Yatağının başucunda haberciye diz çöktürmüş ve kulağına fısıldamıştır haberi; hatta pek önem verdiği bir haber olduğundan, haberciye tekrarlatıp kulağına söyletmiştir.
Burada haber seramoni gibi iletiliyor. Kutsal bir görev veriliyor gibi. Yeni doğmuş çocukların ismi kulağına üç kez fısıldanır ve dua okunur. Bu kulağa fısıldamanın mistik bir yanı var demek ki.
nurten aksakal tarafından May 13th, 2009 günü 0:22 sularında gönderildi.
Öyküyü her okuyuşumda farklı noktaları dikkatimi çekiyor.
Örneğin Habercinin göğsüne kazınmış, "bir direnişle karşılaştığında kolaylıkla yolunu açacak olan" güneş resmi. Bir nevi peygamber kılıyor sanki bu resim haberciyi. Onunla imparatoru özdeşleştiriyor. Daha önceki yorumumu sürdürerek burada İncil ikonografisine ait bir sembolizm olduğunu da düşünebilirim. Ancak bu çok önemli değil. Önemli olan, onun direnişle karşılaşacak olduğu bilinci. Daha baştan biliniyor ki, bir direnişle karşılaşacak. Keza yola çıkar çıkmaz da etraflarını saran insan kalabalığını kollarıyla yararak açmak zorunda kalıyor. Yani izlemeye gelmiş olanlar, imparatorun tebası; görevlileri, kulları aslında engel olanlara da dönüşüyor. Nasıl ki, Nurten Aksakal'ın da belirttiği gibi, saray etrafında oluşturulmuş odalar, duvarlar, avlular olarak tanımlanan bürokratik aygıt bir engelse, sarayın etrafını kuşatan bu insanlar da birer engel.
Nurten Öztürk'ün dikkat çektiği "güneş-gölge" karşıtlığının da öyküde önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Işıkla yıkanmış saray ve etraftaki herkesin aksine, okuyucu (kendisine hitap edilen kimse) gölge olarak tanımlanmış.
""
...imparator sana sen tek kişiye, sen zavallı kuluna, imparator güneşinin önünden çok, çok uzaklara kaçan sen minicik gölgeye...
Dolayısıyla yeniden imparatorun haberinin ne olduğuna dönecek olursam; bu haberin -üstünde bu kadar önemle durulmasından yola çıkarak- bir kurtuluş olarak tanımlanırken bile bir kapatma işlevi gördüğünü düşünüyorum. Etrafta imparatorun ışığıyla aydınlanmış kalabalık, sadece bir kalabalık. Dolayısıyla ruhsuz, kişiliksiz ve kelimenin tam anlamıyla bir engel. O yüzden imparator, belki de ele geçirebileceği son kale olarak, bana (kendinden kaçan o biricik gölgeye) ulaşmaya çalışıyor. Amacı beni de ele geçirmek. Gönderdiği haberin neliğinin bu yüzden atlanmaması gerektiğini düşünüyorum.
Her halükârda imprator ve haberi ulaştırmaya çalıştığı kişi arasında tanrı-kul ilişkisi şeklinde tezahür eden bir ilahi iletişim var. Keza bu "zavallı gölge"yi de, öykünün sonunda, kendisinden kaçtığı imparatordan gelecek haberi bekler vaziyette buluyoruz (İnkâra ve vecde dayalı travmatik tanrı-kul ilişkisi).
Üzerinde durmak istediğim bir diğer simge de "başkent".
""
Haydi sonunda en dış kapıdan kendini dışarı atabildi diyelim.—ama dünyada dünyada olmaz böyle bir şey— bir de bakacak ki, daha yeni duruyor karşısında başkent, dünyanın merkezi başkent, tortusu dağ gibi başkent; kimse bir yol bulup geçemez içinden, hele bir ölünün haberiyle asla!
Başkent, öyküde dünyanın merkezi olarak tanımlanmış. Aynı zamanda "tortusu dağ gibi" olan bir yer burası. İmparatorluğu bir uygarlık mitosu olarak görecek olursak, buradaki "dünyanın merkezi" ve "tortu" ifadeleri daha anlam kazanıyor. Binyıllar süren bir yolculuğun sonunda insanlığın yarattığı, sürekli kendi üzerine kapılar kapatmış, engeller döşemiş, kilitler vurmuş bir tortular yığını. Bu paragrafın sonunda imparatorun öldüğü bilgisini almamıza dikatinizi çekerim. Ancak uygarlıkla ilgili bu boğucu tanım verildikten sonra imparatorun öldüğünü öğreniyoruz. Dolayısıyla bu tanımla uygarlık, insanın kendisi için yaptığı devasa bir mezarlığa dönüşüyor.
Ölünün haberi de böylece geçerliliğini yitiriyor. Çünkü ölen bir impratorun yerini mutlaka bir diğeri alacaktır ve haber alıcısına ulaşsa bile -ki böyle bir şey asla mümkün değildir- artık impratorun gönderdiği haber olmayacaktır. Ölü/ eski/ artık imparator olmayan bir imparatorun gönderdiği haberdir o.
Barış Acar tarafından May 13th, 2009 günü 10:36 sularında gönderildi.
Haydi sonunda en dış kapıdan kendini dışarı atabildi diyelim.—ama dünyada dünyada olmaz böyle bir şey— bir de bakacak ki, daha yeni duruyor karşısında başkent, dünyanın merkezi başkent, tortusu dağ gibi başkent; kimse bir yol bulup geçemez içinden, hele bir ölünün haberiyle asla!
Buradaki "hele bir ölünün haberiyle asla!" vurgusu benim de dikkatimi çekti. Ben Barış'ın bu konudaki yorumuna katılmakla birlikte ölü bir imparatorun haberinin yerine ulaşabilmesinin neden daha zor olabileceğine başka bir anlam daha yükleyebiliyorum. Haberci, imparatorun yanından ayrıldığında karşısına çıkan engelleri göğsünde kazınmış olan imparatorluk güneşini göstererek kalabalıkları yara yara ilerleyebiliyordu. Ancak imparotor öldüğünde artık gücünü yitirecek olan bu sembol aynı zamanda saray dışında tehlikeli de olabilir. Çünkü saray dışında imparatora tepkili olan kalabalıkların(böyle bir tepkinin olma ihtimali hep vardır) etkisi daha güçlü olabilir. Başkent vurgusu bu şehirde bulunanların devlet işleriyle ilgili olabileceklerini ve buradaki burokrasinin saraydaki geleneksel uygulamalardan daha da yıpratıcı ve daha saçma olabileceğini de gösteriyor. Özellikle imparotorluğun güneşinden kaçan bir gölge imparator tarafından baba-oğul/tanrı-kul ikiliği sebebiyle affedilse bile brokratlar bu ilişki içinde ancak cezalandırıcı görevini üstlenebililer. (Sanırım konuyu biraz dağıttım. ) Bundan dolayı habercinin işi iyiden iyiye zorlaşmış olur.
nurten aksakal tarafından May 13th, 2009 günü 11:39 sularında gönderildi.
Cevabını bulmaya çalıştığım sorulardan kendimce en önemlisi, Ölmek üzere olan bir imprator güneşinden kaçan gölgeciğe neden ve hangi haberi ulaştırmak istiyor? Bu bir haber mi yoksa daha önce de dile getirdiğim gibi bir veda, bir af dileme, bir medet umma mı?
nurten aksakal tarafından May 13th, 2009 günü 11:42 sularında gönderildi.
Öyküyü tekrar okuyamadım, yeni yorumlara da şöyle bir gözatabildim. Sanırım bize doğrudan seslenen (ya da zavallı gölge'ye)anlatıcıyı pek önemsemedik galiba.Öykünün kişilerinden biri de o.
Nurten Öztürk tarafından May 13th, 2009 günü 14:29 sularında gönderildi.
Öyküyü tekrar okuyamadım, yeni yorumlara da şöyle bir gözatabildim. Sanırım bize doğrudan seslenen (ya da zavallı gölge'ye)anlatıcıyı pek önemsemedik galiba.Öykünün kişilerinden biri de o.
Çok doğru.
Barış Acar tarafından May 13th, 2009 günü 14:49 sularında gönderildi.
Öykünün "Denir ki;" diye başlaması anlatıcının rivayet olunan bu olayı sadece aktardığı, olayın ifade edeceği şeylerin anlatıcının yorumlamasına kapalı olduğu anlamına gelebilir. Ancak anlatıcı ile yazarı ayrı tuturak bu yorumu yapıyorum.
nurten aksakal tarafından May 13th, 2009 günü 18:46 sularında gönderildi.
Öykünün "Denir ki;" diye başlaması anlatıcının rivayet olunan bu olayı sadece aktardığı, olayın ifade edeceği şeylerin anlatıcının yorumlamasına kapalı olduğu anlamına gelebilir. Ancak anlatıcı ile yazarı ayrı tuturak bu yorumu yapıyorum.
"Denir ki"yi, nedense, tümüyle atlamışım öyküde.
O zaman sormak gerekiyor öyle değil mi; kim der, kime der, niye der? Bu bir anlatı/ mesel/ kıssadan hisseyse şayet amacı nedir? Anlatıcı, okuyucuya neden böyle bir hikâye anlatmaktadır?
Barış Acar tarafından May 13th, 2009 günü 20:26 sularında gönderildi.
Öykünün "Denir ki;" diye başlaması anlatıcının rivayet olunan bu olayı sadece aktardığı..
Barış Acar dedi ki:
O zaman sormak gerekiyor öyle değil mi; kim der, kime der, niye der? Bu bir anlatı/ mesel/ kıssadan hisseyse şayet amacı nedir? Anlatıcı, okuyucuya neden böyle bir hikâye anlatmaktadır?
.
Böylece anlatıcı önem kazanıyor öykü kişisi olarak.
Nurten Öztürk tarafından May 13th, 2009 günü 22:10 sularında gönderildi.
O zaman sormak gerekiyor öyle değil mi; kim der, kime der, niye der? Bu bir anlatı/ mesel/ kıssadan hisseyse şayet amacı nedir? Anlatıcı, okuyucuya neden böyle bir hikâye anlatmaktadır?
Birkaç şey sıralayabilirim;
Güneşten kaçan gölgeler eski diyarından bir haberi beyhude bekler diyerek beklentilerine son vermesini salık vermek için,
Bir diyardan bir diyara haber uçurup uzakları yakın eylemek isteyen habercilerin bu meşakkatli yolculuğa boşu boşuna çıkmamaları için,
Olaki sizin gözünüzden gönlünüzden kaçıp uzaklaşan gölgelerinize "bir haber uçurayım, benden haber bekler, en azından son nefesime yetişsin" diye umanların gözleri yollarda kalmasın diye...
Uzun lafın kısası, kurulu bir düzen içinde herhangi bir arıza oluşturmuş taraflardan biriyseniz, yazgınıza düşen acı dolu bir bekleyiş olacaktır.
nurten aksakal tarafından May 13th, 2009 günü 22:10 sularında gönderildi.
Gölgenin güneşten kaçmasından daha doğal ne olabilir ki? Güneşin olduğu yerde gölge olmaz, olamaz. Güneşin ulaşamadığı yerde gölge olur. İkisinin aynı anda aynı düzlemde buluşması imkânsız.
Nurten Öztürk tarafından May 13th, 2009 günü 22:20 sularında gönderildi.
Gölgenin güneşten kaçmasından daha doğal ne olabilir ki? Güneşin olduğu yerde gölge olmaz, olamaz. Güneşin ulaşamadığı yerde gölge olur. İkisinin aynı anda aynı düzlemde buluşması imkânsız.
Aksi de düşünülebilir: Gölgenin varlığı güneştendir. Güneş olmayan yerde gölge de olmaz.
Barış Acar tarafından May 13th, 2009 günü 22:23 sularında gönderildi.
Belki mecazı şöyle düşünebiliriz: Gölge güneş sayesinde varolur. Ancak bu bir açıyı, uzaklığı gereksinir. Güneşin çok yakınında, yani bir şeyin hemen tepesinde olduğu anda gölge de var olamaz. Gölge varlığını güneşten kaçmaya borçludur.
Ancak bu başka bir soruyu tetikledi bende: "Gölge" kimin ya da neyin gölgesidir o zaman?
Barış Acar tarafından May 13th, 2009 günü 22:38 sularında gönderildi.
Bu arada, eğer güneş yanlızca imparatoru simgeliyorsa imparotor öldüğünde gölgesi de yok olmalı. Eğer imparator öldüğü halde gölge bu ölüden haber beklemeye devam edecekse güneş imparatoru değil imparatorluğu simgelemelidir. Bu durmda da gölgenin kaçtığı şey kurumun temsil ettiği her şeydir. Belki de imparator da bu güneşten kaçmak istemiştir.
nurten aksakal tarafından May 13th, 2009 günü 22:46 sularında gönderildi.
Buradaki paradoksa dikkat çekmek istemiştim. Bu öyküde nasıl bir yere oturuyor bilmiyorum; ama bir anlamı olmalı gibi. Gölge ve güneş birbiriyle birebir ilşkili; ama aynı anda aynı düzlemde olmaları olanaksız.
Nurten Öztürk tarafından May 13th, 2009 günü 23:29 sularında gönderildi.
İmparator ölüm döşeğinde bile gölgeye ulaşması belkide imkansız gibi görünen bir haberi ulaştırmak istediğine göre bu ikili ayrı da olamıyor. Acaba gölge imparatorluğu terk ettiğinde imparatorun varlığını da etkisiz mi kılmış oldu. Aslında bunun tersi mümkün güneşin gölgeye ihtiyacı olmaz ama gölge ancak bir açıdan güneş gelirse olur. Neden biri güneş biri gölge..
nurten aksakal tarafından May 13th, 2009 günü 23:37 sularında gönderildi.
anlamsızlığı, umutsuzluğu ve çözümsüzlüğü tüm gücüyle vermiş öyküde. bürokrasiyi anlatıyor olması çok yüksek olasılık tabiki ama, bana burada umutsuzluğa yüklendiği izlenimini verdi. Ulaşmak mümkün değil belirlenen hedefe tamamen umutsuz.
Diğer taraftan mesaj, bence onu öykü içinde merak unsurunu yaratmak ve sonuçsuz bırakmak için teknik bir araç olarak kullanmış.
godot tarafından May 19th, 2009 günü 23:27 sularında gönderildi.
Diğer taraftan mesaj, bence onu öykü içinde merak unsurunu yaratmak ve sonuçsuz bırakmak için teknik bir araç olarak kullanmış.
Kafka'nın bu tip teknik araçları ustaca kullandığını, hatta çok yoğun duygusal yaklaşımının altında daha çok da teknik bir becerinin çalışmakta olduğunu ben de düşünüyorum.
Ancak Deleuze'ün bir lafı var: "Teknik olan önce sosyaldir" diyor. Buradan hareketle gayet teknik bir yaklaşımın aslında yaşamsal kaynakları da olabileceğini düşünüyorum ben.
Barış Acar tarafından May 19th, 2009 günü 23:34 sularında gönderildi.
anlamsızlığı, umutsuzluğu ve çözümsüzlüğü tüm gücüyle vermiş öyküde. bürokrasiyi anlatıyor olması çok yüksek olasılık tabiki ama, bana burada umutsuzluğa yüklendiği izlenimini verdi. Ulaşmak mümkün değil belirlenen hedefe tamamen umutsuz.
Evet, öykünün türettiği çağrışımlar bu şekilde özetlenebilir. Özellikle Barış'ın kurduğu kul-Tanrı ilgisi bakımından öykü düşünüldüğünde güzel bir dinî metne dönüşüyor. Tabii ki umudu değil umutsuzluğu muştulayan bir ileti olarak.
abdullah şahin tarafından May 20th, 2009 günü 19:13 sularında gönderildi.
Diğer taraftan mesaj, bence onu öykü içinde merak unsurunu yaratmak ve sonuçsuz bırakmak için teknik bir araç olarak kullanmış.
Evet, haber değil ama mesaj olarak düşündüğümde -ki öyle denilmiş zaten- bu fikre katılıyorum.
Öte yandan bekleyen asla duymayacağını, gönderen de gitmeyeceğini biliyor. Bu, ta en başından beyhudelik fikrini veriyor okuyucuya. Beyhude bir merak doğuruyor aynı zamanda bizde. Ve de pek başarılı oluyor.
Nurten Öztürk tarafından May 20th, 2009 günü 23:43 sularında gönderildi.
Öykünün ismi, İmparatorun Haberi. Ama anlatıcının anlattıklarından anlıyoruz ki, anlatıcı için haberin ne olduğunun bir önemi yok. Anlatıcının önemsediği bir haberin bir yere ulaşmasının olanaksızlığı.
""
Haydi sonunda en dış kapıdan kendini dışarı atabildi diyelim.—ama dünyada dünyada olmaz böyle bir şey—bir de bakacak ki, daha yeni duruyor karşısında başkent, dünyanın merkezi başkent, tortusu dağ gibi başkent; kimse bir yol bulup geçemez içinden, hele bir ölünün haberiyle asla!
Yine anlatıcının sözlerinden anlıyoruz ki, bir haberi düşlemek, ya da olanaksız olanı düşlemek de anlatıcının ‘sen’ diye seslendiği kişi için önemli:
""
Sana gelince: Pencerenin önünde oturur, akşam olunca imparatorun haberini düşlersin.
elif cinar tarafından May 23rd, 2009 günü 1:37 sularında gönderildi.
Aşağıdaki alıntının öykü için önemli olduğunu düşünüyorum:
""
".....Sonuç: Tanrısal, tümüyle insanın ve insanî ölçülerin dışında bulunmaktadır (inkommensurabel).....
Nasıl ki Tanrı insan tarafından anlaşılmaz ya da ancak yarı buçuk anlaşılabilirse (Eyüp), hayvan da insan tarafından öylece anlaşılmaz ya da yarı buçuk anlaşılabilir.....
.....Tanrısal vardır, ama bizim insanî kavrayış gücümüzün dışında bulunur (inkommensurabel). Tanrısal, insanın bilincinde (istisnalar sayılmazsa) pek sık olarak kırılmaya uğrar, duruluğunu yitirir. İmparator'un haberi sana kadar ulaşamaz, ama sen sevgiyle aralıksız beklersen ('Sana gelince pencerende oturur, akşam oldu mu imparatorun haberini düşlersin.') doğru yapmış olursun.....
Kaynak: Max Brod - Kafka'da İnanç Ve Umutsuzluk - (çev: Kâmuran Şipal) - Cem Yayınevi - 2000:7
abdullah şahin tarafından Haz 20th, 2009 günü 13:54 sularında gönderildi.
.....Kafka sanırım şiirlerindeki toplumsallık ve savaş düşmanlığı dolayısıyla Thu - Fhu'yu bütün öbür Çin şairlerinden üstün tutardı. Thu - Fhu'nun aşağıdaki iki dizesinde Kafka'nın İmparator Haberi başlıklı fragmanının çekirdeğini görmekle sanırım yanılmış olmuyorum:
"Kuzey sınırındaki dağlar yine davullar ve
zillerle yankılanıyor
Batıdaki bütün yollar atlılar ve savaş arabalarıyla
dolu, İmparatorun habercilerine bile yol kapalı."
Kaynak: Max Brod - Kafka'da İnanç Ve Umutsuzluk - (çev: Kâmuran Şipal) - Cem Yayınevi - 2000:79-80
abdullah şahin tarafından Haz 20th, 2009 günü 22:42 sularında gönderildi.
Abdullah kaynaklar için çok teşekkürler. Öyküyü yeniden ve taze bir gözle okumaya imkân tanıyorlar. Ellerin dert görmesin.
Kafka'nın yaşamına dair okumalara girişince öykünün dinsel bir metin olduğu görüşü - ki Barış öyküyü bu şekilde yorumlamıştı.- netlik kazanıyor.
"İmparator"un Tanrı, habercinin peygamber, haberi bekleyenin ise kul olduğu bu ilişki, yukarıdaki alıntılardan çıkarılabileceği gibi Kafka "Tanrı"yı anlamanın, onunla iletişim kurmanın güçlüğünden hatta olanaksızlığından söz ediyor.
""
Nasıl ki Tanrı insan tarafından anlaşılmaz ya da ancak yarı buçuk anlaşılabilirse (Eyüp), hayvan da insan tarafından öylece anlaşılmaz ya da yarı buçuk anlaşılabilir.....
Yazar, insanların hayvanlarla ilişkilerinde de aynı sonuçsuzluğu görür: Kişinin bilmediği bir âleme ait varlığı algılaması, onunla ilişki kurması mümkün değil.
Öykünün iletisini belirlemek kolay olsa da o ilişki biçiminin tasarlanış şekli, Kafka'nın Tanrı-kul ilişkisine yaklaşımı ve bu ilişkiye dair düşündükleri üzerinde durmaya değer.
abdullah şahin tarafından Haz 21st, 2009 günü 15:56 sularında gönderildi.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Burada haber seramoni gibi iletiliyor. Kutsal bir görev veriliyor gibi. Yeni doğmuş çocukların ismi kulağına üç kez fısıldanır ve dua okunur. Bu kulağa fısıldamanın mistik bir yanı var demek ki.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Öyküyü her okuyuşumda farklı noktaları dikkatimi çekiyor.
Örneğin Habercinin göğsüne kazınmış, "bir direnişle karşılaştığında kolaylıkla yolunu açacak olan" güneş resmi. Bir nevi peygamber kılıyor sanki bu resim haberciyi. Onunla imparatoru özdeşleştiriyor. Daha önceki yorumumu sürdürerek burada İncil ikonografisine ait bir sembolizm olduğunu da düşünebilirim. Ancak bu çok önemli değil. Önemli olan, onun direnişle karşılaşacak olduğu bilinci. Daha baştan biliniyor ki, bir direnişle karşılaşacak. Keza yola çıkar çıkmaz da etraflarını saran insan kalabalığını kollarıyla yararak açmak zorunda kalıyor. Yani izlemeye gelmiş olanlar, imparatorun tebası; görevlileri, kulları aslında engel olanlara da dönüşüyor. Nasıl ki, Nurten Aksakal'ın da belirttiği gibi, saray etrafında oluşturulmuş odalar, duvarlar, avlular olarak tanımlanan bürokratik aygıt bir engelse, sarayın etrafını kuşatan bu insanlar da birer engel.
Nurten Öztürk'ün dikkat çektiği "güneş-gölge" karşıtlığının da öyküde önemli bir işlevi olduğunu düşünüyorum. Işıkla yıkanmış saray ve etraftaki herkesin aksine, okuyucu (kendisine hitap edilen kimse) gölge olarak tanımlanmış.
Dolayısıyla yeniden imparatorun haberinin ne olduğuna dönecek olursam; bu haberin -üstünde bu kadar önemle durulmasından yola çıkarak- bir kurtuluş olarak tanımlanırken bile bir kapatma işlevi gördüğünü düşünüyorum. Etrafta imparatorun ışığıyla aydınlanmış kalabalık, sadece bir kalabalık. Dolayısıyla ruhsuz, kişiliksiz ve kelimenin tam anlamıyla bir engel. O yüzden imparator, belki de ele geçirebileceği son kale olarak, bana (kendinden kaçan o biricik gölgeye) ulaşmaya çalışıyor. Amacı beni de ele geçirmek. Gönderdiği haberin neliğinin bu yüzden atlanmaması gerektiğini düşünüyorum.
Her halükârda imprator ve haberi ulaştırmaya çalıştığı kişi arasında tanrı-kul ilişkisi şeklinde tezahür eden bir ilahi iletişim var. Keza bu "zavallı gölge"yi de, öykünün sonunda, kendisinden kaçtığı imparatordan gelecek haberi bekler vaziyette buluyoruz (İnkâra ve vecde dayalı travmatik tanrı-kul ilişkisi).
Üzerinde durmak istediğim bir diğer simge de "başkent".
Başkent, öyküde dünyanın merkezi olarak tanımlanmış. Aynı zamanda "tortusu dağ gibi" olan bir yer burası. İmparatorluğu bir uygarlık mitosu olarak görecek olursak, buradaki "dünyanın merkezi" ve "tortu" ifadeleri daha anlam kazanıyor. Binyıllar süren bir yolculuğun sonunda insanlığın yarattığı, sürekli kendi üzerine kapılar kapatmış, engeller döşemiş, kilitler vurmuş bir tortular yığını. Bu paragrafın sonunda imparatorun öldüğü bilgisini almamıza dikatinizi çekerim. Ancak uygarlıkla ilgili bu boğucu tanım verildikten sonra imparatorun öldüğünü öğreniyoruz. Dolayısıyla bu tanımla uygarlık, insanın kendisi için yaptığı devasa bir mezarlığa dönüşüyor.
Ölünün haberi de böylece geçerliliğini yitiriyor. Çünkü ölen bir impratorun yerini mutlaka bir diğeri alacaktır ve haber alıcısına ulaşsa bile -ki böyle bir şey asla mümkün değildir- artık impratorun gönderdiği haber olmayacaktır. Ölü/ eski/ artık imparator olmayan bir imparatorun gönderdiği haberdir o.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Buradaki "hele bir ölünün haberiyle asla!" vurgusu benim de dikkatimi çekti. Ben Barış'ın bu konudaki yorumuna katılmakla birlikte ölü bir imparatorun haberinin yerine ulaşabilmesinin neden daha zor olabileceğine başka bir anlam daha yükleyebiliyorum. Haberci, imparatorun yanından ayrıldığında karşısına çıkan engelleri göğsünde kazınmış olan imparatorluk güneşini göstererek kalabalıkları yara yara ilerleyebiliyordu. Ancak imparotor öldüğünde artık gücünü yitirecek olan bu sembol aynı zamanda saray dışında tehlikeli de olabilir. Çünkü saray dışında imparatora tepkili olan kalabalıkların(böyle bir tepkinin olma ihtimali hep vardır) etkisi daha güçlü olabilir. Başkent vurgusu bu şehirde bulunanların devlet işleriyle ilgili olabileceklerini ve buradaki burokrasinin saraydaki geleneksel uygulamalardan daha da yıpratıcı ve daha saçma olabileceğini de gösteriyor. Özellikle imparotorluğun güneşinden kaçan bir gölge imparator tarafından baba-oğul/tanrı-kul ikiliği sebebiyle affedilse bile brokratlar bu ilişki içinde ancak cezalandırıcı görevini üstlenebililer. (Sanırım konuyu biraz dağıttım. ) Bundan dolayı habercinin işi iyiden iyiye zorlaşmış olur.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Cevabını bulmaya çalıştığım sorulardan kendimce en önemlisi, Ölmek üzere olan bir imprator güneşinden kaçan gölgeciğe neden ve hangi haberi ulaştırmak istiyor? Bu bir haber mi yoksa daha önce de dile getirdiğim gibi bir veda, bir af dileme, bir medet umma mı?
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Öyküyü tekrar okuyamadım, yeni yorumlara da şöyle bir gözatabildim. Sanırım bize doğrudan seslenen (ya da zavallı gölge'ye)anlatıcıyı pek önemsemedik galiba.Öykünün kişilerinden biri de o.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Çok doğru.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Öykünün "Denir ki;" diye başlaması anlatıcının rivayet olunan bu olayı sadece aktardığı, olayın ifade edeceği şeylerin anlatıcının yorumlamasına kapalı olduğu anlamına gelebilir. Ancak anlatıcı ile yazarı ayrı tuturak bu yorumu yapıyorum.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
"Denir ki"yi, nedense, tümüyle atlamışım öyküde.
O zaman sormak gerekiyor öyle değil mi; kim der, kime der, niye der? Bu bir anlatı/ mesel/ kıssadan hisseyse şayet amacı nedir? Anlatıcı, okuyucuya neden böyle bir hikâye anlatmaktadır?
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Böylece anlatıcı önem kazanıyor öykü kişisi olarak.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Birkaç şey sıralayabilirim;
Uzun lafın kısası, kurulu bir düzen içinde herhangi bir arıza oluşturmuş taraflardan biriyseniz, yazgınıza düşen acı dolu bir bekleyiş olacaktır.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Gölgenin güneşten kaçmasından daha doğal ne olabilir ki? Güneşin olduğu yerde gölge olmaz, olamaz. Güneşin ulaşamadığı yerde gölge olur. İkisinin aynı anda aynı düzlemde buluşması imkânsız.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Aksi de düşünülebilir: Gölgenin varlığı güneştendir. Güneş olmayan yerde gölge de olmaz.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Güneş -gölge tezatlıktan daha çok birbirini anlamlı kılan unsurlar değil mi? Gölge ancak güneş varsa var, mutlak karanlıkta zaten gölge olamaz.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Belki mecazı şöyle düşünebiliriz: Gölge güneş sayesinde varolur. Ancak bu bir açıyı, uzaklığı gereksinir. Güneşin çok yakınında, yani bir şeyin hemen tepesinde olduğu anda gölge de var olamaz. Gölge varlığını güneşten kaçmaya borçludur.
Ancak bu başka bir soruyu tetikledi bende: "Gölge" kimin ya da neyin gölgesidir o zaman?
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Bu arada, eğer güneş yanlızca imparatoru simgeliyorsa imparotor öldüğünde gölgesi de yok olmalı. Eğer imparator öldüğü halde gölge bu ölüden haber beklemeye devam edecekse güneş imparatoru değil imparatorluğu simgelemelidir. Bu durmda da gölgenin kaçtığı şey kurumun temsil ettiği her şeydir. Belki de imparator da bu güneşten kaçmak istemiştir.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Buradaki paradoksa dikkat çekmek istemiştim. Bu öyküde nasıl bir yere oturuyor bilmiyorum; ama bir anlamı olmalı gibi. Gölge ve güneş birbiriyle birebir ilşkili; ama aynı anda aynı düzlemde olmaları olanaksız.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
İmparator ölüm döşeğinde bile gölgeye ulaşması belkide imkansız gibi görünen bir haberi ulaştırmak istediğine göre bu ikili ayrı da olamıyor. Acaba gölge imparatorluğu terk ettiğinde imparatorun varlığını da etkisiz mi kılmış oldu. Aslında bunun tersi mümkün güneşin gölgeye ihtiyacı olmaz ama gölge ancak bir açıdan güneş gelirse olur. Neden biri güneş biri gölge..
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Kafka taşı derin kuyuya atmış.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Doğru söze ne denir.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Ortadan dalacağım ama yapacak birşey yok.
anlamsızlığı, umutsuzluğu ve çözümsüzlüğü tüm gücüyle vermiş öyküde. bürokrasiyi anlatıyor olması çok yüksek olasılık tabiki ama, bana burada umutsuzluğa yüklendiği izlenimini verdi. Ulaşmak mümkün değil belirlenen hedefe tamamen umutsuz.
Diğer taraftan mesaj, bence onu öykü içinde merak unsurunu yaratmak ve sonuçsuz bırakmak için teknik bir araç olarak kullanmış.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Kafka'nın bu tip teknik araçları ustaca kullandığını, hatta çok yoğun duygusal yaklaşımının altında daha çok da teknik bir becerinin çalışmakta olduğunu ben de düşünüyorum.
Ancak Deleuze'ün bir lafı var: "Teknik olan önce sosyaldir" diyor. Buradan hareketle gayet teknik bir yaklaşımın aslında yaşamsal kaynakları da olabileceğini düşünüyorum ben.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Ama öyküyü bunun üzerinden, yani haber üzerinden kurmuş.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Evet, öykünün türettiği çağrışımlar bu şekilde özetlenebilir. Özellikle Barış'ın kurduğu kul-Tanrı ilgisi bakımından öykü düşünüldüğünde güzel bir dinî metne dönüşüyor. Tabii ki umudu değil umutsuzluğu muştulayan bir ileti olarak.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
godot:
Evet, haber değil ama mesaj olarak düşündüğümde -ki öyle denilmiş zaten- bu fikre katılıyorum.
Öte yandan bekleyen asla duymayacağını, gönderen de gitmeyeceğini biliyor. Bu, ta en başından beyhudelik fikrini veriyor okuyucuya. Beyhude bir merak doğuruyor aynı zamanda bizde. Ve de pek başarılı oluyor.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Öykünün ismi, İmparatorun Haberi. Ama anlatıcının anlattıklarından anlıyoruz ki, anlatıcı için haberin ne olduğunun bir önemi yok. Anlatıcının önemsediği bir haberin bir yere ulaşmasının olanaksızlığı.
Yine anlatıcının sözlerinden anlıyoruz ki, bir haberi düşlemek, ya da olanaksız olanı düşlemek de anlatıcının ‘sen’ diye seslendiği kişi için önemli:
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Aşağıdaki alıntının öykü için önemli olduğunu düşünüyorum:
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
incommensurabel
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Öyküye dair bir alıntı daha:
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Abdullah kaynaklar için çok teşekkürler. Öyküyü yeniden ve taze bir gözle okumaya imkân tanıyorlar. Ellerin dert görmesin.
Re: Kafka - İmparatorun Haberi
Kafka'nın yaşamına dair okumalara girişince öykünün dinsel bir metin olduğu görüşü - ki Barış öyküyü bu şekilde yorumlamıştı.- netlik kazanıyor.
"İmparator"un Tanrı, habercinin peygamber, haberi bekleyenin ise kul olduğu bu ilişki, yukarıdaki alıntılardan çıkarılabileceği gibi Kafka "Tanrı"yı anlamanın, onunla iletişim kurmanın güçlüğünden hatta olanaksızlığından söz ediyor.
Yazar, insanların hayvanlarla ilişkilerinde de aynı sonuçsuzluğu görür: Kişinin bilmediği bir âleme ait varlığı algılaması, onunla ilişki kurması mümkün değil.
Öykünün iletisini belirlemek kolay olsa da o ilişki biçiminin tasarlanış şekli, Kafka'nın Tanrı-kul ilişkisine yaklaşımı ve bu ilişkiye dair düşündükleri üzerinde durmaya değer.