"Kazlar" da "Değirmen" gibi, Türk filmlerinde sıklıkla karşımıza çıkmış bir konuyu ele alıyor. Yoksulların hataların bedelini hep daha ağır koşullarda ödemeleri; yapılan hatanın (cinayet) üstüne yoksulluğun (mahkemede para yedirememek, hapiste daha iyi bir yerde yatamamak) ve cahil bırakılmışlığın (hastalıktan dolayı tahliye edilebileceğinden haberdar olmamak) faturalarını da ödemek zorunda kalmaları, bütün bunlar olurken bürokrasinin (cezaevi yönetimi, gardiyanlar, öğretmen) onları istismar edebilmek için gayret göstermesi (ya da en azından niyetlenmesi).
Cumhuriyetin ilanının 10. yılında yazılmış bu hikâyenin yayımlandığında nasıl bir etki uyandırdığını pek tahmin edemiyorum. Yine de, sadece bu temanın Türkiye sinemasında ne kadar çok kullanıldığına bakarak bile Sabahattin Ali'nin önemli bir meseleye dikkat çektiği sonucunu çıkarabiliriz.
Diğer taraftan, öyküde dilin kullanımının pek o kadar başarılı olmadığını düşünüyorum. Yazarın ilk dönem acemilikleri (zamanlar arası anî geçişler, hikâyenin alelacele anlatılması, vs.) kendilerini fazlasıyla belli ediyor.
Meselâ şu iki cümleyi arka arkaya okuyunca ister istemez duraksıyor insan:
""
Bu bir tayını da üç günde yiyor, kalan ikisini satarak katık yapmak istiyordu.
Ve bütün gün, hiç kalkmadan yatardı.
Şimdiki zamanın hikâyesinden geniş zamanın hikâyesine bu kadar hızlı geçilmesi hikâyenin akışını aksatıyor. Sonra Dudu öğretmeni ziyaret ettiği sırada pek çok ayrıntı verilirken hikâyenin diğer kısımlarında (Seyit'in hapishane koşullarının anlatıldığı yerler, vs.) "helâya yakın bir yerde yatıyordu, çok hastaydı, ölecekti" aceleciliğine düşülmesi hikâyenin etkisini azaltıyor.
eren tarafından Mar 16th, 2010 günü 15:15 sularında gönderildi.
Öyküyü okumaya başladığımda bir Necati Cumalı öyküsü okuyormuşum hissi yaşadım, ancak okumaya devam ettikçe sanki bir roman, öykü ya da bir senaryo için daha sonra detaylı yazılmak üzere alınmış notları okuduğum izlenimine kapıldım.
eren dedi ki:
Sonra Dudu öğretmeni ziyaret ettiği sırada pek çok ayrıntı verilirken hikâyenin diğer kısımlarında (Seyit'in hapishane koşullarının anlatıldığı yerler, vs.) "helâya yakın bir yerde yatıyordu, çok hastaydı, ölecekti" aceleciliğine düşülmesi hikâyenin etkisini azaltıyor.
Eren'in yukarıda alıntıladığım düşüncelerine katılmamak elde değil.
nurten aksakal tarafından Mar 16th, 2010 günü 22:50 sularında gönderildi.
Kazlar, Bir Firar ve Jandarma Bekir öyküleri bürokrasi ve adalet kavramlarını kıyasıya eleştirmektedir. Adaletin, uygulayıcılar kanalıyla insanda bıraktığı o ağır duygular bu öykülerle beynimize kazınıyor.
Kazlar'da; öykünün ilk kısmında ; Anadolu'daki öğretmen tipi , döneminin dışında, alışık olmadığımız bir tip. Kendisinden beklenen üzere idealist, güçlü bir tip değil öğretmen. Evine gelen kadına cinsel açlığının verdiği zayıflıkla "farklı bir gözle" bakan ama fazla işlenmemiş bir tip. Öykünün genelini pek etkilemeyen , kenarda kalmış bir ayrıntı. Bize genelde anlatılanlardan farklı bu tip için de "İki Dil Bir Bavul" yoluyla forumda yazışmalarımız olmuştu. Barış Acar'ın da bu konuda "Hakkari'de Bir Mevsim"den "İki Dil Bir Bavul"a yazısı okunabilir.
Öyküde kocasını kaybeden kadının(Dudu) durumu ise hem devlet hem de toplum karşısındaki dramı olarak düşünülmelidir. Kocasıyla birlikte cinayete karışan 6 kişinin müstantiğe (sorgu yargıcı) para yedirmesi ile fakir bir ailenin çöküşü başlıyor. Tabi sonrasında da Dudu'nunki...
""
Eren yazdı :
Şimdiki zamanın hikâyesinden geniş zamanın hikâyesine bu kadar hızlı geçilmesi hikâyenin akışını aksatıyor. Sonra Dudu öğretmeni ziyaret ettiği sırada pek çok ayrıntı verilirken hikâyenin diğer kısımlarında (Seyit'in hapishane koşullarının anlatıldığı yerler, vs.) "helâya yakın bir yerde yatıyordu, çok hastaydı, ölecekti" aceleciliğine düşülmesi hikâyenin etkisini azaltıyor.
Tespitini çok beğendim eren, ek olarak ben de öykünün sanki biraz daha işlenebileceğini, ayrıntıların kısa kesildiğini düşünüyorum. Bunu yaparken yazarın bir düşüncesi vardır eminim ama ilk öyküler içinde en kısa olanlardan birisi de "Kazlar".
Cihan Başbuğ tarafından Mar 17th, 2010 günü 16:43 sularında gönderildi.
Bu ifadenin eren'in anlatmak istediğinden farklı bir şey anlattığını düşünüyorum; bu nedenle de bu ifade dışında söylenenlere katılıyorum.
Ben bunu anlamadım.
Mahkemede para yedirememek, ilk akla şu fikri getiriyor: Bu insanlar mahkemeye düşünce rüşvetle kurtulmaya vs. çalışıyorlar, ama olmuyor, bir nedenle yediremiyorlar. Oysa bu öykülerdeki kişiler istenilen para vs. karşılayamdaıkları için olan haklarını da çoğu zaman alamıyor, haksızlığa uğruyorlar. Öyle değil mi?
Nurten Öztürk tarafından Mar 17th, 2010 günü 16:58 sularında gönderildi.
Mahkemede para yedirememek, ilk akla şu fikri getiriyor: Bu insanlar mahkemeye düşünce rüşvetle kurtulmaya vs. çalışıyorlar, ama olmuyor, bir nedenle yediremiyorlar. Oysa bu öykülerdeki kişiler istenilen para vs. karşılayamdaıkları için olan haklarını da çoğu zaman alamıyor, haksızlığa uğruyorlar. Öyle değil mi?
Benim öyküden anladığım, Seyit'le birlikte cinayete karışanlardan bir kısmı (6'sı sanırım) yetkililere para yedirerek (rüşvet vererek) suçlamadan paçalarını sıyırıyorlar. Onlar rüşvet verince, cinayetle ilgili gerekli balistik inceleme yapılmadan suç, iki kişinin (Seyit ve bir kişi daha) üzerine yıkılıyor.
eren tarafından Mar 17th, 2010 günü 17:27 sularında gönderildi.
Öyküyü dil bakımından zayıf buldum ben de. Kendisi de senelerce hapisanede yatmış biri olarak hapisane hayatı daha ayrıntılı verilmeliydi diye düşünüyorum.
Cahilliğine rağmen şehre tek başına giden, kaz çalan, çocuğunu büyüten güçlü bir kadın ve bu kadına muhtaç çaresiz hasta bir erkek.
eren dedi ki:
"Kazlar" da "Değirmen" gibi, Türk filmlerinde sıklıkla karşımıza çıkmış bir konuyu ele alıyor.
Buna benzer konuların türk sinemasında sıkça işlendiğine şahit olmuştuk ama "bekarlıktan canı çıkan öğretmen"in bakışları karşısında yakasını toplayıp utanmayan hatta bunu hiç farketmeyen Dudu' ya ben pek rastlamadım. Bu anlamda Sabahattin Ali'nin kadına bakış açısını da değerlendirebileceğimiz bir öykü.
piyasemen tarafından Mar 18th, 2010 günü 0:37 sularında gönderildi.
Öykünün kendisinden çok öyküdeki eksen kayması ilginç. Öğretmenle başlayan öykü, Dudu'nun hapse girmesiyle sonlanıyor. Çember tamamlanamıyor.
Öykünün yayımlandığı yıl S. Ali'nin hapisten çıktığı yıl. Dolayısıyla çok taze karşılaştığı bir olayın notları gibi geldi bana. Büyük olasılıkla diğer öykülerinde çok daha ayrıntılı işlediği bir konuyu burada notlar halinde tutmuş, bir girizgâh yapmaya çalışmış sanki. Belki yazarın diğer öykülerini de taze taze okumuş olanlar bu konuya örneklerle açıklama getirebilirler.
Barış Acar tarafından Mar 20th, 2010 günü 9:07 sularında gönderildi.
Öykünün yer aldığı "Değirmen" kitabının önsözünde yazar,1935'teki baskısına şöyle bir not düşmüş:
""
...Bir Orman, Kazlar, Bir Firar, Candarma Bekir, Bir Siyah Fanila İçin, Komik-i Şehir adlı hikâyelerin Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Anadolu'yu anlattığı okunduğu zamananlaşılmakta ise de, bunu burda ayrıca tavzihe lüzum gördüm.
Her ne kadar yazarın hapishane çıkışına rastlasa da yazar öyküdeki kişilerle karşılaşmamış, öyküyü birilerinden dinlemiş sanırım.
abdullah şahin tarafından Mar 20th, 2010 günü 16:40 sularında gönderildi.
Öykünün yer aldığı "Değirmen" kitabının önsözünde yazar,1935'teki baskısına şöyle bir not düşmüş:
""
...Bir Orman, Kazlar, Bir Firar, Candarma Bekir, Bir Siyah Fanila İçin, Komik-i Şehir adlı hikâyelerin Osmanlı İmparatorluğu zamanındaki Anadolu'yu anlattığı okunduğu zamananlaşılmakta ise de, bunu burda ayrıca tavzihe lüzum gördüm.
Her ne kadar yazarın hapishane çıkışına rastlasa da yazar öyküdeki kişilerle karşılaşmamış, öyküyü birilerinden dinlemiş sanırım.
Sabahattin Ali'nin bu notunun yasal sorunlarla uğraşmamak amacıyla konduğunu sanıyorum. Zira "Kazlar" hikâyesindeki "öğretmen" akla hemen Cumhuriyet Türkiye'sini getiriyor. S. Ali, belli ki, eleştirdiği adalet sisteminin çarkları arasında ezilmek istemiyor.
eren tarafından Mar 20th, 2010 günü 17:35 sularında gönderildi.
Zira "Kazlar" hikâyesindeki "öğretmen" akla hemen Cumhuriyet Türkiye'sini getiriyor.
Ben de öğretmen meselesine takıldım; ama özellikle "Candarma Bekir" öyküsünü anımsayınca dönemin Cumhuriyet öncesi olduğuna dair kanım pekişiyor.
Hikâyeler arasında bir devamlılık ilişkisi yoksa kitaptaki bütün hikâyelerin aynı tarihsel dönemi anlattığını düşünmemiz de gerekmez. "Candarma Bekir" (bu hikâyeyi hatırlayamıyorum şimdi) Osmanlı döneminde geçerken "Kazlar"ın Cumhuriyet döneminde geçmesi mümkün olabilir.
eren tarafından Mar 20th, 2010 günü 19:57 sularında gönderildi.
Durumu çözmeye çalışırken çözümsüzlüğe doğru gittiğimizi düşünüyorum. Bunun yanında bunların öyküyü çok da etkileyeceğini sanmıyorum. "Kuyucaklı Yusuf" romanında olaylar Cumhuriyet öncesinde geçer. Romanda anlatılan olayların Cumhuriyet döneminde geçtiğini düşünmeniz için de hiçbir beis yoktur.
Bu öyküde değinilen sorunları - bürokrasi- haksızlık, eğitimsizlik- yeni dönem acaba ne kadar çözebilmiş, üzerine düşünmek gerekir?
abdullah şahin tarafından Mar 20th, 2010 günü 20:56 sularında gönderildi.
Öykünün kendisinden çok öyküdeki eksen kayması ilginç. Öğretmenle başlayan öykü, Dudu'nun hapse girmesiyle sonlanıyor. Çember tamamlanamıyor.
Öğretmenin öykü içinde iki işlevi var. Biri öyküyü bilmesi ve bize nakletmesi; diğeri de "bekârlıktan canı çıktığı" için Dudu'ya cinsel bir obje olarak bakması. Öğretmenin Dudu'ya bu yaklaşımıyla ortaya çıkan gereksiz ayrıntıyı öyküden atarsak sanırım Barış'ın bahsettiği çember oluşacak.
abdullah şahin tarafından Mar 21st, 2010 günü 12:15 sularında gönderildi.
Öykünün bir amacı olmayışını garipsedim okurken. Sanki anı parçaları anlatılıyormuş gibi geldi bana. Kısa ve birbirinden bağımsız parçalar temel bir amaca hizmet etmeksizin anlatılmış. Kullanılan dil de günlük tutar gibi sade ve solgun; dahası bu sadelik oturmuş bir biçem hissi de uyandırmıyor. Sizlerin de belirttiği gibi devletin çeşitli kollarındaki görevliler olumsuz bir bakış açısıyla anlatılıyor: Öğretmen, asker, müstantik(sorgu yargıcı), gardiyan, vs.: Bu kimselerin kişiliklerine yeterince değinilmediği için de okurda yazarın sadece sosyal eleştiri yapmak için bu ünvanları gelişigüzel harcadığı fikri gelişiyor.
Hülasa:
Bir çok konuya değinmeye çalışırken bunu layıkıyla yapamayan, sade, sadeliğiyle de etkileyemeyen bir öykü.
bülend tarafından Mar 21st, 2010 günü 16:45 sularında gönderildi.
Kazlar acemi bir hikaye anlatıcısının birine çok detaya girmeden sözel bir aktarısı hissi yarattı bende. Hatta baştaki öğretmene p.. a bak dedim çünkü detayıyla niyetindeki fenalığı hissettirmişti yazar. Bir başka açıdan bakıncaysa kutsal bir meslek idealist olmalı bu karakter bunlar biraz da bizim yakıştırmamız mı acaba dedim. Adam bekar ve kadınsız yine de sadece bakıyor içinden geçenleri bile çok bilemiyoruz yazar bize onun hakkında fena düşünmemizi istediği için biraz daha detay vermiş gibi geldi. Sonra yengesi var abisini yitirdiği ve bunu da Seyit'e bağladığı için ilenen. Akrabalık bağı kalmamış kadar yabancı. Köy yerinde başka türlü bir dulluk hali Dudu'yla eşit ama anlaşılan o ki hali vakti daha iyice. Aslında bundan da emin değilim belki onda da bir kaz var sadece.Detayları böyle üstün körü acemi hikaye anlatıcı aktarımıyla anlatmasa belki daha fazla kızacağım özdeşleştirmiyor hikaye kahramanlarıyla bizi. Biraz gösteriveriyor ucundan gibi. "Yoğurdu çırp, çorbaya kat, ateşi kıs" diyor ama çorba sıcakken usul usul içine az sıcak suda eklediğin çırpılmış yoğurdu sıcak çorbaya yedir demediği için bu tarife uyanların eksik kalan yeri tecrübeyle anlayacağı bir şekilde çorbanın keseceği durumu var. Hatta kapıdaki asker ( ki toplum için içlerinden bir evlat olan Mehmetçiktir) bile haince söylemiyor kadına yemekleri görünce Dudu'nun elinde erinin yüzünü bir defa bile görmesine engel olmuş oluyor bir p.. da burda ağzımdan kaçtı. Ama öfkemi alamadım hatta gerektiği gibi bu acı olaya öfkelenemedim bile. Oysa Sabahattin Ali'nin kalemi güçlüdür. Hapisten yeni çıktığı dönemdeyse yazılımı acep yabancılaşma, orayı detaylı anlatmama isteği de var olabilir mi?
Seyit'in başından sona hikayesi bir bahtsızlıkla da eş gidiyor. Adalet güçlü olanların hakkı satın alışını bir yana koyarsanız; evleniyor askere gidiyor, tezkere alıyor hapse giriyor, karısına doyamadan. İçeri giriyor ince hastalığa tutuluyor, tedavi bile etmiyorlar bir köşede yatıyor. Mektubu bile harmanyerine engel olmamak için hemen göndermiyor. Sonrasında gönderdiği hemen götürmüyor, tam Dudu geliyor Seyit Hakkın rahmetine kavuşmuş ölüsü bile Dudu'ya kavuşamıyor peh kahpe felek diyesi geliyor insanın.
Hikayenin tek iyi yanı belki de 3 ay sonra hapisten çıkıncaya dek öğrenememesi Dudu'nun Seyit'in ölümünü.
Neden diğerlerine hakkınca kızmama izin vermedi S. Ali diyorum kendi kendime öykü sonunda?
Egemen tarafından Mar 22nd, 2010 günü 23:37 sularında gönderildi.
Hikayenin tek iyi yanı belki de 3 ay sonra hapisten çıkıncaya dek öğrenememesi Dudu'nun Seyit'in ölümünü.
Bu açıdan düşünmemiştim. Güzel nokta.
Bu arada öykünün "kazlar" açısından yorumu da düşündürüyor beni. Yumurtaları bakkala bağlanmış olan, komşunun avlusunda gezinirken bir anda gardiyanların sofrasına konan biçare kazlar... S. Ali'nin öykünün başkişileriyle kazlar arasında kurduğu ilgi aşikâr. Ancak daha temelde kazların kaz olmaklığından gelen yazgıları canımı sıkıyor benim. Yusuf Atılgan'ın Kümesin Ötesi aklıma düşüyor.
Barış Acar tarafından Mar 23rd, 2010 günü 22:07 sularında gönderildi.
"Kazlar" öyküsüne "Kağnı" öyküsünü okuduktan sonra daha farklı bakmaya başladım. "Kazlar" öyküsünü okuduğumda yazılışının aceleye gelmiş olduğunu, baştan savma olduğunu düşündüm. Hatta bu okuduklarımın öyküden daha çok bir roman ya da senaryo taslağına ya da bunun için alınmış notlar olduğuna inandım(bu fikrimi daha önce öykü üzerine yazdığım mesajda da dile getirmiştim). Şİmdi ise Sabahattin Ali'nin bu öyküyü bir edebi eser olarak değil okurların bir şekilde öğrenmelerini istediği olayları, tanık olmaları gerektiği durumları onlara sezdirmek için yazdığını düşünmeye başladım. Sanki öyküdeki kişileri o yoksulluğu ve elbette bunlara sebep olan adaletsiz düzeni teşhir etmek için yazılmış birer bildiri gibi gelmeye başladı bu öykü/ler. Zaman zaman bu bildirileri güçlü betimlemelerin ardına gizleme ihtiyacı duymuşken zaman zaman anlatmak istediğini bir an önce dile getirme telaşından türlü türlü hatalara düşmüş.
Nasıl yazacağından daha çok anlatacağı şeyin çarpıcılığına kendini teslim etmiş bir öykü olarak bakıyorum artık "kazlar" öyküsüne. Sabahattin Ali bu öyküyü(leri) her okuyuşunda ya da hatırladığında öyküyü tekrar yazması gerektiğini düşünmüş ancak anlatacak onca yoksulluk ve acı varken tekrar geri dönmeye vakit bulamamış olmalı.
nurten aksakal tarafından Nis 5th, 2010 günü 22:36 sularında gönderildi.
Re: Kazlar
"Kazlar" da "Değirmen" gibi, Türk filmlerinde sıklıkla karşımıza çıkmış bir konuyu ele alıyor. Yoksulların hataların bedelini hep daha ağır koşullarda ödemeleri; yapılan hatanın (cinayet) üstüne yoksulluğun (mahkemede para yedirememek, hapiste daha iyi bir yerde yatamamak) ve cahil bırakılmışlığın (hastalıktan dolayı tahliye edilebileceğinden haberdar olmamak) faturalarını da ödemek zorunda kalmaları, bütün bunlar olurken bürokrasinin (cezaevi yönetimi, gardiyanlar, öğretmen) onları istismar edebilmek için gayret göstermesi (ya da en azından niyetlenmesi).
Cumhuriyetin ilanının 10. yılında yazılmış bu hikâyenin yayımlandığında nasıl bir etki uyandırdığını pek tahmin edemiyorum. Yine de, sadece bu temanın Türkiye sinemasında ne kadar çok kullanıldığına bakarak bile Sabahattin Ali'nin önemli bir meseleye dikkat çektiği sonucunu çıkarabiliriz.
Diğer taraftan, öyküde dilin kullanımının pek o kadar başarılı olmadığını düşünüyorum. Yazarın ilk dönem acemilikleri (zamanlar arası anî geçişler, hikâyenin alelacele anlatılması, vs.) kendilerini fazlasıyla belli ediyor.
Meselâ şu iki cümleyi arka arkaya okuyunca ister istemez duraksıyor insan:
Şimdiki zamanın hikâyesinden geniş zamanın hikâyesine bu kadar hızlı geçilmesi hikâyenin akışını aksatıyor. Sonra Dudu öğretmeni ziyaret ettiği sırada pek çok ayrıntı verilirken hikâyenin diğer kısımlarında (Seyit'in hapishane koşullarının anlatıldığı yerler, vs.) "helâya yakın bir yerde yatıyordu, çok hastaydı, ölecekti" aceleciliğine düşülmesi hikâyenin etkisini azaltıyor.
Re: Kazlar
Öyküyü okumaya başladığımda bir Necati Cumalı öyküsü okuyormuşum hissi yaşadım, ancak okumaya devam ettikçe sanki bir roman, öykü ya da bir senaryo için daha sonra detaylı yazılmak üzere alınmış notları okuduğum izlenimine kapıldım.
Eren'in yukarıda alıntıladığım düşüncelerine katılmamak elde değil.
Re: Kazlar
Re: Kazlar
Ben bunu anlamadım.
Re: Kazlar
Kazlar, Bir Firar ve Jandarma Bekir öyküleri bürokrasi ve adalet kavramlarını kıyasıya eleştirmektedir. Adaletin, uygulayıcılar kanalıyla insanda bıraktığı o ağır duygular bu öykülerle beynimize kazınıyor.
Kazlar'da; öykünün ilk kısmında ; Anadolu'daki öğretmen tipi , döneminin dışında, alışık olmadığımız bir tip. Kendisinden beklenen üzere idealist, güçlü bir tip değil öğretmen. Evine gelen kadına cinsel açlığının verdiği zayıflıkla "farklı bir gözle" bakan ama fazla işlenmemiş bir tip. Öykünün genelini pek etkilemeyen , kenarda kalmış bir ayrıntı. Bize genelde anlatılanlardan farklı bu tip için de "İki Dil Bir Bavul" yoluyla forumda yazışmalarımız olmuştu. Barış Acar'ın da bu konuda "Hakkari'de Bir Mevsim"den "İki Dil Bir Bavul"a yazısı okunabilir.
Öyküde kocasını kaybeden kadının(Dudu) durumu ise hem devlet hem de toplum karşısındaki dramı olarak düşünülmelidir. Kocasıyla birlikte cinayete karışan 6 kişinin müstantiğe (sorgu yargıcı) para yedirmesi ile fakir bir ailenin çöküşü başlıyor. Tabi sonrasında da Dudu'nunki...
Tespitini çok beğendim eren, ek olarak ben de öykünün sanki biraz daha işlenebileceğini, ayrıntıların kısa kesildiğini düşünüyorum. Bunu yaparken yazarın bir düşüncesi vardır eminim ama ilk öyküler içinde en kısa olanlardan birisi de "Kazlar".
Re: Kazlar
Mahkemede para yedirememek, ilk akla şu fikri getiriyor: Bu insanlar mahkemeye düşünce rüşvetle kurtulmaya vs. çalışıyorlar, ama olmuyor, bir nedenle yediremiyorlar. Oysa bu öykülerdeki kişiler istenilen para vs. karşılayamdaıkları için olan haklarını da çoğu zaman alamıyor, haksızlığa uğruyorlar. Öyle değil mi?
Re: Kazlar
Benim öyküden anladığım, Seyit'le birlikte cinayete karışanlardan bir kısmı (6'sı sanırım) yetkililere para yedirerek (rüşvet vererek) suçlamadan paçalarını sıyırıyorlar. Onlar rüşvet verince, cinayetle ilgili gerekli balistik inceleme yapılmadan suç, iki kişinin (Seyit ve bir kişi daha) üzerine yıkılıyor.
Re: Kazlar
Öyküyü dil bakımından zayıf buldum ben de. Kendisi de senelerce hapisanede yatmış biri olarak hapisane hayatı daha ayrıntılı verilmeliydi diye düşünüyorum.
Cahilliğine rağmen şehre tek başına giden, kaz çalan, çocuğunu büyüten güçlü bir kadın ve bu kadına muhtaç çaresiz hasta bir erkek.
Buna benzer konuların türk sinemasında sıkça işlendiğine şahit olmuştuk ama "bekarlıktan canı çıkan öğretmen"in bakışları karşısında yakasını toplayıp utanmayan hatta bunu hiç farketmeyen Dudu' ya ben pek rastlamadım. Bu anlamda Sabahattin Ali'nin kadına bakış açısını da değerlendirebileceğimiz bir öykü.
Re: Kazlar
Öykünün kendisinden çok öyküdeki eksen kayması ilginç. Öğretmenle başlayan öykü, Dudu'nun hapse girmesiyle sonlanıyor. Çember tamamlanamıyor.
Öykünün yayımlandığı yıl S. Ali'nin hapisten çıktığı yıl. Dolayısıyla çok taze karşılaştığı bir olayın notları gibi geldi bana. Büyük olasılıkla diğer öykülerinde çok daha ayrıntılı işlediği bir konuyu burada notlar halinde tutmuş, bir girizgâh yapmaya çalışmış sanki. Belki yazarın diğer öykülerini de taze taze okumuş olanlar bu konuya örneklerle açıklama getirebilirler.
Re: Kazlar
Öykünün yer aldığı "Değirmen" kitabının önsözünde yazar,1935'teki baskısına şöyle bir not düşmüş:
Her ne kadar yazarın hapishane çıkışına rastlasa da yazar öyküdeki kişilerle karşılaşmamış, öyküyü birilerinden dinlemiş sanırım.
Re: Kazlar
Sabahattin Ali'nin bu notunun yasal sorunlarla uğraşmamak amacıyla konduğunu sanıyorum. Zira "Kazlar" hikâyesindeki "öğretmen" akla hemen Cumhuriyet Türkiye'sini getiriyor. S. Ali, belli ki, eleştirdiği adalet sisteminin çarkları arasında ezilmek istemiyor.
Re: Kazlar
Ben de öğretmen meselesine takıldım; ama özellikle "Candarma Bekir" öyküsünü anımsayınca dönemin Cumhuriyet öncesi olduğuna dair kanım pekişiyor.
Re: Kazlar
Hikâyeler arasında bir devamlılık ilişkisi yoksa kitaptaki bütün hikâyelerin aynı tarihsel dönemi anlattığını düşünmemiz de gerekmez. "Candarma Bekir" (bu hikâyeyi hatırlayamıyorum şimdi) Osmanlı döneminde geçerken "Kazlar"ın Cumhuriyet döneminde geçmesi mümkün olabilir.
Re: Kazlar
Durumu çözmeye çalışırken çözümsüzlüğe doğru gittiğimizi düşünüyorum. Bunun yanında bunların öyküyü çok da etkileyeceğini sanmıyorum. "Kuyucaklı Yusuf" romanında olaylar Cumhuriyet öncesinde geçer. Romanda anlatılan olayların Cumhuriyet döneminde geçtiğini düşünmeniz için de hiçbir beis yoktur.
Bu öyküde değinilen sorunları - bürokrasi- haksızlık, eğitimsizlik- yeni dönem acaba ne kadar çözebilmiş, üzerine düşünmek gerekir?
Re: Kazlar
Öğretmenin öykü içinde iki işlevi var. Biri öyküyü bilmesi ve bize nakletmesi; diğeri de "bekârlıktan canı çıktığı" için Dudu'ya cinsel bir obje olarak bakması. Öğretmenin Dudu'ya bu yaklaşımıyla ortaya çıkan gereksiz ayrıntıyı öyküden atarsak sanırım Barış'ın bahsettiği çember oluşacak.
Re: Kazlar
Öykünün bir amacı olmayışını garipsedim okurken. Sanki anı parçaları anlatılıyormuş gibi geldi bana. Kısa ve birbirinden bağımsız parçalar temel bir amaca hizmet etmeksizin anlatılmış. Kullanılan dil de günlük tutar gibi sade ve solgun; dahası bu sadelik oturmuş bir biçem hissi de uyandırmıyor. Sizlerin de belirttiği gibi devletin çeşitli kollarındaki görevliler olumsuz bir bakış açısıyla anlatılıyor: Öğretmen, asker, müstantik(sorgu yargıcı), gardiyan, vs.: Bu kimselerin kişiliklerine yeterince değinilmediği için de okurda yazarın sadece sosyal eleştiri yapmak için bu ünvanları gelişigüzel harcadığı fikri gelişiyor.
Hülasa:
Bir çok konuya değinmeye çalışırken bunu layıkıyla yapamayan, sade, sadeliğiyle de etkileyemeyen bir öykü.
Re: Kazlar
Kazlar acemi bir hikaye anlatıcısının birine çok detaya girmeden sözel bir aktarısı hissi yarattı bende. Hatta baştaki öğretmene p.. a bak dedim çünkü detayıyla niyetindeki fenalığı hissettirmişti yazar. Bir başka açıdan bakıncaysa kutsal bir meslek idealist olmalı bu karakter bunlar biraz da bizim yakıştırmamız mı acaba dedim. Adam bekar ve kadınsız yine de sadece bakıyor içinden geçenleri bile çok bilemiyoruz yazar bize onun hakkında fena düşünmemizi istediği için biraz daha detay vermiş gibi geldi. Sonra yengesi var abisini yitirdiği ve bunu da Seyit'e bağladığı için ilenen. Akrabalık bağı kalmamış kadar yabancı. Köy yerinde başka türlü bir dulluk hali Dudu'yla eşit ama anlaşılan o ki hali vakti daha iyice. Aslında bundan da emin değilim belki onda da bir kaz var sadece.Detayları böyle üstün körü acemi hikaye anlatıcı aktarımıyla anlatmasa belki daha fazla kızacağım özdeşleştirmiyor hikaye kahramanlarıyla bizi. Biraz gösteriveriyor ucundan gibi. "Yoğurdu çırp, çorbaya kat, ateşi kıs" diyor ama çorba sıcakken usul usul içine az sıcak suda eklediğin çırpılmış yoğurdu sıcak çorbaya yedir demediği için bu tarife uyanların eksik kalan yeri tecrübeyle anlayacağı bir şekilde çorbanın keseceği durumu var. Hatta kapıdaki asker ( ki toplum için içlerinden bir evlat olan Mehmetçiktir) bile haince söylemiyor kadına yemekleri görünce Dudu'nun elinde erinin yüzünü bir defa bile görmesine engel olmuş oluyor bir p.. da burda ağzımdan kaçtı. Ama öfkemi alamadım hatta gerektiği gibi bu acı olaya öfkelenemedim bile. Oysa Sabahattin Ali'nin kalemi güçlüdür. Hapisten yeni çıktığı dönemdeyse yazılımı acep yabancılaşma, orayı detaylı anlatmama isteği de var olabilir mi?
Seyit'in başından sona hikayesi bir bahtsızlıkla da eş gidiyor. Adalet güçlü olanların hakkı satın alışını bir yana koyarsanız; evleniyor askere gidiyor, tezkere alıyor hapse giriyor, karısına doyamadan. İçeri giriyor ince hastalığa tutuluyor, tedavi bile etmiyorlar bir köşede yatıyor. Mektubu bile harmanyerine engel olmamak için hemen göndermiyor. Sonrasında gönderdiği hemen götürmüyor, tam Dudu geliyor Seyit Hakkın rahmetine kavuşmuş ölüsü bile Dudu'ya kavuşamıyor peh kahpe felek diyesi geliyor insanın.
Hikayenin tek iyi yanı belki de 3 ay sonra hapisten çıkıncaya dek öğrenememesi Dudu'nun Seyit'in ölümünü.
Neden diğerlerine hakkınca kızmama izin vermedi S. Ali diyorum kendi kendime öykü sonunda?
Re: Kazlar
Bu açıdan düşünmemiştim. Güzel nokta.
Bu arada öykünün "kazlar" açısından yorumu da düşündürüyor beni. Yumurtaları bakkala bağlanmış olan, komşunun avlusunda gezinirken bir anda gardiyanların sofrasına konan biçare kazlar... S. Ali'nin öykünün başkişileriyle kazlar arasında kurduğu ilgi aşikâr. Ancak daha temelde kazların kaz olmaklığından gelen yazgıları canımı sıkıyor benim. Yusuf Atılgan'ın Kümesin Ötesi aklıma düşüyor.
Re: Kazlar
Seyit'in hastalığından ötürü salıverileceğini bilememesi gibi.
Re: Kazlar
"Kazlar" öyküsüne "Kağnı" öyküsünü okuduktan sonra daha farklı bakmaya başladım. "Kazlar" öyküsünü okuduğumda yazılışının aceleye gelmiş olduğunu, baştan savma olduğunu düşündüm. Hatta bu okuduklarımın öyküden daha çok bir roman ya da senaryo taslağına ya da bunun için alınmış notlar olduğuna inandım(bu fikrimi daha önce öykü üzerine yazdığım mesajda da dile getirmiştim). Şİmdi ise Sabahattin Ali'nin bu öyküyü bir edebi eser olarak değil okurların bir şekilde öğrenmelerini istediği olayları, tanık olmaları gerektiği durumları onlara sezdirmek için yazdığını düşünmeye başladım. Sanki öyküdeki kişileri o yoksulluğu ve elbette bunlara sebep olan adaletsiz düzeni teşhir etmek için yazılmış birer bildiri gibi gelmeye başladı bu öykü/ler. Zaman zaman bu bildirileri güçlü betimlemelerin ardına gizleme ihtiyacı duymuşken zaman zaman anlatmak istediğini bir an önce dile getirme telaşından türlü türlü hatalara düşmüş.
Nasıl yazacağından daha çok anlatacağı şeyin çarpıcılığına kendini teslim etmiş bir öykü olarak bakıyorum artık "kazlar" öyküsüne. Sabahattin Ali bu öyküyü(leri) her okuyuşunda ya da hatırladığında öyküyü tekrar yazması gerektiğini düşünmüş ancak anlatacak onca yoksulluk ve acı varken tekrar geri dönmeye vakit bulamamış olmalı.