UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kayıp Destanın İzinde

30 Mar 2013
Cihan Başbuğ

Bir süredir Bilgi Üniversitesi'nin Modern Türkçe Şiir derslerine katılıyorum. Bazı izlenimlerimi, okuma ipuçlarını paylaşmakta yarar var.

Bugün, Kayıp Destanın İzinde araştırma kitabının da yazarı Erkan Irmak'la bir ders deneyimimiz oldu ve kitabın ilginç alıntılarıyla, Nazım Hikmet okuduğum yılları anımsadım. Tabi aklımda kalanlarla.

Bilindiği gibi Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı'nda Kurtuluş Savaşı ve Anadolu Mücadelesinin destanını yazmıştır. Bu destanın yazılmasında ise o dönemde, bizzat devletin talebi olmuş, dolaylı da olsa kendisinin afla çıkmasını sağlayan kitap, benzetmeyi hoş görün "ısmarlama" biçimde yazılmıştır. Yine de bu, kitabın destan türünde yazılmış başat eserler arasında oluşunu değiştirmez. Kitabın değinileri, Kurtuluşun hazırlayıcılarına olan bazı övgüler, zamanla bizzat şair tarafından da eleştirilmiştir ama ilginç olan -Erkan Irmak'ın kitabında yer alan tesbiti toparlayarak söylüyorum- Nazım Hikmet'in yıllar sonra yazacağı memleketimden İnsan Manzaraları ile bu kitapta yer alan karakterlerin akıbetlerinin anlatımıdır. Yani , şair ilk yazdığı kitabı reddetmez ama devrimin istediği yere gitmemesini bu kitapta, karakterler yardımıyla ustaca anlatır ve ilk kitapta "yiğitçe" çarpışan karakterler, Memleketimden İnsan Manzaraları'nda yoksul, işsiz, "kaybetmiş" kişilere dönüşürler. Tabi, bu kıyaslamayı Topal Osman üzerinden okumalar ve kıyaslamalarla, somut öğelerle anlamak daha doğru olacaktır.

Kuvayı Milliye'de genç yaşında cepheye koşan, kahramanlıklarıyla herkesin sevdiği, güvendiği biri olan hatta Hint askerlerinin arasına karışıp onlardan silah aşıran kahraman Kambur Kerim; Memleketimden insan Manzaraları'nda trenin üçüncü mevkisinde yolculuk eden fakir bir adama dönüşür ve karşısında Osman Necip adında, savaşta yer almamış ve bu arada zenginliği gittikçe artan bir karakterle konuşmaları anlatılır.

Lafı uzatmam kitabı tamamıyla anımsamamanın verdiği eksiklikten olsa gerek. Dönüp tekrar okumalı...

Kategori:

Re: Kayıp Destanın İzinde

Kuvayı Milliye Destanını rejimin halka sevdirilmesi, benimsetmesi için gerekli görenler haksız sayılmazlar. Biliyoruz ki her rejim, şairlere, yazarlara fazlasıyla ihtiyaç duyar ve aruzun hala aşılamadığı bir çağda, nüfusunun önemli bir bölümü köylü olan bir toplumda tabi ki Yunus'un diliyle yazan tek kişi -sevilmese de- Nazım Hikmet'ti ve bu kitabın yazdırılması kolay olmasa da amaca hizmet etti.

Kitabın içeriğini, detayları yakalamak önemli ama benim için daha önemli bir ayrıntı da "ısmarlama" da olsa hala unutulmazlar arasına giren kitabın taşıdıkları. Şiirin gücü ve bu gücün herkes tarafından anlaşılır olması. Yani, sanat eserinin toplumun itici gücü olabilmesi. Bunu sanatla ilgilenen, kaleme yakın kişilerin bilmesinin dışında iktidarların da kavraması. Yoksa şiir, toplumların biçimlendiği, önemli evrelerden geçtiği zamanlarda daha mı çok anlama bürünebiliyor?

Antepli Karayılan'la başlayan (buradan dinlenebilir)Arhavelili İsmail, Abdullah Çavuş, Zileli Abdulkadir, Kazım ve onlarca karakter yaratan kitap, resmi tarihin aksine kahramanlarını halktan alan, liderleri ve komutanları değil halkı yücelten yönüyle aynı eski dönemdeki halk efsaneleri, meseller gibi sözlü edebiyattan beslenen ve herkesin kolayca anlayabileceği ama bir o kadar da etkili bir kitaptı. Yani bir şekilde insanların gerçekliğe tarih anlatımıyla değil de edebiyatla mı inandıklarını çıkartmalıyız?

Hatırlatmakta yarar var "Türk Köylüsüne", "Kadınlar" gibi iki güçlü şiir de yine Kuvayı Milliye'nin bölümlerinden.


Re: Kayıp Destanın İzinde

Cihan Başbuğ dedi ki:

...bir şekilde insanların gerçekliğe tarih anlatımıyla değil de edebiyatla mı inandıklarını çıkartmalıyız?

Tarihin bir edebiyat disiplini olduğunu çağdan kopuşun anlamını daha iyi düşünmeliyiz. Homeros, Heredotos ve Tukidites birer tarihçi değillerdi, ama tarih üzerine hem çağlarına hem çağlarının çok sonrasına nice şey öğrettiler.