UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kağnı

07 Mar 2010
abdullah şahin

"Kağnı",
Sabahattin Ali, 1935
Kağnı Ses Esirler,
YKY,
Mart 2008: 9-12

Öykü forumdan kaldırılmıştır. Bkz.: Forum İşleyişi

Kategori:

Re: Kağnı

Ayağı kesilen bir hastanın öyküsünü okumuştuk. Foruma baktım ama bulamadım. MŞE’nin diye kalmış aklımda. “Bu ayak senin mi?” diye soruyorlardı hastaya doktorlar. O zaman da aynı şeyi hissetmiştim. Devlet kurumlarının insanı, insanî değerleri hiçe sayan, akıl almaz uygulamalarını, ne kadar az yol aldığımızı, hatta hiç yol alamadığımızı tokat gibi yüzümüze çarparak anlatıyor Kağnı da. Anlatılan öykülerin birer kurgu değil gerçek olduğunu bilmek mi dehşete düşürüyor okuyanı, yazarın usta anlatımı mı, bilmiyorum. Öykü 1935’te yazılmış. Taptaze Türkiye Cumhuriyeti’nin taptaze kurumları, taptaze hükümetler, savcılar, asker…
Oğlunu sessizce toprağa veren yaşlı kadının otuz yıl evvel başına gelenlerden söz edip verdiği ayrıntıyla bu tazeliği görmemizi sağlıyor yazar:

""
Oğlunun acısı daha içinden çıkmamıştı, fakat hükümet kapısına düşmek
ona oğlunun ölümünden çok daha korkunç geliyordu. Otuz sene evvel bir kere kasabanın pazarında köylülerden biri bir torba bulgur çaldırmış ve bunu şahit göstermişti. O zaman tam altı ay mahkemeye gidip geldiğini ve tarlaların yüzüstü kaldığını düşünüyordu.

Ve bir savcının işini nasıl titizlikle yaptığını görmemizi de...:

""
Müddeiumumi evvela kendisi doktoru da alıp gelecekti. Sonra ağustosun bu
sıcağında at üstünde günlerce yolculuğu pek gözüne kestiremedi...


Re: Kağnı

elif cinar dedi ki:
Ayağı kesilen bir hastanın öyküsünü okumuştuk. Foruma baktım ama bulamadım. MŞE’nin diye kalmış aklımda. “Bu ayak senin mi?” diye soruyorlardı hastaya doktorlar.

Haldun Taner - Ayak


Re: Kağnı

""
Sonra Mehmet geri gelecek değildi, Mevlût Ağa’yı düşman etmekten de hayır çıkmazdı; sonra köyde açlıktan ölürdü. Onun için hep inkâr etti.

Çaresizlik güzel anlatılmış. Gerçekten de kadının yapabileceği hiçbir şey yok gibi. Devlet otoritesinin hiç gözükmediği, gözüktüğü zamanda -öykümüzde olduğu gibi- "olmasa daha iyi" dendiği için, bana kalırsa köylerde ağalık sistemi devam edecek...

Öykü 1935'te yazılmış Elif'in dediği gibi günümüzde değişen pek bir şey yok. Konuyla alakasız gibi gözükebilir fakat öyküyü okuduktan sonra aylar önce öldürülmüş olan Ceylan aklıma geldi.

""
Ağabey Rıfat Önkol ise atılanın fosfor mermisi olduğunu ve bunun bilinçli bir şekilde yapıldığını ileri sürerek şunları söyledi: “Karın bölgesine isabet etmiş. Kız kardeşimin parçalarını ağaçların tepesinden topladık. Vücudundaki bazı parçaları kendi elimizle çıkardık. Ceset başında bekleyerek ağıt yaktık. Altı saat boyunca savcı ve doktorun gelmesini bekledik. Bazı milletvekillerini aradık. Sonunda savcı, can güvenlikleri olmadığı gerekçesiyle cesedin Abalı Karakolu’na getirilmesini istedi. Biz de başka köyden tabut bularak, ceset parçalarını battaniyeye sararak kendi imkânlarımızla Bingöl’e bağlı Abalı Karakolu’na götürdük. İnsan hayatı bu kadar ucuz mu? Neden sahiplenen olmuyor?”

""
14 yaşındaki Ceylan Önkol’un hayatını kaybettiği patlama yerine hiçbir yetkili gelmemiş. Savcının can güvenliği nedeniyle olay yerine gelmediği öğrenilirken, otopsinin ise devlet hastanesinde çalışan bir temizlikçi ile Lice Adliyesi’nde görevli bir memur tarafından gerçekleştirildiği kaydedildi.

""
Olay olduktan sonra köylüler, adlî mercilere haber veriyor. Ancak kimse gitmiyor. Abalı Karakolu’ndan bir imama ve bir köylüye fotoğraf makinesi ve kamera verilerek olay yeri kayda aldırıldı. Daha sonra hastane ve adliyeden bir yetkili karakola gelerek adlî rapor hazırladı. Raporda, patlayıcı madde sonucu ölümün gerçekleştiği ve parçalanmış cesetten patlayıcı maddeler bulunması nedeniyle otopsiye gerek duyulmadığına karar verildi.”

Olay sonrasındaki bilirkişi raporu da : “Daha önce araziye atılmış ancak patlamadan kalmış 40 mm"lik bombaatar mühimmatına elindeki tahra ile vurarak patlaması neticesinde hayatını kaybettiği kanaatine varıldığını...”

1935'den 2010'a kadar değişen hiçbir şey yok ve bu ne yazık ki öykü değil, gerçek...

Kaynak: http://www.taraf.com.tr/haber/41521.htm


Re: Kağnı

Sari Mehmet'in bir adı bile olmayan ihtiyar annesinin içinde bulunduğu çaresizlik can yakacak cinsten. "Hükümet"in adaletinden umudunu kesmiş kadın için tek çare oğlunun acısını yüreğine gömmek. İhtiyar kadın, bir vicdan azabı gibi taşıyor oğlunun kokmuş cesedini ve yürek bu azaba dayanamıyor işte.

""
Bir tarla meselesi yüzünden Savrukların Hüseyin, Arkbaşı’nda Sarı Mehmet’i vurdu.

Cinayet bir haber gibi verilmiş, öykülemeye ihtiyaç duyulmadan, "dışişleri bakanı temaslarını sürdürüyor" der gibi. Bu, hikâyenin gerçekte yaşanmış olduğunu düşündürüyor, bu anlamda gerçekliğine katkıda bulunuyor. Ama bu yoksul köylünün öldürülmesinin neden otuz hanelik köyü birbirine kattığını iyi anlayamadım. Öyle mi olur? Köyde kim ölürse ölsün köy birbirine girer mi?


Re: Kağnı

Bireyin devlet karşısında öfkesini içine atmak zorunda olması... Üniversitedeyken bir hocamız işkencenin bir tanımı da insanın hareket olanaklarının kısıtlanması, derdi. İnsanın ellerinin bağlanıp yapacaklarından geri kalması, öfkenin var olması durumunda bunu içine atmak zorunda kalman...Aynı, Kağnı'da annenin -adı bile olmayan- çocuğunun ölümü karşısındaki durumu ile anlatıldığı gibi. S.Ali'nin devlet - birey ilişkisini anlattığı bir öyküsü daha. Bir yanda ağalık düzeninin yıkılması adına uğraş veren ve bu uğraşından farklı bir egemen doğuran devlet, bir yanda çocuğunun ölmesi gibi acı bir durumu bile bastıran yalnızlık duygusu. Atatürk'ün, cumhuriyetin tanımı üzerine söylediği, olması gereken bir tanımı hatırlattı bana: "Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir." Bu öyküde de kimsesiz bir kadını anlatıyor Sabahattin Ali.

""
eren yazdı :
Cinayet bir haber gibi verilmiş, öykülemeye ihtiyaç duyulmadan, "dışişleri bakanı temaslarını sürdürüyor" der gibi. Bu, hikâyenin gerçekte yaşanmış olduğunu düşündürüyor, bu anlamda gerçekliğine katkıda bulunuyor. Ama bu yoksul köylünün öldürülmesinin neden otuz hanelik köyü birbirine kattığını iyi anlayamadım. Öyle mi olur? Köyde kim ölürse ölsün köy birbirine girer mi?

Eren gibi ben de bu duruma takıldım. Feodal bir beyin bu denli güçlü olduğu köyde bu cinayetten sonra köyün birbirine girebilmesi ilginç geldi. Haberin kulaktan kulağa yayılması olarak mı okumalıyız yoksa?


Re: Kağnı

""
Eren gibi ben de bu duruma takıldım. Feodal bir beyin bu denli güçlü olduğu köyde bu cinayetten sonra köyün birbirine girebilmesi ilginç geldi. Haberin kulaktan kulağa yayılması olarak mı okumalıyız yoksa?

Bu durumu şöyle okuyorum: "Ağanın zulmü, devletin ilgisizliği, köy halkının biçareliği" içten içe duyumsanan ancak bu tür olaylarda yüzleşilen bir durum. Bunun hortlaması insanlarda endişeye yol açıyor; kimsesizliklerini daha derinden duyumsamalarına neden oluyor. Köy halkındaki ümitsiz hâl de bunun bir tür yansıması.


Re: Kağnı

Yıllarca köylerde hükümeti(devleti) temsil eden tek merci muhtarlar olmuştur. Neredeyse okuma yazma bilen tek kişidir muhtarlar. Gurbette olanlardan gelen mektuplar muhtara okutulur cevaplar muhtara yazdırılırmış. İmamlar ise sıfatları dolayısıyla Allah'ın kelamına sahip yetkili olduğu için onlara akıl danışılır onlardan öğüt alınırmış. Kağnı öyküsünde de imam oğlunu yeni kaybetmiş acılı anaya nasihatler veriyor, takdiri ilahi olan bu cinayete mahkemeleri karıştırmanın anlamsız ve saçma bir şey olduğu konusunda telkinlerde bulunuyor.

""
Cenabı hak böyle istemiş,Allah'ın emrine mahkeme ile mi karşı koyacaksın? Ne yapsan oğlun geri gelmez.
Hatta imam sanki manevi değerleri yüceltmesi gereken biri değilmiş gibi "Sarı Mehmet'in zaten sana bir faydası yoktu ki" diyiveriyor. Ardından da ekliyor "Mevlût Ağa bundan sonra seni hep kollar" diye.

Muhtar ise olaylar sırasında belli ki ses çıkarmayarak olan bitene seyirci kalıyor. Olaydan bir kaç ay sonra jandarmalar köyde belirdiğinde ise devletin ona verdiği vekaleti kullanmadığı için başına gelecekleri tahmin ederek korkuyor.

Yıllarca önce devlet-yasalar- haklar konusunda cehalete yenik düşen halk(köylü -işçi v.Drunk için geçen onca yıldan sonra gerçekten ne değişti acaba?


Re: Kağnı

Öykünün anlattığı konudan çok S. Ali'nin konuyu öyküleştirme biçimi ilgimi çekti benim.

Eren'in giriş cümlesi için söylediği yabancılaştırıcı etki bence de çok başarılı kullanılmış. "Sadece bir gazete haberi işte; o kadar" yargısından başlayarak ilerleyen bir arkaplan araştırması gibi.

Feodal düzenle kurumları yeni yeni yerleşen cumhuriyet düzeninin birbirinden devraldıkları ilişki biçimi üzerine odaklanıyor S. Ali. Fakat bunu sadece olay örgüsüyle yapmıyor. Kağnının ilerleyişinin anlatıldığı bölüm bir yandan ay ışığı altında canlı ve gürbüz görünen öküzlerle raksederek ilerleyen kadının gölgesini öne çıkartıp görüntünün durumla karşıtlığına dikkat çekerek, cumhuriyet ideolojisinin "kağnıyla top mermisi taşıyan analar" mitiyle oynuyor sanki. Öte yandan imamdan savcıya sistem değişiminin nasıl kağnı hızında ilerlediğini imliyor.

"Köy birbirine girdi" ifadesindeki deyimin yanlış kullanıldığını düşünüyorum ben. Sanırım S. Ali, "Köyde bir telaş aldı yürüdü" ya da "Köy çalkalandı" benzeri bir ifade kullanmak istemiş.

Bu arada kimi deyim ve ifadeler hoşuma gitti; kimi sıkıntılı ifadeler buldum:

""
günü gavur etmek

Bunu sevdim.

""
mahkemen talik olur
Doğrusu "talik etmek" olarak kullanılıyor sanırım.

""
iki şinik ekin

şinik: rumca, tahıl için kullanılan, sekiz kiloluk ölçek.

""
iri mafsallı elleriyle

mafsal: eklem

""
üstü ürtülü ölü

Buradaki "ü"lerin vurgusu hoşuna gitti.

""
Bunları görünce muhtarın yüreği “hop” dedi...
Burada doğru anlatım "hop etti" olmalı; ama okuyucuyu öykünün içine çeken bilinçli bir anlatım bozukluğu var bence.

""
...herkesin ifadelerini almaya koyuldu.
"Herkesin ifadesini" olacak doğrusu.

""
mukabele etmek
"Karşılık vermek"

""
taaffün etmek
"kokuşmak"

""
İkindiüstü candarmalar mezarlığa gidip köylülerle Mehmet’in ölüsünü mezardan çıkarttılar. Ancak yarım metre kadar toprağın altında olan ceset, şiddetle taaffün ediyordu. Herkes beş on adım geri çekildi.

İncil'deki diriltme sahneleriyle çok haşır neşir olmuşum galiba. Bu sahne gözlerimin önünde canlandı neredeyse.

""
Anadolu kadınları gibi ses çıkarmadan ve pek az hıçkırarak ve çömelerek ağlıyordu.

Bu cümledeki "ve...ve" tekrarı da hoş gelmedi bana. Sanki ifadeyi çok donuklaştırmış; anlatıcı için sade etrafına bakınıp gözlem yapan biri edası katmış cümleye.

""
Gece olduktan sonra yalnızca evine düzüldü.

Bu cümleyi anlamadım.

""
Kağnı, taşlara çarptıkça, üzerinde bağlı ölüyü iki tarafa fırlatarak...

Bu cümlede de bir karikatürleştirme var ama tam olarak ifade edemiyorum.

(NOT: Türkçe karşılıklar için kullanılan kaynak: TDK)


Re: Kağnı

Barış dedi ki:
Kağnının ilerleyişinin anlatıldığı bölüm bir yandan ay ışığı altında canlı ve gürbüz görünen öküzlerle raksederek ilerleyen kadının gölgesini öne çıkartıp görüntünün durumla karşıtlığına dikkat çekerek, cumhuriyet ideolojisinin "kağnıyla top mermisi taşıyan analar" mitiyle oynuyor sanki. Öte yandan imamdan savcıya sistem değişiminin nasıl kağnı hızında ilerlediğini imliyor.

Thumb Up


Re: Kağnı

""
Gece olduktan sonra yalnızca evine düzüldü.

Bu cümleyi anlamadım.

Sanırım "yola düzüldü" yerine yanlış bir şekilde bunu kullanmış yazar. Barış'ın notlarından özellikle "kağnı" sembolünü çözümleyişi çok doğru bir saptama. Benim diğer öykülerin birinde sorduğum soru aklıma düşüyor yine.

Cumhuriyete geçiş, ne değiştirdi bu topraklarda?


Re: Kağnı

Sarı Mehmet'in anasının sorulan her soruya "ben kimseden davacı değilim" demesi onun yalnızlığını çok büyüten bir cümle, Nuri Bilge Ceylan'ın dediği gibi "yalnız ve güzel ülkem" o günden bu güne hiç değişmemiş. Kağnı'yı ilk okuduğumda kağnının gıcırtıları yüreğime saplanmıştı, tekrar okurken gene aynı yoğunlukta saplandı.


Re: Kağnı

Sanırım Cumhuriyetten bu yana değişen şey sadece buna duyarlı aydınların üretimleri. Haksızlık mı ediyorum acaba fazla mı bireysel kurtuluşa ve mutluluğa, kedere dair hikayeler anlatır oldu aydınımız. Bir yazar olarak dönemini eleştiren, sorgulayan bir çırpıda aklımıza gelen kaç tane yazar var. Ki okuduklarımızın çoğunda bu vardı şimdiye dek. Halk için ama edebi kaygılardan uzaklaşmadan yazmaz mı oldu aydınlar, yazarlar, üretmez mi oldu sanatçılar ne? Gittikçe televoleci gittikçe müsekkin dizi senaristi mi oldu kalemlerin çoğunluğu ya da kazanan yiyen düzen tarafına mı geçtiler bireysel kurtuluşları gereği. Sahi kaçırdığım bir yazar varsa çağdaşımız genç biri beni bilgilendirebilir mi?


Re: Kağnı

Barış a kağnı çözümlemesi için, Eren' gazete haberi anlatımının etkisinin altını çizdiği için Nurten'e de imam ve muhtarlarla ilgili dip not tadında açıklaması için teşekkürler. Düşünce balonlarıma renk kattılar Flowers


Re: Kağnı

""
Sanırım Cumhuriyetten bu yana değişen şey sadece buna duyarlı aydınların üretimleri.

Evet, Cumhuriyetle beraber belki Osmanlı dönemine göre daha fazla aydının, özellikle de Anadolu kökenli, ortaya çıkmasına olanak sağlandıysa da halkın yaşadığı sorunları çözmede pek bir adım atılmamış. Osmanlı döneminde halkın yaşadığı en önemli sıkıntıları birkaç başlıkta toparlayabiliriz: "Askerlik, ağır vergiler, devlet baskısı ve adaletsizlik"

Bugün bile bunlar halkı sıkıntıya sokan, halkın hareket etmesini zorlaştıran etkenler.


Re: Kağnı

Osmanlıyla Cumhuriyeti kıyaslamanın çok doğru olmadığını düşünüyorum. Bir de bu konuyu farklı bir başlıkta farklı şekillerde tartışmalıyız, alıntılarla ve farklı kaynaklarla besleyerek. YA da sondan başlayarak yerine ne koyabileceğimizi tartışarak. En doğrusu bu olur sanırım. Laughing out loud


Re: Kağnı

""
Osmanlıyla Cumhuriyeti kıyaslamanın çok doğru olmadığını düşünüyorum.

Neden?

""
Bir de bu konuyu farklı bir başlıkta farklı şekillerde tartışmalıyız, alıntılarla ve farklı kaynaklarla besleyerek.

Bence bu başlık tam yeri. Öyküyü başka türlü nasıl zenginleştirebiliriz ki?


Re: Kağnı

Cumhuriyet öncesi sağlam bir zemin vardı ve bu zemin daha da aşağı mı çekildi? Hayır, mevcut problemler zaman zaman artarak zaman zaman azalarak yürüdü gitti. Tabi kırılmalar da çok önemli. Bu kırılmaları sağlayan unsurlar... Bu konuyu bu başlığa bırakmak haksızlık olur bence...


Re: Kağnı

Öykü incelerken öykünün yazıldığı döneme dair tespitlerde bulunmanın ayrı bir başlık altında incelenmesi çok anlamlı olmaz ki! Öykü bize tarih kitaplarında bulunmayan bilgiler verebilir ve biz de öyküyü incelerken bunları da tartışmış oluruz; Nurten Öztürk ne der bilemem ama ben böyle düşünüyorum.


Re: Kağnı

""
Öykü incelerken öykünün yazıldığı döneme dair tespitlerde bulunmanın ayrı bir başlık altında incelenmesi çok anlamlı olmaz ki!

Ben de böyle düşündüğüm için bu başlığın altına düşüncelerimi ekleme kanısındayım.

""
Cumhuriyet öncesi sağlam bir zemin vardı ve bu zemin daha da aşağı mı çekildi? Hayır, mevcut problemler zaman zaman artarak zaman zaman azalarak yürüdü gitti. Tabi kırılmalar da çok önemli. Bu kırılmaları sağlayan unsurlar...

Benim asıl sorgulamak istediğim mesele Cumhuriyet'in asıl hedeflerinden biri olan halkın egemenliği ereği ne kadar oluşturulabildi? Saltanatın kaldırılması, seçimlerin yapılmasıyla beraber gerçekten kimi otoritelerin gücü kırılabildi mi? "Kağnı"daki annenin oğluna sahip çıkamayışında yerel kimi söz sahiplerinin -ağa, muhtar, imam- etken oluşu, başka bir tür saltanat değil mi? Ya da sorumu şöyle sorayım: "Bu öykü Osmanlı döneminde geçseydi aradaki fark ne(ler) olurdu?"


Re: Kağnı

elif cinar dedi ki:
Öykü incelerken öykünün yazıldığı döneme dair tespitlerde bulunmanın ayrı bir başlık altında incelenmesi çok anlamlı olmaz ki! Öykü bize tarih kitaplarında bulunmayan bilgiler verebilir ve biz de öyküyü incelerken bunları da tartışmış oluruz; Nurten Öztürk ne der bilemem ama ben böyle düşünüyorum.

Laughing out loud Laughing out loud
Ben de Elif ve Abdullah gibi düşünüyorum. Sanırım bu öykünün değinmek istediği şeylerden biri bu hayal kırıklığı. Barış'ın kağnıya dair yorumlarını düşünürsek... Elif'in Kağnısı herhalde daha kendi ülkesinde daha özgür daha adil ve daha insani koşullar için gece mermi taşıyordu.
Kimseden şikayetçi olmamak, şikayet edecek kimsesi olmamak demek. Bir halk nasıl daha yalnız bırakılabilir ki!
Cihan'ın endişesi konunun derinliği ve genişliği, biz bu öykü bağlamında ele alabiliriz ama. Öyküler biraz da bunun için yazılmıyor mu?


Re: Kağnı

""
Elif'in Kağnısı herhalde daha kendi ülkesinde daha özgür daha adil ve daha insani koşullar için gece mermi taşıyordu...
Kimseden şikayetçi olmamak, şikayet edecek kimsesi olmamak demek. Bir halk nasıl daha yalnız bırakılabilir ki!

Evet, öykünün hissettirdiği en güçlü duygu "yalnızlık" daha doğrusu "yalnız bırakılmak". Bir de buna Barış'ın değindiği mitin yıkılışı eklenince, bu yalnızlık daha da koyulaşıyor.


Re: Kağnı

""
Müddeiumumi evvela kendisi doktoru da alıp gelecekti. Sonra ağustosun bu
sıcağında at üstünde günlerce yolculuğu pek gözüne kestiremedi;

Öyküde verilen bu ayrıntıyı çok önemsedim ben. Sabahattin Ali, Abdullah'ın sorduğu soruya bir yanıt veriyor aslında. Ya da, döneme ilişkin sorunları gözler önüne seriyor verdiği bu ayrıntılarla.


Re: Kağnı

Öyküde benim için dikkat çekici diğer bir unsur kadına, özellikle de yoksul bir kadına bakış açısı hakkında ipuçları sunması.
İmam, henüz oğlunu yitirmiş olan üstelik de muhtemelen kendisinden de yaşlı olan kadına "ülen kocakarı" diye sesleniyor. Bu ifadede kocakarı kelimesine değil de "ülen" nidasına içerliyorum. Belki imamın ağız alışkanlığı olabilir herkese ülen diye seslenmek ama imamın Mevlut Ağaya ülen diye seslenenbileceğini hiç sanmıyorum.
Kadının saygı görmediğine ilişkin başka bir argüman ise jandarmaların cinayeti araştırmak için köye gelip Mehmet'in cesedini çıkardıklarında kadının ağlayarak dertlenmesini anlattığı bölümde sunuluyor. Şöyle diyor Sabahttin Ali:

""
....bütün Anadolu kadınları gibi ses çıkarmadan ve pek az hıçkırarak ve çömelerek ağlıyordu.

Bu anlatım Anadolu kadının hüzüne ve acıya ne kadar alışık olduğu şeklinde de okunabilir ancak aynı paragrafın sonunda gelen şu cümle ses çıkarmadan ağlamaya neden alışıldığını ele veriyor:
""
Candarmanın biri ayağıyla hafifçe arkasından dokundu:"Kalk bakalım!"

Acaba jandarma bu acılı ve ağlamakta olan kadının sırtına şefkatle hafifçe ve elbette eliyle şöyle bir dokunabilecekken neden ayağıyla dürtüyor.( Öyküde "dürtmek" fiili kullanılmıyor ama sanki ayakla dokunmamın başka bir açıklaması yokmuş gibi geliyor bana.)


Re: Kağnı

Türk Dili dergisinde zamanında "Kağnı" ile ilgili şöyle bir yazı yayımlanmış. Öyküyle ilgili çok yeni saptamalarda bulunmasa da okumak isteyen olur diye eklemek istedim.

Kağnı C_GARIPER.pdf

Kaynak: Gariper, Cafer. Sabahattin Ali'nin Kağnı Hikâyesi Üzerinde Bir İnceleme, Nisan 2004, C: LXXXVII, S: 628, s. 349-358

EkBoyut
Kağnı C_GARIPER.pdf 408.11 KB