikçe başka şeylere dönüşen yapılara, bireyin nüfuz etmesinin olanaksızlığından bahsediyor. Aklıma aile gibi toplumsal yapıların, kişiler arası ilişkilerin, doğanın dönüşümü gibi örnekler geliyor. Bunların içinde yer al(a)mayan kişinin, zamanla bu yapılara uzak düştüğünü anlattığını düşünüyorum.


Re: Korkuyu Beklerken

Anlar gibi oldum ama yazının tamamını okumak gerek herhaldA. Teşekkürler sevgili, Abdullah...


Re: Korkuyu Beklerken

Nihayet "Korkuyu Beklerken" öyküsünü okuyup bitirdim. Öyküyü parça parça okudum. Çünkü okumaya başladığımda kahramanımızın paranoyak hali beni öfkelendiriyor, çileden çıkarıyordu. Ama okumaya bu ara verişlerim bana yaramadı.

Bir ara okumakta olduğum öyküde, Donkişot'un şehre yerleşmiş ve can sıkıntısından kendine yeni yeldeğirmenleri arayan haliyle karşı karşıya kaldığımı düşündüm. Eve gelen manav çırağının "evlere servis yapıyoruz, ne isterseniz eve kadar getiriyoruz" diye reklam yaptığı satırları okurken "aha o mektupları bu dükkanı açanlar yazmıştır, insanları eve hapsedip daha çok müşterileri olsun diye bu yolu bulmuşlar" gibi saçma sapan kurgular yaparken yakaladım.

Adamın içinde bulunduğu o acınası durumu kabullenmem zor oldu anlayacağınız. Bir türlü olaylara dışarıdan bakmayı beceremedim. Sanırım nihayet durumu kabullenmiş olarak öyküyü yeniden okumalıyım. Ama bu sefer bir kerede okuyup bitirmeliyim.


Re: Korkuyu Beklerken

forumu rontgenleyip bir şey yazmak için bilgisayar başına geçen ancak yazılanları özümsemeye çalışırken hiç bir şey yazmayan ve durumu upuzun bir hikayeye dönüştüren bendenizin korkusu da bu cümleleri yazıp konuyu nasıl da böldü bu adam demenizdi. Shock

zaten benim evimde sokağın sonunda


Re: Korkuyu Beklerken

Evi sokağın sonunda olan adam, konuyu bölmeni dört gözle bekliyoruz. Smile


Re: Korkuyu Beklerken

Anlaşılan "evi sokağın sonunda olan" diğer adam konuya devam etmeyecek. Öyleyse ben alayım sazı elime:

""
Sonra, vazonun dışında eşyayı, çevremi gördüm; demek, düşünmem bitmişti.

Abdullah öyküden ilk olarak bu kısmı alıntılamış. Ne iyi de yapmış! Şu sebeple ki; öykünün en önemli meselesi olarak gördüğüm, "düşünülen dünya"/ "tasarı olarak dünya" üzerine çok önemli bir kelamı dile getiriyor. Heidegger'in sözünü ettiği anlamda dünyayı insan kurmuştur ve o yeryüzünden ayrı bir şeydir (Daha detaylı bir yorum için: bkz. link).

Atay, doğal durumun kaybedilerek düşünme edimi tarafından yaratılmış olan bu kurgusallığı hesaplaşmamız gereken ilk sorun olarak önümüze getirir.

Aslında bahsettiği yerde bir çapraşıklık da vardır. Kahramanımız "düşünme"yi farkında olunmadan yapılan bir şey gibi ele alır ve bilinç uyandığında, etrafını seçip yorum yapmaya, analizlerde bulunup tercihlerle hareket etmeye başladığında "demek ki düşünmem bitmiş" der. Öykünün kahramanı için "düşünmek" kaybolmanın bir biçimi olarak tanımlanmıştır.

Bunu daha sonra şöyle de tamamlar:

""
Yarabbim! Her şeyi birden düşünemeyecek miyim ben? (5. baskı, Haziran 1993, s. 39.)

NOT: Devamı gelecek...


Re: Korkuyu Beklerken

Öyküde, her ne kadar ölümden, ölmekten, ölmeye hazır olmaktan söz etse de aslında yaşamak isteyen ama bunu nasıl becereceğini bilemeyen bir adam gördüm.
Ezber bozduran o mektubu bulduktan sonra, kendisiyle hesaplaşmaya başlıyor. Bunu yaparken, kendine mi anlatıyor, yazıyor mu, birine mi anlatıyor öykü kişisi bilmiyorum ama sanki kendi kendisiyle konuşuyormuş gibi sakınmasız.

Eve dair anlatılan her şey, anahtar, kilit, kapı, çekmeceler, kenarlar, köşeler, albümler, cep defterleri vs. öykü kişisinin bilinci, beyni diye düşündüm.

""
"Fakat ben oraya zarf koymazdım. Çünkü zarfım yoktu evde. Çünkü kimseye mektup yazmadım..... Korktum. Çünkü, 'demek ki' diyemeyeceğim bir yerlere gelmiştim."

"demek ki", bir şeyi açıklığa kavuşturma, bilme, bir sonuca bağlama anlamı içeriyor. Öykü kişisi 'demek ki' diyemeyeceği bir yere geldiğini fark ediyor. Korkuyor bundan. Bilmenin ya da bildiğini sanmanın rahatlığıyla yaşarken birden alışkanlıkla yapıp ettiklerinin dışında, farklı bir şeyle karşılaşınca önce ve aslında hep korkuyor, kendiyle hesaplaşmaya başlıyor.

""
Eşya bir gün delirirse?
deyip çeki düzen vermeye çalışıyor eve yani kendine, ya da düşünme biçimine. Çeki düzen vermeye çalıştıkça daha da karmaşık hale getiriyor. Dolaplardan çıkardıklarını düzenlemeden yeniden yerlerine tıkmaya çalıştığında artık eski yerlerine girmiyorlar.

Kendisiyle hesaplaşmaktan kurtulamıyor:

""
Yürürken başını, kurumuş yapraklardan kaldırarak biraz çevrene baksaydın bilirdin.

""
hiçbir şeyin gelişimini (ya da çöküşünü) izlemek mümkün olmuyordu.

""
Bütün hafızamı, hayal gücümü zorluyordum; geçmişi ait bir şeyler hatırlamak, bir şeyler görmek istiyordum. Olmuyordu. Aslında düşününce, cnım şu zamanda şöle olmuştu, annemin yüzü beyazdı ve yatay çizgiliydi, okula başladığım gün ne kadar korkmuştum diyebiliyordum. Fakat, mesele bu değildi; mesele, bir şeyleri, sıcak bir çorbanın kokusunu duyar gibi hissedebilmekti.

""
Ne acıklı bir maceraydı bu. Belki de değildi; belki de, bunun acıklı bir macera olduğunu da bir yerden öğrenmiştim.

""
Artık bir arsa haline gelen komşu evin tabanını, dünyanın merkezine doğru kazmağa başladılar. Sağda solda bir iki kırıntı kalmıştı yıkıcılar döneminden. Dünyada hiçbir şeyin tam sona ermediğini anladım o zaman.

Bu hesaplaşmada kimi zaman güçsüz kalıyor.

""
Ben, yalnızlığı istemekle suçlanıp yalnızlığa mahkûm edildim. bu karara bütün gücümle muhalefet ediyorum. Ben yalnızlığa dayanamıyorum, ben insanların arasında olmak istiyorum.... İşte tek başıma yıkılmış durumdayım: Ne yemek pirimesini, ne de okumasını becerebildim; ne İngilizceyi, ne de tabiatı sevmesini öğrenebildim.

""
Bana eski durumum bağışlanırsa, evi saksılarda dolduracağım... yurduma yararlı olacağım, hiçbir düzene karşı çıkmayacağım. Evleneceğim, çocuk yetiştireceğim...

Ancak içince yeniden güç buluyor kendinde.

""
Bütün düzenleri yıkacaktım, onlara gösterecektim. Artık ne kapıları kilitleyecek, ne de anahtarları vazonun içine atacaktım...

Bilincini yitirmeyi istiyor.
Doktorla konuştuklarını anlattığı bölümde

""
Artık kendimi savunacak gücümün kalmadığını söyledim. Bir akılsızlar evine yatırılamaz mıydım? Başka türlü bu evden dışarı çıkacağım yoktu.... Fakat doktor bey, bu duvarların(bahçe duvarlırı, demek istiyorum) bütün imkânlarını sınırlarını denedim...
diyor.

Evi ateşe vermeye kalkışması, mektubu gönderenlerin gözaltına alındığı haberinin ardından dışarı çıkması, bir akrabaya gitmesi, geri döndüğünde evin yıkıldığını görmesi var ama bunlarla ilgili yorumumu yarın yazacağım. .


Re: Korkuyu Beklerken

""
Yarabbim! Her şeyi birden düşünemeyecek miyim ben?

Korkuyu Beklerken'in başkişisi için düşünmek "her şeyi birden düşünmek"tir. Bu ise, Rönesans'ın, Aydınlamanın, giderek bir bütün olarak modernitenin kurucusu olduğu "akıl toplumu"nun, fazla düşünülmüş, fazla kurgulanmış; dolayısıyla doğallığını yitirmiş yüzüdür. Atay'ın başkişisinin korkma nedeni, bu her yanı düşünülmüş dünya içinde nefes alamamasının getirdiği bir paranoyadır.

Burada bireyin birey olmasının en temel özelliği olan "düşünmek" kendisine yabancılaşılmış, ürkütücü bir şeydir artık. Korkuyu Beklerken'in başkişisi "düşünme tarafından düşünemez hale getirilmişliğiyle" kendi bedeninde "çekilmiş bir dişin oyuğu" gibi yaşar.


Re: Korkuyu Beklerken

Kahramanımızın evde kapalı kaldığı süre ile mektup gelmeden önceki süreçte yaşadıkları arasında garip bir ilişki var. Sanki mektubun gelmesiyle evde kapalı kalması hayatına anlam kazandırmış ve hatta kendini önemli hissetrmesine sebep olmuş gibi. Evi yakmaya karar verdiği gün gazetede kendisine de o mektubu göndermiş olan tarikatın küçük ve önemsiz bir tarikat olduğunu öğrendiğinde kendini kötü hissediyor.

""
İşte yine nereye gideceğini bilmez bir durumda sokaklarda sürtüyordum.


Re: Korkuyu Beklerken

Öykü kahramanımızın biraz da memnuniyetle içinde bulunduğu ev hapisliği onun kendi deyimiyle terbiyesini bozmuştu. Descartes'tan "herif" olarak bahsediyordu. Bense onun bu yaklaşımlarını çok komik buluyordum. Olaylar ve durumlar konusundaki yorumları, fikirleri çoğunlukla beni güldürdü. Özellikle;

""
....çok zengin oldukları için dört sütunda beş kere ölen merhumlar.....
çok hoşuma gitti. Laughing out loud


Re: Korkuyu Beklerken

Öyküyle doğrudan bir ilişkisi yok belki, öyküden uzaklaştıracak bir ayrıntı ama aşağıya alıntıladığım Barış'a ait bu yazıyı, yazıda işaret edilen çelişkinin ne olduğunu anlayamadım.

""
İyinin ve kötünün ötesini düşünemeyen insan şöyle der: “Nasıl olurda dünya üzerinde bu kadar çok kötülük olur?” Bu duygu gayet samimidir. Ne var ki söz konusu katliamları yaratan tam da içinden konuşulan bu iyi ve kötü dünyası/ ahlâksal yapı olduğundan, böyle dile gelen duygulanım ifadesi özünde çelişiktir.Her şeyi iyi-kötü düalizmi ve değerler hiyerarşisi içinde düşünen “kuramsal insan”, sürekli olarak, hiç kavuşamadığı düzenlenmiş bir evren hayali içinde yaşar. Kurduğu bu düş, onu kuruş biçimi tarafından sürekli olarak alaşağı edilse de o bu tutkusundan vazgeçmez.


Re: Korkuyu Beklerken

Evet, yazının bu kısmının öyküyle çok alakası yok. Ancak kısaca şöyle yanıtlamaya çalışayım:

"Dünyada ne çok kötülük var" diyen kişi dünyayı ve onun üzerinde yapıp ettiklerimizi iyi-kötü düalizmini çerçevesinden, dolayısıyla ahlâksal olarak görmektedir. Oysa Nietzsche'nin ısrarla üzerinde durduğu nokta, yapıp etmelerimizin tarihsel süreçler içinde -çoğu temelsizce ve yamuk bir algıyla- geliştirdiğimiz kültürel durumlar ve değer yargılarından bağımsız olarak bir "doğal durum" algısı içinde ele alınması gerektiği yolundadır.

Buradaki "doğal durum"u açmak ise, en azından, bir kütüphane laf gerektirir.


Re: Korkuyu Beklerken

Öyküyü yeniden okuyorum ve daha da severek okuyorum. Forum üyelerinin yazdıkları ve Atay öykülerinin değerlendirildiği diğer kaynaklar gerçekten çok işe yaradı.

Öykü kahramanı düşünüyor, hep düşünüyor. Bunun farkında da ve bu durumuyla dalga da geçiyor.
Sokağı adımlarken birden kapının önünde buluyor kendini. Durmadan düşündüğü için yürüdüğü o anı yaşamıyor. Anları yaşayamıyor düşünmekten.

""
Bugün biraz gariplik hissetim içimde. Otobüste biletçiye para verirken neredeyse gülümseyecektim. Neden mi? Bilmiyorum.... O sırada bunu düşünemedim. Yazıhanemde düşündüm.

Ben kendi işe gidiş gelişlerimle kıyasladım da öykü kişisini yolldaki halini, Atay'ın öykü kişisine benzediğmi fark ettim. Yol boyunca etrafıma bakarak ama baktığım yeri görmeden geçtiğimi çünkü o esnada düşünmekte, hem de Atay'ın öykü kişi gibi ıvır zıvır şeyleri düşünmekte olduğumu fark ettim.