UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kı(s)a-Kıs(m)adan

24 Oca 2013
Mehmet Sürücü

Her zaman kullanılabilecek bir başlık olsun diye yukarıdaki adı kullandım. Kimi zaman kısacık, basit, ama düşündüren şeyler çıkıyor. Bir başlık açsan değer mi, değmez mi? Bir sürü art arda karınca.

Her neyse. İsteyen sabah (kendine-başkasına) "Günaydın" demek için kullansın, isteyen istediği gibi.

İlk karınca benden;

""
“Aşk izleği sıklıkla öyküleşirken “öyküleşmediği” belirtilen hangi beden? Baştan sona bir öykünün ana teması olmaya niyetli ve buna yeterli fiziksel beden, organik bir düzenek olarak beden mi? Sembollerle yüklenmiş, kodlanmış beden mi? Bir “izlek olarak aşk” ile bir “izlek olarak beden”i karşılaştırıyorsak, evet belki bedeni tüm metninin ana teması ya da merkezi haline getirmiş, bir aşkın hikâyesini anlatır gibi, yalnızca bedeni tahkiye eden, kahramanı başlı başına beden/ler olan çok sayıda öykü ile karşılaşmıyoruz.Çünkü, bedenin anlam bilimini yazıya dökmek, tümüyle bedensel imgelerle kurulmuş bir anlatı oluşturmak, bedensel yaşamı metinselleştirmek çok kolay değildir.”
Hande Öğüt.Dünyanın Öyküsü.Sayı.6.Sayfa.115

Dünyanın Öyküsü dergisinde, edebiyatta “Aşk ve Beden” olgusunun yeterince işlenmediği, bu tür yapıtların azlığı vurgulanıp, nedenleri üzerinde sorular üretiliyor. Dikkat çekici, düşünülmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum.

Konu bağlamında, Hande Öğüt’ün değinmeleri, bedenin ancak grotesk imgeler yoluyla bir anlam birimine dönüştürülebildiğini, çünkü bedenin anlatımda iktidar alanı olduğu tek edebi türün bu olduğu, çağımızdaki uygarlaşmış bedenin ise grotesk edebiyatın onu algılayışından farklı olarak sert, kapalı, katı, kuru, diğer bedenlere mesafeli, sınırlarını ve sıvılarını denetleyen, kendine hakim bir beden olarak düşünüldüğünü vurguluyor.

Günümüzde bedenin ne olduğu, ne şekilde algılandığı, hangi dokunulmazlıklarla, duvarlarla çevrelendiği şüphesiz ki sanatın yaklaşımını, sanattan bekleneni de şekillendirir.

Konunun bilmediğim tünellerinde ahkam kesecek değilim. Grotesk edebiyatın bedenle ilişkisi üzerinde bir şeyler söyleyecek bilgim yok. (Belki Barış Acar bu konuda bizlere ayrıcalık tanıyabilir.)Sadece bugün, edebiyatta, daha da daraltacak olursak öyküde beden ve aşk temalarının çokça kullanılmadığını söyleyebilirim. “Aşk” belki biraz daha kayırılmış gibi gelebilir bize ama değil. Uzun zamandır “doğru dürüst” bir aşk romanı, bir aşk filmi izlemediğimi düşünürüm bazen. Bunu benim geçkin yaşımın, dökülen saçlarım örneği, duygusal, heyecansal, hormonal kayıplarımla ilişkilendirebilirsiniz. Ama bakıyorum da, satanların, çok izlenenlerin bir yanlarından ya karanlık sokaklar, ya da kanlı sivri dişler uzamaya başlıyor. Bir alacakaranlık, bir dolunaydır gibiyor.

Soru şu, günümüz edebiyatında “Aşk ve Beden” neden bu kadar az, neden bu kadar yetersiz kullanılıyor?

Yazıdan bir bölüm linkte
http://www.dunyaninoykusu.com/tr/sayfalar.aspx?syf=41&yz=149&oku=1

Kategori:

Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Linkte bir kamera şakası var.
Bir şeyler almaya gelen adamı, manav kızdırıyor. Pek de kızdırmaya çalışmıyor aslında. Adam kızmaya gönüllü mü desem, meyilli mi desem yoksa doğuştan zaten çizgide mi desem... İş manava saldırmaya, boğazına sarılmaya uzanıyor birkaç kez. Sonunda da birkaç şeyi sağa sola savurup, köpürerek çıkıyor. Son karelerde adamı dışarıda çevirmişler. bunun bir kamera şakası olduğu söylenmiş. Adam manava saldırmıyor artık. yanyana duruyorlar. manav ona sinirli birisi olduğu ile ilgili bir şeyler söylerken, adam ellerinin hala öfkden titemesini gösteriyor.

Düşündürücü bulduğum şu; işin içerisine kamera, medya, benzeri şeyler girdiğinde insanların bu kadar çabuk değişmeleri?

İzleyin bu kısa görüntüleri derim ben. Şaşırır mısınız, üzülür müsünüz, ne düşünürsünüz bilemem. Ama bir yerlerde aksayan bir(çok) şeyler var sanki.

http://www.youtube.com/watch?v=SjfH6KEhE6w&feature=share


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Günümün belirli olmayan, değişebilen bir zamanına özenle seçtiğim bir film sokuşturuveriyorum. Bu hem kendimi bazen kaptırdığım bir tempoyu aksatıp beni başka yerlere çekiyor, hem de izleme süresince farklı duygulara düşüncelere uzanıyorum. Film izlemeyi seviyorum. (Yine seviyorum-sevmiyorum)

Son günlerde izlediğim, önerebileceğim filmler şöyle;

Ekumenopolis-Ucu Olmayan Sehir(çok iyi bir belgesel)
http://www.youtube.com/watch?v=FqJ_7FHnZPI

Gianni Amelio(italyan yönetmen. Burada sadece türkçe altyazısı olan filmleri var. Diğer filmlerinin ingilizce altyazıları bulunabilir. Onları da izlemenizi öneririm. Ben anlayamam ama siz anlayabilirsiniz sanırım. Le chiavi di casa, Così ridevano gibi filmleri var.)

Porte Aperte
Il ladro di bambini
Lamerica
La stella che non c'è

Ben torent arama motoru olarak şunu kullanıyorum;
http://torrentz.eu/
Aradığımın büyük bölümünü buradan karşılayabiliyorum.

The Imposter (2012 Documentary)
http://www.imdb.com/title/tt1966604/

La sconosciuta (2006)
http://www.imdb.com/title/tt0494271/

O Palhaço (2011) (Bir palyaço. Bu yıl çok iyi filmler izledim. Bu içlerinde en iyilerinden)
http://www.imdb.com/title/tt1921043/

La doppia ora (2009)
http://www.imdb.com/title/tt1379222/

No Impact Man: The Documentary (2009
http://www.imdb.com/title/tt1280011/

Budbringeren (1997)
http://www.imdb.com/title/tt0118785/

Rebelle (2012)
http://www.imdb.com/title/tt1820488/

Polisse (2011)
http://www.imdb.com/title/tt1661420/

La promesse (1996)
http://www.imdb.com/title/tt0117398/

Claude Berri
Jean de Florette
Manon des sources

Tous les matins du monde.1991
Alain Corneau

Francesco Rosi
Salvatore Giuliano
Mani sulla città, Le [Hands Over the City
Uomini contro [Many Wars Ago, A]
Il caso Mattei [The Mattei Affair]
Cadaveri eccellenti [The Context]
Carmen

Dupa dealuri.2012
Cristian Mungiu

Tabu.2012
Miguel Gomes


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Dün gece sessiz sedasız 85. Oscar ödülleri dağıtıldı. Liste aşağıda. Bu dağıtımı içimizden birisi çıkıp da, politik veya başka bir yönüyle değerlendirse ne güzel olurdu.

Kısa izlenimlerim;

Argo, yer yer sıkıldığım, en son izlediğim "ağır doz amerikan şakşakçısı", beni bu tür filmleri ve Ben Aflec'i kara listeye almaya neden olan, Skyfall senaryosu, Silver Linings Playbook, yapay, abartılı oyunculuklarıyla "beş para etmez" çekmecesine koyduğum filmlerdi.

Django Unchained, bir şiddet destanı denemesiydi,(Tarantino'nun dieğr denemeleri gibi) artık piyasa bu tür şeylere doydu sanırım. İnsan namludan çıkıp, kurşuna doğru uçmadıkça, yeni bir şey olmayacak.

Life of Pi ve Amour zaten hak ettiklerinin en azını alabilen madurlardı. Ama artık Oscar Haneke'nin değerini düşürüyor gibi hissetmeye başladım.

Belki bir gün, Oscar'a katılan tüm filmleri kara listeye almak gereği duyacağımız günler de gelecek.(Belki geldi de ben göremiyorum. Belki görüyor da, görmezden gelip, kendimi kandırıyorum)

Ödül sıralaması şöyle;

En İyi Film: Argo

En İyi Yönetmen: Ang Lee - Life of Pi

En İyi Kadın Oyuncu: Jennifer Lawrence – Silver Linings Playbook

En İyi Erkek Oyuncu: Daniel Day-Lewis - Lincoln

En İyi Yardımcı Kadın Oyuncu: Anne Hathaway- Les Misérables

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu: Christoph Waltz -Django Unchained

En İyi Kurgu: Argo

En İyi Özgün Senaryo: Django Unchained

En İyi Uyarlama Senaryo: Argo

En İyi Belgesel: Searching for Sugar Man

En İyi Kısa Belgesel Film: Inocente

En İyi Sanat Yönetimi: Lincoln

En İyi Görüntü Yönetimi: Life of Pi

En İyi Görsel Efekt: Life of Pi

En İyi Kostüm Tasarımı: Anna Karenina

En İyi Makyaj: Les Misérables

En İyi Özgün Şarkı: Skyfall – Skyfall

En İyi Özgün Müzik: Life of Pi

En İyi Ses Kurgusu: Zero Dark Thirty & Skyfall

En İyi Ses Miksajı: Les Misérables

Yabancı Dilde En İyi Film: Amour

En İyi Kısa Kurmaca Film: Curfew

En İyi Kısa Film (Animasyon): Paperman

En İyi Animasyon Film: Brave


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

William Seward Burroughs bir denemesinde, “Kıçınızın üstünde oturarak hiçbir yere varamazsınız. Dışarı çıkın ve o öyküyü yakalayın. Herhangi bir öyküyü değil ama. Herhangi bir resmi de değil. O öyküyü. O resmi...” diye yazıyor.

Yazmanın dışarıyla ne ilgisi var?

Çekilirsin sessiz bir odaya, oturursun masanın başına, alırsın dakti… (yok o eskidendi) bilgisayarını. Açarsın boş bir sayfa. Yazarsın.

Yazılanların olanla, yaşamla, dışarıdaki hayatla nasıl bir ilintileri var?

Ben aşağıdaki yazıdan bir şeyler aldığımı düşünüyorum.

http://www.ykykultur.com.tr/dergi/?makale=512&id=70


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Kadim takipçisi olduğum Barış Acar'ın daha önce üzerinde durduğu Erhan Altan'ın Ölçü Kaçarken'i şiir (özellikle biçimsel açıdan) ve toplumsal değişimlerin ilişkisinin düşündüğümüzden çok daha iç içe girişik ilişkisini anlatan farklı bir kitap. Sanat ve toplum ilişkisini evrimsel ilerlemeyi ölçü üzerinden anlatışı okumaya değer.

Kitaptan kısa bir değini:

II.Yeni şiirinin yadırganması, yerden yere vurulması ya da uğradığı itirazlar üzerine T.Uyar'ın şiiri

""

Biliyorum kafiyeyi bozduğumu
Başka şeyleri de bozduğumu. Ve biliyorum ki
hüzün varsa içinde, bozukluk bile hoşuna gider Naci'nin
Biliyorum ki bozukluk bağışlanır, sevilir bile
İçinde bulunan herkesin ölmüş olduğu eski fotoğraflarda

alıntı: Erhan Altan, Ölçü Kaçarken, sf 118, 160. Kilometre Yay, birinci baskı Ekim 2011, İst


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Ferhan Şensoy'un bu videonun sonunda sorduğu bir soru -tiyatroyu seven, tiyatroya görece uzun bir zaman mesai harcayan bir insan olarak- beni çok etkiledi.

Mademki böyle bir başlığımız var; ben de burada şu paylaşımı yapmak isterim: Link


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Farkında mıyız bilmiyorum, ama bahar gelmiş.

Kayısılar, erikler şeftaliler çiçek açmış, her yan yemyeşil, her yanda bir devinim.

Büyük bir yüksek gerilim hattı direğinin dibinde, pembeyle turuncu, karmakarışık açmış, gönlü mavilerde bir zerdali fidanına rastladım.

Bir fidana bir iri köşebent demirlerden çatılmış dev metal direğe baktım.

Orada bir öykü vardı. Bulamadım, göremedim.

Sadece adını oluşturacak sözcükler çatılıverdi harflerin aralarından;

"Elektrik Direkleri Çiçek Açmayacak"


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Mehmet Sürücü dedi ki:

Bir fidana bir iri köşebent demirlerden çatılmış dev metal direğe baktım.

Orada bir öykü vardı. Bulamadım, göremedim.

Sadece adını oluşturacak sözcükler çatılıverdi harflerin aralarından;

"Elektrik Direkleri Çiçek Açmayacak"

Dünyaya öykü gören göz gerek.

Ben de sizin gibi zerdalinin değil direğin izini sürerdim. Başlığım da, yazacak olsam, şöyle olurdu herhalde: "Zerdali Dalı ile Metal Direk". Daha didaktik. Köşeli. Metafora ilk elden kapı açmayan. Sonra sonra baktıkça üzerinde pasla karışık yosunlar bitecek olan...


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Hâlâ kar yağıyor buralarda. Rüzgarın soğuğunda yürüyüş bile yapılamıyor. -4 olacakmış yine haftasonu. Sad


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Dün akşam İstanbul Teknik Üniversitesi'nde Seyyar Sahne'nin tiyatroya uyarladığı Tehlikeli Oyunlar'ı izledim. Son zamanlarda beni bu denli etkileyen başka bir oyun izlememiştim.

Kitabı okurken duyduğum hisleri bu kez çok farklı bir tatla yaşatan, en ince ayrıntısına değin düşünülüp kurgulanmış, çok güzel bir oyundu. Oyun hakkında yakın bir zamanda bir şeyler yazmaya çabalayacağım -hiç değilse yarınki sınavı atlattıktan sonra. (:


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

"Neden sanat?" sorusu üzerine sert bir sanat eseri


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Nuri Bilge Ceylan'ın Bir Zamanlar Anadolu'da filmi üzerine birçok farklı ülke ve kaynaktan yazılan metinlere şuradan ulaşılabiliyor. Bir hayli doyurucu bir liste.

Sinemayı mümkün olduğunca hatırlatmak ve es geçmemek gerekiyor. Belki burada da birtakım etkinlikler, öneriler söz konusu olabilir?


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Memlekette "tıkır tıkır işleyen bir şeyler de var. Bugün buna daha yakınen tanık oldum.

Beyoğlu, İstklal Caddesi'ndeki D&R'e girdim. Onur Çalı'nın kitabını sordum. İlgili ilgilendi. Önündeki bilgisayarda bir arama yaptı. Şiir bölümü, dedi. Yürüdü, elinle koymuş gibi kitabı alıp elime tutuşturdu.

On yıl arasam bulamazdım.

Smile


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Birinci kez okudum "eksik yıl"ı.

SONUÇ:

1_Kitabın yeri sınıflanıp konduğu yer doğru değil.
2_Benim onu düşündüğüm kategori doğru değil.
3_Boşluk tuşuna çok basılmış.
4_Biraz soğusun, bidaha...


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Kırmızı kuşaklıya,
Önünde hep açık tek kitap olana,
Bilmeden zehirlenene,
Korları eliyle tutana,
Gençliğini kök sökmelerde, balyozla kayaları parçalamalarda harcayan amcama,
Değirmenin taşını bileyen, kurtonun tahtalarını yenileyen, onca unu yağdıran levyeyi çeviren babama,


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

2 kere 2'nin 4 etmesi ne demektir?

"Terbiyesizliktir" demiş ünlü bir yazar.

Başka?


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Mehmet Sürücü dedi ki:
2 kere 2'nin 4 etmesi ne demektir?

"Terbiyesizliktir" demiş ünlü bir yazar.

Başka?

"Acımasızcadır." diyeyim ben de o vakit ya da "Daha iyisi düşünülebilir."


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Saçma ve mantıksız olsaydı daha iyi olurdu.


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Mehmet Sürücü dedi ki:
2 kere 2'nin 4 etmesi ne demektir?

"Terbiyesizliktir" demiş ünlü bir yazar.

Başka?

Terbiyenin ta kendisidir halbuki...


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

"Terbiyesizliktir." verilebilecek en iyi cevapmış gibi görünmeye başlamıştı, Çağan'ın cevabını görmeden önce.


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Geçtiğimiz gün Umberto Eco ve Orhan Pamuk'un katılımıyla Boğaziçi Üniversitesi'nde bir söyleşi yapıldı. Bu söyleşiye şuradan ulaşılabiliyor.


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Dün canlı olarak bir parça izleyeyim dedim. Geyik düzeyi ağır geldi bana. Belki tamamı iyidir; bilemiyorum.


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Kurgusal yapı içerisinde karakterin konumu nedir? Orhan Pamuk'tan kimi alıntılar yapacağım. Bu alıntılar, roman üzerine yoğunlaşıyor tabii. Belki biz de hem roman hem öykü için kimi noktalara temas edebiliriz.

""
Roman kahramanlarının karakterlerine, tuhaflıklarına, unutulmazlıklarına gösterilen aşırı ve dengesiz ilgi, Avrupa'dan bütün dünyaya, tıpkı romanın kendisi gibi yayıldı.
...
Edebi kişinin "karakteri" dediğimiz şeyin, özellikle romanda, insan kurgusu, yapay bir şey olduğunu, sanki bütün dünya edebiyatı ve eleştirel düşünce böylece uzun bir dönem unuttu. Schiller'in şeylerin "yapay" yanını görmeyen kişilere "saf" dediğini aklımıza bir kere daha getirelim ve edebi kişinin karakterinin yapaylığı konusunda bütün dünya edebiyatının neden bu kadar sessiz ve "saf" kaldığını biz de saflıkla soralım kendimize.
...
Roman kişisini unutulmaz kılan şey işte bu büyük manzara içinde gezinişi, onun bir parçası olmasıdır. Anna Karenina'yı unutulmaz kılan şey, ruhundaki dalgalanmalardan ya da "karakter" dediğimiz şeyden çok, içine derinlemesine yerleştirildiği ve bu yüzden bütün ayrıntılarıyla bize gösterebildiği geniş, zengin manzaradır. Bütün bir Rus toplumudur bu. Romanı okurken hem bu manzarayı roman kahramanının gözünden görürüz hem de roman kahramanının manzaranın zenginliğinin bir parçası olduğunu biliriz. Daha sonra kahraman, parçası olduğu manzarayı bize hatırlatan unutulmaz bir işarete, bir çeşit ambleme dönüşür.

Orhan Pamuk - Saf ve Düşünceli Romancı
İletişim Yayınları
sf. 51, 52, 58


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Bana daha ilginç gelen şey, 70 ve 80lerde bu sözleri söylersen şabloncu ve doğal olarak Marksist oluyordun. Bugün aynı sözlerle Marksizme hiç buluşmadan gayet derinlikli bir entelektüel ve anaakım temsilcisi olunabiliyor.


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Dağa gidecektik.

Hava tahminine göre yağacaktı.

Bir dilim ekmeği, yedek iç çamaşırını, not defteriyle kalemi, bir domatesi-soğanı, fotoğraf makinesini, bir de incecik bir kitabı* naylona iyice sarıp sırt çantama koydum.

Yürüdük.

Yağdı.

Yürüdük.

O incecik kitapta, okumayı düşündüğüm öyküyü okumaya zaman bulamadım.

Bunu;

Birkaç bulut, yağmur, çiçeklenmiş pürenler, yol boyunca ötüşler, yeşil ve (birden fazlaydı "ve"ler) orada olmak engelledi.

Dönüşte susan bir köyün, susan bir evine rastladım. Fotoğraf evin kapısıydı.

http://img707.imageshack.us/img707/3334/gndz.jpg

*: İima edilen Leyla Erbil'in Gecede adlı kitabıdır.


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

AYAKLI MEYHANE

""
Büyükşehirde, artık hiç kalmamış olan kadehli seyyar rakı satıcılarıdır. Hükümetçe daima takip edilmiş kaçak esnaftandı.

Kayıkçı, hamal, dellâk makulesi ve İstanbul'un baldırıçıplak pırpırı külhanileri, büyüklü küçüklü gedikli meyhanelere giremezlerdi(B: Meyhane); ya, gayet dar, pis koltuklara giderler, yahut da, bu ayaklı meyhanelerden demlenirlerdi. Ayaklı meyhaneler, ekseriyetle Ermeni'den olurdu; dükkânı, tezgâhı, fıçısı, ustası, sakisi hep kendisi idi. Beline ucu musluklu içi rakı dolu gayet uzun bir koyun bağırsağı sarardı; sırtında cübbe, cübbenin iç cebinde bir kadeh, omzuna da ayaklı meyhane olduğunun alâmeti olarak bir peştamal parçası atardı. Ayaklı meyhaneler, umumiyetle Bahçekapı ve Yemişiskeleleri arasındaki manav dükkânları arasında dolaşırlardı. Müşterilerini gördü mü, etrafını kollayarak manav dükkânlarından birine dalar, koynundan kadehi çıkararak kuşağının içindeki musluktan vücudunun hararetiyle ısınmış ve sararmış rakıyı doldurur, ve arkasından giren müşterisine sunardı; beriki de o tek kadehi yuvarlayınca, meze niyetine dükkânda eline ne geçerse, ağzına bir lahana yaprağı, bir üzüm tanesi yahut bir turp parçası atardı; çoğu da yumruk mezesiyle içerdi.

Onyedinci asır ortalarındaki İstanbul esnafından bahsederken, Evliya Çelebi, Büyükşehirde 800 kadar dükkânsız piyade meyhaneci bulunduğunu kaydeder. Bundan da ayaklı meyhane tâbirinin sonradan çıktığı anlaşılır.

Bibi: M. Tevfik, Meyhane

İstanbul Ansiklopedisi, Reşad Ekrem Koçu, Cilt No:3, İstanbul, 1973

İstanbul Ansiklopedisini karıştırıyorum. Ne kadar şaşırtıcı şeyler olmuş tarihte. Meyhanelere alınmayan gariban, serseri takımının bu ayaklı meyhanelerden hemen ayaküstü demlenmeleri, meze olarak ne bulursa onunla yetinmeleri anlatılıyor.(Yumruk mezesi sanırım bir deyim, mezesiz idare etme) Başka bir yerde, evinde içme olanağı bulamayan(Aksi, geçimşiz bir eşten veya otoriter ana babadan) esnaf, katip gibi memur kişilere akşam, iş çıkışı, bir kuytuda, Koltuk Meyhane tabir edilen yerlerde, şipşak foto gibi, anında hizmet sunan yerlerden söz ediliyor.

ayakli.jpg

Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

"Suçsuzluktur çocuk ve unutkanlık, bir yeni başlangıç, bir oyun, kendiliğinden dönen bir tekerlek, bir ilk devinme, bir kutsal "evet".
Evet, yaratma oyunu için, kardeşlerim, bir kutsal "evet" gerektir; ruh kendi istemini ister artık, dünyayı yitirmiş olan kendi dünyasını kazanır artık."

Nietzsche böyle demiş. Hanımefendi zaten Camus felsefesinin birebir yaşayan hali gibi. Ne kadar güzel, değil mi?


Re: Kı(s)a-Kıs(m)adan

Şimdi haber geldi: iyiler, bir sıkıntıları yokmuş, biraz hırpalanmışlar tabii.
- Ne koştum ulan!
- Olsun oğlum, olacak o kadar. Hem önümüzdeki sene birlikte koşarız.
- Koşmakla biter mi oğlum bu iş.
- Bitmez ama biz diyetimizi ödedik.
- Nasıl?
- Geçen sene bayrak taşımaktan kolumuz yanmıştı, hatırladın mı?
- Alaya vurma ulan.
- Herkes iyi, değil mi?
- İyiler, iyiler. Meraklanma.
- Geçen sene halay çekip döndük, senle bir ton gaz yiyeceğiz daha, müptelası olduk şerefsizin, unutma sakın, tamam mı?

Batı cephesinde yeni bir şey yok.
Hâlâ yerimizde sayıyoruz.