UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



İran Gezisi (Tahran)

23 May 2010
Cihan Başbuğ

İlk yurt dışı gezim olacak ve biliyorum, yazımda, anlatımımda, gezme deneyimimde aksaklıklar olacak. İleride bunları görebilecek olmak da güzel...

I.

Çocukluğumdan bu yana merak ettiğim, bir zamanlar ulaşılmaz sandığım hayalimi gerçekleştirmek üzere hava alanına vardığımda heyecanım başlıyor. Farklı bir ülke, farklı insanlar görebilecek olmanın heyecanıyla içim kıpır kıpır. Bu duyguyu çocukluktan sonra ancak gezi hissi veriyor sanırım. Havaalanındayım.

Türkiye’ye alışveriş, tatil için gelen İranlılar son derece bakımlı, varlıklı ve gösterişliler. Ellerinde lüks mağazaların poşetleri var.
Uçaktan inmeden önce tüm kadınlar eşarp taktılar ve birden hava değişti. Ancak bu çok sert bir geçiş değildi. Eşarbı bir aksesuar şeklinde kullanıyorlar. Uçaktan inip İran havaalanına gelince servise bindiğimizde Iğdır’lı Caferi bir Türk uçakta beraber geldiği insanlara: “Neden uçaktan inince türban takıyorsunuz, insanın tek rengi olur… Bir açık bir kapalı olmaz, ayet şöyle der…” gibisinden bir konuşma yaptı. Bu konuşmayı Türkçe bilen bir İranlı bana tercüme etti.

Taksiye bindim; taksicinin adı Cevat. İngilizce bilmiyordu ve arabasında Amerika’dan yayın yapan ve kadın sesinin serbest olduğu bir radyo dinliyor.
Kaldığım 4 yıldızlı Grand Tahran Otel’e vardım ama otelin Ulus Öğretmenevinden farkı yok. Demek ki yıldız burada çok fazla bir şey idafe etmiyor, turizmin olmamasının yansımaları…

Otelde izlediğim televizyon kanalları genelde birbirine benziyor; insanlar fazla gülmüyorlar. Kanallar devlet kontrolünde ve sansür var, o nedenle evlerde pek izlenmiyor. Herkes uydusuyla Türk kanallarını, CNN’i izliyor.
Sabah çıktığım şehir turunda parfüm alırken tanıştığım dükkan sahibi Arash, çok sıcak bir Türkmen. Azeri asıllı ve Türkçesi çok iyi.
Evde sürekli Türk kanallarını izlediğini, Türkçe kitaplar okuduğunu söylüyor. Onunla birlikte kahvaltı ettik ve birbirimizin telefonlarını aldık.

Burada kafeler çok fazla ve oturanların birçoğu, özellikle kadınlar kitap okuyorlar. Otel lobisinde, bekleme salonlarında, her yerde kitap okunuyor.

Türkiye’deki kadar lokanta, internet kafe fazlalığı yok. Bankalar ise bizdeki gibi kurumsal değil. Farklı farklı, küçük küçük bankalar var. En büyüğü ise devlet bankası olan “Bank Mellat”.
Tahran’dan bakınca modernist devrimin olma ihtimali çok yüksek. İnsanlar özgür olmak istiyor ; bindiğim takside bile bunu rahatça dile getirip bizdeki durumu soruyorlar. Konuşmalarda “laik, M.Kemal Atatürk” ve zaman zaman “Erbakan Zat” sözleri geçiyor.
Burada insan kendini kısıtlanmış ve baskı altında hissetmiyor. Rejimin baskısını hissedecek bir konumda değilim belki ama tahminlerle gerçeğin farklı olduğu da kesin.
Uçakta tanıştığım bir kız, Türk dizilerini sayıverdi. Hemen herkesin bu dizileri izlediğini söyledi. Yoga öğretmeni olan Meliha, Türkçeyi de bu dizilerden, sinemadan öğrenmiş. Birkaç sefer de Türkiye’ye gelmiş.

Khatereh’in bir arkadaşıyla, Tebessüm’le, bir kafeye gittik. Kafe Moon. Kafede haftada birgün şiir okunuyormuş ve o gün bugünmüş. Arka masada kadınlı erkekli bir grup şiir okuyor. Ve anlamasam da burada olmak mutluluk verici.

Khatereh’le yemeğe gittim. Yemekten önce bir şeyler içme gelenekleri var; çay, bitki çayı vb. Hemen ardından da meyve yeniliyor. Onun ardından da yemeğe geçiliyor. Gelen misafirin getirdiklerini herkese göstermek gibi bir gelenekleri var, bunu gittiğim tüm evlerde gördüm. Gelen lokumlar açılıp masaya konuldu. Ardından da herkes tattı ve yemeğe geçildi. Yemekleri bizler gibi çorbayla başlıyor ve bizler gibi çeşitli olmasına özen gösteriyorlar. Mercimekle yapılan ve bizimkinden epey farklı bir çorbaları var. İçinde bazı meyve parçacıkları, tarçın ve farklı baharatlar var ve kıvamı epey koyu. Alışık olmadığım bir lezzetti ama rahatsız olmadım. Bizdeki gibi misafirin tabağının boş kalmamasına özen gösteriyorlar fakat tabakları çok dolduruyorlar, porsiyonları çok çok büyük. Yemeklerin yanında gelen pilav ise bizimkilerden oldukça farklı. Çok hafif, az yağlı, baharatlı ve nar kurusuyla çeşitlenmiş; bizdeki gibi lapa değil. Pişirme yöntemi ise bizdeki makarna yapımına benziyor. İnsanlar yemekleri bütün olarak ortaya koyuyor ve herkes dilediği kadar alıyor.

Tahran’da trafik kuralı yok. Şerit değiştirmek serbest ve sinyal kullanılmıyor. Sinyal sadece sokaklara girerken kullanılıyor.

Tahran’ın nüfusu 12 milyon ve insanların ekonomik durumu genelde iyi. Şehir bakımlı, her yerde inşaat var, binalar hızla yükselmekte, mimari de çok eğreti değil. Şehirde bir kadın hakimiyeti var. Kafeler, mağazalar, caddeler kadınlarla dolu. Hepsi bakımlı, makyajlı, modayı takip eden tipler ama bunun yanında ellerinde kitap görmek de olası. Kadınların tamamına yakını eşarplarını modern tarzda bağlıyorlar. Giysileri de gayet modern. İnsan soramadan edemiyor; bu kadar modern insan, devrime inanmayan insan nasıl oluyor da böyle yönetiliyor?

Evlerdeki yaşamın vazgeçilmezi TV. Epey izleniyor. Bir de çok tuhaftır ki cep telefonlarını çok kullanıyorlar. Erkeklerin kulağında b.tooth, kadınların ellerinde devamlı telefon… Sanki iletişimin özgürlüğünü doyasıya yaşamak istiyorlar…
Otelde kahvaltı ettim. Lezzetler farklı. Şeker ve balları çok doğal. Hatta balları o kadar doğal ki çiçeklerin tadı, aroması çok kolay ayırt ediliyor. Zeytin, peynir bakımından Türkiye’nin gerisindeler.
Otelde, kafelerde, sokakta her zaman Türkçe konuşabilen insanlar görebilirsiniz. İran’ın % 30’unu İran Azerileri oluşturuyor. Böyle olunca da zorluk çekilmiyor. Oteldeki görevlilerden birine müzik çalarımdaki Azeri türküsünü (Şiire Gazele) dinlettim ve inanılmaz mutlu oldu. Bildiği, sevdiği şeyleri başkalarının da sevmesi, bilmesi ona garip geldi.
Khatereh’le birlikte Şah’ın sarayını gezdik. Küçük yapılardan oluşan birçok bina ve kocaman bahçelerden oluşuyor. Birçok lüks eşya, anılar…

Kategori:

Re: İran Gezisi (Tahran)

II.

İran kültüründe halı çok önemli. O yüzden evlerde lüks halılar kullanmaya özen gösteriyorlar. Ayrıca Şah’ın sarayındaki salonun tavanı da halısıyla aynı motiflerden oluşan bir cam işçiliğiyle örülüydü.
Öğle yemeğine geçtik. Alkolsüz bira ile başladım. Tadı o kadar da güzel değil. Yemek öncesi soslu “zeytun” ve iştah açıcılar geldi masaya. Her şey lezzetliydi…

Tekrar Khatereh’in evine gittik. Kısa bir oturma gerçekleşti. O hazırlandı. Evler çok sıcak oluyor, çünkü enerji(doğalgaz) çok ucuz.
Arian’ın evine geldik. Güzel bir yemek yedik ve sohbet ettik. Onlar da bu arkadaşlık ve geleceğiyle ilgili çok meraklılar. İngilizcemiz ise her konuyu rahatça konuşmaya imkan vermedi. Arian’ın eşi Farzin asker. Orduda İngilizce Öğretmeni. Yurt dışına çıkamıyor, evine internet bağlatamıyor. Uydu bile yasak; çok tuhaf… Arian ve eşi çok sıcaklar.

20/01/2010
Bugün pazara ve Tahran’ın eski yapılarına gittik Khatereh’le. Orada hayat biraz daha farklı yaşanıyor. Yalnız yine de hayat kalitesi çok düşük değil. Sadece erkekler ön plana çıktı.

Kavun suyu içtim, pazardan annem ve arkadaşlarım için hediyeler aldım ve öğle yemeğine geçtik. Bana İran’ı anımsatması için Cd aldı (geleneksel İran Müziği : Shajarian ve S. Agaly). Şimdilik her şey güzel.
Trafikte de kadınlar önde. Her yerde olduğu gibi… Tahran’da kaza yapmak son derece normal. İnsanlar o kadar ihlale rağmen birbirine hiçbir sataşmada bulunmuyor. Etrafta birbirine bağıran, kızan, kimse yok. Araçların plakalarının sağ yanında bir rakam yazılı, bu rakama göre haftanın 3-4 günü trafik serbest onlara, diğer günler yasak. Amaç kalabalığı azaltmak ve düzeni sağlamak. Yine de durum berbat. Eşyalarımı alıp otelden ayrıldım; eşyalar Khatethlerin evinde. Ailesi bana çok sıcak davranıyor ve ilgililer. Arkadaşlarım, ailem ve yakınlarım için hediye almak için büyük pazara gittik. Her çeşit eşyanın olduğu “Kemaraltı” benzeri bir yer. Pazarlar birbirine benziyor sanırım. Kendime “tömbek” aldım oradan ve çok hoşuma gitti; gayet de ucuzdu. Enstrüman aldığım yerdeki iki kardeş benim için santur çaldılar, ilginçti.

Akşam Arian’lara tekrar gittik ve ardından da Khatereh’lerin evine döndük. Babasıyla bira içtik. Çok sert ve alkolü yüksek bir biraydı; fazlasıyla çarptı. Ailesiyle bol bol sohbet ettik, iyi dileklerde bulunduk ve vedalaştık. Güzel bir geziydi, yeni bir ülke görmek, yeni bir kültürü tanımak benim için eşsizdi. Devamının gelebilmesi için bu ateşin yakılması gerekliydi. Ateşin hiç sönmemesi dileğiyle…

Cihan BAŞBUĞ

img_0153.jpg img_0174.jpg img_0170.jpg img_0148.jpg

Re: İran Gezisi (Tahran)

Notlar:
Gezeceğim ülkelerde, gezdirmeleri ya da konaklatmaları ( tercihen) için seçeceğim arkadaşları sırt çantalıların sosyal ağı olan couchsurfing organizsasyonundan tanımaya, seçmeye çalışıyorum.

Yalnız gezmeye özen gösteriyorum.

İzin almadığım, alamadığım arkadaşların fotoğraflarını paylaşmıyorum.

Fotoğrafların sadece bir kısmını ekliyorum.

Bundan sonra da fırsat buldukça diğer gezi notlarımı paylaşacağım.


Re: İran Gezisi (Tahran)

Teşekkürler Cihan. Yazıyı okuyup bitirdiğimde (tüm o güzel okumalarda olduğu gibi) tek düşündüğüm; "Keşke daha uzun olsaydı" oldu. Günlük yaşamın ayrıntıları bizlere çok fazla şeyler anlatır her zaman. Daha uzun bir yazı ile ilgili izlenimlerimi anlatmak istiyorum. Çünkü çok düşündürücü, konuşulması gereken birçok ayrıntılar olduğunu düşünüyorum.

""
Uçaktan inmeden önce tüm kadınlar eşarp taktılar ve birden hava değişti.
insanlar fazla gülmüyorlar.
kafeler çok fazla ve oturanların birçoğu, özellikle kadınlar kitap okuyorlar.
Bizde Gelen misafirin getirdiklerini herkese göstermek gibi bir gelenekleri var, bunu gittiğim tüm evlerde gördüm.
Şehirde bir kadın hakimiyeti var. Kafeler, mağazalar, caddeler kadınlarla dolu.
Kadınların tamamına yakını eşarplarını modern tarzda bağlıyorlar.
Giysileri de gayet modern. İnsan soramadan edemiyor; bu kadar modern insan, devrime inanmayan insan nasıl oluyor da böyle yönetiliyor?
İnsanlar o kadar ihlale rağmen birbirine hiçbir sataşmada bulunmuyor.

Bunlar ilk anda öne çıkan cümleler.(düşnmem gereken anlamında)
Tekrar teşekkürler Cihan.
Sağlıcakla.


Re: İran Gezisi (Tahran)

Yazını ve fotoğrafları gördüğümde çok heyecanlandım. En kısa zamanda okuyup düşüncelerimi yazacağım. Yeni gezi notlarını da merakla bekliyorum.

Ellerine sağlık. Alkış


Re: İran Gezisi (Tahran)

İran, Pers İmparatorluğu, Farsça neredeyse tümüyle bağımızı kaybettiğimiz kültürel öğeler. Bağımızı kaybetmek bir yana, bir de olumsuz içerimler yüklenmiş üzerlerine siyasal amaçlarla.

Anlattıklarının şöyle bir önemi var bence:

Kendini "Batılı" ve üstüne üstlük "modern" olarak gören bir toplumun ötekisi İran halkı/ yaşantısı. Dolayısıyla onların modernliklerinden bahsetmek bize kendimize dönüp bakmak için yeni olanaklar sağlıyor. Şahı ya da padişahı kovmak modernin ilgası ya da inşası için olanak sağlıyor; ama her koşulda modernin güncelliği varlığını koruyor ve aynı zamanda da sorgulamaya açık hale geliyor; sonunda ise modernlik nereye kadar kendini güncel tutuyor tartışma konusu!


Re: İran Gezisi (Tahran)

Modernizmin sadece Batı'dan geleceği gibi bir düşünceye sahibiz. Bu düşünceye sadece biz değil tüm dünya sahip. 30 yıllık bir şeriat rejiminde, böyle insanlara rastlayabilmek şaşırtıcı. Bu konuda ikinci bir yazıda Halep örneği üzerinde de duracağım.


Re: İran Gezisi (Tahran)

""
gezme deneyimimde..
Farklı bir ülke, farklı insanlar görebilecek olmanın…

Okuduğumuz her şeyin bize ulaşan, içimizde bazı yerleri, bazı şeyleri “kanı”rtan, bazı kanıları, bazı taşları yerinden kıpırdatan, bazen de değiştiren yönleri var. Cihan Başbuğ’un gezi yazısı bu tür duygu ve düşünülerimi gün boyu aktarmama neden oldu.

Öncelikle tüm bir yeri gezebilecek yapıda insanlara karşı duyduğum o “sinsi”, “kötü” kıskançlığımın bir yerlerden uyandığını, bana sevmediğim bir yanımın, ucu “günlük yaşama katlanma”lardan “çıkıp bir yerlere gidebilme(me)”ye varan anımsanması gibiydi.

Her zaman kolay gidebilen her şeyi kıskandığımı düşündüm hep. Bu bazen dağların, tepelerin, kataların, taşların arasında kaybolup giden bir derecik, bazen dereciğin üzerindeki bir yaprak, bazen de koltuğunun altına hırkasını alıp giden “tüm varlığından arınmış” “sade” insan oldu.

Ama olmadı tabi ki hiçbir zaman. Sonra zamanla bazı şeyler öğrendim. Herkes “kolayca” gidemez. Bu iyi bir şey mi, kötü mü? Tabi ki bu yanıtları uzun ve dolaşık bir soru. “Varlık”, başta “Ben anlamında Varlık” bu “kolayca gidiş” lerin bir engelleyicisi. Bu nedenle belki ilk önce ben, “gitme” ye ne anlam yüklediğimi, onun benim için ne ifade ettiğini kendime daha açık anlatmalıydım.
“Gitmek” benim için ne demek?
Bir arayış…
Bir “öteki kim nasıl? merağı-(ona göre ben kimim-nereyeyim)”
Bir “orası nasıl? Merağı(oraya göre yaşadığım yer)”…
Bir beklenti…
Bir kaçış…
Bir unutuş…
Bir terk ediş…
Bir…
Sanırım sonsuz sayıda olmasa da “gitmek” çok nedenlere “iliştirilebilir”.
Cihan Başbuğ’un gezi izlenimlerini okumaya başladığımda buna benzer şeyler düşündüm.


Re: İran Gezisi (Tahran)

""
...Uçaktan inmeden önce tüm kadınlar eşarp taktılar ve birden hava değişti.

Gidilen ülke hakkında hiçbir önyargısı, bilgisi olmayan birisi olarak düşünmeye çalışıyorum bir an; gördüğümden hareketle mantıksal yargılarım bana şunu söylüyor;

"İnsanlar üzerilerindeki, görünüşlerindeki kültürel gönderimi olan bir eksiği tamamlama veya fazlalığı eksiltme gereği duyuyorlarsa, biraz sonra içine gireceğim toplumda geldiğim yerden farklı bir yan var. Giyimden kuşama, davranışlardan beden diline kadar tüm ülkeler, yerler az veya çok farklılık gösterirler. Ama burada başını örtme gibi sıradan bir şey bile insanların, topluluk-toplum içerisinde ve özelinde bu şekilde olmak, bazı çok daha özel şeylere uyulmak için zorlandığı bir yer burası."

Sonrasında ülkemizde bir türbanın bile yeri geldiğinde nasıl bir "arızalı" özgürlük simgesine dönüştürülebileceğini, bu ülkede de belki türbanın, hafifçe, altından siyah bir saç buklesinin taşacak şekilde, biraz da umarsızca geriye doğru atılmasına da insanların benzeri bir anlamda özgürlük çağrışımları yükleyebileceklerini düşünüyorum. Bu bana “özgürlük” kavramının yeri geldiğinde ne kadar sıradan ve uçucu nesneler üzerine de ilintilendirilebileceğini söylüyor. Özgür olmak ne demek? Bana az sonra birisi; “Sen özgürsün. Gözün aydın!” Dediği zaman ne düşünmeli, ne yapmalıyım? “Ben özgür müyüm?” “Değil miyim?”

Cihan Başbuğ’un gezi izlenimlerini okurken karşıma çıkan bir cümleyle, buna benzer şeyler düşündüm.
Sonra başka bir cümle, başka başka….


Re: İran Gezisi (Tahran)

""
…insanlar fazla gülmüyorlar.

Daha önce Aslı Biçen’in İnceldiği Yerden adlı romanı üzerinde düşünürken “Sokaktaki insanın yüzündeki gülüş”le ilgili daha önce bir şeyler yazmıştım. Onları alıntılamak istedim.

""
“İçinde gülümsemeyi bilen insanların bulunduğu bir şehir.” S.101
Aslı Biçen-İnceldiği Yerden

“Şehirler insanları bir süre sonra birbirlerine benzetiyor olabilir mi acaba? Veya şöyle mi demeli; şehir büyüdükçe insanların genel ruh halinde bir paralellikler mi oluşturuyor. Şehir ne kadar büyükse o kadar çok kendinizi yalnız, kimsesiz, umarsız mı hissediyoruz?

Bazen kalabalık bir yerde dolaşırken insanlara bakarak, içlerinde kalmış bir mutluluk, bir sevgi, bir yaşamaktan haz alma kırıntısının kalmış olup olmadığının işaretini yüzlerinde veya hareketlerinde yakalamayai bulmaya çalışırım. İnsanlar neden bu kadar ifadesiz, bazen de açık açık mutsuz görünüyorlar? Veya sokağa sadece yüzünün mutsuz yanlarını, mutsuzluk maskelerini alarak mı çıkıyorlar. Evden mutlu çıkıyorlar da yollarda gördükleri, düşündükleri, yaşadıkları, yaşayacaklarını, karşılaşacaklarını düşündükleri şeyler mi onları bu mutsuz yüzlere götürüyor.

İnsanların yüzlerinden, onların tüm duygusal, ruhsal durumunun ipuçlarını çıkarabilmek olanaksız tabi ki. Temel bazı görünen doğruları saptayabilmek daha kolay belki. İnsanın doğal yapısından kaynaklanan bazı özellikleri var. Büyüdükçe, yaşı ilerledikçe daha zor mutlu olup, daha zor gülebilmek gibi. İnsanlar gençken kolay, çocukken daha kolay yüzlerine, dudaklarına bir gülümseme, bir kahkaha kondurabiliyorlar. Palyaçoların işleri çocukların karşısında daha kolay. Yaşam, yaşananlar girdikçe araya, gülüşler uzaklaşıyor bizden. Belki de zaman zaman insanlar, hepimiz; yüzümüze veya bedenimizin bir yerlerine kırık dökük bir gülüş, bir mutluluk imi iliştirebilmek için olmayan nedenlerin kırıntılarını aradık veya oluşturmak zorunda kaldık. “Hakiki bir gülüş” kaç insanda “soyunu tüketmiş bir eylem” gibi içten sürüp gitmekte?

Esneme gibi gülme, gülümseme de beyinle ilgili bir şartlanma mı acaba? Her fırsatta gitmeye çaılştığım köyümde insanların çoğunun, her zaman etkilendikleri bir maddi sıkıntı içerisinde olduklarını bildiğim halde, şehirdeki insanlardan daha fazla güldüklerini, şaka yaptıklarını görüyorum. Neden bu böyle? Buradaki yakınlık, dostluk veya akrabalık ilişkileri mutlaka daha bozulmamış ve gerçek. Tüm bun gerçeklik, o insanlara karşı, daha iyi olduğumuzu, bizim için üzülmemelerini çağrıştıracak davranışlar içinde olmamamıza mı neden oluyor acaba. Sanki küçük yerlerde insanların birbirine bir; “iyi görünme – iyi görünmeye çalışma borcu” var gibi geliyor bazen bana. Hal hatır soran iki kişinin değişmez cümlesi neden ‘iyiyim!’dir. iyi olmasak bile sevdiğimiz,en azından kendisinden nefret etmediğimiz, tanıdığımız bir insanın bizim sorunumuzla üzülmesini istemediğimizden olabilir mi?.”

Tüm bu sokaktaki insanın yüzündeki mutluluk, yüzündeki gülüş için yazılanların bir yönüyle eksik kaldığını düşünüyorum tabi ki. Burada farklı kurallarla işleyen bir toplum düzeni var. “Dinin, öncelikle de İslam dininin “sokaktaki insanın gülüşü” ne nasıl baktığı konusunda, sonra da bu bakışın uygulamada nasıl bir yaklaşım ve dönüşüme uğradığını konusunda bir şeyler bilmem gerekmez mi? Tüm bu öznel koşulların bilgisi mutlaka beni en doğru yaklaşıma götürecek.

Cihan Başbuğ “insanlar fazla gülmüyorlar.” Diye bir not düşmüş. Bu bana “yüklemsiz” bir sürü tümce kurduruyor ister istemez.
Cihan Başbuğ’un gezi izlenimlerini okurken karşıma çıkan bir cümleyle, buna benzer şeyler düşündüm.
(Lafı çok dolandırdığım içten içi söylenebilir. Sorun değil. Doğrudur. Kendime her zaman çıkıştığım, hakim olmaya çalıştığım eksiklerimden birisidir. zaman geçtikçe kısa ve öz yazmayı öğrenmem gerekirken tersi oluyor. Hoşgörü gösterin lütfen.)


Re: İran Gezisi (Tahran)

Cihan'ın Tahran izlenimlerini ilgiyle okudum. Yanıbaşımızdaki bu büyük ülke pekçoğumuza ayrı bir gezegen gibi görünüyor muhtemelen. İdeolojik, kültürel ve dinî nedenlerle Türkiye tarafında İran pek "özenilecek" bir ülke gibi görülmüyor/gösterilmiyor. İran tarafında durumun nasıl olduğunu bilemiyorum. İran'dan batıya göçmüş birkaç Kürt ailesini saymazsak, o topraklarla herhangi bir bağı olan kimseyi tanımıyorum. Tanıdıklarımın Türkiyelilere karşı büyük bir sempatik, muhabbet beslediğini görmek hiç de zor olmuyor (başta biraz şaşırtıcı gelse de Arap dünyasında da durum aşağı yukarı böyle). Sinema dolayısıyla yaptığım gözlemlerin o ülkenin gerçekliğini ne kadar doğru yansıttığından pek emin olmasam da, iki şey hissediyorum bu ülkeyle ilgili:

1. Zenginlerle yoksullar arasında belirgin bir hiyerarşik fark var.
2. Toplumun büyük kesimi yoksullukta eşitleniyor.


Re: İran Gezisi (Tahran)

İran'a giderken Suriye'ye benzer, gelişmemiş ve kültürü olmayan bir ülke bekledim. Bu ifadelerin sert ve acımasız olduğunu düşünenler olacaktır ama görenler bana hak verecektir. Oraya vardığım an şaşkınlığım başladı. Tahran'da sadece Türkçe oyun oynayan 5 tane tiyatro var. Bunun yanında devlet kontrolündeki sinemalarda kötü, amaçsız filmler de var. Ama insanların Avrupa'daki yakınlarında , Türkiye kanallarından beslendikleri de bir gerçek.

30 yıldır kendi kültürünü yok sayan, tek kültürlülük gibi bir alternatif sunan,güçlü bir devlet yanında neredeyse hiç etkilenmemiş gibi duran bir Tahran halkı var. Tabi Tahran ve diğer şehirleri de ayırmak gerektiğimi oradayken öğrendim. Yani Tahran halkının neredeyse tamamının modern olduğu bir kent; diğer kentleri henüz görmedim ama söylenenlere göre kentler arasında da farklılıklar varmış. Seneye Şiraz, İsfahan ve Tebriz'i de göreceğim; umuyorum ki diğer izlenimlerimi de paylaşacağım.

Türklerle İranlıların, savaşçı ve edebiyatçı iki toplumun hiç savaşmamış olması (Osmanlı zamanındaki küçük seferleri saymazsak, özellikle de Yavuz zamanında) onları ayrıca yakın kılmış.

Dillerinde çok fazla Türkçe sözlük var ( özellikle mutfak ve yemek gereçleri, sözcükleri), bizdekiler malum.


Re: İran Gezisi (Tahran)

İran'ın zengin köklü bir kültürün üzerinde oturduğunu biliyorum, izlediğim filmlerde de çok fazla ipucu görüyordum ama gene de söylediğin bazı şeyler beni biraz şaşırttı, örneğin:fazla kitap okunması. Öte yandan İran'da çok yoksul bir yakanın varlığını da biliyoruz, keşke yolun oralara da düşseydi Cihan. Yazdıklarını keyifle ve merakla okudum. Yakaladığın noktalar ilgi çekiciydi gerçekten. Ayrıca seni çok kıskandım!!! Son birkaç yıldır gitmek istediğim iki ülkeden biri. Neyse belki yolu açtın.


Re: İran Gezisi (Tahran)

Cihan'ın güzel yazısı kadar, Mehmet Sürücü'nün diyalog kurmayı bilen notlarını da keyifle okudum. Uzun zamandır forumda birisi karşılaştığı metinle bu şekilde diyaloğa girmemiş, onu özneleştirip kendi derdine ortak etmemişti. Teşekkürler.

""
İnsanların yüzlerinden, onların tüm duygusal, ruhsal durumunun ipuçlarını çıkarabilmek olanaksız tabi ki. Temel bazı görünen doğruları saptayabilmek daha kolay belki. İnsanın doğal yapısından kaynaklanan bazı özellikleri var. Büyüdükçe, yaşı ilerledikçe daha zor mutlu olup, daha zor gülebilmek gibi. İnsanlar gençken kolay, çocukken daha kolay yüzlerine, dudaklarına bir gülümseme, bir kahkaha kondurabiliyorlar. Palyaçoların işleri çocukların karşısında daha kolay. Yaşam, yaşananlar girdikçe araya, gülüşler uzaklaşıyor bizden. Belki de zaman zaman insanlar, hepimiz; yüzümüze veya bedenimizin bir yerlerine kırık dökük bir gülüş, bir mutluluk imi iliştirebilmek için olmayan nedenlerin kırıntılarını aradık veya oluşturmak zorunda kaldık. “Hakiki bir gülüş” kaç insanda “soyunu tüketmiş bir eylem” gibi içten sürüp gitmekte?

Esneme gibi gülme, gülümseme de beyinle ilgili bir şartlanma mı acaba? Her fırsatta gitmeye çaılştığım köyümde insanların çoğunun, her zaman etkilendikleri bir maddi sıkıntı içerisinde olduklarını bildiğim halde, şehirdeki insanlardan daha fazla güldüklerini, şaka yaptıklarını görüyorum. Neden bu böyle? Buradaki yakınlık, dostluk veya akrabalık ilişkileri mutlaka daha bozulmamış ve gerçek. Tüm bun gerçeklik, o insanlara karşı, daha iyi olduğumuzu, bizim için üzülmemelerini çağrıştıracak davranışlar içinde olmamamıza mı neden oluyor acaba. Sanki küçük yerlerde insanların birbirine bir; “iyi görünme – iyi görünmeye çalışma borcu” var gibi geliyor bazen bana. Hal hatır soran iki kişinin değişmez cümlesi neden ‘iyiyim!’dir. iyi olmasak bile sevdiğimiz,en azından kendisinden nefret etmediğimiz, tanıdığımız bir insanın bizim sorunumuzla üzülmesini istemediğimizden olabilir mi?.”

Tüm bu sokaktaki insanın yüzündeki mutluluk, yüzündeki gülüş için yazılanların bir yönüyle eksik kaldığını düşünüyorum tabi ki. Burada farklı kurallarla işleyen bir toplum düzeni var. “Dinin, öncelikle de İslam dininin “sokaktaki insanın gülüşü” ne nasıl baktığı konusunda, sonra da bu bakışın uygulamada nasıl bir yaklaşım ve dönüşüme uğradığını konusunda bir şeyler bilmem gerekmez mi? Tüm bu öznel koşulların bilgisi mutlaka beni en doğru yaklaşıma götürecek.

Gülme ile ilgili bu satırlar pek çok gerçekliğe değiniyor, içinden geçtiğimiz ama, ne yazık ki, farkına varamadığımız kimi olguların önemine dikkat çekiyor.

Felsefenin gülmeye verdiği önemi biliyoruz.

""
...gülme teorilerinden "Üstünlük Teorisi", Aristo'nun "Poetika" adlı eserinden günümüze kadar çeşitli bilim adanılan tarafından işlenmiş ve geliştirilmiştir. Bu teorinin temelinde "bazılarının veya kendimizin daha önceki halimizle, o andaki halimizi kıyasladığımızda kendimizi daha üstün görmemizden doğan bir duygu" olduğu görüşü vardır.Sözgelimi, yolda giderken birinin düştüğünü gördüğümüzdeki gülmemiz, bizim o duruma düşmediğimizin sevincidir. Bu durum feri ve toplum hayatında çok yaygın olan gülme durumlarını açıklayabilir4.

Bir başka teori ise, "Zıtlık" yahut "Uyumsuzluk Teorisi'" adıyla anılmakta olup. Kant, Schopenhauer ve Spencer gibi büyük filozofların da içinde bulunduğu "Endişeli bîr bekleyişin aniden hiçe dönüşmesi" (Kant), "S/r nesne ile o nesnenin değerini değiştiren soyut kavram arasındaki münasebetsiz durum" (Schopenhauer) veyahut ''Birleşik uyumsuzluğa karşı normal reaksiyon" (WiIImaun). olarak özetlenen bu görüşlere göre, birbirlerine zıt veya birbirleriyle ilgisiz iki fikrin birleşmesi "gülmeyi1' doğurmaktadır.

Gülmeyle ilgili üçüncü teori ise, "Rahatlama Teori"sîdir. Descartes, üstünlük ve zıtlık teorileri için ""telılike"nin birden bire ortadan kalkmasıyla duyulan "haz"ın önemi
yerine "kötülüğe karşı kayıtsız olduğumuzda veya ondan zarar gelmeyeceğini anladığımızda meydana gelen sevinç' olarak gülmeyi tarif etmekledir. Gülmeyi, "Bir
mücadeleden galip çıkma, düşmanın etkisizliğinin farkına varına, dil ve davranış üzerindeki sosyal baskıdan kurtulmanın yarattığı rahatlık" olarak tarif eden bilim
adamları da bu teorinin taraftarları olmuşlardır.

Kaynak

Felsefe Ekibi'nin bu konuda tuttuğu notlara da bakılabilir: link. Yine de benim en çok sevdiğim tanım bir mizahçıya ait:

""
Kanadalı mizahçı Stephen Leacock “Gülmek, ilkel bir zafer haykırışıdır.” der.

Kaynak

Bu arada, araştırmak isteyenler için, Türkçe'de "gülme" üzerine basılmış epey ciddi bir külliyat var. Başlıcaları: Kahkaha Benden Yana - Sören Kierkegaard, Gülme - Henri Bergson, Gülmeyi Ciddiye Almak - John Morreall

morreal.jpg bergson.jpg kierkagard.jpg

Re: İran Gezisi (Tahran)

Teşekkürler Barış Bey.
Bence bu şekilde konunun her türlü boyutlara(tabi ki çok dağılmadan-dağıtmadan-özden uzaklaşmadan) doğru genişletilmesi daha doyurucu, daha yararlı. Okumalarımızın esnek yanlarını bu tür etkilenimlere açık tutmalıyız diye düşünüyorum. Gülme konusunda hiçbir kitap okumadım. Okumam gerek. Neyse.
Keşke konulara biraz daha katılım olsa. Sanki herkes tatile çıkma hazırlığı yapıyor gibi geliyor bana.
Saglıcakla.


Re: İran Gezisi (Tahran)

""
Keşke konulara biraz daha katılım olsa. Sanki herkes tatile çıkma hazırlığı yapıyor gibi geliyor bana.

Biz okumayı sevmediğimiz gibi yazmayı hiç sevmeyen bir toplumuz; belki de içimizde duyduğumuza karşılık düşmeyen bir dışımız var. Bilemiyorum. Forumun genel ahvali böyle uzun zamandır. Değişmesi, değiştirebilmemiz dileğiyle... Handshake


Re: İran Gezisi (Tahran)

Bu güzel paylaşım için cihan beye teşekkür ediyorum.

İran benimde ilgimi fazlasıyla çeken bir ülke değerleri ve uygulanan rejimin insanların üzerindeki etkiyi hissedebiliyorum. benimde merak ettiğim madem o kadar çok kitap okuyan bir kültür var neden değişim için birşeyler yapılamıyor? Enteresan bence!! İran gezilmesi ve tanınması gereken bir ülke bizimde kökenimizin oradan geldiği söylenmekte ve bir gün mutlaka bende gezeceğim oraları tabi gezerken sizin paylaştığınız ince notları aklımın bir köşesinde tutacağıma emin olun. iran müziği her nedendir bilmiyorum ama çok ilgimi çekiyor özellikle mohsen Namjo nun söyleyişi bana esaretten kurtulmak isteyen Bir İran gibi geliyor herzaman. Saygılar C.GÜZEL