UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Keçiler

07 Kas 2012
Mehmet Sürücü

Sabahın geçinde, dağ köylerinin birinden, babam, amcam, dedem gibi giyinmiş, yüzleri onlar gibi kara adamlar geldiler. Kıl torbalardan çıkardıkları çanları sürünün nişanlarına asarken bizim çanları çıkardılar. İçlerine birer tutam eğrelti otu tıkadıları çanlarımızı, değişim bittikten sonra, aynı kıl torbalar içerisinde, dedeme verdiler.

Çavlı dağının eteklerindeki sürüyü, babam, amcam, dedem gibi, bağırtılarla, keskin, emredici, gütmeyi bilen ıslıklarla, ellerindeki kalın, kuru değnekleri yeri geldiğinde ağaçlara, kayalara, kurumuş kütüklere vurarak çıkardıkları seslerle, sürüp götürdüler. Yaşamları boyunca dağdan, keçiden, ormandan başka şey bilmeyen üç insan, kulakları gittikçe uzaklaşan çan seslerinde, donup kaldılar.

Babam, bir süre ormanda sürünün kaybolduğu yerlere baktı. Çan sesleri kesilince ağıldaki ayırdığı birkaç keçiyi kalın urganlarla boynuzlarından bağladı. İpleri beline doladı. Öfkeyle asılıp, köye doğru çekiştire çekiştire sürüklemeye başladı. Kardeşimle, ağıldan çıkmaya direnen keçilerin sırtlarına, ayaklarına ince sopalarla, canlarını acıtmaktan korkarak vura vura, babama yardım etmeye çalıştık.

Ovaya zorlukla indirdik. Yorulduk, ter içinde kaldık. En sorunsuz, güçlük çıkarmayan oğlaklardı. Kısa, çevik adımlarla koşturuyorlardı analarının arkalarından. Onları evin yanındaki ağıla kapattık. Keçiler bağırtılarıyla sabaha kadar mahalleyi uyutmadılar. Babam gece boyunca sık sık onlara bakmaya çıktı. İndiğinde bir süre sesleri kesildi. Ayrılınca bağırtılar tekrar başladı.

Bir süre verilen yemleri, önlerindeki çengele asılı taze meşe, davulga, zelenika yapraklarını yemediler. Sokak aralarında, tuhaf, acılı bağırtıları, meleyişleri yankılandı. Bir tek babamın önlerine koyduğu suyu içtiler. Sadece babam ağılın önündeki taşa oturup, bir sigara yaktığında biraz sesleri duruldu.

Keçiler satıldıktan sonra babam bir süre tarlada çalışmaktan kaçtı. Tarlaya gelse de biraz çalıştıktan sonra sıkılıp, elinden kazmayı, çapayı attı, “Ben keçilere biraz yaprak keseyim”, diyerek ormanın yolunu tuttu. Sık sık, gün boyunca ortadan kaybolup, akşamları hava kararırken, sırtında koca bir demet meşe yaprağıyla döndü.

Anam üzülüdü. Bir gün komşumuz Kadinne’ye, keçilerden söz ederken, dağların bir bela, bir lanet olduğunu, dağ havası solumuş bir canlının hiçbir zaman ovada, düzlükte yaşamaya alışamayacağını söylediğini duydum.

Sıcak yaz günleri sabah erken kalkıp, tarlaya gittik. Güneş tepede yükselip, sıcak dayanılmaz olana kadar üç parmak genişliğindeki ufacık çapalarla soğan kazdık. Kardeşimle uzun soğan bölmeleri paylaşıp, çapalama yarışı yaptık. Sıra sıra, ocak ocak ekili soğanları kaza kaza bitmiyordu. Terledik, yorulduk, sıkıldık. Babam keçilerine en taze, en iyi yaprakları bulmak için ormana gitti. Saatler sonra döndüğünde, tepesine çıktığı, elim boylu meşe yapraklarını, kıvrımlarının sıklığından beğenmediğini, incesuyu, hakimin çeşmesini, eğridereyi dolandıktan sonra, bu yaprağın en birincisini ıhlamurlukta bulduğunu övünerek, gözlerindeki o garip ışıltıyla anlattı.

Kahveye, baklala pek gitmedi. Gitse bile saatini buldurmadan, eşikte öksürerek kapıdan ağırlaşmış adımlarla girdi. Ses etmeden, bakkaldan bir şey almışsa, elindekini anama uzattı. Kasketini kapının arkasına astıktan sonra minderine çöküp yün çoraplarını çıkardı. Gözlerini kapının alt kenarına iliştirip, ayak parmaklarını dalgınlıkla oğuşturdu.

Babamın geldiğini ola ki öksürüğünden, ola kokusundan anlayan keçilerin şımarıklıkları başladı. Babam onların meleyişlerine bir zaman duyarsız kalmaya çalıştı, sonra bizlere fark ettirmemeye çalışıp gibi usul, doğrulup, kapıyı açıp, ağıla gitti. Anamın yüzü, “yatma vakti”ne durdu, kardeşimle yatmaya gittik.

Günler yaşandı. Yaşanan günler geçti. Bazısı çabuk, bazısı usul.

Babam bir gün dağ köyüne, bizden sürüyü alanlara çobanlık yapmaya gideceğini söyledi. Kepeneğini, değneğini, keçikılı dokuma torbasını hazırladı.

Sabah ağılı boş bulduk. Erkenden kalkıp anamla vedalaşmış . Gitmeden önce de ağıla uğrayıp keçilere bakmak istemiş. Anamı da “Hava soğuk. Sen daha fazla dışarıda kalma” deyip göndermiş. Sonra da giderken ağılın kapısını çekmeyi unutmuş. Öyle dedi anam. İnanmadım pek. Babam istemedkçe kolay kolay bir şeyi unutmazdı.

Bir daha keçileri görmedik.

Köyden birkaç kişi keçileri, düzlüklerin bitiminden, Çavlı’ya doğru dikildiklerken, bir başkaları da Barçina’nın yamaçlarında gördüklerini söyledi.

Köyde bir zaman konuşuldular. Kimisi kurda çakala yem olduklarını,Çavlı’da, Barçina ormanlarında yenmiş hayvan iskeletleri, kanlı keçi boynuzları gördüklerini anlattı.

İnanmadım.

06.11.2012/Kocaburgaz

Kategori:

Re: Keçiler

Öyküyü bir kez daha okumalıyım. Sona doğru efsaneleşen anlatım ortalarda bazı yerlerde takılıyor, bazı şeyler atlanmış hissi veriyor sanki.

İlk izlenimim; daha uzun yazılması gereken bir öyküymüş gibi oldu.

Ellerinize sağlık.


Re: Keçiler

Sanırım bu öykü de dillendirilen bir efsane, yerel bir masal. Neden bu tahmini yaptım, çünkü Mehmet Sürücü yaşlılarla konuşuyor ve onları dinlemeye önem veriyor. Yanılıyor da olabilirim.

Öykünün dekorları, köyü ve efsaneyi andıran aksesuarları çok başarılı. (Kıl torbalar, çanlar, eğreti otu, kuru değnekler, urganlar, taze meşe, davulga, zelenika yaprakları...)