UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



İmge Öyküler - Sayı 1

02 Mar 2010
eren

İmge Öyküler, Yıl:1, Sayı:1, Şubat-Mart 2005

İçindekiler

İmge Öyküler; Öykü Dostlarıyla Birlikte, Öykü Edebiyatımızın Gereksinimlerine Katkıda Bulunmak İçin... - Özcan Karabulut
Aynanın Arkası - Erhan Bener
Gölgeler - Necati Tosuner
Etiyopya Kralının Gözleri - Mustafa Balel
Yanlışlık - Mehmet Zaman Saçlıoğlu
Bir Türkle Evlenmek İstiyorum - Sevgi Özel
Fazlalıklar - Haydar Ergülen
Katar - Hasan Özkılıç
Sararır - Onur Caymaz
Günden Güne Her Gün - Refik Durbaş
Semih Gümüş ile Öykü Dergiciliğinden Edebiyat Eleştirisine Geçmişten Günümüze Öykü
Hulki Aktunç'un Öykü Dünyası - Füsun Akatlı
Suspiria, Bir Fısıltı - Semih Gümüş
Öykünün Dörtte Üçü Su! - M. Sadık Aslankara
Öykü Ne, Hikâye Ne? - Feyza Hepçilingirler
Anıları Yazmak - Erdal Öz
Öyküye Adanan - Cemil Kavukçu
Aziz Nesin - Çetin Öner
İnci Aral - Işık Kansu
Mizah ve Mizahçı Edebiyatın Neresinde? - Cihan Demirci
Adalet Ağaoğlu ile Sohbetimiz - Müge İplikçi
Rus Edebiyatının Gelişim Süreci İçerisinde Öykü Türü ve Öykü Ustaları - Birsen Karaca
Mavi Kız Böceği - Mihail Mihayloviç Prişvin
Bütün Bir Taşra Halkının Gerçek Olduğunu Kabul Ettiği Tuhaf Bir Hikâye - Marquis de Sade
Öykü Soruşturma: 1980'den Günümüze Türkçe Yazılmış Beğenilen 10 Öykü
İmgelerin Boşluktaki Dansı - Sezer Ateş Ayvaz
Öykü İçin Ne Diyorlar? - Kemal Bilbaşar - Hasan Ali Toptaş
Bahçesiz Bahçelievler, Kumrusuz Kumrular Sokağı, Öyküsüz Bir Ankara mı? - Attilâ Şenkon
Öykü Forum: Diyarbakır - Jaklin Çelik
Düşler Öyküler Dergisinin Serüveni - Adnan Özer
Özel Bir Günün Öyküsü - Aysu Erden
Öykü Bülteni - Deniz Spatar

ISBN: 1305416-3

Re: İmge Öyküler - Sayı 1

İmge Öyküler'in ilk sayısında Özcan Karabulut'un kaleme aldığı çıkış yazısı "İmge Öyküler: Öykü Dostlarıyla Birlikte, Öykü Edebiyatımızın Gereksinmelerine Katkıda Bulunmak İçin..." başlıklı yazıda derginin Düşler Öyküler dergisinde başlatılan çabanın devamı olduğu ama aynı "düşlerle" ve aynı "öykülerle" devam etmenin doğru olmayacağı dile getirilmiş.

Ek 1: Derginin bu sayısından benim belirlediğim BNA Aday Adayları:

Ek 2: Okuduğum, fakat üzerine bir şey söyleyemediğim öyküler/ yazılar


Erhan Bener - Aynanın Arkası

"Aynanın Arkası" (Erhan Bener, s:7-12)

Öykünün başında insanın aynayla ilişkisini betimleyen bölüm ilgi çekici. Kişinin hergün yaşadığı hesaplaşmanın, özeleştirinin akıcı bir tasviri. Bu tasvir, bir sabah anlatıcının aynada yansımasının yerine kendi varlığının geçmiş olmasıyla kesilir: "Sen deli falan değilsin. Hayal de görmüyorsun. Ben, senden başkası değilim. Yani senin de fark ettiğin gibi, her sabah aynandan yansıyan görüntün değilim. Ben, senim. Senin kendinim."

Aynadaki, anlatıcının öteki yarısıdır. Anlatıcı yaşlanırken, o gençleşmektedir (tıpkı Can Yücel'in "Hayatı Tersten Yaşamak" şiirinde olduğu gibi). Ağzından anlatıcının otuz beş sene daha yaşayacağı bilgisini kaçırır. Ve bir süre sonra tıraşını bitirip aynanın arkasından çekilir. Bu yüzleşme, kişinin aynadaki yansımasıyla değil de gerçekten kendisiyle yüzleşmesi, anlatıcıyı afallatır.

Tam bu noktada, öykünün yeni başlamakta olduğunu düşünüp bundan sonra olacakları düşünürken, öykü, O. Henry'de sıkça gördüğümüz biçimde, fantastik bir sonla noktalandı. Biraz da bu nedenle öykünün aslında yarım bırakıldığı kanısındayım. Oysa öykü çok ilginç yerlere gidebilirdi.


Necati Tosuner - Gölgeler

"Gölgeler" (Necati Tosuner, s: 13-15)

Tam da bir hikâyenin orta yerinde birinci bölüm bitip ikinci bölüm başlıyor. Bu da iki bölüm arasındaki ayrımın nasıl bir temelde yapılmış olduğunu sorgulatıyor. Aralarında zaman açısından bu derece bir süreklilik ilişkisi olduğuna göre ayrım zamansal olamaz. Bir durumla, imgeyle ilgili bir ayrım var sanki. Bu, özellikle ikinci bölümde çok belirgin. Küçük çocuğun yakalamaya çalıştığı kuşa hitabıyla ("Kaçma kuş, kaçma!.." "Uçma kuş, uçma!...") anlatıcının çocuğa hitabı ("Gülme çocuk, gülme!") arasında açık bir benzerlik kuruyor yazar. Çocuğun kuşu yakalama çabasındaki masumluk adamın çocuğun gülmesini engelleme çabasıyla çelişiyor gibi. Bir hüzün yükseliyor.

Sanırım öykünün en çok sevdiğim cümlesi şu oldu: "Yüzlerimizden kuşların gölgesi geçiyordu." Zamanı gelince giden, soğukları beklemeyen leylekler gibi gitmiş bir sevgilinin ardından hissedilenleri mi okuyoruz? Belki...

Necati Tosuner'in çok öyküsünü okudum. Ama yine de Tosuner'in öykücülüğü üzerine söz alacak durumda görmüyorum kendimi. Yazara haksızlık etmekten korkuyorum. Meselâ şunu da düşündürüyor bu öykü bana: acaba yazarın elinden bir sözcüğü, "sanki" sözcüğünü alsak...


Mustafa Balel - Etiyopya Kralının Gözleri

"Etiyopya Kralının Gözleri" (Mustafa Balel, s:16-23)

Öykünün bir çocuğun ağzından anlatılmasının yabancılaştırıcı bir etkisi var. Çocuğun anlattıklarıyla "gerçekte" olanlar arasındaki ilişkiyi açığa çıkarmak için öyküden bir anlığına uzaklaşıp düşünmesi gerekiyor insanın. Meselâ kuğusunu "geh bili bili" diye sesliyormuş gibi yaparak anneannesini işlettiğini söylediği sahnede çocuğun anneanneyi işletmediğini biliyoruz. Anlatıcıyla araya konan bu mesafe beni öyküye daha çok yaklaştırıor, onun dünyasına girmek için içimde merak uyandırıyor.

Büyükbabanın bir yüzü olmaması (karşısında hep yere bakıldığı için yüzünün neye benzediğinin hatırlanamaması) çok etkileyici.

""
Böylece ‘Sait Bey’ diye etrafında fır döndüğü büyükbabam da, fırsat bu fırsat, küçük bir memur olarak hayatı boyunca boyun eğmiş olmanın acısını çıkarmak istercesine bu durumdan yararlanarak evin içinde beyliğini sürdürmeye bakıyordu.

Bu cümleler nedense bir öyküden değil de romandan, upuzun bir romandan çıkmaymış gibi geldi bana.

Öyküde ayrıntıların kullanımının çok başarılı olduğunu, inandırıcılığı artırdığını düşünüyorum. Öte yandan anneannesini işlettiğini sanan bir çocuğun bütün bu ayrıntıları adıyla sanıyla aktarabilmesi de tuhaf geliyor. Yine de sıcak, sürükleyici, güzel bir öykü olduğunu düşünüyorum "Etiyopya Kralının Gözleri"nin.

Öyküye adını veren "Etiyopya Kralı" esprisi, herhalde başkasının mülkünde hükümdarlık etmeye kalkmak gibi bir şeye karşılık geliyor olmalı. Acaba İtalyanlar'ın Etiyopya'yı işgâliyle ne kadar ilgili?

(BNA Aday Adayı)


Mehmet Zaman Saçlıoğlu - Yanlışlık

"Yanlışlık" (Mehmet Zaman Saçlıoğlu, s:24-25)

""
İçim daralıyor, evden çıkıyorum. 1960 Anayasası artık yok. Eylem dergisi yok. Melih Cevdet Anday yok. Niyazi Berkes yok. Tanıdığım babam yok. Şükran Kurdakul hasta.

Öykünün yazılmasının üstünden yaklaşık 6 sene geçmiş. Artık Şükran Kurdakul da yok.

""
İki tren geliyor ters yönlerden. Kısa bir süre duruyorlar, sonra dalgın bir gözün önündeki görüntüyü temizler gibi kalabalığı alıp götürüyorlar; bir yazgı gibi götürüyorlar kendileriyle birlikte... Trenin camlarından dışarı bakan yüzler geçmişten gelip geçmişe gidiyorlar sanki, bugüne şöyle bir uğrayıp...

Geçmişe duyulan özlem çok güzel ifade edilmiş. Bir türlü varılamayacak, hiçbir vapurun insanı götürmeyeceği bir liman... Yine de öyküde bir eksik olduğunu hissediyorum. Bilmem. Confused


Sevgi Özel - Bir Türkle Evlenmek İstiyorum

"Bir Türkle Evlenmek İstiyorum" (Sevgi Özel , s:26-31)

BU öykü üzerine söyleyecek pek fazla şey bulamadım. Yoksul bir mahallenin bütün bekar erkeklerinin zengin bir Japon kadınla tanışma ümidiyle birbirinden habersiz mahalleden ayrılması, sonra elleri boş, kafaları önde geri dönmesi...


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

Eren'in Tosuner notunu görünce tipik bir savunma adamı içgörüsüyle Gölgeler'i okudum.

""
Sonra, asfalta üç güvercin indi. Çocuk onları görünce, unuttu topu,
başladı üstlerine üstlerine koşmaya. Ellerini uzatmış, parmaklarının hepsini
açmış, koşuyor.

“Aman devrilecek!..” gibi koşuyor...

Öykünün tamamına nüfuz edemedim; ama yukarıdaki tasvir epey güldürdü beni. Çocuğu paytak paytak koşarken görür gibi oldum, kaygılı gözlerle ona bakanı da.


Haydar Ergülen - Fazlalıklar

"Fazlalıklar" (Haydar Ergülen, s: 33-37)

"Fazlalıklar" tek bir hikâye değil. 10 tane kısa kısa hikâye. Ergülen bu hikâyeleri "neden yazdığını" en son hikâyede, "Kıssadan Hikâye"de "açıklamış:

""
Kıssadan Hikâye
Niçin bu kısadan da kısa şeyleri yazıyorsun?
-Hikâye yazamadığım için!
Niçin hikâye yazamıyorsun?
-Şiiri çok sevdiğim için!
Peki bunları niçin yazıyorsun?
-Uzun zamandır şiir yazamadığım için!
Niçin sonunu sözümona kıssadan hisselerle bağlıyorsun?
-Beceriksizliğim okuyanlara ders olsun diye!
Peki bu açıklamaları niye yapıyorsun?
-”Fazlalıklar”ı paylaşmak için... Belki azalırlar diye.

Bu kısa kısa hikâyelerin hepsi üzerine bir şeyler söylemek zor. En çok da kısalıklarından ötürü. Yine de bir iki alıntı:

"Sıhhiye Memuru" başlıklı hikâyedeki göndermeler beni gülümsetti. Önce Necati Cumalı'nın Ay Büyürken Uyuyamam'ındaki "İğneci" karakteriyle kurulan bağlandı, sonra da Çehov'a yapılan gönderme ilgi çekici:

""
Evlerinin bahçesinde bir tulumba vardı, suyu oradan alırlardı. Her hikâyenin sonunda, duvara asılı tüfek patlamıyor işte.
Tulumbanın bu hikâyede ne işi var, bilmiyorum...

"Kâmil Bey" hikâyeye dönüşememiş bir kahramanın hikâyesi. Bu haliyle de paradoksal bir hikâye.

""
Her insanın bir hikâyesi var da hikâyecisi yok işte...


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

"Aynanın Arkası" (Erhan Bener, s:7-12)

Ayna kullanılarak bireyin iç dünyası görmemiz sağlanmış. Bireyin ikilikleri, çelişkileri, hesaplaşmaları derken öykü eren'in de değindiği gibi birden umulmayacak bir biçimde değişmiş. Bu değişiklik öyküye olan yakınlaşmamızı olumsuz etkilemiş. Ben "ömür" üzerine olan konuşmadan sonra öykünün farklı bir mecraya akacağını ummuştum, ama umduğum mecra bu değildi...


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

"Etiyopya Kralının Gözleri" (Mustafa Balel, s:16-23)

Diktatör büyükbaba iyi anlatılmış. İnsanlara olan yaklaşımı, çevredekilerde ve özellikle bir çocuğun gözündeki imajı... Bir patlama anı gerekiyor büyükbabanın kendini toparlaması, etrafındakilere eziyet vermemesi,dur denilmesi için ; o patlama anı, oyuncağı parçalanan bir çocuktan geliyor.
Öykünün final cümlesine kafam takıldı :

""
Büyükbabamın evlenmelerine bir türlü izin vermediği annemle babam evlendiler ve belki küçük ama aydınlık, sıcacık bir eve yerleştik.

Buradan ne çıkartmamız gerekiyor. çocuğun hayal olduğunu mu? Yoksa "evlenmek" sözcüğü; ev sahibi olmak anlamında mı kullanılmış? İki olasılığı da düşünelim. Çocuğun hayal olduğunu düşünmek, o ana kadar gelen gerçek anlatımın reddi olur ki , olay örgüsünü düşündüğümüzde bu pek tutarlı değil. "Evlenmek" sözcüğünü "ev almak" anlamında kullandıysa eğer yazar, iyi bir tercih yapmadığını düşünüyorum.


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

Cihan Başbuğ dedi ki:
Öykünün final cümlesine kafam takıldı :
""
Büyükbabamın evlenmelerine bir türlü izin vermediği annemle babam evlendiler ve belki küçük ama aydınlık, sıcacık bir eve yerleştik.

Buradan ne çıkartmamız gerekiyor. çocuğun hayal olduğunu mu? Yoksa "evlenmek" sözcüğü; ev sahibi olmak anlamında mı kullanılmış? İki olasılığı da düşünelim. Çocuğun hayal olduğunu düşünmek, o ana kadar gelen gerçek anlatımın reddi olur ki , olay örgüsünü düşündüğümüzde bu pek tutarlı değil. "Evlenmek" sözcüğünü "ev almak" anlamında kullandıysa eğer yazar, iyi bir tercih yapmadığını düşünüyorum.

Ben şu iki ihtimal arasında kalmıştım: 1.) Anlatıcı evlilik dışı bir çocuktur ve büyükbaba bu "utancı" kabul etmek istemediği için anneyle babanın evlenmesine izin vermemektedir. 2.) Anlatıcının babası ölmüştür ve annesi bu arada başka bir adamla tanışmıştır, ama büyükbaba bu evliliğe engel olmaktadır.

Birincisi bana daha olası görünüyor. Ama yoruma açık tabii...


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

"Yanlışlık" (Mehmet Zaman Saçlıoğlu, s:24-25)

Öykü, belki de bizim kuşağın fazla yabancı olmadığı bir ortamı tanıtıyor. Evimizde ailemizden aldığımız birikimin kitaplarını, türlerini tanıyoruz yazardan. Babasının kitaplarını ayırdıkları başlıklar ; evimizde babamdan kalma kitapların başlıklarıyla örtüşüyor. Çocuklarının "edebiyat"la ilgili olanları sahiplenmeleri ise bizleri anlayıtıyor sanırım. Sizi bilmem ama ben bu bölümleri fazla "içeriden" okudum:

""
Kitapları, hukuk, siyaset, tarih, felsefe, iktisat, edebiyat, din ve Atatürk olmak üzere sekiz
ana gruba ayırdık. Bunlar, babamın ilgi alanları. Bazı kitapları beni ve kardeşimi düşünerek
ikişer tane almış. Edebiyat kitaplarını ve önemli bulduklarımızı saklayacağız. Ötekileri üniversite
kitaplıklarına vereceğiz.

İdealist, cumhuriyete bağlı bir aydının kitapları ve ondan geriye kalanlar... Biri gidip biri gelen iki trenin zıtlıkları...Devrim-karşıdevrim mücadelesi diye okumak aşırıyoruma denemesi olmayacaktır sanırım. Öyküden çok öykünün bıraktıkları, kopuş duygusu beni öyküye bağladı.


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

""
eren yazdı :
Ben şu iki ihtimal arasında kalmıştım: 1.) Anlatıcı evlilik dışı bir çocuktur ve büyükbaba bu "utancı" kabul etmek istemediği için anneyle babanın evlenmesine izin vermemektedir. 2.) Anlatıcının babası ölmüştür ve annesi bu arada başka bir adamla tanışmıştır, ama büyükbaba bu evliliğe engel olmaktadır.

Birincisi bana daha olası görünüyor. Ama yoruma açık tabii...

Haklı olabilirsin. Benim sıraladığım iki ihtimalle birlikte, senin birinci madden de çıkartılabilir ama öykünün hiçbir yerinde bu konuda bir gönderme yok. Aksine ailede "anne-baba ilişkisi" de dahil hiçbir şeyin herhangi bir farklılık içerdiğine dair bir iz göremedim. Tekrar okumak gerekecek. Okulda,tenefüs aralarında ve yavaş bir internetle okuyorum. Bir yandan eren birşeyler yazdıkça onu yalnız bırakmama isteğiyle, tüm tenefüslerimi öykülere ayırdım bugün. Eve gidince sakin kafayla okumalı tekrar. Her açılan yeni başlık, yeni öykü hevesle okunan bir bölüm oluyor benim adıma. Handshake


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

"Fazlalıklar" (Haydar Ergülen, s: 33-37)

Öyküde geçen Kirazın Tadı filmini merak ettim. Düşünceli


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

Cihan Başbuğ dedi ki:
"Fazlalıklar" (Haydar Ergülen, s: 33-37)

Öyküde geçen Kirazın Tadı filmini merak ettim. Düşünceli


Yıllar önce Ankara'da izlemiştim. Oldukça etkilenmiştim. Yanlış hatırlamıyorsam filmdeki çekimlerin bazılarında "oyunculara" bir film çekildiği bile söylenmemişti.


Hasan Özkılıç - Katar

"Katar" (Hasan Özkılıç, s: 38-46)

""
Kıyas anlatıyor da, size ne? O kendi sevdasını, Aysel’ine kavuşamamanın, bu sevdanın yüreğine saldığı yangını körüklüyor, size ne oluyor? Hanginiz böyle bir sevda yaşadınız? Hanginiz deli divane olup çöllere düştünüz? O sevdasını gözyaşlarına katıp yanaklarından salıyor “Barjın Suları” gibi. O kararıp duruyor Ala Dağların tepesindeki bulutlar gibi, size ne oluyor? Siz niye dolup dolup taşıyorsunuz; boz yüzünüz, o karda kışta, yazın kan ter sıcağında hiç değişmeyen nasırlaşmış derileriniz neden renkten renge giriyor, size ne!

Tam da bunları sordum kendime bu öyküyle ilgili. Bize ne?


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

"Günden Güne Her Gün" (Refik Durbaş, s:52-55)

Forumda şiir üzerine fazladan bir konuşma yapmak gibi bir niyetim yok ama oldum olası R.Durbaş'ın şiirlerini sevemedim. Bir zorlama sezdim hep. Şiirde bir öğenin sık tekrarlanmasını sevmem. Anlatmak da zor ama şu alıntıyla örneklemiş olacağım sanırım

""
Beyaz göğüslerinle değil / çıplaklığınla ört üstümü...

""
Garın saati / gecenin adresini yazıyordu / karanlığın defterine / gece uyumadım

""
Usta, İstanbul'da işsiz yok / en işsizi / kahvede oturup Marlboro içiyor /Marlboro değil oğlum / kendisini içiyor.

R.Durbaş'ın tüm şiirlerini okumadım, bir iki kitabından ve dergilerinden tanıyorum onu. Daha fazla tanıyan arkadaşların yorumları yönlendirici olacaktır benim için.


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

Bir derginin bütün öyküleri/ yazıları üzerine bir şey söylemeye çalışmak pek kolay bir iş değil. Bunu daha kolları sıvarken biliyordum. Şimdi, derginin ilerleyen öykülerini okudukça bu zorluğu daha da iyi görüyorum. Belki şöyle bir şey yapmak daha iyi olacak. Okuduğum, fakat üzerine bir şey söyleyemediğim öyküleri/ yazıları ayrıca bu mesaj içinde listelemek istiyorum. Şimdilik bu listenin fazla uzun olmayacağını ummaktan başka yapacak bir şey yok...

  • "Sararır" (Onur Caymaz, s: 47-51, Öykü): Elektrik çarpması sonucu ölüme doğru ilerleyen (elektro şokla hayata döndürülmeye çalışılan) bir beyaz yakalının hüzünlü hikâyesi.
  • "Suspiria, Bir Fısıltı" (Semih Gümüş, s: 69-70): Ömer Ayhan'ın öykü kitabı Suspiria ve genel olarak öykü anlayışı hakkında tanıtıcı bir yazı. Kitaptaki "Suspiria" adlı öykü BNA Aday Adayı.
  • "Anıları Yazmak" (Erdal Öz, s: 78-81, Deneme)
  • "Öyküye Adanan" (Cemil Kavukçu, s: 82-84, Anı): Kavukçu, Özcan Karabulut'un da içinde bulunduğu bir grupla çıkardıkları (Ocak 1988) Yazıt dergisinin serüvenini anlatmış.
  • "Mizah ve Mizahçı Edebiyatın Neresinde?" (Cihan Demirci, s: 97-100, Deneme): Demirci, kendi deneyiminden hareketle edebiyatta mizahın yerini incelerken gelecek sayılarda bu konunun izini sürmeye devam edeceğinin de duyurusunu yapıyor.
  • "Rus Edebiyatının Gelişim Süreci İçerisinde Öykü Türü ve Öykü Ustaları" (Birsen Karaca, s: 112-115): Çağdaş Rus edebiyatının gelişme evreleri üzerine yalın bir özet. Yazıda adı geçen yazarların çoğunun Türkiye'de bilinmiyor olması, bu konuda büyük bir eksiğimiz olduğunu düşündürüyor.
  • "Bütün Bir Taşra Halkının Gerçek Olduğunu Kabul Ettiği Tuhaf Bir Hikâye" (Donatien Alphonse François Marquis de Sade, çev.: Nermin Acar, s: 119-121)
  • "Öykü Soruşturma: 1980'den Günümüze Türkçe Yazılmış Beğenilen 10 Öykü" (s: 122-140)
  • "İmgelerin Boşluktaki Dansı" (Sezer Ateş Ayvaz, s: 141-142)
  • "Öykü İçin Ne Diyorlar?" (Kemal Bilbaşar, Hasan Ali Toptaş, s: 143)
  • "Bahçesiz Bahçelievler, Kumrusuz Kumrular Sokağı, Öyküsüz Bir Ankara mı?" (Attilâ Şenkon, s: 144-146): Ankara'nın giderek çirkinleştirilmesi...

Re: İmge Öyküler - Sayı 1

"Öykü Dediğin" (M. Sadık Aslankaya, s: 71-74)

Sözcüğün yazınsal metnin , birincil öğesi olduğu görüşünü bildiren, öykünün ilk öğesinin "olay" değil "sözcük" olduğu öne çıkartan bu yazıyı severek okudum. Öyküyü oluşturan sözcükler için :

""
/.../ hem sıradan olacak hem de sırdanlığı yazarıca büyüye dönüştürecek! Zaten öykü dediğimiz her ne ise, bu sıradanlıktan çıkartmaz mı büyüsünü?


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

"Öykü Ne Hikaye Ne?" (Feyza Hepçilingirler, s: 75-77)

Yazıda "öykü" ve "hikaye" sözcüklerinin karşılaştırması, kullanım olanakları tartışılıyor. Bu konuda herkesin bir görüşünün olması, farklı öneriler görmemiz güzel. Biz de forum olarak öyküyü kullanıyoruz ama hikayeyi ismimiz yapmamız (uzunhikaye'yi kastetdiyorum), ondan ürkmememiz, zaman zaman bu kavramın da dilimizde yaşadığı gerçeğini yadsımamamız gibi bir gerçekliğe de sahibiz. Yazıda dikkatimi çeken Tomris Uyar'ın şu tanımı oldu. Sizce de mantıklı değil mi?

""
Yazıya dayalı, yazılan örnekler için öykü; söze dayalı anlatılan örnekler için hikaye /.../


Semih Gümüş ile Söyleşi

"Semih Gümüş İle Öykü Dergiciliğinden Edebiyat Eleştirisine, Geçmişten Günümüze Öykü" (s: 56-64)

Semih Gümüş, eleştiriyi neden yaratıcı emek gerektiren bir yazın türü olarak gördüğünü anlatırken, daha önce kullanmış olduğu "sivil eleştiri/ resmî eleştiri" gibi kavramları da örnekleriyle açıklıyor. Edebiyatla eleştirinin birbirini besleyen yanyanalığını kendi eleştiri verimi üzerinden örnekliyor. Söyleşide, büyük yayınevlerinin eleştiriyi bir reklam/ tanıtım aracı olarak görüp kullanmalarının popüler edebiyat ürünlerini eleştirmeyi imkânsızlaştırdığı düşüncesi dikkat çekiyor.


Füsun Akatlı - "Hulki Aktunç'un Öykü Dünyası"

"Hulki Aktunç'un Öykü Dünyası" (Füsun Akatlı, s: 66-68)

Okumadığım kitaplar, izlemediğim filmler üzerine yazıları okumaktan kaçınırım. Bir sürpriz açıklanacakmış da ben o sürprizi olması gerektiği gibi yaşamayacakmışım gibi bir his baskındır bu tavrımda. Bir de kitabı okumadığım için yazılanları sindiremeyeceğimi, incelikli göndermeleri anlayamayacağımı düşünürüm. Yine de es geçmedim Füsun Akatlı'nın yazısını. İyi ki de es geçmemişim.

Aktunç'un öykülerini iyiden iyiye merak ettirdi bu yazı. Özellikle de Kurtarılmış Haziran'daki "Beyoğlu'nun Kirli Tarihi"ni... Belki Aktunç'u da konuk ederiz foruma?

Yazıda anılan kitap ve öyküler şöyle:

  • Gidenler Dönmeyenler (1976)
    • "Evli Evinde"
    • "Küçük Yardakçının Olağan Hikâyesi"
    • "Hep Onu An"
  • Kurtarılmış Haziran (1977)
    • "Beyoğlu'nun Kirli Tarihi"
  • Ten ve Gölge (1985)
    • "Galatalı Bir Yar"
    • "Lodos Düğünü"
    • "Binbirdirek Batakhanesi"
  • Bir Yer Göstericinin Hayatı (1989)
    • "İkonika"
  • Güz Her Şeyi Bilir (1998)

M. Sadık Aslankara - Öykünün Dörtte Üçü Su

"Öykünün Dörtte Üçü Su" (M. Sadık Aslankara, s: 71-74)

""
Örneğin öyküde olayı anlatıyorsunuz; bunu tek tümceyle, hadi biraz abartmış olalım üç beş tümceyle özetleyemez misiniz? Diyelim durum söz konusu, bunu kaç tümcede anlatırsınız? Üç beş tümce de buna koyalım... Öykü kişileri? Birkaç tümce de bunun için... Sonra öykü evrenini ele verecek, öykü atmosferini yansıtacak, uzamla, zamanla ilgili ipuçları aktaracak birkaç tümce daha... Yetmez derseniz sekiz on tümce daha ekleyin bunların üzerine; ne eder sonuçta, hepi topu bir sayfa...

Kısa öykünün ister en kısası, isterse en uzunu olsun, her birini en çok en çok bir sayfa içinde anlatmanın olanaklı olduğunu göstermez mi bu? O halde ne demeye uzatıyoruz öyküyü? Ne diye bir “sözcük salatası”na dönüştürüyoruz bunu, gerek var mı buna?

Aslankara'nın sorusu kışkırtıcı olduğu kadar da önemli. Toplam üç yazıdan ibaret olacağını söylediği bir yazı dizisinin ilk yazısında sözcüğün öyküdeki yerini inceliyor yazar.


Feyza Hepçilingirler - Öykü Ne, Hikâye Ne?

"Öykü Ne, Hikâye Ne?" (Feyza Hepçilingirler, s: 75-77)

Başlıkta sorulan soru (sual) etrafındaki tartışma (münakaşa?), bence enikonu sıkıcı bir tartışmadır. Biraz da bu nedenle, neden birilerinin durup durup bu soruyu sorduğunu pek anlayamam. Elbette iki kelime (sözcük) arasındaki anlam (mânâ) farkları üzerinde düşünülebilir, ama bana göre bu iki kelime arasında, günlük kullanımda henüz açık bir anlam farkı oluşmuş (hasıl olmuş) değil. Bu nedenle bütün öneriler zorlama duruyor. Yazıda, bence esas dikkat çekici olan, bir dilde eşanlamlı kelimelerin kolay kolay barınamayacağı düşüncesidir.

Yazıyı okurken şunu da düşünmeden edemedim: İngilizcedeki "story"ye karşılık dilimizde iki kelime var, ama bu iki kelime el ele verip"story"nin tek başına yüklendiği anlamları karşılamaya yetmiyor. Özellikle "story"nin "haber metni" anlamı, bence edebî (yazınsal) türün de kökenlerinden biri hakkında önemli bir ipucu barındırıyor. Oysa ne hikâye ne de öykü böyle bir anlama yaklaşamıyor. Yaklaşması şart değil elbette, ama işte böyle apaçık politik (siyasî) bir çatışmanın dil içinde böylesine görünür olması bana tuhaf geliyor, ben de "hiç olmazsa şunu da düşünseydiniz" demekten kendimi alamıyorum.


Çetin Öner - Bana Gelen Mektuplar

"Bana Gelen Mektuplar" (Çetin Öner, s: 85-88)

Aziz Nesin'in Çetin Öner'e gönderdiği 12 Eylül 1975 tarihli mektubu paylaşmış yazar bizimle. Aziz Nesin'in şu sözlerinin (bu minvalde Nâzım'dan aktardığı bir de anı var) altını çizmek istedim:

""
Şimdi ben sana, “Yaşa çok güzel hikâye yazmışsın! Candan kutlarım seni!” diyorsam, seni boşuna avutmak için böyle söylemiyorum. Gerçekten güzel yazmışsın. Gerçekten güzel yazdığın için de seni eleştirmek zorundayım.

Mektubun bundan sonraki bölümünde Öner'in "Gülibik" adlı öyküsünü eleştiriyor Nesin. Meraklısına... Belki çocuk edebiyatı hakkındaki şu cümlesini de not etmekte yarar var:

""
Bir de vereceğim salık; çocuklar için yazarken hep somutlar üzerinde dur; somut olaylar, somut betimlemeler, hatta somut sözcükler...

(BNA Aday Adayı: "Pulların Savaşı", Ülkü Tamer)


Işık Kansu - İnci Aral

"İnci Aral" (Işık Kansu, s: 89-96)

Işık Kansu, etkileyici bir biyografik anlatı kaleme almış. Acı ve hüzünle örülmüş bir çocukluk ve gençlik geçirmiş Aral. Babası ve annesiyle ilişkisi, kitaplarla ilişkisi... Yazarı daha yakından tanımak isteyenler için birebir. Okurken bunun, daha uzun bir biyografinin parçası olduğunu düşündüm, ama gördüğüm kadarıyla Işık Kansu tarafından yazılmış daha kapsamlı bir İnci Aral biyografisi (kitaplaşmış olarak) yok. Bu yanıyla biraz garipsediğimi söyleyebilirim bu anlatıyı. Öte yandan dilini ve ayrıntıların birbirine bağlanmasını beğendiğimi belirtmeliyim.

"Tavanından sucuklar sarkan iki katlı ahşap evin pencere önü" tamlaması kulak tırmalamıyor mu?

Bir döneme ilişkin güzel bir hatırlatma:

""
Yalnız baba atanmazdı bir yerden bir yere. Anneye, hatta çocuklara sorsan, “Eşim ya da babam filanca vilayete ya da kasabaya atandı” demezlerdi, çoğullaştırırlardı o görevlendirmeyi:
"Şuraya tayin edildik."


Re: İmge Öyküler - Sayı 1

Ben de Deniz Spatar tarafından hazırlanan Öykü Bülteni'nin hikâyesine değineyim yeri gelmişken. Bir veraset ilamı gibi anlaşılmasın; ama öykü bülteni çıkarma fikri Bir Bilet Gidiş Dönüş dergisi içinde çokça tartışmaya neden olan ve çokça eleştiri alan bir fikirdi; buna rağmen fikir bir itici güç bulmuş olacak ki ilk öykü bülteni derginin 1999 yılını gösteren 17 nolu Kasım-Aralık sayısında bir ek olarak dağıtıldı. Ayrıca kitabevlerinde ücretsiz dağıtılmak üzere de yerini aldı. Mart-Nisan 2002 tarihli (yeni numarasyondaki) 12. sayıya dek de iki ayda bir kesintisiz yayımını sürdürdü.

Yanlış anımsamıyorsam 2001 yılındaki 5. Öykü Günleri'nde bu çalışmayı gören Deniz Spatar konuyla çok ilgilenmişti. Fikri çok iyi bulmuş ve radyoda bu konseptte beraber çalışma yapalım önerisinde de bulunmuştu. Lakin Öykü Günleri'nin ve İmge Öyküler'in (Yusuf Eradam'ın deyişiyle) "kifayetsiz muhteris" bir neferi tarafından uyarılmış olacak ki, bir kez daha bu konuda kendisiyle iletişim kuramadık.

Nice sonra, işte, İmge Öyküler'in bülteni geldi. Çok sevindik; çünkü Deniz Spatar yapmak istediğimiz şeyi gayet iyi anlamış ve titiz bir uygulamayla da bunu ortaya koymuştu. Keşke çoğul bir tartışma ortamında bu çaba daha da zenginleşebilseydi...


Müge İplikçi - Adalet Ağaoğlu ile Sohbetimiz

"Adalet Ağaoğlu ile Sohbetimiz" (Müge İplikçi, s: 101-111)

Söyleşinin başında Adalet Ağaoğlu "öykü mü yoksa hikâye mi demeli?" sorusunu sorup bu soruya kendi cevabını veriyor. Yazarın 50'li yıllarda yaşanan baskıya ve sansüre verdiği örnekler oldukça çarpıcı:

""
Köy öğretmeni sevdiği ağa kızını al at üstünde kaçırdığı için, “neden al atmış bakalım?” gerekçesiyle o tarihteki ender radyo oyun yazarlarımızdan biri gözaltına alınmış.

Yazarın foruma da konu ettiğimiz "Yüksek Gerilim" hikâyesiyle ilgili bir notu da aktarmakta yarar görüyorum:

""
Toplumsal gerçekçilik şıkkından çok söz ediliyor ama, ortada bence kendiliğinden çıkmış Orhan Kemal hikâyelerinden başka örnek görülmüyor. Kendi kendime şöyle demeye başladım: “Tartışmaları hayata geçirmek lazım. Diyalektik bir kurgu nasıl olacak, denemek lazım. Bunu romanda yapamazsın, uzun iş. Ama her izleğin izinde, “ben”i gölgeye çekip “işte onlar” sesini yükseltebilirsin. Her “öykü”ye bir genel giysi? Belki böyle kısa kısa hikâyelerle, sen kendin toplumsal gerçekçilikten ne anladığını gösterebilirsin. Konuşmak yerine eylemeyi seçebilirsin. Yüksek Gerilim’deki birbirinden ayrı biçimdeki yedi hikâyenin ortaya çıkışı böyle oldu.

Benim üzerine düşünmeyi sevdiğim, forumdaki okumalarda da sık karşımıza çıkan "köy cinselliği" konusunda da (Üç Beş Kişi romanı bağlamında) şunları söylüyor Ağaoğlu:

""
Köy kadını, kızı çalıların altında bile sevişebilir. Taşranın hatırı sayılır aile kadını, Türkân Hanım, kızı Kısmetler, oğulları Muratlar şu kadarcık haytalık edemezler. Kadınlar tek başına çarşıya çıkamazlar. Bir erkek tarafından aranır olma özlemlerini içlerine atarlar; aile içindeki sıkıntılar yen içinde kalmalıdır.

Son bir alıntı:

""
Yaratı verili olana karşı bir muhalefettir. Geneli sorgulamaktan, bunu tartıp biçmekten doğar.

Hiçbir romanını okumadığım Adalet Ağaoğlu'nun bu söyleşisini büyük bir keyifle okudum. İlginç değil mi? Smile


Mihail Mihayloviç Prişvin - Mavi Kız Böceği

"Mavi Kız Böceği" (Mihail Mihayloviç Prişvin, çev.: Birsen Karaca, s: 116-118)

Kısa, heyecan verici ve vurucu bir öykü "Mavi Kız Böceği". İnsanı hemen saran, dinamik ve umutlu bir havası var; savaşa rağmen. Özellikle şu ayrıntı çok hoşuma gitti:

""
Ve işte savaş sevimli bir çocuk gülümsemesiyle son buldu, gözleri açıldı:
– Teşekkür ederim, diye fısıldadı.

Anlatıcının/ yazarın bir çocuğun gülümsemesiyle savaşın dünyasından çıkıp başka bir dünyaya girivermesi ne güzel anlatılmış bir cümlede. Prişvin'in başka öykülerini de okumak için sabırsızlanıyorum; Türkçeye çevrilmiş başka öyküsü olup olmadığını bilmesem de...

Yusufçuğun bir diğer adının da kız böceği olduğunu bilmiyordum.

(Kaynak: Vikipedi)

(BNA Aday Adayı)

sympetrum_flaveolum.jpg

Re: İmge Öyküler - Sayı 1

"İnci Aral" (Işık Kansu, s: 89-96)

Bu kadar hüzünlü bir yaşamöyküsü...İnci Aral'ı hiç okumamış biri olarak , merakım nasıl büyüdü anlatamam.