UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kadın

07 Tem 2011
Barış Acar

""
28 Haziran 1962

Bir kadının, uzun yıllar tanıdığımız bile olsa, tepkilerini hesaplayabilmek kolay iş değil... En yalınkat yaratılmış olanı bile sizi her dakika şaşkına çevirebilir. Ne olmuş, içinden neler geçmiştir de böyle birdenbire öfkelenmiştir? Bir başına gördüğü düşleri, içinde gizlediği dünyaları, istekleri, isteksizlikleri, zehirleri, acıları kestiremezsiniz, isterseniz bile. En okşayıcı sözünüz onu bir anda çıldırtabilir; en alışık olduğu davranışınıza bile karşı koyabilir. Ve siz bu umulmadık çıkışlara herzaman dayanamazsınız; üzülürsünüz, kırılırsınız, ne diyeceğinizi şaşırırsınız.

Kadın bizden ayrı bir tür, başka bir mevsim, başka bir iklim... Nereden estiği bilinmeyen bir rüzgâr, bir ayrı zaman-mekân parçası... Karlı fırtınalı günleriyle, sıcacık ışıltılı akşamlarıyle, anlaşılmaz, hükmolonmaz, ele geçirilmez bir varlık.

Kadına fazla yaklaşmamalı, diyorum ben... Hatta onu incelememeli. Kadına sahibolmaya çalışmak boşuna... Belki yalnızca sevmek gerek onu; olduğu gibi kabul etmek; hoş görmek; bağışlamak gerek... Uzun uzun şaşmamalı da kadına... Üstüne varmamalı, uzağında durmalı; pek yakınımız da saymamalı onu.

Kaynak: BATU, Selâhattin. İsviçre Günleri, Ankara: Hisar Yayını, 1966, s. 12-13.

Selahattin Batu'nun kitabınına bakarken yukarıdaki notlara gözüm takıldı. İlk bakışta epeyce cinsiyetçi ve yadırgatıcı gelebilecek bu satırlar nedense bana bir farklı göründüler. Kızamadım, olduğu gibi kabul ettim, hoş gördüm ve bağışladım onu. Öte yandan sözlerinin içinde kadına atfettiği kimi değerler de yabana atılır gibi değildi doğrusu. Ayrı bir zamanda ve mekânda yaşama, hükmolunmaz ve ele geçirilmez olma gibi...

Batu, çok kötü bir günün arkasından yazmış olmalı bu notları diye düşündüm. "En yakını" saydığı, en güvendiği, en sevdiği yerinde bir acı duymuş olmalı derinden. Batu'yla bir hissetim kendimi. Söyleyişindeki içtenlik ve yalınlığın dışında özellikle bir noktada katılmadan edemedim; "pek yakınımız saymamalı" onu.

--

Güncelleme Notu: Batu'nun günlüğüne düştüğü notlarla başlayan tartışma daha çok Nietzsche felsefesinde "kadın" sorununun ele alınışı çerçevesinde gelişmiştir. Başlığa yeni giren okuyucuya duyurulur. (15.07.2011)

Kategori:

Re: Kadın

Acaba ne zaman ayırımsız insanlar olabileceğiz? Cinsel ve etnik farklılıklarımız her zaman önemli oldu bizler için. Hep erkeği dişiden, bizi ötekinden, bizden olanı diğerinden, yurttaşımızı diğer ülkelerden ayırdık.

Çoğu zaman şöyle düşündüm, (bu düşüncemin zaman geldi eksik olduğunu yaşadım) bir türün, bir cinsin, bir etnik kimliğin öne sürülmeye çalışılan önemi, sıradan olanın gaspı gibiydi. Daha fazla açmaya çalışayım, kadının özel bir tür, duygusal canlıların en anlaşılmaz olanı ile ilgili kavramlara değinen düşünceler, bana diğer bir insan türünü, erkeği o türden atma çabası gibi geldi. (Bu ayırımın, yeri geldiğinde, karşı konulması gereken toplumsal ön yargıları da barındırdığını biliyorum) Söz konusu edilecekse eğer, bence, bir insan türünden, bir ülkenin yurttaşlığından öte, bir dünya, bir evren bireyselliği kavramını öncelememiz değil midir?

Önce biz insan mıyız, yoksa kadın veya erkek mi?


Re: Kadın

Mehmet Sürücü dedi ki:
Önce biz insan mıyız, yoksa kadın veya erkek mi?

Evrensellik adına vurgulamaya çalıştığınız şeyin önemini anlıyorum, ancak farklılıkların gerekliliğini vurgulamak için cevabım "kadın ve erkek olan insanlarız" şeklinde olurdu.

Aslında Batu'nun düşünceleri Nietzsche'nin "kadın" üzerine yazdığı epey kabarık sayıdaki notlarıyla ilginç bir paralellik gösteriyor. Bunları da tartışabilmek isterdim ama ne yazık ki notlarımdan ve kitaplarımdan bir hayli uzaktayım.


Re: Kadın

Umarım bu kitabın başında, sevgili hemcinslerim/ erkekler gibi bir ifade kullanmıştır Selahattin Batu. Yoksa otomatikmen okurlarıı yalnızca erkeker olarak düşünmekle insanları da yalnızca erkeklerle sınırlamış oluyor. İşte kadınlar buna da çok kızar! Sonra niye kızdı der erkekler, ne var iç dökmek yakınmak da suç mu, kadınları anlamak zor derler.
Smile


Re: Kadın

Günlük işte. Smile


Re: Kadın

Barış Acar dedi ki:
Günlük işte. Smile

Smile

""
Kadına sahibolmaya çalışmak boşuna... Belki yalnızca sevmek gerek onu; olduğu gibi kabul etmek; hoş görmek; bağışlamak gerek... Uzun uzun şaşmamalı da kadına...
Bu tip üstten bakış, birçok kadını rahatsız eden. Bakış hayata çok sinmiş ve iyi gibi görünüyor. Kadının reflekleri böylece anlaşılmaz olurken döngü ilk sarmalını kadın aleyhine atmış oluyor.


Re: Kadın

Bu bilinemezlik ve bilinemezliğin yarattığı korku erkeklerin kabusu sanıyorum. Aslına bakılırsa metin son derece cinsiyetçi. Bir yandan kadını ötekileştirip dışlarken, diğer yandan ise ona -aynen farklı dinlere, mezheplere, ırklara vs.yapıldığı gibi- bir parça şefkat sunuyor.

""
Kadına sahibolmaya çalışmak boşuna...

Sorun da bu değil mi? Sahip olmak.


Re: Kadın

nursel dedi ki:
Bu bilinemezlik ve bilinemezliğin yarattığı korku erkeklerin kabusu sanıyorum. Aslına bakılırsa metin son derece cinsiyetçi. Bir yandan kadını ötekileştirip dışlarken, diğer yandan ise ona -aynen farklı dinlere, mezheplere, ırklara vs.yapıldığı gibi- bir parça şefkat sunuyor.
""
Kadına sahibolmaya çalışmak boşuna...

Sorun da bu değil mi? Sahip olmak.

Kesinlikle haklısınız.

Ancak metne, tragedyayla uğraşmış bir adamın günlüğü olduğunu da düşünerek yaklaşırsak onda başka şeyler bulabiliriz diye düşünüyorum.


Re: Kadın

Barış Acar dedi ki:

Aslında Batu'nun düşünceleri Nietzsche'nin "kadın" üzerine yazdığı epey kabarık sayıdaki notlarıyla ilginç bir paralellik gösteriyor.

"nietzsche'nin kadın üzerine yazdığı notların" kadın üzerine olup olmadığının üzerinde düşünülmesi gereken bir husus olduğunu sanıyorum. batu'nun ve nietzsche 'nin yazdıklarını, "her ikisi de kadınlar üzerine" diyerek karşılaştıramayız. zira, nietzsche çoğu kez "kadın" dediğinde cinsiyetten, dişi insandan bahsetmemekte.


Re: Kadın

oktay dedi ki:
zira, nietzsche çoğu kez "kadın" dediğinde cinsiyetten, dişi insandan bahsetmemekte.

Aksine, ben Nietzsche'nin "kadın"dan söz ettiğini düşünüyorum. "Toplumsal cinsiyet" falan değil, düpedüz doğal bir durum olarak "cinsiyet"ten söz ettiğini sanıyorum (Tabii, şu anda örnekleyecek metinler elimde olmadığı için bunu içi boş bir iddia olarak ortalıkta bırakmaktan başka şansım yok). Hayatındaki kadınlar ya da Schopenhauer etkisiyle izah edilmeye alışılmış bu noktanın, yazdıklarının çoğu yerine sinmiş "kadın metaforu" üzerinden çarpıcı biçimde işlenebileceği düşüncesindeyim.

Batu'nun da -Nietzsche kadar olmasa da- ucundan kıyısından sorunu hisseden cümleleriyle konuya çok uzak olmadığını düşünüyorum.


Re: Kadın

ne yani, nietzsche "kadınlar yemek yapmaktan anlamaz", "kadına mı gidiyorsun, kırbacını unutma", " kadınlar bilimle uğraşmamalı, bilim erkeğin işidir" vs.vs. yazdığında "dişi insanı" mı kastediyor? Smile

şunu iddia ediyorum : nietzsche ve kadın hususunu; ne sosyolojik, ne psikolojik, ne de biyografik denilen yollarla inceleyebiliriz. "kadın"ın nietzsche için biyolojik bir cinsiyet kesinliği taşıdığı da düşünülemez. nietzsche'de kadın sorunu, "hakikat" sorunudur. tam da bunun için nietzscheci metinde söz konusu olan "kadın" değil "kadınlar"dır. kadın sorunu hakikat sorunu olduğu için nietzsche kadına atfedilen özü, kadının bir özü varmışçasına konuştuğunda dahi öteler. bunun bir sebebi de, kadının "edep meselesi" ve "mesafe sorunu" ile birlikte ele alınmasıdır. (kadının örtünmesi, kadının erişilemez olduğunda cezbedici olması vb.)


Re: Kadın

oktay dedi ki:
kadın sorunu hakikat sorunu olduğu için nietzsche kadına atfedilen özü, kadının bir özü varmışçasına konuştuğunda dahi öteler.

"Öz" meselesinde ne güzel söylemişsin. Lakin, "hakikat" konusunda -sanırım daha önce de belirtmiştim- bütün yumurtaların aynı sepete konmasından hoşlanmıyorum. Nietzsche için de -Zerdüşt'te söylediği gibi- tek bir yoruma bağlanıp kalmamalı.

Evet, Nietzsche kadınlar üzerine bütün olumsuz görünen yargılarında "dişi insan"ı kastediyor.


Re: Kadın

Barış Acar dedi ki:

bütün yumurtaların aynı sepete konmasından hoşlanmıyorum. Nietzsche için de -Zerdüşt'te söylediği gibi- tek bir yoruma bağlanıp kalmamalı.

Evet, Nietzsche kadınlar üzerine bütün olumsuz görünen yargılarında "dişi insan"ı kastediyor.

hangisine inanayım bilemedim. Smile


Re: Kadın

Ok, "dişi insanı" da kastediyor. Smile


Re: Kadın

""
Ancak metne, tragedyayla uğraşmış bir adamın günlüğü olduğunu da düşünerek yaklaşırsak onda başka şeyler bulabiliriz diye düşünüyorum.

Bu durumu sık sık düşünürüm. Aslında trajik olanın nasıl kurgulandığı ya da nelerin birer trajedi nesnesine dönüştüğü/dönüştürüldüğü yapıların içsel anlamlarının açığa çıkarılması bakımından merkezi öneme sahip. Kadının erkeğin trajedisini arttıran bir özne olarak konumlandırılmasını ayrıca sorunlu buluyorum. Bana öyle geliyor ki, toplumsal bilinçaltı "erkek yazarın" (böyle bir kategori olup olmadığı tartışmalı olmakla beraber, bazı ayırt edici özellikler var kanımca)günlüklerinden tutun da edebi eserlerine kadar alttan alta işliyor.


Re: Kadın

nursel dedi ki:
Bana öyle geliyor ki, toplumsal bilinçaltı "erkek yazarın" (böyle bir kategori olup olmadığı tartışmalı olmakla beraber, bazı ayırt edici özellikler var kanımca)günlüklerinden tutun da edebi eserlerine kadar alttan alta işliyor.

Hele de tragedyada. Karşıkonulmaz güçleri ve müthiş albenilerinin yanında hepsi de sonuna kadar ataerkil metinlerdir. Bakhalar Tragedyası gibi dişil örnekler de bile. (Nietzsche'nin kadın imgesine Bakha diyebilir miyiz?)


Re: Kadın

Ben de Nietzsche hakkında kolay kolay bir yargıya varmamayı tercih ediyorum. Coşkuyla, sanki ağzına geldiği gibi yazıyor ve ilk bakışta sanırsınız katıksız nefret saçıyor. Bir savrukluluk, görünürde yer yer ortaya çıkan çelişkiler var. Zerdüşt'te ya da diğer kitaplarda cımbızlanacak cümlelerle çok açık bir anti-semitist, Nazi ideologu olarak dahi sunulabilir. Oysa,

"... bugün gözlerini Hristiyan Ari burjuvalar gibi yuvarlayıp en ucundan kışkırtma araçlarının, ahlaksal tavırların sabır tüketici biçimde kötüye kulllanılmasıyla, halkın içindeki boynuzlu hayvanlığı ayağa kaldırmaya çalışan idealizmin bu en yeni spekülatörlerini, bu Yahudi düşmanlarını da sevmiyorum."

"... İlkin ulusal kıskaca alınma ve budalalık, güçlü ama kısır "Almanya almnaya sen her şeyden büyüksün" ilkesi..." (Ahlakın Soykütüğü Üstüne, sf. 178)

Şimdi bu sözler belki Yahudiler üstüne doldur boşalt saldırılarını değiştirmiyor, hala bunlara dayanarak Nietzsche eleştirilebilir. Fakat onun hakkında kanıtladığı şey, herhangi bir yüceltimden kaçınması. Kendi ortaya koyduğu Übermensch tasarısında bile bu geçerlidir sanıyorum.

"İnsan blincinin tüm yüzeyini- ki bilinç bir yüzeydir zaten- her türlü büyük buyruktan sakınmalı. Büyük söylemlerden, büyük davranışlardan dahi sakınmalı!" (Davranış yerine die Attitüde için tavır sözcüğünü öneriyorum.) Ecce Homo'dan.

Bu yüzden Nietzsche'de kadın meselesi biraz tehlikeli. Aslında "Weib" sözcüğünü kullanıyor, "Frau/ Kadın"dan ziyade hayvanlardaki "dişi"ye karşılık gelir. Onları bugün kabul edemeyeceğimiz bir grup altında sınıflandırarak kurduğu da açık, hatta "Tek bir şey dahi dilemedim... ünmüş, kadınmış (Çev. Weib=dişi, aslına bakarsanız "das Geschlecht bezeichnend", yani cinsiyeti belirten gibi bir anlamı var bu sözcüğün sıfat halinin. Yani toplumsal bir sınıf tasavvuru pek yok.) paraymış..." derken onu bu kategorilerin içerisinde, uzak ve elde edilecek- ama ne hikmetse istemediği- bir nesne olarak görüyor. Sahiden iğrenç. Ve Nietzsche'yi kadınlarla girdiği ilişkilerin bozukluğuna işaret ederek savunmaya çalışamayız. Yani bu cümleler özel hayatında çekingen davranan bir filozofun bu ayıbını "dişi" tabirinde karikatürize ederek saklamaya çalışması mı? İnsanca, pek insanca. Çok da masum. Bu durumda kabahatini Selahattin Batu'yla bir tutmuş oluruz, özrü küçük kalır.

Bence iş biraz daha karışık. Nietzsche az önce yaptığım türden muhakemelerin bile çarpık olduğunu göstererek feminist mücadeleye de yol vermiştir. Uzlaştırmadan, barıştırmadan bir gerilimi ayakta tutarak kaosa yakın- fakat onun da zıttı olan- bir çokluktan yana saf tutmuştur. İnsanların, olmalarına fırsat verir. Üstelik çoğu kez düşman gördüklerine araştırmalarında garip bir değer verdiği söylenebilir. Dişinin, kafasını bu kadar meşgul etmesi bize bir ideoloji ya da yaşam biçimi sunmadığı düşünüldüğünde iyi bir egzersiz bile olabilir. Dinlerin, siyasetçilerin ya anne kutsallığında, doğurganlıkta yücelterek dondurduğu ya da aba altında sopa gösterdiği darpçı söylemlerini (Çeviri hatası mı sahiden?) Nietszche ifşa etmiştir. Duyduğu hınç, biraz da bütün bu farkındalığın sarhoşluğu olan bir gösteri. Ben o yüzden ihtiyatlı yaklaşmaya çalışıyorum. Hiçbiri onu aklamaz, fakat her yazdığı mahkeme salonunu birbirine katar; kolay kolay yargıya varmak mümkün değil.

Ek: Bir yandan da içim rahat etmiyor. Erkek olarak tuzum kuru mu? Nietzsche erkek kelimesini neredeyse hiç kullanmazken bunun nedeni zaten Übermensch'in çoktan eril olması mı? Daha da fenası sahiden istediğimiz eşitlik mi, kimlerin değil de kimin eşitliği, tanrı önündeki veya sistem karşısındaki mi... Bunlar da riskli olabilir, hümanizm söylemi. Yoksa sahiden cinsiyetler arası, insanlar, aydınlanmış bireyler...


Re: Kadın

Ne çok sevindim, siteye girip bu Nietzsche notlarını karşımda görünce. Kitaplarımın içine düşülmüş notlar burada karşıma çıktı sanki.

Yarın, daha canlı olduğum bir vakitte üzerlerine bir iki kelam etmek isterim.


Re: Kadın

Koruyuculuğu öyle akıllıca, öyle güçlüydü ki, içimde ne büyüdüğünün hiçbir zaman farkına varmadım bile; tüm yetilerim günün birinde olgunlaşmış olarak en son yetkinlikleriyle açıverdiler birden. Çabalamış olduğumu hiç anımsamıyorum, yaşamımda bir tek boğuşma izi gösterilemez; yiğitçe bir yaradılışın karşıtıyım ben. Bir şey “istemek”, birşeye “göz dikip uğraşmak”, bir “amacın”, bir “dileğin” ardından koşmak –başımdan geçmiş şeyler değil hiçbiri. Şu anda bile geleceğime –engin bir gelecek– dalgasız bir denize bakar gibi bakıyorum: Bir tek istek kırıştırmıyor onu. Birşeyin olduğundan başka türlü... Ama hep böyle yaşadım ben. Bir tek şey dilemedim. Kırk dördüncü yaşını doldurmuş bir kimse, ünmüş, kadınmış, paraymış, hiçbir zaman umursamadığını söyleyebilsin! –İstesem bunları elde edemez miydim... /ecce homo, neden böyle akıllıyım, IX (Can Alkor çevirisi)

doruk cansev'in sözünü ettiği kısım bu.. peki burada nietzsche neden bahsediyor allaşkına? öncelikle buradaki bir hegel eleştirisidir. hegel'in köle efendi diyalektiğinin, sahip olmanın felsefesinin eleştirisi. "boğuşma, çatışma izi yoktur bende" diyor nietzsche; diyalektiğe("çatışma") ve teleolojiye("amaç") saldırıyor. kadına sahip olmak isteyen bir erkeğin tam tersine, "yiğitçe bir yaratılışa sahip olmadığını" söyleyiveriyor. bir köle gibi sahip olmaya çalışmadığını söylerken, yani kölenin düşünce tarzını ifşa ederken doruk cansev ise onun bir köle gibi düşündüğünü; kadını sahip olunacak bir meta olarak tasavvur ettiğini söylüyor.

nietzsche'yi okumaya başlamadan önce onun şu sözlerine hep kulak veririm :

Ah siz nesiniz yazılarım, resimlenmiş düşüncelerimi! Daha biraz önce, siz öylesine çok renkli, genç, gönlü kara, diken dolu, beni hapşırtıp güldüren gizli konularla doluydunuz. - yaşimdi? Tükettiğiniz yeniliğinizi, korkarım, bazılarına - hakikat olmak üzeresiniz; Dahaşimdiden, öylesine ölümsüz öylesine yürek burkucu biçimde haklı, öylesine can sıkıcı görünüyorsunuz ki! Başka türlü olabilir miydi? Hangişeyleri yazıyor, resimliyoruz biz Mandarinler Çinli fırçalarımızla, biz, kendilerini yazılmaya bırakanşeyleri ölümsüz kılanlar, neyin resmini yapabiliriz bir başımıza. Ah, yalnızca hep pörsümüş olanın, kokuşmaya yüz tutanın! Ah, hep yalnızca geçip gitmiş, tükenmiş fırtınaların, sararmış, eskimiş duyguların! Ah, hep yalnızca kuşların, uçmaktan yorulmuş, yolunuşaşırmış kuşların, elle kolayca tutuluveren, - bizim ellerimizle! Biz ölümsüz kılıcılar, daha uzun yaşayamayan, uçamayan, yalnızca yorgun ve aşınmış! Ve sizin ikindiniz işte, yazılarım, resimlenmiş düşüncelerim, yalnız sizin için renklerim, belki de pek çok renklerim var, çok renkli incelikler, elli çeşit, sarı kahverengi, yeşil ve kırmızı: - Oysa, hiçkimse bunlardan sizin sabahleyin nasıl göründüğünüzü kestiremeyecek, sizin apansız kıvılcımlarınızı, yalnızlığımın mucizesini, siz benim eski sevgililerim- -berbat düşünceler! /iyinin ve kötünün ötesinde, 296


Re: Kadın

nietzsche kategorik düşünmez. tam da kategorik düşünmediği için kadın çok çeşitlidir. yaşlı kuşkucu kadın vardır(kadına kırbaçla gitmesini tavsiye eden), genç kız vardır(çöldeki genç kızlar), "feminist" erkeksi kadın vardır ki alay edilmeyi hak eder, hadım eden idealist kadın vardır, mükemmel erkekten daha mükemmel olan kadın vardır, örtünen hakikat olarak kadın vardır , bengi dönüş olarak kadın vardır ki zerdüşt nişan yüzüğünü(halka) bu kadın için takar. kadın nietzsche'de hem dekadans örneği, hem de onun tam karşıtı olarak belirir. bazen erkek ile yer değiştirir, kadın etken erkek edilgen olur çünkü en temelde nietzsche "özler" ile düşünmez. işte tam da bunun için "kadın sorununu" nietzsche, hep bir "hakikat sorunu" ile birlikte tasavvur eder. zaman zaman kadın derrida'nın metin dediği şey olur. burada uzun uzadıya değinmek niyetinde değilim, ilgili yazmaların bir kısmına şen bilim/ana metin 'de 57-75. fragmanlardan, iyinin ve kötünün ötesinde "aforizmalar ve oyun arası" bölümünden ulaşabilirsiniz. yine konu üzerine bir derrida çalışması olan ve genel olarak şen bilim'i referans alan "mahmuzlar, nietzschenin üslupları" yazması ilginizi çekebilir. bu yazmayı okuduğumda, zihnimdekilerin bir "fransız" tarafından yazıya geçirilmiş olmasına o kadar şaşırmış ve bir o kadar da sevinmiştim ki...


Re: Kadın

Öncelikle teşekkürler. Çok yanlış bir yerden girdiğimi görüyorum. Mesajı yazarken de öz meselesi kafamı çok kurcalıyordu ama "dişi" sözcüğü üstünden Nietzsche'yi bir şeylerle itham etmekle kolaya kaçtım sanırım. O satırların öncesinde "hiçbir şeyi karıştırmamak, barıştırmamak; yine de kaosun zıttı olan korkunç bir çokluk" demiş. Aklım biraz da oraya takıldığından daha önceki Nietzsche izlenimlerim o sırada biraz değişti. Düne kadar queer teorisine yakın bulduğum bir düşünürdü, yani bahsettiğiniz gibi sınıflandırmalardan kesinlikle kaçınan, füzyona izin veren. O satırlara tekrar göz atınca şaşırdım, bu kalıplar içinde düşünmek taraftarı mıydı? Hala da pek oturtamıyorum ama bu benim okuma -daha da önemlisi düşünme- eksikliğimle ilgili ve söyledikleriniz bu açıdan çok şeyi aydınlattı. Özellikle Nietzsche üstüne düşünürken parçalara dayalı bu tip yargı ve kanılardan kaçınmaya çalışacağım. Onun üstüne ikinci el kitaplar da belki bütünü görmeme ya da daha iyisi etkileşen parçaların ayırdına varmama yardım eder, o esnada da kurgu/ hakikat meselesini ölçüp biçerim.


Re: Kadın

doruk cansev dedi ki:
Dişinin, kafasını bu kadar meşgul etmesi bize bir ideoloji ya da yaşam biçimi sunmadığı düşünüldüğünde iyi bir egzersiz bile olabilir. Dinlerin, siyasetçilerin ya anne kutsallığında, doğurganlıkta yücelterek dondurduğu ya da aba altında sopa gösterdiği darpçı söylemlerini (Çeviri hatası mı sahiden?) Nietszche ifşa etmiştir. Duyduğu hınç, biraz da bütün bu farkındalığın sarhoşluğu olan bir gösteri.

Dinlerin ya da doğacıların "kadın"ı ele alış biçiminden farklı düşünüyor Nietzsche. Yine de bengidönüş içinde çok kritik yerlerde ona dönüyor; hem de kızarak (Örneğin -yanlış anımsamıyorsam Ahlâkın Soykütüğü'nde- oy hakkı konusunda söyledikleri).

oktay dedi ki:
kadın nietzsche'de hem dekadans örneği, hem de onun tam karşıtı olarak belirir. bazen erkek ile yer değiştirir, kadın etken erkek edilgen olur çünkü en temelde nietzsche "özler" ile düşünmez. işte tam da bunun için "kadın sorununu" nietzsche, hep bir "hakikat sorunu" ile birlikte tasavvur eder. zaman zaman kadın derrida'nın metin dediği şey olur.

Bu yer değişmece konusuna katılıyorum; ancak yine de "kadın" söz konusu olduğunda erkeğe yüklediği "hınç" duygusundan farklı bir yaklaşımı var kadına karşı. Bu konuyu en iyi açan kaynak kanımca Max Scheler'in "Hınç" kitabıydı. Farklı hınç tipleri içinde Nietzsche'nin kadına yaklaşımını da güzel özetliyordu.


Re: Kadın

Hazır sizleri bulmuşken izninizle hala oturtamadığım birkaç şeyi soracaktım, aslında yazdıklarımı tekrar okuyunca birden çoğu aydınlandı. Ecce Homo, Niçin Böyle İyi Kitaplar Yazıyorum kısmının 5. pasajı harika bir egzersiz oldu. Ona göre yeniden düzenledim. Yine de bazı noktalarda fikrinizi almak isterim, konu çok fazla dağılmayacaksa.

""
Öğretmeyi istrediğimiz hakikat ne denli soyutsa o denli saptırırsınız duyuları.

128. aforizma. Tamam, işte bahsettiğiniz ve Nietzsche'nin kaçınmaya çalıştığı böyle kanılar. Ama hemen iki üç altında "kadınlar aslen huzursuzdurlar" diyor. "Huzursuz kadın" tipi olarak alalım ve devam edelim.

""
Kadın ölçüsüz raddede daha kötüdür erkekten, daha da akıllıdır. Kadındaki iyilik bir tür yozlaşmadır... İnce duygular denilenler (Orijinal: "schönen Seelen", kabaca basit ruhlar.); işte onların tümünde mayasal bir fizyolojik bozukluk mevcuttur.
(Ecce Homo, Niçin Böyle İyi Kitaplar Yazıyorum, 5)

Nietzsche'de iyiliğin didiklenmesine ya da temelde bu tip sorunsallaştırmaların köken araştırmasına çok rastlıyoruz, iyinin ve kötünün ötesinde düşünmek biraz da böyle bir şey sanırım. Ama bu alıntıda açıkça "schönen Seelen" deyip kendinde bir tanım yapıyor. Aynı pasajda "mutsuz, 'özgürleşmiş' kadıncıklar", "gerçek kadın dediğimiz parçalar", "intikam peşinde koşan kadıncık" gibi kullanımlar mevcut olsa da sanki burada dili fazla sivri. Düşünsel olarak durmak istemeyeceği bir yerde gibi. Bu cümlelerden kadın'ı silsek, Nietzsche'nin felsefesi ne kaybeder?

Sonrasında sizin de bahsettiğiniz idealist (gerçek) kadın üstünden bir çeşit feminizm eleştirisi yapıyor. Bu yüceltmenin pantolon giymek, lise okumak gibi talepler yoluyla kadının yerini alçalttığını öne sürüyor. Bir anlamda bunları erkek işi olarak görüyor belki. Burada durmalı, zira bunun yerinde önerdiği kadının kendi işine bakması ("Kadın çocuksuz yapamaz"). Benim gözümde kadının bütün sıfatların ötesinde biyolojik bir fonksiyonda dondurulduğu kısım. "Kadının özgürleşmesi" iddiasını taşıyan -klasik?- feminist çalışmaları, doğuramayan kadınların özürlülüğü olarak nitelemesi de bunu bir hakikat sorunu olarak görmemize yetmiyor. Aksine, -kimsenin- altından kalkamayacağı bir yük ile bütün kadınları tuzağa düşürmeye, sıkıştırmaya çalışmış sanki.

Diyalektik çekişme (Antagonizme mı denir ki buna?) meselesi hakkında da ilginç bir paragraf bu:

""
Gerçek kadın dediğimiz hak adı altındaki her şeye direnir vargücüyle; zaten doğal olarak hiç tartışmasız onundur cinsler arasındaki o bitmek bilmeyen savaşta en öndeki sıra.

""
İşitip anladınız mı benim sevgi tanımımı... Savaştır sevginin yolu, özü ise ölümüne kindir cinslerin birbirlerine güttükleri.

Burada kaçırdığım bir ironi mi var, "gerçek bir filozofa yakışan tanım" derken Hegel'e mi giydiriyor?

Ayrıca "ünmüş, kadınmış, paraymış" meselesinde çok haklısınız. Yanlış yorumlamışım. Ama bu durumda hala onları -dışladığı- bir kategori olarak görmüyor mu? Elde edilecek şeyler. Kendisi bunların hırsından arınmış olsa bile. Yani, Nietzsche'den hümanist falan mı yaratmaya çalışıyorum, bilemedim ama Nietzsche bu sözlerin altında hangi değerlerin, nelerle pekişmiş binlerce yıllık kabullerin yattığını sorguluyor mu?

Bütün bunlara dayanarak Nietzsche'nin kendi felsefi eğilimine aykırı bir şekilde iş kadınlara geldiğinde biraz insanca davrandığı söylenebilir mi? Zihni -edebi yönüyle- Übermensch'e, Dionysos'a (Ahmet İnam kendi notu olduğunu belirtmeden araya Dionysos'un hem erkek, hem kadın olduğunu sıkıştırmış.) kaydıkça daha çoğul bir anlayış geliştiriyor. İki farklı bakış gibi. İlkinde "ün, kadın para" gibi bir listelemeye giderken sonrasında bunların dışında bir düşünme geliştirmeyi başarıyor.

"Aslında özgürleşen kadınlar" olan anarşistler mevzusu da belki biraz böyle, benim feminizm derken kast ettiğim de bu eğilimdi. Çünkü "erkeklerde de rastlanan idealizm"den bahsettiğinde düze çıkar gibi oluyoruz. Burada veya azıcık ilerisinde herhangi bir yer'e (Kadın, erkek, iyi, kötü, öz, maya...) dayanmadan fikir yürütmeye başlayabiliriz.

Nietzsche'den tamamlanmış bir filozof yaratmak nahoş bir kurgu olurdu, belki onu en çok kızdıracak şey. Ama değerler üstüne düşüneceksek bütün yönlerini ele almak gerekiyor diye düşünüyorum.


Re: Kadın

Alıntıları doruk cansevin değindiği “neden böyle iyi kitaplar yazıyorum?” Bölümünden yapıyorum.

""
Örneğin, "çıkar gözetmez" ve "bencil" kavramlarının birbirinin karşıtı olduğu inancı; oysa "ben"in kendisi bir "yüksek aldatmaca"dan, bir "ülkü"den başka birşey değildir... Ne bencil, ne de çıkar gözetmez eylemler vardır; her iki kavram da psikolojik birer mantıksızlıktır. Ya da "insan mutlu olmak için çabalar" cümlesi... Ya da "mutluluk erdemin ödülüdür" cümlesi... Ya da "hoşlanma ve acı duyguları birbirinin karşıtıdır" cümlesi...

Nietzsche karşıtlıklara saldırıyor önce. Sonra “özne” / ”ben” eleştirisi yapıyor. (kişi nasıl kendisi olur? sorusundaki nasıl da ilginçleşiyor böylece..) daha sonra göreceğiz ki, bu cümleleri kadının kayıtsızlığı anlatmak için yazmış. “kadın”,erkeğin çıkar gözetmezliğine(nesnelliğine,bilimselliğine) ya da bencilliğine ve öznelliğine karşı kayıtsızdır. (kadının nietzsche için “hakikat” ile “doğa” ile ilişkili olduğunu gözden kaçırmamak gerekir.) işte nietzsche’nin kadında diğer düşünürlerden farklı olarak gördüğü şey kadının bu kayıtsızlığıdır. Nietzsche ‘nin bu kayıtsızlığı tespit etmesi ise ancak onun “kadının gerçekliğini” sorgulaması ile mümkün olabilmişti. “Kadının gerçekliğinin” sorgulanması, “gerçeğin gerçekliğinin” sorgulanması demektir. Bu sorgudan çıkan ise kanaatimce şudur: nietzsche ilk logosmerkezci olmayan düşünürdür.
""
Hepimiz biliriz bir uzun kulaklının ne olduğunu, kimisi üstelik denemesini yapmıştır. Peki öyleyse, hiç çekinmeden ileri sürerim ki, en kısa kulaklar benimkilerdir. Kadınlar kayıtsız kalmazlar buna; sanırım onları daha bir iyi anladığımı da sezerler... Ben en iyi anti-eşeğim; böylelikle dünya tarihine geçecek bir canavarım; Yunanca anlamıyla –yalnız Yunanca değil– deccal'ım (antichristos) ben...

Uzun kulaklıdan kasıt zerdüşt’teki eşek..Eşek (ruhun üç dönüşümündeki deve gibi) yükleri/değerleri yüklenir ve “yapmalıyım” der. Onun uzun kulakları, büyük kulakları ondaki dinleme / yüklenme “becerisine” işaret eder. Nietzsche onun için küçük kulaklarını över. Nietzsche burada kadınları, küçük kulakların çok daha iyi anladığını söylüyor; kadın hakikattir. Nietzsche “hakikatin kendisini” yani “hakikatin hakikatliğini” sorgu konusu yaptığı için kadınları herkesten iyi tanıdığını söylüyor. Böylece “bengi dişilliğe” değinecektir.

""
Bunun gibi, insanda her türlü "féminisme", isterse erkekte olsun, benim kapılarımı kapatır ona; hiçbir zaman o pervasız bilgilerin labirentine giremez. Bu baştanbaşa sert doğrular arasında güle oynaya yaşamak için, insan gözünü budaktan esirgememeli, onun için alışkanlık olmalı sertlik. Tam istediğim gibi bir okuyucu tasarladığımda, hep ortaya yürekli, herşeyi bilmek isteyen bir canavar, ayrıca kıvrak, düzenci, sağgörülü birisi, doğuştan bir serüvenci ve bulucu çıkıyor.

Pervasız sert bilgiler labirenti, küçük kulağın içindeki labirenttir. Nietzsche övdüğü küçük kulağının içini labirentler şeklinde tasavvur eder. Bu aynı zamanda “bengi dişilliğe” imkan veren bir labirenttir.

""
töre, bütün Psikoloji'yi baştan aşağı yalana boğdu, törelleştirdi; ta o tüyler ürpertici saçmalığa, sevginin "çıkar gözetmez" birşey olması gerektiğine varıncaya dek... İnsan kendi kendine sağlam bir dayanak olmalı, iki ayağı üstünde korkmadan durabilmeli; başka türlü sevemez yoksa. Kadınlar da pek iyi bilirler bunu: O çıkar gözetmeyen, o nesnel erkekler vızgelir onlara... Sırası gelmişken, şu kadın ulusunu tanıyorum diyebilirim. Dionysos'ca payımdan gelmedir bu (Hem erkeklik hem dişilik vardı Dionysos'da). Kim bilir, belki de "bengi dişiliğin" ("Das ewig Weibliche" –Goethe, 2. Faust, son sahne.) ilk psikologuyum ben. Eski bir öyküdür: O mutsuz kadıncıklar, "özgürleşmiş" olanlar, çocuk doğurmaya gücü yetmeyenler dışında hepsi beni severler. –Bereket versin, kendimi parçalatmaya niyetim yok: Sevdi mi parçalar gerçek kadın dediğin... Bu sevimli Bakkha'ları (Eski Yunan'da kendilerini Dionysos'a adayan, onun gizlerini kutlayan kadınlar.) iyi tanırım... Ah o ne tehlikeli, o ne sinsi, yeraltında yaşayan bir yırtıcı hayvancıktır! Nasıl da şirindir üstelik!... Öç ardından koşan bir kadıncık yazgıyı bile dinlemez, yıkar geçer. Kadın erkekten ölçülmez derecede daha kötüdür; daha akıllıdır da. Bir çeşit yozlaşmadır kadında iyilik... O "ince duygular" var ya, tümünün mayasında bir fizyolojik bozukluk vardır. –hepsini söylemeyeyim, hekimce konuşacağım yoksa.

“Bengi dişillik”, dişilliğin sonsuzluğudur. Yani, dişilliğin sonsuzca çokluğudur. Böylece “kadın” dekadans ve onun tam zıttı olabilir. Bu kadının çocuk doğurup doğuramaması ile ilişkilidir.

“Hakikat” (kadın), “çocuk” doğurabilir (deve,aslan,çocuk) ancak bunun için bir “erkek”(filozof) gerekir. Ama filozof “hakikat” karşısında dikkati olmak zorundadır, çünkü kadın sevdi mi parçalar. Kadın kötüdür; çünkü süslenir, şirindir ve ayartır. (“hakikat dişildir”) nietzsche, hakikat tarafından ayartılmayı hemen tüm felsefe tarihinin hastalığı olarak görür, kadının ayartmasından kaçınır. Ama zaman zaman da kadını ayartıcılığından ve örtünmesinden dolayı över. Çünkü kadının ayartabiliyor olması, bengi dişillik ile ilişkilidir.

“çocuk doğuramayan kadın” tepkiselleşir. (çocuk nietzsche’de tepkiselliğin karşıtıdır, bir oyundur) hakikat, tepkisellik üretir böylece ve tepkisellik öc almadan yapamaz. Olumlamayan tepkisel güçler, akıllıdır (nietzsche sokrat sonrası teorik insanın aklının gelişmişliğini bir kusur olarak tasavvur eder zaman zaman) tam da bu akılları ile sinsice planlar yapıp aktif güçleri tuzağa düşürürler. Nietzsche kendini parçalatmayacağını söyleyerek tuzağa düşmeyeceğini belirtiyor, uzun kulaklı olmayı reddettiğini söylüyor.

""
"Kadının özgürleşmesi", özürlü, doğuramaz kadınların gerçek kadına karşı içgüdüsel kinidir bu; "erkek"le kavgaya gelince, bu bir yoldur, bir sözde nedendir, bir taktirdir yalnızca. Kendilerini "gerçek kadın", "yüksek kadın", "ülkücü kadın", diye yükseltmekte, aşama sırasında kadının yerini alçaltmaya çalışırlar; bunun için de en şaşmaz yol, lise öğrenimi yapmak, pantolon giymek ve sürü olarak oy verebilmektir. Aslına bakılırsa, özgürleşen kadınlar "bengi dişilik" ülkesinin anarşistleridir; kuyruk acısı vardır onlarda, öç isteği vardır derinlerinde yatan... En kötüsünden bir tür "ülkücülük"vardır ki erkeklerde de rastlanır.

Ülkücülük, idealizm; nietzsche denilebilir ki felsefi akımlar içinde hiç bir akıma bu denli karşı çıkmamıştır. Yukarıdaki paragraf oldukça yoğun: nietzsche neredeyse tüm eleştirilerini damıtmış ve birbirine bağlayarak ortaya koyuvermiş. Felsefi idealizmin nasıl hristiyanlık üzerinden demokrasiye dönüştüğü üzerine söylediklerini hatırlamazsak bu yazılanları yorumlamak boş bir meşgaleye dönüşebilir. Sonsuz dişillik ülkesinde bir tip olarak anarşist kadınlar,(burada dişilliğin sonsuz olduğu, sonsuz tipte dişillik olduğu bir kez daha hatırlatılmalı) temelde idealisttirler. Platoncu bir idealizmin devam ettiricileri olarak bu anarşistler, asketik hristiyan papazları gibi “cinselliğe” (nietzsche'nin zerdüştü hamile bir kadın olarak betimlemesi, onun cinsellikten ne anladığı hakkında bize ip ucu verebilir ) karşı mucadele verirler. İşte nietzsche idealizmin, hıristiyanın, papazın hıncını, doğuramayan kadının –ki doğuramama idealistin ve hıristiyanın da ortak özellliğidir nietzsche’de- öç alma isteği ile birlikte okuyor. görüldüğü üzere burada –ve genel olarak da- nietzsche’nin kavramsal değil eğretilemeli bir dil kullanımı söz konusu. Nietzsche sözcükleri son derece keyfi bir şekilde eğretilemelerle kullandığı için –ki bu da onun logos merkezci olmayan düşünme tarzının bir sonucu, aynı durum ile post-yapısalcı filozoflarda sık sık görürsünüz- onun deli saçması ya da anlaşılmaz şeyler yazdığını söyleyenlerin sayısı pek az değildir. bana kalırsa en büyük okuma sorunu, ondaki bu pervasızca yazma tarzına, çocukça yaratıcılığına analitik zihinlerin nufuz edememesinden kaynaklanıyor.

Feminizmin bir ucu, kadının erkek gibi nesnel bilimci olmak isteyen tarafı nietzsche için alaya alınmaya oldukça müsayittir(tıpkı oy kullanmak isteyen kadın gibi... oy meselesi nietzsche için son derece tatsız bir meseledir...demokrasi, hiçliğin rejimidir, erkekleri ve kadınları sürüler halinde “en büyük sayı çılğınlığına” katılmak için icat edilmiş...) Nietzsche kadının böylece kötücüllüğünü, kayıtsızlığını bir erkek gibi nesnelliğe ve iyiliğe tercih etmeye kalktığını düşünür.


Re: Kadın

şu çokça tartışılan "kadına mı gidiyorsun, kırbacını unutma" meselesine dair de birşeyler söylemek isterim. nietzsche'nin seksistliği, nietzschedeki misojenizmden dem vuran yorumculara tabii ki karşı çıkıyorum.

söz konusu epizotta , sözü nietzsche öncelikle "yaşlı kadına" söyletir ve zerdüşt kadını bu sözünden dolayı över. yaşlı kadın artık ayartamayacak kadındır. eskimiş bir hakikattir, değerden düşmüş bir değerdir.tam da bunun için kadına giden erkeği tedbirli olmaya, bir hakikat tarafından ayartılmaya karşı uyarabilir.çünkü; değerden düşmüş bir hakikat, hakikate karşı sert olmak gerektiğini söylemekten çekinmez.


Re: Kadın

""
söz konusu epizotta , sözü nietzsche öncelikle "yaşlı kadına" söyletir ve zerdüşt kadını bu sözünden dolayı över. yaşlı kadın artık ayartamayacak kadındır. eskimiş bir hakikattir, değerden düşmüş bir değerdir.tam da bunun için kadına giden erkeği tedbirli olmaya, bir hakikat tarafından ayartılmaya karşı uyarabilir.çünkü; değerden düşmüş bir hakikat, hakikate karşı sert olmak gerektiğini söylemekten çekinmez.

Bu değiniyi uyarlamaya çalışacağım;

"söz konusu epizotta , sözü nietzsche öncelikle "yaşlı erkeğe" söyletir ve zerdüşt erkeği bu sözünden dolayı över. yaşlı erkek artık ayartamayacak erkektir. eskimiş bir hakikattir, değerden düşmüş bir değerdir.tam da bunun için erkeğe giden kadını tedbirli olmaya, bir hakikat tarafından ayartılmaya karşı uyarabilir.çünkü; değerden düşmüş bir hakikat, hakikate karşı sert olmak gerektiğini söylemekten çekinmez."

Bu bir denemeydi.


Re: Kadın

Yukarıdaki notların felsefeyle (ya da Nietzsche felsefesiyle) doğrudan ilgisi olmayan bir okurun gözünde anlaşılabilmesi için öncelikle biraz hıç (ressentiment) kavramı üzerinde durmalıyız sanıyorum.

Proscenium Arch'ta Scheler'in kitabından epey sayıda not internete aktarılmış, oradan alıntılıyorum:

""
...ressentiment başka birine karşı özel bir duygusal tepkinin tekrar tekrar yaşanmasıdır. Bu duygunun sürekli yaşanması onu kişiliğin derinliklerine yerleştirmiş ama aynı zamanda da kişinin eylem ve ifade alanının dışında çıkarmıştır. Bu yalnızca belli bir duygulanımın ya da ona “karşılık gelen” olayların zihinsel olarak hatırlanması değildir; bu bizatihi o duygulanımın yeniden yaşanması, orijinal hissin yeniden canlanmasıdır. İkinci olarak, sözcük, bu duygulanımın negatif nitelikte olduğunu ima, yani bir düşmanlık devinimi söz konusudur. Belki de Almancadaki “Grol” [hınç, kin] sözcüğü bu terimin asıl anlamını en iyi yansıtan sözcüktür. “Hınç” zihnin karanlık dehlizlerinde gezinen, egonun eylemliliğinden bağımsız, bastırılmış bir gazap duygusudur. Ressentiment sonunda nefret ya da başka düşmanca duygulanımların tekrar tekrar yaşanması yoluyla şekillenir. O kendi başına düşmanca bir niyet taşımaz ama çok sayıda böylesi bir niyeti besler. (s.3)
...

Ressentiment zihnin kendini zehirlemesidir; bunun gayet belirgin sonuçları vardır.Ressentiment, genelde insan doğasının normal bir bileşeni olan belli duygu durumları ve etkilenimlerin sistematik olarak bastırılması sonucu ortaya çıkan süreğen bir zihinsel durumdur. Bu duyguların bastırılmasıyla belli türden değer yanılsamalarına ve buna uygun değer yargılarına kapılma sürekli bir eğilim halini alır. Söz konusu duygu durumlarını intikam isteği, nefret, kötü niyetlilik, haset, kara çalma dürtüsü ve değersizleştirici kindir.(s.7)

Kaynak

Tartışmamızla ilgili olarak, özellikle "kadın" üzerine odaklanan pasaj şöyle:

""
...kadın genel olarak böyle bir durumdadır. Kadın daha zayıftır ve bu yüzden daha kindar olan cinsiyettir. Ayrıca, kadın her zaman erkeğin gözüne girmek için rekabet etmeye zorlanmıştır ve bu rekabet özellikle onun kişisel ve değişmez özellikleri üzerine odaklanır. İntikam ateşiyle en çok yanan Tanrıların (zehirli varlıkların o uğursuz kuşağından Eumenidas gibi) çoğu kez anaerkil düzen içinde büyümüş olmalarına şaşmamak gerekir. Aiskhylos’un Eumenides’i ressentiment’dan kurtulup sağlığına kavuşmuş bir gücün –yeni eril medeniyetin Tanrıları olan Apollon ve Athena’nın- gayet belirgin bir portresini çizer. Ayrıca, “cadı”nın eril bir muadilinin olmadığını da belirtelim. Kötüleyici dedikodu yapma yönündeki güçlü dişil bir eğilim bir başka kanıt sayılabilir; bu tür dedikodular kendi sağaltmanın bir biçimidir. Dişil ressentiment tehlikesi son derece şiddetlidir çünkü hem doğa hem de örf ve adetler, kadının en hayati çıkarının yattığı alanda, yani aşka ona tepkisel ve edilgin bir rol dayatır. Erotik alanda reddedilmiş olmaktan doğan intikam hisleri her zaman özellikle bastırılmıştır; zira gurur, çekingenlik ve mazbutluk iletişimi ve şikayeti engelleri. Ayrıca ortada bir yurttaşlık hakkı ihlali yoksa bu gibi hasarları telafi edecek bir merci de yoktur. Şunu da eklememiz gerekir. Şunu da eklememiz gerekiyor ki, kadınlar töre ve namus anlayışının geçit vermez engelleri tarafından tümden çekinmeye zorlanırlar. Bu yüzden şefkat, seks ve doğurma özlemleri bastırılmış olan “kız kurusu” nadiren ressentiment’dan yakayı sıyırabilir. Hakiki çekingenlik ve mazbutluğun aksine, “iffet” dediğimiz şey sayısız cinsel ressentiment çeşidinden biridir yalnızca. Acımasızca mahkûm etmek üzere çevrelerinde cinsel imalı olayları takıntılı bir biçimde kovalayan pek çok kız kurusunun alışılmış davranışı, ressentiment tatminine dönüşmüş cinsel arayıştan başka bir şey değildir. Böylelikle, eleştiri ve kınama tam da sözde mahkûm ettiği şeyi yapıyordur. Anglo-Amerikan cinsel ahlakının “iffetli” olduğu malumdur, bunun nedeni de bu ülkelerin çoktan beri ileri derecede endüstrileşmiş olmasıdır. Başka koşulların aynı kaldığı varsayılırsa, bu ülkelerdeki temsil niteliği taşıyan kadın gurupları, özel olarak kadınsı cazibeden naibini almamış bireyleri giderek daha fazla bünyesinde toplayacaktır (hatta neredeyse kalıtımsal ayıklama yoluyla). Bu kadınların “hesapları” ve özünde faydacı bir toplumdaki aktif katılımları ve yükselişleri aşk ve annelik özlemleri engeline pek takılmaz. Daha saf kadınsı tipler, eğer, aileden miras kalmamışsa, genelde fahişeliğe itilirler. Resentiment “iffet” yoluyla gerçek mazbutluk kisvesine bürünür ama aslında hakiki mazbutluğu aşağılar çünkü fahişenin kriterleri egemen ahlakın temsilcisi olmuştur. Güzel ve değerlerli olduğunu bildiği şeyleri gizlice koruyan sahici kadınsı çekingenlik ve mazbutluk, giysilerin ya da makyajın altındaki fiziksel kusurların ya da çirkinliklerin ortaya çıkmasından duyulan bir “korku” olarak yorumlanır. Fahişe için, kendisine yeteri kadar nasip olmayan bu nitelikler olsa olsa “eğitim ve âdetler sonucu” edinilmiş şeylerden başka bir şey değildir. XVIII. Yüzyıl sonunda, özellikle de Fransa’da, fahişenin ressentiment’i yalnızca kamuoyunu etkisi altına almakla kalmamış, fiilen ahlakçıların ve filozofların teorilerine de esin kaynağı olmuştu. (s.21)

Kaynak


Re: Kadın

Metni okurken aklıma yanıtlardan çok sorular takıldı.
1)Kadının daha zayıf ve bu nedenle de daha kindar olduğu söyleniyor. Güçlülük/zayıflılık kriteleri nelerdir? Eril bir dünyada erkekler tarafından belirlenen kriterler merkeze alınarak güçlülük/zayıflılık karşıtlığı kuruluyor ve bu değerlendirme üzerinden kadının zayıf olduğu belirtiliyorsa doğrudur, kadın zayıftır. Ancak baz aldığımız kriterleri değiştirirsek zayıflılık/güçlülük dengesinde değişim gözlenmez mi?
2) Kadın erkeğin gözüne girmek ister mi? İsterse neden ister? Bu bir nevi otoriteye tapma eğilimi midir? Süreç ağırlıklı olarak psikolojik olarak mı yoksa sosyolojik olarak mı ele alınmalı? Kadının erkeğin gözüne girmek için rekabet ettiğini söylemek erkekliğin fazlaca yüceltilmesi değil midir? Yoksa erkekler karşı cins karşısında kendilerini gerçekten de çok mu fazla önemsiyorlar? Belki bu da psikolojik ve sosyolojik olarak ayrıca derinleştirilmeye muhtaçtır. Bu iddia ile erkekler kadın üzerinde kurmak istedikleri otoriteyi bir nevi rasyonelleştiriyor olamazlar mı?
3) Erotik alanda reddedilmiş olmaktan doğan histeri ne demek? Kadınların cinsellik alanına erkekler kadar özgürce girememeleri? Sanırım. Bu durumda kadınların histerileri yerine erkeklerin kısıtlayıcı despotluklarını sorgulamamız daha doğru olmaz mı?
4) Şefkat, seks ve doğurma özlemleri bastırılmış olan “kız kuruları”nın nadiren hırstan kurtulabildikleri belirtiliyor. Bence sadece hırs değil çok daha fazlası da var. Olması da gayet normal. Bu kadar baskı alınan bir cinsiyette histerileri ve diğer psikolojik sorunları görmek sürpriz değil.
5)Neden İffet ve fahişelik ve daha pek çok kadın sorunu üzerine kadınlardan çok erkekler konuşuyor?


Re: Kadın

Yukarıdaki satırları değerlendirirken, Nietzsche'nin kendi felsefi duruşu içinde -neredeyse bütün kavramları yeniden tanımlayarak, buna göre- sonuçlara ulaştığını hatırdan çıkarmamak lazım. Ataerkil vb. tanımların hiçbirini kabul etmiyor Nietzsche. Zaten yukarıdaki bütün iletilerde de bu karışık tutumun çözümlenme çabası var bir yerde. "Kadın"a en çok eleştiriyi yapar gibi görünürken bile onu başka bir şekilde ele almaya çalıştığını görüyoruz.

(Şunu söylemeye çalışıyorum: İçinde bulunduğumuz kültürel atmosfere göre değerlendirecek olursak -hele de toplumsal kadın ve erkek kimliği bağlamında- sonuna dek haklısınız. Ancak sanki Nietzsche biraz da böylesi değerlendirmelerin kısırlığına ve sonuçta hasmının çok önceden belirlediği sınırların dışına asla çıkmayacağına vurgu yapmaya çabalıyor. Bize yepyeni bir alımlama biçimi öneriyor. "Güç" kavramını ele alışı da bunun için muhteşem bir örnek. Kısaca açıklamayacak bu konu için Deleuze'ün Nietzsche üzerine kimi notlarına bakmak faydalı olabilir. Bu başlıkta yer alan kadın konusundaki tanımlamaları da bu çerçevede ele almak gerekli. Yoksa tartışmaların iki ucu da çıkmaz bir sokakta düğümlenir.)


Re: Kadın

""
Yoksa tartışmaların iki ucu da çıkmaz bir sokakta düğümlenir.

Bazen, doğrudan söylemeye cesaret edemediklerimizi "iki ucu çıkmaz sokak"lara doğru ister istemez ittiğimizi düşünüyorum. Bu kadar yalın bir konuda, "kadın-erkek" bile ulaştığımız uçlardan en öndeki Niçe(Nietzche) veya çıkmaz sokaklarsa, bir yerlerde bir sorun olması gerekmiyor mu?.

Çıkmaz sokaklara ulaşmayan tartışma-paylaşma uzamları yok mu acaba bu konunun?


Re: Kadın

Bu kadar kolay olduğunu mu düşünüyorsunuz?