UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kalan

03 Nis 2012
Mehmet Sürücü

“rosa’yı neden isterim tanımanızı
bu metnin hakikatinin özünün rosa’yla ilişkisi olabileceği düşüncesinden.
gerçi insanın hakikatinin bulunabileceğini sanmasam da pek
onu aramaya çıktığımı itiraf etmeliyim size sevgili okurlar
günah çıkarır gibi
bir insanın günah çıkarırken bile söylediklerine inananlardan değişken
yazmak böyle bir şey belki de
hakikat diye bir şey olmayacağının bilinciyle
hakikatin öznellikte mi olduğunu
sorumlulukta mı
insanın en temel varlığının kayboluşuyla yitip gittiğini mi
toplumla senin yaratılışın oluşun arasındaki ipliklerde mi gerili durduğunu
düpedüz özgürlükte mi olduğunu bilmeden
sözcüklerden örülü bir metin
hakikati ne olabilir bu metnin
metnin içeriği
metnin içeriği
metnin içeriği”
s:10-11

Leyla Erbil okumak bir kazıya eşlik etmek gibi. Kalan, uçucu, sınırları belirsiz bir alanda arıyor hakikati; çocuklukta. Romanın kahramanı Lahzen, çocukluğunu, evlerini, kalemini kırıp onunla paylaşan sıra arkadaşı, küçük Yahudi kızı Rosa’yı, evlerinde kalan dayı’yı, ablasını, ablasının aşkı Eftim’i, “tıka basa doldurulmuş kuyudan çıkmak için”, “hakikati ele geçirme çabası” olarak kullanıyor.

Daha ilk sayfalarda hakikatin bulunabileceğine inanmadığını yazması, bir yandan da kitabın amacının bu olmadığını düşündürüyor. Adından yola çıkarak nereye varılabilir. “Kalan” nedir? Bir “akıl hastası kadın” ın sayıklamalar zincirinden öte, gerçekle, hakikatle bağı nedir? İnce, bıçak sırtı konular üzerinde gezinmeyi seviyor Leyla Erbil.

Anlatım destansı. Alışılagelmiş türde şiirsel bir destansılık değil bu. Cümleler bölünüp bir sonraki satırda devam ediyor. Uyak gözetilememiş. Böylesi bir anlatımın neden seçilmiş olabileceğini düşündüm. Söz konusu yazar Leyla Erbil olunca, anlatımda, noktalama işaretlerinde, sözcük yakıştırma, uydurmada farklı amaç ve yaklaşımlar kullandığını bilmek, bunların metni, okumayı nasıl etkilediğini, değiştirdiğini düşünmek demek aynı zamanda. Şiirimsi anlatımın okumayı daha akıcı hale getirdiğini, okurken nefes aralarını daha rahat belirleyebildiğimi düşündüm.

“Önsözce” bölümündeki metin parçalarında noktalama işaretleri yok. Sadece alıntı ve adları ayıran tırnak ve kesme işaretleri kullanılmış. Sadece yıldızlarla ayrılmış parçaların sonunda nokta var. “birinci bölüm” ve “ikinci bölüm” de noktalama işaretleri kullanılmış. Bilinçakışı tekniğinin örneklerinden birisi roman.

Anlatıcının, akıl hastası Lahzen’in seslenişi okuyucuyadır. Düzensiz, farklı zaman dilimlerinde, rastgele gezinen bir anımsamadır bu. 6-7 Eylül olayları, Dink’in, Musa Anter’in, Vedat Aydın’ın öldürülmesi, büyük mübadele, oğlu İsnak’ı kurban etmek isteyen İbrahim, Nil nehrinde, sepetin içinde, kaderine doğru sürüklenen Musa, insanlar arasındaki sınırlar, yüz binlerce yıldır birbirlerini yok etmek için savaşan, ölen milyonlarca insan, Sokrates, Frandola dansı, portakal sandığından kızaklar, Kierkegaard, dinler, acımasız tanrılar, bu anımsama sarkacının dokunuşlarıyla, tıkabasa doldurlmuş bir kuyudan çıkabilmek, hakikati ele geçirmek için kullanılır.

Acı bir alaycılık, sürekli eşeleyen bir dil arayışı var romanda. Anlatılanlar politik. Ama daha bu “politik olmak”, “ötesi” bir şeydir bu Erbil’de her zaman. Basit, ucuz, sıradan değil. Katmanlı. Saklı. Erişimi çaba gerektiriyor. Kitaba ilk başladığımda kolayca üçte birini aştığımı fark ettiğimde, bir yanlışlık yaptığımı düşündüm. Sayfaları bu kadar çabuk geçebilmemde bir sorun vardı. Tekrar başa döndüm. Koşarak değil, sürünerek okumaya çalıştım. Sözcüklerin, kesik cümlelerin üstünde daha çok oyalandım. Okuduklarımdan daha farklı biz tat almaya başladım.

Kancıklık tanrıçası benli nahide, ahiret tanrıçası çakma züleyha,gök tanrıçası cırtlak ruhiye, hayat ipliğini büken lüks nermin, musiki tanrıçası zilli terfiye,fitne tanrıçası çanakaleli melahat
başak demetlerini kucaklamış tepsi banu, aşk tanrıçası köpüklü mefkure, barış tanrıçası kamçılı saliha bu dilin, bu kazının acı acı gülümseten kahramanları.

“-o da yıkılmış,,, gog magog en önde yürüyordu, bütün evleri aynı anda bastılar,,, çalı adamlar, ellerinde döner bıçağı, sopa, cop, satır ve kuran-ı kerim vardı. Bizde silah yoktu,,, dayı ölmüştü,,, annem ölmüştü,,, karşı sırtlar, tepeler yeşil sarıklarla çevriliydi” s:69

Lahzen “Tuhaf Bir Kadın” dır. İnsanların düşünmediği, bakmadığı, görmediği, değişmek istemediği, kendini hiçbir şeyden sorumlu hissetmediği bir dünyada, düşünür, görür, sorular sorar, eşeler, sürekli bir değişimi bile sorgular.

gelecekten ne bekliyorsunuz?
kendinizi suçlu hissediyor musunuz?
kendinizi öldürmek istediniz mi hiç?
içinizden ağlamak gelir mi sık sık?
kendinizden nefret ediyor musunuz?
her şeyden sıkılıyor musunuz?
evet sıklıyorum,,, s:213

Son bölümde kişi adları listesi verilmiş. Burada “rosa” ile ilgili satırla bitirelim;

“Rosa: yüzünde vazolar dolusu çillerin gülüştüğü, en iyi arkadaşım” s:237

Zen: Farsça. Kadın.
Lah: Farsça. “Yer” anlamıyla tamlamalar yapmada kullanılır.
Lahza: Bir bakış, bir göz atma.
Göz kırpacak denli süre, an.
Bir kez göz kırpma.

Kaynak: Osmanlıca-Türkçe Sözlük.Mustafa Nihat Özön.İnkilap Kitabevi

Kalan.Leyla Erbil.Türkiye İş Bankası Yay.İstanbul.2011

Kategori:

Re: Kalan

Tanıtım yazısı çok hoşuma gitti. İçerik anlamında kitabı okumadan bir şey söyleyemem ama en azından işini yapıyor: kitabı okuma arzusu veriyor yazı.

Esas önemli bulduğum özellik, bir süredir üzerinde düşündüğüm bir konuyla ilgili. Bu tür yazılarda kullanılan (mesela bu sitede bir başlık açarken sıklıkla kullandığımız) kalıplaşmış, akademik tınılı, mekanik ve uzak dilin dışında, daha esnek, daha kullanışlı bir dil nasıl yaratılabilir? Örneğin, "Anlatım destansı. Alışılagelmiş türde şiirsel bir destansılık değil bu. Cümleler bölünüp bir sonraki satırda devam ediyor. Uyak gözetilememiş." cümlelerindeki yalınlığı, samimiyeti, kendi gibi yazma halini yakalamaya ihtiyacımız var bence.