UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kısa Öykü, Kısa Kısa Öykü ve Tartışmalar

03 Ağu 2008
Barış Acar

Kısa öykü denince aklıma Hemingway'in 6 sözcüklük bir öykü yazabilirim iddiası geliyor:

""
The original short short story. In the 1920s, Hemingway bet his colleagues $10 that he could write a complete story in just six words. They paid up.

His story: "For sale: Baby shoes, Never worn”

İngilizce çeviribilim uzmanlarından bir çeviri bekleriz artık.

Kategori:

Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Tam anlamıyla bir kıssadan hisse öykü. Bin dokuz yüz yirmilerde, Hemingway, altı sözcükten ibaret olan başlı başına bir öykü yazabileceğine dair on dolara iddiaya girer arkadaşlarıyla. Sonuç: arkadaşları kaybeder.

İşte öyküsü: "Satılık: Bebek potini, hiç giyilmedik."

Ç.N: Bu çeviride Hemingway daha büyük bir iş başarmış oldu türkçede, sadece beş sözcük kullanarak. Belki de on değil on beş dolar haketti böylece. Bu çeviride potin, ilanı veren kişinin çocuğunun olabileceği gibi kendi potini de olabilir çocukluktan kalma.

Farklı çevirilerini deneyecek olursak:

"Sahibinden satılık: Bebek potini, hiç giyilmedik."

Ç.N: Bu çevirideyse anlam daha bir tek yola giriyor, ilan sahibinin oluyor potin, altı sözcük yapalım derken. Bana kalırsa altıncı sözcüğü başka yere eklemek ise bizdeki ilan kalıbından dışarı taşıyor. Benim yorumum böyle, bu konuda sizlerin neler düşündüğünü çok merak ediyorum.

Görüşmek üzere,
Çağdaş


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Cümleyi(öyküyü) "Sahibinden" sözcüğü eklenmeden okuduğumda anılan patiğin doğmamış bir bebek için alınmış olduğunu düşündüm. Bu sözcük eklenince patiğin doğuştan kötürüm birine ait olduğunu düşündüm sonra da, iyi ama onları satmak için niye bu kadar zaman beklemiş ki diye düşündüm.
Ayrıca çeviribilim uzamanı cümleyi ne hoş çevirmiş(tabii ki biliyorum ingilizceyi!) diye düşündüm. Ayrıca ingilizceden türkçeye çeviriler yapılabildiğine göre aradan dört yıl geçmiş diye düşündüm. Havuçlu kek sözüm geldi aklıma, beter oldum: :oops:


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Ferit Edgü'nün de böyle kısacık bir öyküsü vardı. Sanırım, "Kzın eteği savruldu rüzgârdan" diye başlayan. Beş ya da on sözcükten oluşmuş bu anlatılar öykü müdür diye soruyorum, tabii ki, evet, öyküdür diyorum. Atelye çalışmasında böyle öyküler yazabiliriz mesela.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

""
Elif yazdı:
Cümleyi(öyküyü) "Sahibinden" sözcüğü eklenmeden okuduğumda anılan patiğin doğmamış bir bebek için alınmış olduğunu düşündüm. Bu sözcük eklenince patiğin doğuştan kötürüm birine ait olduğunu düşündüm sonra da, iyi ama onları satmak için niye bu kadar zaman beklemiş ki diye düşündüm.

Hemingway öyküsünün çevirisinin iki farklı yorumu üzerine ben de Elif'in üzerinde durduğu farklılığı düşündüm. (Ne zor bir cümle oldu yarabbi!)

İlkinde;

""
"Satılık: Bebek potini, hiç giyilmedik."

Bebek beklerken onu yitiren birinin feryadı gibi geldi öykü. Bu kaybın ardından onun için alınmış "potin"leri (Çağdaş çok güzel çevirdi bunu Alkış ) göz önünden uzaklaştırmak istiyor. Uzaklaştırma biçiminin satmak olduğu düşünüldüğünde ise ailenin maddi durumuyla yüzleşiyoruz. Zorunluluklar dünyasına dair sert bir gönderme oluveriyor altı sözcüklük öykü.

İkinci yorumda ise;

""

"Sahibinden satılık: Bebek potini, hiç giyilmedik."

Bu kez, bebek potininin sahibi olan kişinin çocukluğunu yaşayamamışlığına dönüşüyor öykü. Ta bebekliğine kadar geri giden bir ilenmeyle, biraz da hınzırca, intikam alıyor bizden. "Hiç giymediğim potinimi satıyorum işte"ye dönüşüyor.

Kimbilir belki de bambaşka bir öykü anlatmak istemişti Hemingway; benim kafamın içindeki küflü gri sünger ancak bunları anladı.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Hemingway, bir taraftan kısa bir öykü yazarken diğer taraftan altı sözcükten oluşan tümceyi okuyanlara, güzel bir şekilde sözcüklerin çağrıştırdıklarıyla öyküler yazdırıyor.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

""
For sale: Baby shoes, Never worn

Peki ben bunun bir öykü değil de aslında bir şiir olduğunu söylesem itiraz eden çıkacak mı? Eğer çıkarsa, neden itiraz ettiğini açıklayabilecek mi?


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

"kısa öykü" dedikleri şiire öyküden daha yakın bir tür bence de.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Hoş önce sana kıllık olsun diye öyküde olması gereken nesi eksik buncağızın demek isterdim... =)


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Hay hak, konuşmayayım dedim ama...

Uzun geçmişi olan bir tartışma, "şiir mi, öykü mü" tartışması. Özellikle de bir dönem öykü camialarında pek bir mühim meseleymiş binlerce kelam edildi üzerine.

Kıssadan hisse şunu diyeceğim:

Şiir dendiğinde müziği anlıyorum ben: Tını, ritim, ahenk; sözün ilkel hali. Laftan daha fazla söz alan, sözcüğü aşan bir tür şiir. Anlatan değil, duyumsatan; müzik gibi, ancak yaşantılayabildiğin. (Bu, şiirin bir şey anlatamayacağını söylemiyor elbette. Dilerse, arzu ederse bin türlü hikâye anlatır şiir de. Nazım da olduğu gibi. Ama bu ille de zorunlu değildir. Onu o yapan şey değildir.)

Öykü ise anlatılan, anlatan bir şey. Hemingway'de olduğu gibi. Kaç sözcük olduğu, olay örgüsü, konu vb. tırı vırı... Ta ki benimle diyalog halinde olsun.

Tek başına şiir söylenir. Dua gibi. Aynı kökenden geldiğini düşünüyorum dua ile şiirin. Oysa tek başına öykü anlatılmaz. Meddah eylemidir öykü, iki kişilik de olsa bir toplumu gereksinir.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

hemingway'in kısa öyküsü "hiç giyilmemiş bebek ayakkabası kelepir fiyata" gibi olaydı galiba bu cümle bir ilan olurdu yanlızca.
ancak çağdaş'ın muazzam çevirisiyle, bir gazetede ilanlar sayfasında dahi yayınlansaydı insanın içine işler, bir kaç kez daha kendini okuttururdu, merak ettirirdi;kim? neden? diye sorular dizilirdi hatırına okuyanların. bana öyle geldi nedense. yazanın da çevirenin de aklına sağlık.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

narincir dedi ki:
"kısa öykü" dedikleri şiire öyküden daha yakın bir tür bence de.

M. Sadik Aslankara'nin "Oyku Siirin Uvey Kardesi" adli denemesi bana narincir'in bu soyledigini animsatti. Aslankara narincir'in bu soyledigiyle tartisiyor. Deneme, Imge Oykuler'in 2. sayisinda (Nisan-Mayis 2005) yayimlanmis.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Merhaba,

"Kısa öykü" ile, günümüzün teknolojik imkanlarının ve yaşam tarzının imkanlı kıldığı "Flash-ficiton", "Micro-fiction", "Sudden Fiction" vb. gibi isimlerle anılan, bizim yeni yeni "Kısa-kısa öykü" dediğimiz edebî türü ayırmak gerektiğini sanıyorum.

Tam kapsamlı bir tanım yapmam elbet mümkün olmayacaktır ama tarif etmek gerekirse, "kısa öykü"yü, içerisinde kalem kağıda değmeden evvel tasarlanmamış tek bir sözcük bile bulunmayan (Poe'ya göre), bir oturuşta okunabilen (yine Poe'nun bir ilkesi), karakter zenginliğiyle değil, olay ile şekillenen bir edebi tür olarak görüyorum. Kısa öykü, puan toplayarak kazanma lüksüne sahip değil, ilk round'da knock-out etmesi mecbur. Kısa öykü, görülen kısmı ancak dörtte biri olan bir buz dağı.

"Micro fiction" ise, (sanki Poe'nun "bir oturuş" ilkesine istinaden, günümüzde bir oturuşun çok daha kısalmasıyla ilgili gibi) çok yeni bir tür. Hatta asıl popülerliğini internete borçlu. Çok daha farklı ilkelere sahip, daha farklı çalışan bir tür. Micro fiction'da knock-out edecek yumruğu atmaya bile vakit yok, daha çok şimşek çakmasına benzetilebilir sanki. Micro fiction'da vurucu olan olay da değil sıklıkla, belki sadece bir ironi, okuyanı tedirgin edecek bir tezat, belki de çok temel bir ikilem, bir paradoks...

Yukarıda bir mesajda, Hemmingway'in ünlü 6 kelimelik metni için şiir denebilir denmiş, türün şiir ile akrabalığını, dirsek temasını görmek ve göstermek için önemli bir nokta. Ancak ben, türün ne şiir ne de öykü sayılamayacağını düşünüyorum. Zira çalışma prensipleri, metotları, "ne"likleri her ikisinden de farklı. Zaten türün İngilizcedeki adında artık "story" yerine "fiction" tercih ediliyor. ("Short-short story" yerine, "short-short fiction") Belki biz de Türkçe'de "Kısa-kısa kurmaca" ya da sadece "Kısa-kısa" diyebiliriz.

Micro fiction örnekleri için internette online aylık dergiler mevcut:

"Rumble Micro Fiction Magazine": http://rumble.sy2.com/
"Word Riot" sitesinin "Flash Fiction" bölümü : http://www.wordriot.org/shortshorts/
"3 AM Magazine" "Flash Fiction" bölümü : http://www.3ammagazine.com/3am/index/flash-fiction/
"Juked Magazine": http://www.juked.com/


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Short-short story turunden ilk haberdar oldugumda Internet'te bir arastirma yapmis, birkac site bulmustum. Turkce'de henuz yayginlasmamis olan but turun Ingilizce orneklerini gorup sevmistim de. Ancak karsima soyle bir sorun cikmisti. Internet'te karsilastiginiz/ buldugunuz oykuler (ya da okoseoglu'nun ifadesiyle kurmacalar) ne yazik ki her zaman cok nitelikli olmuyor. Turun genellikle bastan savma, ya da bayagiliga kacan ornekleriyle karsilasinca bu konudaki merakimi ertelemek zorunda kalmistim. Simdi konu forumda ortaya cikinca, acaba, dedim, bilgi sahibi olanlarin onerecegi yazarlar, oykuler var midir? okoseoglu'nun linklerini verdigi sitelere baktim, lakin benzer daha once hissettigime benzer dusunceler sekillendi zihnimde. Huh!


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

okoseoglu güzel bir konuya parmak basmış.

Daha çok şöyle düşünüyorum ben: "Kısa" ile "kısa kısa"yı birbirinden ayırmaya çalışmayı fasulye torbasındakileri boya göre hizaya sokmaya benzetiyorum. (Keza öykü ile kısa öyküyü birbirinden ayırmak da hiç mantıklı görünmüyor bana.) Türsel ayrımlar yeterince sıkıcı ve bol keseden değiller mi? İşler Günler'in Hesiodos'una sorsak bize gülerdi gibi gelir bana hâlâ. "Roman diye bir şey buldunuz ve bu şiirden farklı ha, ne tuhafsınız!" demez miydi?

Buna karşın bilimsel anlamda (edebiyat bilimi anlamında) böyle bir ayrım da gerekli elbette. Ancak bir şeyin bilimsel olarak ifade bulmasının değerini epeyce sorgular oldum son zamanlarda.

İşin içinden ne kadar çıkabiliriz bilmiyorum, ama bir ara bu konuya bir el atmak niyetindeyim.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

eren dedi ki:
Simdi konu forumda ortaya cikinca, acaba, dedim, bilgi sahibi olanlarin onerecegi yazarlar, oykuler var midir? okoseoglu'nun linklerini verdigi sitelere baktim, lakin benzer daha once hissettigime benzer dusunceler sekillendi zihnimde. Huh!

Haksız sayılmazsınız hani, tür oldukça yeni, hem beğeniler ancak şekilleniyor, hem de zamanında roman'ın da başına geldiği gibi editörler pek de seçici davranmıyor. Smile Ben de nitelikli örneklere ulaşmakta zorluk çektim, açıkçası halen cımbızla seçiyorum. Elbette benim kaçırdığım, üstünde durmadığım, göremediğim iyi işler de vardır.

Jacques Rancourt'un Fireflies'ı çok beğendiğim, sıklıkla olumlu tepki alan bir yazı, oldukça etkileyici:
http://rumble.sy2.com/stories/fireflies.html

Christian Bell, "Rice" sevdiğim işlerden:
http://rumble.sy2.com/aug04/rice.html

Bir de şaheser olmasa da beğendiğim, sanki türün manifestosu gibi bir kısa-kısa.
Online bir pdf dergide yayınlandığından linkini bulamadığım bir iş, dosya kilitli "copy - paste" dahi yapamıyorum, yazacağım:

""
Fiction
by Jason Rogers

Some character, whose name is Charley, likes the female character (bigot, but great looking). Change of setting (three. changes). Charley is egocentric and vain. After some time there is a reversal in the main character. The other lesser characters stay the same. The End.

Kaynak: "Bust Down The Door and Eat All The Chickens"
http://www.absurdistjournal.com/


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Forumda aktarılan alıntıların türkçesiyle birlikte verilmesinin tüm kullanıcıları kapsaması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.
İngilizce ile hiç bir ilgisi olmamış bir kişi olarak aktarılan bazı cümlelerin yalnızca ingilizce olmasından dolayı huzursuz olduğumu belirtmeliyim.
Forum içinde birikimlerimizi paylaşmaktan öte birbirimizi tamamlamak için yazdığımızı düşündüğüm için çeviri gibi zahmetli bir işe de girilebilirse sevinirim. En azından denenmesini beni sevindirecektir.
Bir çok çevirisinin karşılaştırmalı olarak üstünlüğüne inandığım Çağdaş bu işe bir el atabilirse sevinirim.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Barış Acar dedi ki:
okoseoglu güzel bir konuya parmak basmış.

Daha çok şöyle düşünüyorum ben: "Kısa" ile "kısa kısa"yı birbirinden ayırmaya çalışmayı fasulye torbasındakileri boya göre hizaya sokmaya benzetiyorum. (Keza öykü ile kısa öyküyü birbirinden ayırmak da hiç mantıklı görünmüyor bana.) Türsel ayrımlar yeterince sıkıcı ve bol keseden değiller mi? İşler Günler'in Hesiodos'una sorsak bize gülerdi gibi gelir bana hâlâ. "Roman diye bir şey buldunuz ve bu şiirden farklı ha, ne tuhafsınız!" demez miydi?

Buna karşın bilimsel anlamda (edebiyat bilimi anlamında) böyle bir ayrım da gerekli elbette. Ancak bir şeyin bilimsel olarak ifade bulmasının değerini epeyce sorgular oldum son zamanlarda.

İşin içinden ne kadar çıkabiliriz bilmiyorum, ama bir ara bu konuya bir el atmak niyetindeyim.

Genel olarak çok haklısınız, katılamadığım birkaç nokta yok değil. Bu da sanıyorum ki sizin de söylediğiniz gibi akademi kökenli olmamdan kaynaklı. Smile

Evvela, kısa öykü, öykü, novella, roman gibi türler arasındaki ayrım, gerek metinleri hakkıyla takdir edebilmek, gerek türe katkıda bulunabilmek için önemli görünüyor bana. Elbette nasıl diyelim ki bilim ve felsefe hususunda olduğu gibi, bir zamanlar edebî türler de bir idi. Tüm türleri de o bir olan epik doğurdu demek yanlış olmayacaktır heralde. (Belki komedya ve günümüze kadar gelen mizah geleneği dışarıda tutulabilir.) Epik'ten de önce ise, (İşler Günler gibi) bizim şu an makale/deneme konusu göreceğimiz, nesilden nesile aktarılmak istenen bilgi de (kolay hatırlanması amacıyla) kafiyeli ve (yazanın kültürünün ve bilgisinin ciddiye alınması adına) edebi bir üslup ile yazılırmış. Epik ise belli bir dönemin edebiyatı olarak kaldı. edebiyat tarihinde kimi türlerin ölümüne şahit oluruz, epik yerini tragedya geleneğine bıraktı. Benzer şekilde romans öldü, roman (novel) doğdu.

Antik Yunan edebiyatında (Aristoteles'in Poetika'daki ayrımıyla bakarsak) bizden ahlaken (ve de asalet ile) üstün insanların edimlerinin konu edildiği türe tragedya, bizden ahlaken düşük insanların edimlerinin konu edildiği türe ise komedya dendi. Komedya yazarları ciddiye alınmaz, işleri hafif görülürdü. Roman'ı ise, tam da bizim edimlerimizin konu edildiği tür olarak görmek mümkün. Yani Hesiodos'a roman verseydik, kendi döneminin yarattığı ve barındırdığı edebiyat anlayışına uymayacağından, (konusu itibariyle) aşağılayacak, gereksiz bulacaktı. İçeriği itibariyle ise yazanı yetersiz bulacak, ne bir kafiye, ne de bir retorik başaramadığından kalem tutmasını kınayacaktı. (kocaman bir muhtemelen Smile )

Bu kadar yazmamı hoş görün lütfen, amacım bilinenleri tekrar anlatmak değil, şöyle bir noktaya varmak: Türlerin arasında yapılan ayrım, elbette sanal bir ayrımdır. İnsan zihni bölerek anlamaya yetkin (analiz). Bu yüzden bölüp parçalayıp anlamaya çalışıyoruz. Ancak düşülmemesi gerektiğine inandığım bir tuzak var. Ülkemizde yazılan romanlar çoklukla "holivud ekşın filmi" tadında, kuvvetli öykücülerimiz uzunca bir dönem yoktu. (Tomris Uyar zamanının genç öykücülerini roman ile öyküyü birbirine karıştırıp, zayıf roman sinopsislerini öykü sanmakla eleştirirmiş.) Günümüz şair/eleştirmenlerinden Hakan Arslanbenzer, Türk şiirinin sıkıntısını, Türk öyküsünün sıkıntısına bağlar, türler arası diyalojinin önemini vurgular. Ancak bu diyalojiye sahip olmak için, evvela türlerin bir parça ayrı durmasını (en azından bir süre) önemli tutuyorum.

Kısa öykü, kısa-kısa öykü ayrımını yapmamın sebeplerinden birisi de, kısa-kısa öyküye diyelim "Burada karakter yok!" gibi bir eleştiriyle yaklaşmaya engel olmak. Bir romanda karakter yoksa, sorun var demektir. ( Bilirsiniz, Murat Belge, ülkemiz romanında karakter bulunmadığını, tip üzerinden çalıştığını, bunun da gelişime büyük bir engel olduğunu ilk vurgulayan, roman okumalarıyla büyük alkış alan bir eleştirmen.) Bir öyküde karakter olmayabilir, ancak tip de yoksa sıkıntı yaşanır; "insansız" olmak, yahut metinde insanların iki boyutlu oluşu sorun olarak görülür. Ancak kısa-kısa türünde, ne karakter, ne tip, ne de olay aranıyor. Orada aranan başka bir şey var. Ama "o" ne, ben de emin değilim. Smile Örnekler önümüzde, yardımlara açığım.


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

nurten aksakal dedi ki:
Forumda aktarılan alıntıların türkçesiyle birlikte verilmesinin tüm kullanıcıları kapsaması bakımından önemli olduğunu düşünüyorum.
İngilizce ile hiç bir ilgisi olmamış bir kişi olarak aktarılan bazı cümlelerin yalnızca ingilizce olmasından dolayı huzursuz olduğumu belirtmeliyim.
Forum içinde birikimlerimizi paylaşmaktan öte birbirimizi tamamlamak için yazdığımızı düşündüğüm için çeviri gibi zahmetli bir işe de girilebilirse sevinirim. En azından denenmesini beni sevindirecektir. Bir çok çevirisinin karşılaştırmalı olarak üstünlüğüne inandığım Çağdaş bu işe bir el atabilirse sevinirim.

Afedersiniz, haklısınız. Paylaşmanın heyecanıyla acele ettim sanırım, en azından foruma yazdığım metnin çeviri denmese de mealine çabalamak isterim :

Kurmaca
Jason Rogers

Bir karakter, adı Çarli, kadın karakterden hoşlanır (geri kafalı ama çok güzel). Olayların geçtiği yer değişir (üç defa). Çarli benmerkezci ve kibirlidir. Bir zaman sonra ana karakterde tersine bir değişim görülür. Diğer ikincil karakterler aynı kalır. SON


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Yazdıklarınızı keyifle okudum. İyi ki ve ne güzel uzun yazıyorsunuz; düşünmek, üzerine konuşmak için vesile oluyor böylece.

""
okoseoglu yazdı:
Epik'ten de önce ise, (İşler Günler gibi) bizim şu an makale/deneme konusu göreceğimiz, nesilden nesile aktarılmak istenen bilgi de (kolay hatırlanması amacıyla) kafiyeli ve (yazanın kültürünün ve bilgisinin ciddiye alınması adına) edebi bir üslup ile yazılırmış.

Bu notlar üzerinde durmak istediğim ana dayanağı gördüğünüzü ele veriyor. Sevindim. Türsel ayrımlardan çok (sizin de söylediğiniz gibi bilimsel olarak onların varlığının gerekliliğine inanmakla birlikte) ortak atalar ilgimi çekiyor benim. Kökene dönmek, belki fenomenolojik bir ifadelendirmeyle, olgunun özüne bakabilmek istiyorum son günlerde.

""
Antik Yunan edebiyatında (Aristoteles'in Poetika'daki ayrımıyla bakarsak)...

Evet, işte tam da oralar kaşınması gereken noktalar... Özellikle de Poetika. Söz konusu türsel ayrımları yaparken de poetik olanın gözlerinin içine bakmak gerektiğini düşünüyorum. Bu mecazı şöyle de anlatabilirim: Örneğin bir performansı izlerken yaşadığım deneyimle (ya da performansın etrafında yarattığı "edebi dalgalanma"yla/ "hermeneutik durum"la) bir kısa kısa öykünün yarattığı atmosfer arasında çok büyük bir fark görmüyorum. Bunların malzemelerinde meydana gelen değişmenin hermeneutik anlamda ciddiye alınır bir tarafı olduğunu sanmıyorum daha çok. (Bir şerh düşmeli tabii: Malzemenin kendisini anlatmasını bu bağlamda başka bir biçimde değerlendiriyorum, türsel ayrımdan çok dokusal ayrımı önemsiyorum bu anlamda.)

Yorumumun fazla alımlayıcı odaklı olduğunu söylerseniz söyleyecek bir şeyim kalmaz elbet. Alımlamanın dışında bir dünyanın varlığına inanmıyorum.

""
Hesiodos'a roman verseydik, kendi döneminin yarattığı ve barındırdığı edebiyat anlayışına uymayacağından, (konusu itibariyle) aşağılayacak, gereksiz bulacaktı. İçeriği itibariyle ise yazanı yetersiz bulacak, ne bir kafiye, ne de bir retorik başaramadığından kalem tutmasını kınayacaktı.

Pratikte aynı şeyi düşünüyorum. Ancak burada ozanın zamanı aşan bilgeliğini de hesaba katarak şunu öne sürüyorum: Romanı aşağılamaktan çok "Niye bunu burada bıraktınız, (Tomris Uyar'dan aktardığınız şekliyle) taslak olarak değil de tamamlanmış/ bitmiş olarak getirseydiniz ya" diyeceğini düşünüyorum.

""
Ancak bu diyalojiye sahip olmak için, evvela türlerin bir parça ayrı durmasını (en azından bir süre) önemli tutuyorum.

Müthiş önemli ve inandığım bir nokta: İnterdisipliner olmak için disipliner olmak. Ama ancak ve yalnızca edebiyat bilimcisi için. Yazar için ciddi bir anlam yok burada. Hesiodos etkisi!

Affınıza şığınarak, öykünün neliği ve poetik olanın özü konusunda ne düşündüğümü öykü olduğu konusunda ısrarım bulunan bir çalışmamı refere ederek desteklemek istiyorum: Bedel


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

Merhaba,

Anlıyorum, durduğunuz, bulunduğunuz noktada, rasyonel olana, analitik olana yanaşmak, sanat serüveniniz açısından olumsuz olabilir. Bölüp, parçalayıp, anla(mlandır)mak yerine tümleyici olmak, bütünü görmek, tümden nasibinizi almak istiyorsunuz, parçalarla değil, öz ile ilgileniyorsunuz, ki bu da elbet oldukça geçerli, oldukça tutar bir yöneliş. Aristoteles'i kaşımanız sanıyorum bundandır. Zira bu teorik "reçeteler" sanatçı için verimli değil.

Şu var ki; "Örneğin bir performansı izlerken yaşadığım deneyimle (ya da performansın etrafında yarattığı "edebi dalgalanma"yla/ "hermeneutik durum"la) bir kısa kısa öykünün yarattığı atmosfer arasında çok büyük bir fark görmüyorum." demişsiniz. Ben değil ama bir başkası rahatlıkla şöyle konuşabilirdi: İşte bu aradığınız, "edebi daygalanma" diye tarif ettiğiniz, Aristoteles'in 'katharsis'idir. (hadiyse bir çeşididir.) Cevabınız sanırım orada. Smile
(Bu esnada, bahsettiğiniz alımlayıcı odaklılık uzunca konuşmak isteyeceğim bir konu, ancak böyle konuşmalarda karşılıklı verim almanın çok zor olduğunu sanıyorum. Özellikle online forum ortamında uzun yazılar okuyanları sanırım sıkıyor. Smile )

Bedel isimli çalışmanızı da şimdi gördüm. Belki bir gün (umalım mı?) sanat bir olacak, bölünmez bir bütün olacak. (Ne de olsa dallar arasındaki bu ayrım, en temelinde eliyle çalışanların işi (techne), akıl ile yaratanların işi (poesis) olmak üzere, el emeğinin aşağılanması gibi çürük bir temel üzerinde yükseliyor.) Ama düşünülmesi gerekenlerden biri de, hiç değilse o zamanın henüz gelip gelmediğidir. Acaba yapılan bir devrim midir? Bir devrim ise bu devrimin çocukları olacak mıdır? Onlar da bu devrimi yaşayacaklar mıdır? Yoksa, günümüzde "yenilik"ler, safi "çok orjinal" olmak adına, var olandan sıkılmış insana reklam/pazarlama metinleri olarak mı yapılır? Bunlar olası iki aşırı, hiç bir iş bir aşırıda değil, yelpazede bir tarafa daha yakın sadece.

Bedel için ise şöyle söyleyebilirim: Bu marjinal bir iş, kenarda duruyor. Elbette böyle çalışmaların yapılması çok güzel. Ne de olsa "kenarlar", nice marjinal eserle genişleyen, her yazılan yazıda tekrar şekillenen şeyler, tuğladan değil bu kenarlar yani. Kenarda duran işler de ya tepetaklak aşağı düşüyor, ya da düşerken yanında kenarı da çekip, "edebiyat" dediğimiz şeyi genişletiyor.

Kişisel görüşüm ise şudur: Bunu şiirin en büyük üstadlarından birisinden öğrenmiştim, Nazım şiirlerini hapiste işçilere okur, beğenmezler ya da anlamazlarsa yırtıp atarmış, "Bedel"i toplumun marjinal kıldığı birkaç insana gösterin (sokak çocukları, tinerciler, fahişeler, kapkaççılar, uyuşturucu bağımlıları, azınlıklar, işsizler, şarapçılar, eşcinsel erkek ve kadınlar, yahut rahmetli Manisa Tarzanı! Smile ) eğer beğenirlerse işte budur!


Re: Öykü Kavramını İrdeleyeceğimiz Forum

okoseoglu dedi ki:
Jacques Rancourt'un Fireflies'ı çok beğendiğim, sıklıkla olumlu tepki alan bir yazı, oldukça etkileyici:
http://rumble.sy2.com/stories/fireflies.html

Christian Bell, "Rice" sevdiğim işlerden:
http://rumble.sy2.com/aug04/rice.html


Aksilik iste. Simdi http://rumble.sy2.com adresindeki hicbir sayfaya ulasamiyorum. Belki baska zamanlarda da soz konusu sayfalara ulasma guclugu yasayanlar olabilir diye oykuleri aynen buraya kopyaliyorum. Hemen Turkce'ye ceviremiyorum. Ileride cevirebilecegim konusunda da soz veremiyorum. Belki bir gonullu cikar Smile
""
Fireflies
by Jacques Rancourt

Melissa liked to store things: confirmation cards, copper bells, old shoelaces. She saved all her Halloween candy until Christmas and all her Christmas candy until Easter, and saved that until her eighth birthday that summer. Melissa was afraid of forgetting, so she kept a notebook charting everything. That summer alone, she had already played 33 games of hopscotch; ate 22 hot dogs, three which were overcooked and their black, crusty skins had to be peeled off; caught three fat toads, one who peed into her palm, and twelve grasshoppers, who she kept in a glass jar with holes poked through the cover. She hadn’t caught any fireflies yet, because she could only see them at night and she wasn’t allowed in the tall grass behind her house when it was dark out, but the fireflies were next on her list of things to catch. Out of the 53 days since school let out, 27 were sun-streaked, 12 beat with steady rain, and the remaining 14 were either grey overcast or picture-clouds or somewhere in between.

Melissa learned how to use a calculator in school, and she kept one in the back pocket of the overalls she always wore. Whenever she and her mother would go for a drive—the seat belt pressing against her neck—she’d add up the numbers of the license plates of the cars in front of them.

L32096.

“Twenty!”

9016 HR.

“Sixteen!”

8574 NL.

“Twenty-four!”

She wanted to be an astronaut when she grew up, so her dad gave her a telescope for her birthday. She waited for a clear night when she could squeeze her left eye shut and peer up through the eyepiece at the white specks in the sky. She soon became bored with the telescope and laid back down on her porch, listening to the buzz of crickets. In science class, she learned if she counted how many times the crickets creaked during a fifteen second period and added 37 to that number, she’d know the temperature. “Fahrenheit, of course,” she explained to her father. It was 78 degrees out.

After he left, she got out her calculator and added the remaining days in July – 14 – to 31 for August. The block numbers on the tiny screen told her there were only 45 days left of summer, left to eat hot dogs, collect shoelaces and catch grasshoppers. She cleared the tiny digital screen, and multiplied 365 by 70—because she figured she only had a good 70 years to live—and realized she only 25,550 days left to become an astronaut, to see the moon up close; 12,775 days until she couldn’t have babies anymore, like Mom; 4,745 days until she graduated college; 3,285 days until she graduated high school; and 730 days until she wasn’t a kid anymore.

She tossed aside her calculator, wrapped her arms around her knees and for the first time in her life, felt like she was dying. She listened to the cricket’s metronome—the temperature had dropped one degree—and saw, behind her house, out in the reedy onion grass, a firefly spark.


""
Rice
by Christian Bell

Leslie had microscopic dreams. She spent most of her waking hours looking into microscopes. Miniscule life forms, clandestine forces that owned the world. In her dreams she lived in a rice grain. A virus was her lover.

She stopped him before intercourse. What if I got the virus, she asked. He said, that's what I'm planning on! Awake, she was tiny--four feet ten, ninety pounds. The smallest researcher on Antarctica. Discoverer of a hydra-looking alien organism. Her voice squeaked when she handed her superior the sample, said, I found this buried in the ice. The words: you're never to speak of this. The world's end passed from her hands.

She scurried back to her rice grain, waited for her lover.


Not: Madem sayfalar acilmiyor o zaman nasil oykuleri buraya kopyaladin, diye soranlarla muhattap olmuyor, biramdan bir yudum alip uzaklara bakiyorum. Cool


Re: Kısa Öykü

Ya bir yerde sanırım moderasyonun internette metinlerin çok fazla yerde olmasını istemediğini okumuştum, o yüzden bağlantı verdim. Yok eğer metinleri (belki sadece kısa metinleri?) foruma kopyalamak ise dilenen, güzel bir seçki oluşur forumda zamanla, öyle değil mi?


Re: Kısa Öykü

okoseoglu dedi ki:
Ya bir yerde sanırım moderasyonun internette metinlerin çok fazla yerde olmasını istemediğini okumuştum, o yüzden bağlantı verdim. Yok eğer metinleri (belki sadece kısa metinleri?) foruma kopyalamak ise dilenen, güzel bir seçki oluşur forumda zamanla, öyle değil mi?

Aslinda zaten bir yerlerde bulunan metinleri tekrar tekrar kopyalamak istemiyoruz. Ancak su anda soz konusu siteye baglanti olmadigi icin ve bu ileride de benzer sorunlarla karsilasilabilecegine isaret ettigi icin metinleri kopyaladim. Soylediginiz gibi genellikle link vermeyi kopyalamaya tercih ediyoruz. Yine de kisa metinler sorun degil...


Re: Kısa Öykü

Yok yok, Rumble sağlam, şu an da sağlam, ben görmedim hiç sıkıntı yaşadığını. Sık sık sorunsuz ziyaret ediyorum. Ama belki de Open Dns'in marifetidir. Tüm kullanıcılara Open Dns tavsiye ederim.

http://www.opendns.com/


Re: Kısa Öykü

""
okoseoglu yazdı:
Bölüp, parçalayıp, anla(mlandır)mak yerine tümleyici olmak, bütünü görmek, tümden nasibinizi almak istiyorsunuz, parçalarla değil, öz ile ilgileniyorsunuz,

Derdimi anlatabildiğimi görmek sevindiriyor beni. Yine de bir şerhim olacak yukarıdaki satırlara. Gestalt'ın bütün ve parça ilişkisini gören yaklaşımı savunduğum doğru, buradan kalkarak anlamak ya da anlamlandırmayı bütünle ilişkisiz görmek büyük hata olacaktır. Yukarıdaki ifadenin böyle bir sıkıntısı var.

""
İşte bu aradığınız, "edebi daygalanma" diye tarif ettiğiniz, Aristoteles'in 'katharsis'idir. (hadiyse bir çeşididir.)

"Edebi dalgalanma" şeklinde ifade edince anlaşılmıyor tabii. Özür dilerim, burada kast ettiğim (daha sonra da "hermeneutik durum"la açmaya çalıştığım) anlambilimsel olarak bir şeyim yorumdan bağımsız olamayacağı şeklindeki düşüncemdi. Yani katharsisle hiçbir şekilde ilgisi olmayan bir poetik durum: Todorov'un "dilin ve simgesel olanın dışı düşünülemez" sözüne istinaden sanatın alımlayıcıda kurduğu anlam dünyasının dışı düşünülmez, diyorum ben de. Dolayısıyla sanat oluşun yarattığı anlam katmanı her zaman belirleyici olacaktır.

""

"Bedel"i toplumun marjinal kıldığı birkaç insana gösterin (sokak çocukları, tinerciler, fahişeler, kapkaççılar, uyuşturucu bağımlıları, azınlıklar, işsizler, şarapçılar, eşcinsel erkek ve kadınlar, yahut rahmetli Manisa Tarzanı! Smile ) eğer beğenirlerse işte budur!

İşte inandığım noktalardan biri. Öyküye dair bu yorumunuz için teşekkürler. Düşündüğüm odur ki, insanlar popüler kültür ve gelenekçiliğin kıskacı altındaki yorumlama mekanizmalarından sıyrılabilseler, bir kar küreğine bakabildikleri gibi saf bakabilseler sanata o zaman onda yatan özü görebilecektirler. Zaten gündelik yaşam içinde de sık sık yapılan ve avangardların düşlerini süsleyen de budur.

""
Bu esnada, bahsettiğiniz alımlayıcı odaklılık uzunca konuşmak isteyeceğim bir konu, ancak böyle konuşmalarda karşılıklı verim almanın çok zor olduğunu sanıyorum. Özellikle online forum ortamında uzun yazılar okuyanları sanırım sıkıyor.

Özellikle bu tip konuları tartışmanın tam yeridir Uzun Hikâye. Ne akademinin tozlu raflarında yitip gitmiş makaleler ne de piyasaya oynayan yayıncılığın epey kirli havuzu bu gereksinmelerimizi yerine getirdiği için icat edilmiştir. Buyrunuz efendim. Thumb Up


Re: Kısa Öykü

"Özellikle online forum ortamında uzun yazılar okuyanları sanırım sıkıyor."
Arkadaşlar, ben keyifle okuyorum yazdıklarınızı. Sevgili forum üyesi arkadaşlar aranızda bu yazılanları okuyup da sıkılan var mı? Boxing
Lütfen ama lütfen devam edin.


Re: Kısa Öykü

Merhaba,

Sayın Elif Çınar'a teşekkür ederim "Arkadaşlar, ben keyifle okuyorum yazdıklarınızı." demiş, "Lütfen ama lütfen devam edin." diye de eklemiş. Geçtiğimiz günlerde cevaben bir mektup yazmaya vakit bulamadım.

İlk önce belirtmek isterim ki, dileğim konuda daha çok katılımcının bulunmasıdır. Burası bir "forum" ne de olsa. Smile
Forum ortamında ikili fikir alışverişlerinin yıpratıcı olduğuna inanıyorum. Daha önce de başka alanlardaki kimi forumlarda böyle tartışmalar yerine, ikili mektuplaşma ile fikir paylaşımlarının bir özetini foruma iletmeyi denedik, daha büyük verim aldık. Ancak tartışmaya katılım olursa, elbette ideal bir forum ortamı oluşacaktır.

Sayın Barış Acar, "Öyküye dair bu yorumunuz için teşekkürler. Düşündüğüm odur ki, insanlar popüler kültür ve gelenekçiliğin kıskacı altındaki yorumlama mekanizmalarından sıyrılabilseler, bir kar küreğine bakabildikleri gibi saf bakabilseler sanata o zaman onda yatan özü görebilecektirler." demiş.

Barış Bey, öncelikle şunu belirtmek isterim, işinizi bir öykü olarak görmüyorum. "Öykü değildir!" demiyorum, zaten diyemem, şöyle açıklayayım: Öykü dediğimiz edebî form, varlığına kavuşmuş, tanımı ve içeriği değişmiş, günümüzde de değişmeye devam ediyor. Her yazılan öykü, öykünün 'ne'liğine dair de bir manifesto. Bu değişim de gözlenebilir, hatta gözlenmesi gereken bir dinamizm içeriyor. Sizin işiniz ise, bana göre, bu yolun üzerinde değil, kıyısında, hatta belki de şarampolde.

Edebiyat nedir, tanımlamak, tanımlar içerisine sıkıştırmak fikrimce yersizdir. Ancak bize pek bir şey anlatmayan, basit tanımlar yapılabilir. Görüşümce edebiyat öncelikle yazılı işlerin sanatıdır. "Kurgusal" ve "kurgusal olmayan" metinler olarak ikiye ayırabiliriz; daha sonra da "düzyazı" ve "şiir" olarak. Bu ayrım da görüşümce lüzumlu bir ayrımdır. Elbette bu noktada kelimelerin yan yana yazılması düzyazıdır, şiir değildir vb. gibi şekillerde yanlış anlaşılmaktan korkarım. Zira sınırı çizmek de kolay değil, Baudelaire, Mallarmé, Wilde gibi dünya edebiyatının büyük isimler "prose poetry" adı verilen hibrid bir türden de faydalanmışlardır.

Düzyazı temelinde, (basit gramer dışında) belli formel yapılara bağlanmayan, hatta biraz da içeriğin biçimin önüne geçtiği bir türdür. Şiirde ise içerik ve anlamdan belki daha önce, dilin estetik ve çağrışımsal nitelikleri öne çıkar. Şiir, bu formel yönüyle, sözcüklerin anlamları, çağrışımları ve sesleri ile birlikte, zaman zaman "kağıt üzerindeki lekeleriyle" de ilgilenir. Böylece oluşmuş "görsel şiir" denen bir akım da mevcuttur. Ülkemizde de son yıllarda Serkan Işın, Aslı Serin gibi şairlerin görsel işleri vardır. Hatta daha önceden rahmetli Metin Altıok da böyle işlerin erken örneklerini vermiştir. Dileyen olursa, başka bir başlık altında bu işleri de paylaşabilirim. Ancak sanırım öykü forumuyuz, konuyu dağıtabilir. "Görsel şiir" halen tartışılan, kimi eleştirmenlerce ciddiye alınmayan, kimilerince önemli tutulan bir alt tür.

Dediğim gibi, şiir, temel nitelikleriyle böyle açılımları kaldırmaya aday bir alan, ancak öykü, sanmıyorum ki "görsel öykü" gibi bir alana ihtiyaç duysun, bu tarafa doğru ilerlesin. Elbette yanılıyor olmam da ihtimal, belki de süratle yazılı kültür yerini görsel kültüre bırakmaktadır, beni üzecek olsa da, gelecek bunu gösterebilir.

Bu esnada açıklamakta fayda görüyorum, "Bedel" bir metindir. Onun öykü olmadığını düşünmem, metin olmadığını söyleyeceğim anlamına gelmesin. Sadece benim "öykü"den anladığım şey, "öykü" diye bilip, tanıyıp, sevdiğim, ilgilendiğim, ilişki kurduğum şey bu değil.

Bir de "öykü" ve "hikaye" kavramları arasında, Murat Gülsoy'un yaptığı, katıldığım bir ayrımı hatırlatmak isterim. Bir sinema filminin "hikayesi" vardır, bir fotoğrafın da "hikayesi" olabilir, bir romanın "hikayesi", bir şiirin "hikayesi", bir tablonun "hikayesi"... Ancak "öykü", belirli nitelikleri taşıyan, belli prensiplerle çalışan bir sanat dalı. Sizin işinizin de elbet bir hikayesi var, ancak fikrimce bu onu "öykü" yapmaz.

Uzun lafın kısası, ben işinizi, ülkemiz ve kültürümüz öykücülüğünde önemli bir yere yerleştiremiyorum. Ancak, zenginlik katan bir tali yol olarak değer vermek tabii ki mümkün.

(Bu arada, blog'unuzdaki "hakkımda" köşenizden, 2001 yılında, Hacettepe Üniversitesi Sanat Tarihi Bölümü'ne katıldığınızı öğrendim, benzer yıllarda ben de Hacettepe Üniversitesi Edebiyat fakültesinde öğrenim gördüm, okul arkadaşı çıktık sanırım. Smile )

Saygılarımla.


Re: Kısa Öykü

Öncelikle yorumlarınız için sonsuz teşekkürler. Bütün bunları tartışmak düşüncelerimizi derleyip toplamak için fırsatlar sunuyor ve böylece zenginleştiriyor bizi diye düşünüyorum.

Eleştirileriniz için lütfen çekinmeyin. Kanımca bir eleştiri ne kadar sert olursa (Nurullah Ataç'a atıfla) o kadar sağlam üretim çıkar o dönemden. Bunu kurabilmek önemli. Forumumuza katılan ya da yeni yeni de olsa onun ilkerine ayak uydurmaya çalışan kimselerin de aynı olgunlukta olduğunu, eleştiri terbiyesi olan kişiler olduklarını düşünüyorum. Bu yüzden yapılacak eleştirileri (olumlu ya da olumsuz) kişisel olanın ötesinde zeitgeist belirtkesi olarak kendi kimliklerine birer madalya gibi takacaklarını umuyorum.

Konu bağlamında (kısa öykü) son iletiler biraz Bedel üzerine özelleşti. Aynı minval üzerinde ilerlerse belki ileride ayrı bir başlığın altına da taşınabilir.

Şimdi yorumunuzu temel alarak, genel anlamda sanat oluşa ve kendi adına sahiplendiğim poetik duruşa kimi noktalarıyla değinmeye çalışayım. Belki böylece kuramsal anlamda tıkalı kimi noktaları görme/ gösterme şansına da kavuşuruz.

""
Her yazılan öykü, öykünün 'ne'liğine dair de bir manifesto. Bu değişim de gözlenebilir, hatta gözlenmesi gereken bir dinamizm içeriyor. Sizin işiniz ise, bana göre, bu yolun üzerinde değil, kıyısında, hatta belki de şarampolde.

Bir teşekkür de yukarıdaki satırlar için etmem gerekiyor. Tam da yapmaya çalıştığım, gereğine inandığım, yanını yöresini kazıdığım şeyi işaret ediyorsunuz. Paul Klee'nin çok sevdiğim bir tablosu vardır: Ana Yollar ve Tali Yollar. Evet, tali yolları arıyorum/ örüyorum kendimce. Anayol ne halt ederse etsin!

Şiir üzerine söylediklerinize katılmamak elde değil. İlaveten genel kuramsal çerçeve anlamında söylediklerinizin tek satırının üstünü çizemem. Bilimsel tutum gerektirir bunu (kavramsal sınırlar çizmek). Görsel şiiri de uzun zamandır kendi adıma takip ediyorum. Çok önemli şeyler öğrettiğini de düşünüyorum edebiyat camiamıza. Ancak daha önceki iletimde de sözünü etmiş olduğum gibi şiirin de bu şekilde tasnif edilmesi bana hiçbir şey anlatmıyor. İlle de resim çizmesi gerekmez şiirin görsel olması, Mayakovski'nin ve sonrasında Nazım Hikmet'in şiirleri de bu alanda öncüler olarak değerlendirilmelidir kanımca.

Öyküye geldiğimizde, öyküde görsel öğelerin kullanımı yeni keşfedilmiş bir şey değil. Samuel Beckett'tan Leyla Erbil'e edebiyat tarihinde pek çok örneği var bunun. Bunun da ille "görsel öykü" olarak adlandırılması gerekmiyor daha önce altını çizdiğim gibi. Füsun Akatlı'nın çok yerinde değindiği gibi (link) kokusal öyküden de söz edilebilir ve giderek öykünün yapısına böyle ögeler de dahil olabilir. Bana çok yabancı gelmiyor.

""
Elbette yanılıyor olmam da ihtimal, belki de süratle yazılı kültür yerini görsel kültüre bırakmaktadır, beni üzecek olsa da, gelecek bunu gösterebilir.

(Vurgu bana ait. B.A.)

Altını çizdiğiniz bu nokta önemli, ama daldan dala atlamamak için bu konuyu tartışmayı sonraya saklıyorum.

""
"Bedel" bir metindir. Onun öykü olmadığını düşünmem, metin olmadığını söyleyeceğim anlamına gelmesin. Sadece benim "öykü"den anladığım şey, "öykü" diye bilip, tanıyıp, sevdiğim, ilgilendiğim, ilişki kurduğum şey bu değil.

Bu nokta tartışmanın göbeğinde duruyor gibi geldi bana. Metinle öykü arasındaki ayrım. Kısa öyküyle ilgili tartışmamızın da omurgası burada zaten. Romanı, şiiri ve öyküyü metin'den ayıran, her biri sözcüklerden kurulu bu metinsel yapılara kendi özgülüklerini veren nedir? Benim buna epeyce kestirme ve oldukça net cevabım "Alışkanlıklardır!" şeklinde. Edebiyat bilimi üst başlığıyla andığımız disiplinin ilgi alanına giren (her ne kadar bu ülkemizde hâlâ böyle olmasa da) bir kavramsal çerçeve çizme eylemliliğinin dolaysız sonucu. Yani benim sanat alanının varlık katmanlarına dahil olmadığını ısrarla savunduğum sanatçı/yapıt/alımlayıcı üçgenine dışarıdan müdahil olan sanat eleştirisi alanı. Modernizmin cılkının çıktığı yer. (Sizin de yukarıdaki iletilerden birinde isabetle değindiğiniz gibi, sanat ve zanaatın ayrışmasının temelinde yatan bu burnu büyüklük.) Neyse bu alanı daha çok deşmeyeyim. Uzun sözün kısası şu: "Metin" neyimize yetmiyor ya da metnin/ sözün dışı var mıdır gerçekten? Görsellik poetik anlamda hangi tutarlı gerekçeyle metnin sınırlarından dışarı itilmelidir? Anlambilimi bu yüzden öne çıkarmıştım. Düşünmemizi oluşturan yapı taşlarının sözcükler ve onların imlemleri olduğundan yola çıkarak edebi olanın dışı (Todorov'un daha önce alıntıladığım sözüne göndererek) düşünülebilir mi? (Sanırım yöntemimden de anlaşılmıştır, bunları söylerken postmodern terimcenin kast ettiği anlamda ele almıyorum metni. Altmetin, üstmetin, metinlerarasılık'tan bağımsız olarak Locke felsefesinin de ısrarla üzerinde durduğu (link) sözcükler ve onların imlerinden söz ediyorum ben.)

""
Bir de "öykü" ve "hikaye" kavramları arasında, Murat Gülsoy'un yaptığı, katıldığım bir ayrımı hatırlatmak isterim. Bir sinema filminin "hikayesi" vardır, bir fotoğrafın da "hikayesi" olabilir, bir romanın "hikayesi", bir şiirin "hikayesi", bir tablonun "hikayesi"... Ancak "öykü", belirli nitelikleri taşıyan, belli prensiplerle çalışan bir sanat dalı.

Böylesi zorlama tanımlamalara katılmadığımı belirtmeliyim. Eski/ yeni Türkçe ayrımından kaynaklı dallı budaklı bir konu bu. Sakıncası da şu: Eğer böyle ifade edersek, Sait Faik'in ya da Rafik Halid Karay'ın hikâyelerini öyküden saymayacak mıyız ya da onlara (kendimize göre) sınıf mı atlattıracağız kendi tanımlamalarını hiçe sayıp?

""
Uzun lafın kısası, ben işinizi, ülkemiz ve kültürümüz öykücülüğünde önemli bir yere yerleştiremiyorum. Ancak, zenginlik katan bir tali yol olarak değer vermek tabii ki mümkün.

Ben de yerleştirmiyorum. Bundan da gurur duyduğumu söylesem çok mu garip kaçar? Laughing out loud Yıllar önce Mustafa Şerif Onaran sormuştu "Edebiyat tarihine kattığınız nedir?" diye. Bu sorunun ne anlama geldiğini biliyorum, o kadar. Ama cevap vermeyeceğim. Öncelikli işim bu değil.

Madem söz bu kadar geldi dayandı, görsellik ve öykü konusunda bir örnek daha vereyim buraya: İnsan-sız


Re: Kısa Öykü

Barış Acar dedi ki:
Paul Klee'nin çok sevdiğim bir tablosu vardır: Ana Yollar ve Tali Yollar. Evet, tali yolları arıyorum/ örüyorum kendimce. Anayol ne halt ederse etsin!

Ben bu tabloyu daha önce görmemiştim, çok teşekkür ederim.

Peki merak ettiğim, fikrinizce "Ana Yollar ve Tali Yollar" da bir öykü müdür?

Gerçi siz bir yandan da bu ayrıma karşı olduğunuzun altını çiziyorsunuz. Ben ise bu birlik bir gün ilan edilecekse de, bunun henüz vaktinin gelmediğine inanıyorum. Bu yüzden sorum bir bakıma tutarsız, ama siz "Bedel" çalışmanızı "öykü" olarak sınıflandırdığınız için bunu soruyorum.

Kimi edebiyat insanları da, micro-fiction'ı ana yol bakımından önemsiz buluyor. Ben ise aksini düşünüyorum. Bana göre micro-fiction, günümüz dünyasına, günümüz hayatına, günümüz insanına, bu insanın kültürüne rahatça eklemlenen, hatta bu saydıklarımın var ettiği bir alt daldır. Ben türlere bu gözle bakmayı tercih ediyorum. Borges, Harvard Üniversitesinde öğrencilere verdiği seminerlerinden oluşan "This Craft of Verse" kitabında, roman'ı bu gözle inceleyerek, sonunun geldiğini duyurur. Kutladığım bir bakış ve harika bir kitap.

Ne var ki, roman hala kağıt üzerinde en "popüler" tür. Peki sonu gelmiş bir türe, bitirici hamleyi kim yapacak? Ya da, roman madem eskimiştir, yerini ne alacak?
Ben bu soruların araştırılmasını önemli buluyorum. Sanıyorum ki, geniş kitlelere ulaşacak olan tür, şimdiki tali yollardan birisidir. Micro-fiction da bu tali yollardandır. Ama acaba insanlarca benimsenmiş midir? Sevilir, takdir mi edilir? Yoksa anlaşılmaz ya da hoşlanılmaz mı? Benim asıl ilgim bu yöne.

Acaba diğer forum üylerinin beğenileri, görüşleri ne yöndedir?

Saygılarımla.
O. Oğul Köseoğlu


Re: Kısa Öykü

""
Peki merak ettiğim, fikrinizce "Ana Yollar ve Tali Yollar" da bir öykü müdür?

Hınzırca bir soru, ama kanımca türler arasındaki ayrımı çok ciddiye almadığımı söyleyerek bundan yırtmış da oluyorum.

Yine de Bedel'de ne gördüğümü söyleyerek cevaplamaya çalışayım. Sizin bir "hikâyesi/ öyküsü olmak"la anlattığınız şey benim tek derdim. Ancak tabi ki bunu Klee boyayla düşünürken ben sözle düşünüyorum. Malzememi biraz farklılaştırıyorum, ama aslında atla deve de değil bu, neticede edebî olduğunu iddia ediyorum anlambilimin alanı içine giren her şeyin.

Bedel'de kişiler var. Silenks saplı bir bıçağı yapan kişi. O bıçağın sapını süsleyen kişi bu aynı zamanda. Ancak bıçağın amacı ortada: Öldürmek. Öykücü bunu "bedel"le adlandırdığına göre burada bir hesaplaşma, iki kişi arasındaki bir çatışma da söz konusu. Meraklısına not, "Al!" diyor. Öyleyse bu bir davet. Ölüm ya da öldürüm için. Al ve öl, al ve öldür; ikisinden birisi geçerli olacak burada. Yine de bıçağın sapı her daim süslenmiş olarak kalacak.

Kısa kısa öykü'ye bakacak olursak, onun belirleyici özelliğinin de gereksiz ayrıntıları, hem de hunharca öyküden çıkarmak olduğunu söyleyebiliriz. O zaman Bedel, şöyle yapıyor: Bıçağını çok derin ve güçlü bir şekilde öykünün içine sokuyor ve oradan yalnızca en gerekli şeyleri bırakıyor bize: Bıçak, ad ve söz.

Böylece onun, ille de tanımlanacaksa, kısa kısa öykü içinde bir yeri olduğunu düşünüyorum.

""
Bana göre micro-fiction, günümüz dünyasına, günümüz hayatına, günümüz insanına, bu insanın kültürüne rahatça eklemlenen, hatta bu saydıklarımın var ettiği bir alt daldır.

Bu söylediğinize katılıyorum.