UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kalıba Döktü Ruhunu

24 Mar 2009
gül

Sabahtı. Loştu oda; kalın, lacivert perdeler kapalıydı. Duvarlar bordo, yerde lacivert bir halı, bir duvarda çerçevesi siyah, kocaman bir ayna. Dolap ve masa siyahtı, üzerleri rengarenk desenler ve birtakım yazılarla doluydu. Yazılar renklerin zıtlığıyla uyumluydu: ‘çürümüş iç huzur’, ‘kaos’ ve hemen altında ‘özgürlük’ ve ‘barış’. Gözlerini açtı bu loşluğa, gerindi biraz, yarısı yatakta yarısı aşağı sarkmış olan yorganını çekti boynuna kadar. Yeni bir güne başlayamayacak kadar yorgun ve bezmiş görünüyordu. Bir süre sonra, kalkması gerektiği için kalktı ve kalın perdeleri açıp odaya sabahı doldurdu. Odanın loşluğunda iç karartıcı görünen lacivert ve bordo cümbüşü, odanın sabahında aydınlandılar birden. Dışarısı soğuktu ama güneşliydi, ısıtmayan güneş Barış’ın yüzüne bir tebessüm yaydı, ruhunu aydınlattı. Yeni bir güne başlayabilecek kadar neşeli ve dinamik görünüyordu şimdi.

Odaya akşam karanlığında geri dönene kadar yüzünde olacak, sadece bir ‘ara’ çıkarılacak maskesini taktı. Her şey ve kendisi de ‘normal’miş gibi davranma zamanı şimdi. Sessiz sedasız çıkayım derken ev arkadaşı belirdi odasının kapısında:
- Günaydın, çıkıyor musun hemen?
- Evet, çıkmam lazım. İlk ders gitti, ikinciye yetişeyim hiç değilse.
- Tamam abi eyvallah, akşama görüşürüz o zaman.
- Görüşürüz.
Derse yetişme derdinde değildi, ‘normal’miş gibi konuştu sadece.

Odasından sonra, ortamında huzur bulduğu ikinci yere gidecekti. Beyoğlu’nun arka sokaklarında köhne bir apartmanın giriş katında kiraladığı; bir oda, küçük bir banyo ve mutfaktan ibaret o daireye. Kimsenin haberi yoktu oradan. O dairede hiç kalmazdı zaten, ev arkadaşıyla Ortaköy’de kiraladıkları evdi yaşadığı yer, köhne daireyse bir sığınaktı, garip bir sığınak. Sığınağına ulaşmasına dakikalar kala İstiklal caddesinde yürürken, sağından solundan geçen onlarca insana bakarken, kafasında; hepsinin bir anda durduğunu ve yüzlerindeki boyalı, cilalı kalıpları sıyırıp havaya aynı anda fırlattıklarını ve ardından kahkahalarla gülmeye başladıklarını canlandırdı. Kafasındaki sahneden etkilendi, etrafına bakındı, insanlar geçip gitmeye devam ettiler. Apartmanın olduğu dar sokağa girdi. Sokağın diğer ucundan gelen travestiyle göz göze geldiler, içini huzursuzca kıpırdattı bu bir anlık bakışma, o da geçip gitti. Apartmanın ucube görünüşüne baktı uzaktan, önünde bir köpek uyuyordu, son katın penceresinden bir kadın sokağı izliyordu. Rutubetten ve pislikten kokmuş apartmana girdi, dairesinin kapısına geldi, kilidi usulca açtı, içeri girdi. Televizyonun sesi geliyordu, odaya girdi. Bu defa da mavi ve grinin bütünleştiği bir oda; Gri duvarlar, iki mavi kanepe, gri bir halı, siyah perdeler, duvarda bir poster asılı; posterde; ayna karşısında yüzünde karnaval maskesi olan bir adam aynadaki yansımasında yüzüne dokunuyor, aynadaki aksinin gerçeğinden tek farkı; yansımasında, adamın eli maskenin ucunda, onu çıkarmak üzere. Posterdeki yazı, odasındaki dolap ve masasının üzerindeki yazıları çağrıştırıyor: “Ruhunda kaos hakim, huzur can çekişiyor, çıkarıp attığın an o kalıbı, özgürsün artık”. Aslı, kanepede uyuyordu; Aslı onun insan boyundaki kuklasıydı, kendisine neredeyse tamamen benzeyen kuklası. Televizyonu onun için açık bırakıp gitmişti geçen hafta geldiğinde, sıkılmasın diye. Uyandırdı Aslı’yı ve dik konumda oturmasına yardımcı oldu. Anlatmaya başladı sonra her geldiğinde yaptığı gibi:
- Evden çıkmak üzereyken kapıda yakaladı beni, hiç konuşmadan, görünmeden çıkmak istiyordum halbuki..
- …
- Buraya, yanına gelmeden önce biriyle konuşmak istemiyorum, sanki garip bir şeyler yaptığımı belli edecekmişim, bakışlarımla kendimi ele verecekmişim gibi geliyor.
- …
- Tam bizim sokağa girdim, karşımdan bir travesti geliyor ve sanki ben çok normalmişim gibi adama, kadına her neyse işte baktım dik dik, o da bana.. İçimde bir şeyler oynadı.
- …
- Yüzümde bütün gün o kalıp, rol kesmekten bunaldım, hayatıma sen girdiğinden beri aslıma ulaştığımı hissediyorum git gide, bunları sana anlatmazsam çıldırırım.
- …
Sonra sarıldı aslına ve öylece yan yana uzanıp uyuyakaldılar.

Uyandıklarında hava kararmıştı. Aslı’nın oturmasına yardımcı oldu. Mutfağa gitti, elinde bir şişe birayla geri döndü. Birası bitene kadar televizyonda aptal bir programı seyretti, arada kuklasına değen bakışlarıyla. Ona bir şeyler anlatmadığı zamanlar sadece orada olması yeterliydi aslının. Şişeyi çöpe atmak için mutfağın balkonuna geldi, o sırada telefonu çaldı, annesiydi:
- Napıyorsun oğlum?
- Çıktım okuldan, duraktayım işte şimdi, eve döneceğim.
- Babanı bekliyorum ben de gecikecekmiş bu akşam. Ne zaman gelmeyi düşünüyorsun eve? Özledik, kaç ay oldu yavrum, cumadan bin gel işte. Derslerdi, sınavlardı sayıp duruyorsun, yaza kadar göremeyecek miyiz yüzünü?
- Anne, tamam. Vizeler bir bitsin, rahat olacağım bir iki hafta, gelirim o ara.
- Ertelersin sen yine, ayarla uygun zamanını, şimdiden al biletini.
- Tamam, otobüsüm geldi, kapatıyorum. Babama selam söyle, öptüm.
- Kendine iyi bak, annecim, dikkat et. Görüşürüz, öptüm.
İçeri girdi. Annesiyle ve ev arkadaşıyla konuşurkenki halini garipsedi yine, kalıbı kaşındırmaya başladı yüzünü. Aslı’nın televizyona doğru dönmesine yardımcı oldu, bir öpücük kondurdu yanağına. Kapıdan; odasına, aslına ve postere son kez bakıp çıktı.

Ortaköy’de otobüsten indiğinde akşam bastırmıştı iyiden iyiye, gerçek yüzünü sakınmadan açığa vuran doğayla baş başa zaman geçirmek için sahil kenarına gitti. Kalabalıktı. Boş bir banka oturup akşamı, denizi seyre dalmışken insanları sadece bir arka plan olarak gördü o an. Kımıldanan, yüzeyde başıboş bir hareketlilik sağlayan böcek sürüsü olarak..

İçinde keşfetmeye değer bir şeyler bulabildiği tek insanı, dostunu iki sene önce bir tren kazasında yitirdikten sonra hepten kaçmaya başlamıştı insanlardan. Karşılaştığı ikiyüzlü ve hırslı olmayan tek insandı o ama gitti. Ev arkadaşını düşündü; İstanbul’a, aynı okula ve aynı bölüme birlikte geldiği ve sadece tanıdık olduğu için aynı evi paylaştığı ama o evin içinde karşılaşmaktan hep kaçındığı ‘arkadaşını’. Farklı birini istiyordu birlikte hayatını paylaşabilmek için ve yitip giden dostundan sonra öyle biri karşısına çıkmadığından onu kendisi yaratmaya karar vermişti Barış. İki sene önce gitmeye başlamıştı kukla yapım atölyesine ve aslını oluşturması epey zaman aldı. Daha sonra, onun için büyük bir sır olan ve aslına haftalık kaçamak ziyaretlerle yaşamını çekilir kıldığı, huzur bulduğu o köhne evi kiraladı.

Böcek sürüsünü geride bıraktı ve eve döndü. Yalnızdı evde. Ilık bir duş ve yemekten sonra odasına attı kendini. Yatağına uzandı, kapadı gözlerini, aklında; beraberinde içinde bir şeyleri söküp götüren dostu, aslı ya da Aslı, İstiklal caddesindeki onlarca yüz, apartmanın sokağındaki travestinin bakışı, böcek sürüsü ve yüzündeki maskesiyle. Gözlerini açtı, kalktı yataktan ve aynanın karşısına geçti aklında dönüp duran sayıklamarla. Aslının odasındaki posterdeki adam olmak istedi, aynadaki Barış çıkarıp atsın kalıbını istedi ama kendisi nasılsa aksi de aynıydı. Aynaya bakmaya devam etti ve kalıbı çıkarmaya yeltendi, elini ucuna götürdü maskesinin ama aynadaki Barış hala aynıydı, eli kımıldamadı bile. Bu, karşısında inatla ona direnen siyah çerçeveli, yanıltıcı cam parçasını tuzla buz etmek istedi o an.

Maskesini çıkardı, parçalara ayırdı onu özenle ve aynayı ters çevirip duvara dayadı simsiyah arka yüzü kendisine dönük şekilde. Parçalara ayrılmış maskeyi de duvarla ona dayalı ayna arasında kalan, görünmeyen, karanlıkta kalan boşluğa gelişigüzel atıverdi. Ruhunu kalıptan tamamen kurtarmak için maskesinden sıyrılmanın cesaretiyle o an karar verdi gitmeye; rahat ve kendi gibi olabileceği bir yere. Gerekli eşyalarını aldı yanına, odasını öylece bıraktı içinde ev arkadaşına olan bir notla : “Ayna öylece kalsın.”. Aslına doğru yola koyuldu. Kaos ve çürümüş iç huzur başka bir anlam kazanabilirdi – onların varlığını kabullenip kurtulmaya çalışmayarak- artık, en azından. Özgürlük ve barış da kendi içinde hayat bulabilirdi artık, nefes alıp verişlerini duyabiliyordu, en azından. Yuvasına geldi, kanepeye uzandı, sarıldı kuklasına ve kapadı gözlerini aslına bir adım daha yaklaşmış olmanın heyecanıyla.

Kategori:

Re: Kalıba Döktü Ruhunu

Öykü bana ilham verdi. Bir öyküyle ona katılma isteği doğdu içimde.

""
İçeride kimsenin olmadığını bildiği halde kapıyı çaldı. Biraz bekledi. Bir kez daha bastı zile. Ses gelmedi. Anahtarını çıkarıp kilitte üç kere çevirdi. Kapıyı açtı. Askılığa baktı. Vestiyerin boyası atmış, mdf kaplamaları patlamış yüzeyine tutunmaya çalışan sırrı dökülmüş aynaya... Hiçbir şey göremedi. Ses çıkarmamaya gayret ederek içeri süzüldü. Oradaydı. Her zamanki yerinde. Masada arkası dönük oturuyordu. Tırnakları masaya geçmiş. Dilinin ucuna kadar gelen küfrü tuttu. Başını sallayıp mutfağa geçti. Dolabın kapağını açtı. Küfle karışık asitli bir koku yayıldı ortalığa. Başını geri kaçırdı. Elinde olmadan içeri seslendi: "Sen de ister misin?" Sesine karşılık veren olmadı. Bir bardak da onun için votka tonik hazırladı. Sertçe masaya koyup, tam karşısına oturdu. "Artık böyle olmuyor. Bu iş bitecek. Ya sen çekip gideceksin bu evden ya ben." Kendi söylediklerinden çok etkilenmişti. Gözlerini gözlerinden ayırmadan devam etti: "Beni anlamalısın. Böyle olmuyor. Olmayacak." Kadehi kafasına dikip, eliyle ağzını sildi. Çok önemli bir şey söyleyecekmiş gibi dudaklarının ucunda o her zamanki ciddi kıvrım, ağzını açtı. Gözleri boşlukta takılı kaldı. Gözbebekleri titredi. Takma kirpiklerinden biri düştü yere. Barış sinirlendi. Oturduğu sandalyeden hışımla kalkıp Aslı'nın kirpiğini yerine taktı. Gene düştü kirpik. Yere eğildi. Bu kez baş üstüne düştü. Öfkeyle düşen başı tutup ellerinin arasında havaya kaldırdı. Bir şamar indirdi suratına. Yetinmedi. Tuttu öteye savurdu çaresiz bedeni. Sandalyesine geri oturdu. Tırnaklarını masaya geçirdi. Ağlamak istedi, avazı çıktığı kadar bağırmak. Hiç ses çıkmadı. Aslı düştüğü yerden sakince kalktı. Sandalye hafifçe yana kaymıştı. Düzeltti. Pencereden ölgün bir ışık içeri doluyordu. Vestiyere baktı. Sırrı dökülmüş ayna biraz daha kararmış gibi geldi ona. Sessizce dışarı çıktı. Kapıyı ardından kapattı. Kilidi üç kere çevirdi.


Re: Kalıba Döktü Ruhunu

Bu devam öykü bana da ilham verdi okuyunca aslının devamını getirmek için ama sanki devam ettirsem karakter giderek şizofren bir kimliğe bürünecek gibi gözüküyor. Mesela şu cümleler "İçeride kimsenin olmadığını bildiği halde kapıyı çaldı.", "Elinde olmadan içeri seslendi: "Sen de ister misin?" 'Kalıba Döktü Ruhunu'da Aslı'ya içini dökmesinin de ötesinde bir safhada olduğunu gösteriyor Barış'ın. Buarada derste öyküyü okuduğumda nedense şu sokakta karşılaştığı travesti ve onunla göz göze geldiğinde içinde bir şeyler oynaması üzerinde çok durulmuştu, onu oraya koyduysam muhakkak karakterle ilgili bir ipucu vermesi, öykünün bir yerlerinde bağlanması gerektiğini söylemişlerdi; bilmiyorum, herhangi bir sahne, bazen bir bakış etkilese de insanı bir anlık, o gününde ya da genel olarak hayatında bir şeyleri değiştirmez heralde her zaman..


Re: Kalıba Döktü Ruhunu

Barış Acar dedi ki:
karakter giderek şizofren bir kimliğe bürünecek gibi gözüküyor. Mesela şu cümleler "İçeride kimsenin olmadığını bildiği halde kapıyı çaldı.",

Gül'ün öyküsünü okuduktan sonra düşüncelerimi yazacağım ama ondan önce yukarıya alıntıladığım cümle dikkatimi çekti. Şizofren biri, kimsenin olmadığını bildiği halde değil, tam tersine, gerçekte olmayan birininin varlığına inandığı için o varmış gibi davranmaz mı?


Re: Kalıba Döktü Ruhunu

"aslı" ve "barış" sözcüklerinin iki farklı biçimde kullanılması çok etkileyici geldi bana.
Öyküde öyle olduğu söylense de Barış’ın insanlardan kaçmasını, bir kuklayla dostluk kurmasını dostunu yitirmiş olmasına bağlamadım ben. Barış’ın kendi kendisiyle bir sorunu olduğunu düşündüm. Öykü buna da değiniyor ama tren kazasında kaybettiği dostuyla ilgili bölümlerle bu düşünce belirsizleşiyor.

Anlam veremediğim, Barış’a ve öyküye ne kattığını anlamadığım tek ayrıntı, travestiyi gördüğünde hissettikleri ve bu karşılaşmayı Aslı’ya ya da aslına anlatışı.
Bence çok etkileyici bir öykü. Gül’ün ellerine sağlık. Bir iki yazım yanlışı gördüm, onlara da dikkat çekmek istedim.

“Duvarlar bordo”

“rengarenk”

“Yazılar renklerin zıtlığıyla uyumluydu”
Nasıl uyumluydu? uyumluydu demek yerine sözü edilen renkler anlatılsa, uyumlu olup olmadığını biz de görsek…

“İstiklal caddesinde”

“Ilık bir duş ve yemekten sonra odasına attı kendini.”

“İstiklal caddesindeki”

“Barış hala aynıydı”

“odasını öylece bıraktı içinde ev arkadaşına olan bir notla”


Re: Kalıba Döktü Ruhunu

Elif abla çok teşekkürler değerli yorumların için. Flowers Bir dönem aldığım yaratıcı yazarlık dersinde yazmıştım bu öyküyü ödev olarak. Hoca belli bir konu sunmuştu: Trende seyahat ediyorsunuz, yanınızda çok iyi tanıdığınızı düşündüğünüz bir arkadaşınız var, trenin yemekli vagonunda öyle bir olay oluyor ki yanınızdaki arkadaşınızı aslında hiç de tanımadığınızı fark ediyorsunuz. Bu çerçeveye pek sadık kalamadım görüldüğü gibi ben. Smile Dostun ölümü, tren kazasıysa zorlama bir eklentiydi açıkçası; tamam bu çocuk insanlardan kaçıyor ama başına bir şey gelmemiş mi, önemli bir olay olmamış mı diye düşünüleceğinden eklemiştim sırf ama aslında Barış'ın insanlardan kaçması, çevresine yabancı hissetmesi, bir kuklayla dertleşecek, birlikte uyuyup tv seyredecek kadar bunalması Barış'ın kendiyle olan sorunundan diye düşünüyorum ben de.
'Dolap ve masa siyahtı, üzerleri rengarenk desenler ve birtakım yazılarla doluydu.' “Yazılar renklerin zıtlığıyla uyumluydu”
Siyahlık ve rengarenk desenlerin zıtlığı gibi yazıların da birbirine zıt olmasındaki (kaos/barış vb..) uyumu anlatmak istemiştim ama bir karışmış orada cümle, net değil ne demek istediğim sanırım. :roll: Buarada, ilk yazdığım öyküler olduğu için foruma yüklemeye çok çekinmiştim ama geç bile kalmışım, şimdiye değiştirmiş, düzeltmiş hatta devamını getirmiş olabilirdim halbuki, bir kızdım kendime. Nop!


Re: Kalıba Döktü Ruhunu

Gül:

""
Buarada, ilk yazdığım öyküler olduğu için foruma yüklemeye çok çekinmiştim ama geç bile kalmışım, şimdiye değiştirmiş, düzeltmiş hatta devamını getirmiş olabilirdim halbuki, bir kızdım kendime.

Gül, sanırım kendine yeterince kızmamış. Smile