UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

23 Oca 2014
ayşegül tözeren

Mikro öykü sahip olduğu nitelikleri kendisi söyleyen öyküdür, bundan dolayı sözcük sayısı bağlamında nicel tanımlamaların ve genellemeye dayalı nitel ifadelerin reddi üzerinden kendisinde var olur. Necati Tosuner’in sözünü ettiğim kerameti kendinden menkullüğe işaret eden "Çok kısa öykü, öyle olması gerektiği için çok kısa olan öyküdür." tanımlaması mikro öykü için de geçerli sayılabilir.

Mikro öykü, ABD’de 1980’li ve 1990’lı yıllarda, ani öykü ve flaş kurmaca adlarıyla yayınlanan antolojilerin etkisiyle bu adlarla anılmaktadır. Ön planda kullanılan bu iki adlandırmanın haricinde, “kartpostal”, “dakikalık”, “uçarı”, “hızlı”, “çabuk”, “sıska” öykü olarak da karşılık bulmuştur. Ancak akademik yayınlarda “kısa öykü” adlandırması öne çıkmaktadır. Çince’de mikro öykü adlandırmalarında öykü yerine kurmaca da kullanılabilmektedir ve “cep”, “avuç içi”, “bir sigaralık” nitelendirmeleri tercih edilmektedir. Türkçe’deyse mikro öykü, genellikle minimalist öykü, kısa kısa öykü, kıpkısa öykü, kısa öykü ve küçürek öykü olarak anılmıştır. Kısa kısa öykü, İngilizce’deki short short story adlandırmasının tam çevirisidir. Kısa öykü ise, İngilizce bir ifade olan short story’nin Türkçe’deki karşılığı öykü olduğu için, short “short story”nin de kısa “öykü” olarak karşılık bulacağı düşüncesiyle kullanılmaktadır. 1960’larda gücünü hissettiren ve sadeliğe, nesnenin sembolik anlamlarını en aza indirerek nesne olarak kabulüne yaslanan minimalist sanata gönderme taşıyan minimal öyküler adlandırması da kullanılmıştır. Kıpkısa öyküyse, kısa’nın anlamını güçlendirerek ifade etmeyi seçmiştir. Son dönemde akademik yayınlarda da sıklıkla kullanılan küçürek öykü adlandırması, mikro’nun küçü- kökünden yola çıkan bir Türkçeleştirme çabasını içermektedir. Ayrıca Facebook’ta da benzer öyküler, kısayoğun öyküler başlığı altında yer bulmaktadır.

Minimal öykü dışındaki adlandırmalar genellikle öyküdeki anlatının niteliğinden daha fazla öykünün kısalığına vurgu yapmaktadır. Bunun başlıca nedeni, bu adlandırmaları taşıyan öykülerin çeşitli kaynaklarda öncelikle sözcük sayısına göre tanımlanmış olmalarıdır. Hatta Howe ve Howe, Kısa Öyküler adını taşıyan antolojinin girişinde, kısa öyküler hakkında şüphe duymayacağımız tek şeyin öyküden daha kısa olması olduğunu belirtmiştir. Tanımlamalarda parametre olarak kabul edilen sözcük sayısı 600’den (Smith ve Kachelries) 1500’lere (Casto; Gurley; James Thomas) kadar geniş bir aralığı içermektedir. Bunun yanı sıra bazı kaynaklar bir üst sınırın dışında bir de alt sınır önermişlerdir: 100 (Casto), 75 (Gurley) ya da 55 (Popek; Moss). Ancak bilindiği gibi çok daha az sayıda sözcükle de öykü yazılabilmektedir. 55 kurmaca adıyla anılan tam olarak 55 sözcük içeren öyküler, drabble adlandırmasına sahip, tam olarak 100 sözcükle yazılan öyküler de mevcuttur (Kotzin; Moss 6). Ancak Orhan Duru’nun öykünün “mezurayla ölçülemeyeceği” sözünü de hatırlamak gerekir.

“Mikro öykü”, adlandırmanın içerdiği “mikro”luk itibariyle, öykünün nicel yaklaşımlarla tanımlanmasından öte, anlatının niteliğine de dikkati çekmektedir. Ulus Baker’in ifade ettiği gibi, içinde bulunduğumuz çağ, “bizi kurumların değil hareketlerin, kimliklerin değil sapmaların, makro olguların değil mikro olguların önem kazandığı bir düşünce çerçevesi” oluşturmaya zorlamaktadır. Başka bir deyişle, iletişim araçlarının kitle iletişim araçlarına dönüştüğü, göç hareketlerinin çok yönlü olarak hızlandığı ve yoğunlaştığı, kentlerde alışveriş merkezlerinin merkez-çevre ilişkisine yeni bir boyut kattığı günümüzün gerçekliği özellikle ekonomi ve anındalık bağlamında bir poetika yaratmakta ve bu yapay doğa kendisini Dil’e dayatmaktadır. Yazmaya başladığımızda bizi çevreleyen, türün imkânlarından çok, dildeki bu dönüşümdür. Yanı sıra, özne konumlanmalarındaki değişiklikler, kahramanın ölümünü ilan ederken, öykü kahramanındaki krizi de düşündürmelidir. İhab Hassan kriz durumunu tanımlarken “insani eylemlerin şans ve absürtlük tarafından yönetildiği”, “hiçbir ahlaki davranış normunun bulunmadığı”, “yabancılaşmanın insani yaşamın durumu olduğu”, “insani güdülerin ironi ve çelişki ile nitelendiği”, “insani bilginin sınırlı ve göreli olduğu” bir durumu anlatmıştır. Durumun içinden mikro öyküye bakıldığında, merakın ötesinde hayret uyandıran kurgusu, yine Hassan’dan ödünç aldığım bir ifadeyle “dünyamızın sonu önceden bildirilmeden gelebileceğinden” daha uzun yazın ürünlerinin işaret ettiği daha önceden tahmin etmeyi dışlayan yapısıyla belki de krizin semptomlarının en belirginini taşır. Öykünün bu alt türü sadece “sürprizli sonlar”dan ibaret değildir, okuru hayrete düşürecek şekilde toprağa gömülü kemikler ben-anlatısında birinci tekil şahıs olarak karşımıza çıkabilir ya da mikro öykü alanında verilen bir ödüle layık görülen öykü Esquire Dergisi’nde yayınlanmış olabilir. Öznenin, hem yazanın hem okuyanın, “şimdi ve burada”lığa duyduğu mahkûmiyet hissi, aslında mahkûmiyetin onda yarattığı semptomlarla bir savaşım gereği de uyandırır. Bunu gidimli – nereye gideceği belli olan – söylemlerin yozluğundan kurtarmak adına da, mikro öykü, ironiden destek alarak, çelişkileri en çıplak haliyle gün yüzüne çıkarmaya çalışarak gerçekleştirir ve eleştirisini bütünselleştirilemeyecek olan epistemolojik, dilbilimsel, psikoanalitik ve toplumsal cinsiyeti sorgular düzeylerde yaparak, mikro anlatı patlaması yaratır. Belki de bu, Dil bütünlüğünü koruma çabasıdır. Mikro öykü bu çok katmanlı yapısından daha öncelikli olarak, imge kullanımı, kısalık, içinde bulundurabildiği ritim gibi özellikleri nedeniyle Şiir’e yakın görülmüştür. Ancak şiiri şiir yapan nasıl imge ya da harflerin konfigürasyonu değilse, mikro öyküyü Şiir’e yaklaştıran da bunlar değildir. Alışveriş merkezlerine alışamayışın altında yatan, “gibi” edatının ifadede kendisini yetersiz hissettiği durumun, artık çok taraflı olduğunu fark ettiğimiz hakikatin başka bir yoldan arayışıdır. Ancak bu yakınlık, Dil’in cevheri öyküdedir ya da şiirdedir şeklindeki meşruiyet yaratmaya dayanan bir kısır tartışmaya dönüştüğü takdirde iki türü de verimsizleştirebilir. Carolyn Forché'nin "The Colonel"i hem bir öykü antolojisinde (Thomas, Thomas ve Hazuka 1992: 84–85), hem de bir şiir antolojisinde (Friebert ve Young 1995: 274) yayınlanmıştır ve şiirin de, öykünün de sonunun gelmediği ortadadır. Burada, Wordsworth’ün ayrıştırmak için öldürmeye gerek olmadığı yönündeki tavsiyesini hatırlamak gerekebilir.

Mikro öykü, 19. yüzyılda ortaya çıkmış bir buluş değildir. Kökeni sözlü kültür geleneğinden gelen fabllar, meseller, fıkralara dayandığı gibi, daha özel olarak 7. yüzyılda Japon Edebiyatı’nda örnekleri verilmeye başlanmış olan haiku türündeki şiirin ve düzyazının birleşimi olan haibun da öncülleri arasında sayılabilir. Stern, mikro öykünün insan psikolojisinde ve insan topluluklarının tarihinde derin bir biçimde kökleşmiş olduğunu söyler. Bu ifadeye paralel şekilde, mikro öykünün dikkatleri üzerine topladığı dönemlerin toplumsal değişimlerle sıkı sıkıya örülü olduğu görülür.

20. yüzyılın önemli sanatçılarından Marcel Duchamp, ikon düşmanlığı ve hazır nesnelerle yaptığı kışkırtıcı eylemlerle bilinmektedir. Birinci Dünya Savaşı’nın ardından, savaşın yıkıcılığının en keskin haliyle var olduğu bir dönemde, 1917’de, yüksek sanat / düşük sanat arasındaki ayrımın kabulüne yönelik yüksek sanat karşıtı saldırıyı, başaşağı duran bir pisuar olan Çeşme’yle gerçekleştirir. Duchamp’ın ifadesini kullanırsak, “sevilme şansı en düşük olan nesneyi” bir sanat galerisinde sergilemek, aslında sanat kurumuna karşı tuzaklı bir oyundur. Bundan birkaç yıl sonra, 1920’lerde sanat tarihindeki bir başka önemli isim, Ernest Hemingway, hikâyeye göre, Algonquin Otel’de yazar arkadaşlarıyla otururken, onlarla bir oyun oynar, hepsinden 10 dolar toplar ve onlarla altı kelimelik bir öykü yazabileceğine dair iddiaya girer. Bu iddianın sonucunda, çok bilinen altı kelimelik (Türkçe’si beş kelimeden oluşan), “Satılık: Bebek patikleri, hiç giyilmemiş.” öyküsüyle karşılarına çıkar. Öykünün ana kahramanının yeni doğmuş bir çocuğun kaybıyla ya da anne karnındaki bebeğinin ölümüyle sarsılmış bir ebeveyn olduğu açıktır, öykünün içinde tam olarak anlamlandırılamayan bir kayıp hissi, herşeyi daha keskin hale getirirken, bir yandan öyküde çatışma da yaratır. Öykünün çözümü, öyküdeki kahramanın, kaybı temsil eden bebek patiklerini satıp, kendinden uzaklaştırmasıdır, bu Hemingway’in öyküyü bir gazete ilanıymış gibi tasarlamasında saklıdır. Bu sefer Hemingway, bir oyunla (iddia) edebiyatın sınırlarını zorlar, gündelik bir gazetede ilan olarak yer aldığında kimsenin dikkatini çekmeyecek altı sözcükten bir öykü yazar ve sıradan kabul edilecek bir gazete ilanının edebiyat tarihinde yer almasını sağlar. Nasıl her pisuar sanatın konusu olamıyor ancak bir tanesi olduğunda sanatın sınırları değişiyorsa, Hemingway de altı sözcükten oluşan bir gazete ilanı tasarımıyla öykünün sınırlarını zorlamıştır.

İkinci Dünya Savaşı’nın ardından, bir kez daha savaşın yıkıcı etkileri keskin bir halde hissedilirken, düşünürlere göre “büyük anlatıdan kopuşun” başladığı, hacimli sembolik anlamların minimuma indirgenmeye çalışıldığı bir dönemde, bir kez daha mikro öyküler kendini gösterir. Özellikle 1950’lerden sonra teknolojinin etkileri dilbilim ve iletişim alanında görülürken, dünya sınırların belirginleştiği Soğuk Savaş Dönemi’ne girmektedir. Sınır ihlalcisi mikro öykünün, sınırların keskinleştiği bu dönemde yaygınlaşması, bir çelişkiden çok, sanatçı öngörüsüne önemli bir örnektir. Beat Kuşağı’nın içinde sayılabilecek karşı kültür temsilcisi Richard Brautigan ya da savaşı savaş esiri olarak da deneyimlemiş Kurt Vonnegut’un bu dönemde mikro öykü yazmış oluşu tahmin edilebileceği gibi tesadüf değildir, her ikisi de incelikli bir ironiyle yazdıkları öykülerde, siyah beyaz Dünya’nın çelişkilerinin gündelik yaşama etkilerine alaycı bir gülümsemeyle bakabilmişlerdir. 1970’lere doğru, sadece malzemeye dair değil, sembollere yönelik de bir eksiltmenin hareketi olan minimalizmin etkisiyle sanatçılar anlatımdaki yüklerden kurtulmaya, en azla en çoğa erişmeye ve yaşamla sanat arasındaki sınırı belirsiz hale getirmeye çalışmışlardır. Bu döneme örnek olarak John Barth’ın Masal içinde Masal’ı gösterilebilir. Mikro öykü yıllar içinde yeniden üretilirken yıktığı sınırlarla birlikte, edebiyatta deneyden bir deneyim alanı yaratmış ve seksenlerin sonlarında Soğuk Savaş Dönemi’nin simgesi Berlin Duvarı yıkılırken, bu alanda kurumsallaşmanın işaret fişeği olan antolojiler birbiri ardına yayınlanmaya başlamıştır (Short Shorts: An Anthology of the Short Short Stories (1983), Sudden Fiction: American Short Short Stories (1986), SuddenFiction International: 60 Short‐Short Stories (1989), Flash Fiction: 72 Very Short Stories (1992), Sudden Fiction Continued: 60 New Short Short Stories (1996), Micro Fiction: An Anthology of Really Short Stories (1996), Fast Fiction: Creating Fiction in Five Minutes (1997), The World’s Shortest Stories (1995, 1998)).

Aynı dönemlerde, Türkiye Edebiyatı’nda da kendisini var eden mikro öykü, Ferit Edgü’nün 1962 'de yayınlanan Bozgun adlı öykü kitabına kadar uzanmaktadır. Edgü’nün 1991 yılında yayınlanan Binbir Hece'sinin üç bolümünden ilki minimalizm akımından ödünç alınmış bir nitelemeye dayanan "Minimal Öyküler" adını taşımaktadır. Ancak bu öyküleri sadece bir akımla ilişkili görmek hatalı olacaktır, Edgü’nün öykülerindeki tür ihlalcisi tavır, yazdıklarını yazdıkları dışında hiçbir alıntıyla anlatılamaz kılmaktadır. Edgü, kimlik içinde kimlik, şimdiki zaman içinde şimdiki zaman kurduğundan, masalların başlangıcında söylenegelen “Bir varmış, bir yokmuş”u hatırlatır, çünkü hem bunları hem çoğaltmakta, hem bunları yıkmaktadır. Bitimsiz bir parçalılık hali, farklılıkların çoğulcu bir yaklaşımla dile dâhil edilmesi, öykülerini mikro anlatıya yakınlaştırmaktadır. Ferit Edgü’nün yanı sıra, minimalist öğeler taşıyan somut şiirleriyle de tanınan Tarık Günersel, mikro öykü örnekleri vermiştir. Ayrıca Refik Algan, Abdullah Harmancı, Mehmet Harmancı, Sadık Yalsızuçanlar, Hulki Aktunç, Necati Tosuner, Murat Yalçın, Haydar Ergülen, Özcan Karabulut, Ahmet Erkan Doğan, Ayşegül Gürdal, Sema Kaygusuz, Ahmet Büke ve Zeynep Sönmez de bu alanda öykü örnekleri vermişlerdir. Aydın Şimşek’in konuyla ilgili Bebek Patikleri adlı kuramsal bir kitabı mevcuttur. Ayrıca, Adam Öykü ve Hece Öykü gibi dergiler bu alanda özel sayılar hazırlarken, Fahri Öz ve Mehmet Yılmazer tarafından derlenen, “Hayat Kısa Proust Uzun” adlı mikro öykü antolojisi de yayınlanmıştır.

Günümüz mikro öyküsü üzerine yazılmış yazıların birçoğunda, dış gerçekliğin değişimi sonucu ortaya çıkan daha kısa dikkat süresine sahip olma, sürekli ve anlık iletişime açık hale gelme gibi durumlar üzerinden mikro öykünün yeniden üretimi tanımlanmakta, günümüz yaşantısına, öykünün bir uyum çabası olarak sunulmaktadır. Oysa yeni binyılda, kurgu ile gerçek arasındaki sınır belirsizleşmeye başlamışken, hatta yer değiştirdiği bile iddia edilirken, edebiyatın öykü üzerinden yaşadığımız gerçeklikle bağlantısını koparmamasını sağlamak için mikro öykünün yeniden üretildiği de düşünülebilir. Octavia Paz’ın ifade ettiği şekliyle “Fikirler bugünün fikirleri, tavırlar dünkü tavırlar” olduğu sürece, yeni olanla deneye girişip, bir deneyim alanı yaratmak olanaksız hale gelmektedir. Sözünü ettiğim deneyim alanı sadece yazmayı değil, okumayı da içermektedir. Göstergeler aracılığıyla verili olan ve “doğal olarak” kabul etmeye şartlandırılan kodlar, yazan tarafından dilbilimsel, psikoanalitik, ekolojik ya da toplumsal cinsiyet gibi mikro düzeylerde ele alınıp, bütünselleşemeyecek şekilde parçalı hale getirilmediği sürece, yazan, okuduğunu “aynen” ileten bir barkod tabancasından öteye gidemeyecektir. Taşın altına değilse de, bir kez yazdığı metnin tarandığında ne hale geldiğini anlamak için tarayıcıya elini koyan yazar, belki geleceğini okuyamaz ama iletişim ve bilgi üzerinde etkisini arttırdıkça ona bambaşka bir yaşama alanı yaratan teknolojiyle gerçek bir deneyime girer ve belki yazdığı öyküleri artık ilk okuyanın anadili 1 ve 0’dan oluşan bir bilgisayar olduğunu anlar. Yazı ve yazının paylaşımındaki yeni mecraların sunduğu olanakların ötesinde, bu olanakların sınırlarını da sorgular, sınırların simülakrı olan göstergelerle, belki daha kısa, belki daha parçalı, belki daha çağrışıma açık yazarak, bir vur-kaç’a girip, aslında sınırı değil, sınırın olmadığını gizlediğini fark eder.

---

Kaynakça:

Albayrak, M. (2010). Türk Öykücülüğünde Deneysellik. Ankara: Kanguru Yay.
Baby Shoes (2008). Erişim: 28.01. 2012 http://www.snopes.com/language/literary/babyshoes.asp
Baker, U. (2005). Siyasal alanın oluşumu üzerine bir deneme. Erişim: 28.01. 2012. http://www.anarsi.info/siyasal-alanin-olusumu-U.B.pdf
Başer, D. (2011). Postmodern Teoride Büyük Anlatılar ve Geç Kapitalizm Sorunsalı. Erişim: 28.01. 2012 http://www.sosyolojinotlari.com
Casto, P. (2005). Riding the meridian: Flashes on the meridian. Erişim: 28.01. 2012.
www.writingworld.com
Dündar, B. (2001). Kimse'de Kimlik ve Kimliksizlik. Erişim: 28.01. 2012 http://turkoloji.cu.edu.tr
Edgü, F. (2005). Binbir Hece 60 Öykü. İstanbul: Can Yay.
Edgü, F. (2005). Tüm Ders Notları. İstanbul: Sel Yay.
Erden, A. (2003). Aysu Erden'le söyleşi. (Söyleşiyi yapan Bünyamin Hazar) Düzyazı Defteri, 1 (Eylül Ekim), 28-33.
Flash Fiction. Erişim: 28.01. 2012 http://en.wikipedia.org/wiki/Flash_fiction
Howitt-Dring, H. (2011). Making micro meanings: reading and writing microfiction. Erişim: 28.01. 2012. http://www.intellectbooks.co.uk
Gurley, J. (2005). Flash what? A quick look at flash fiction. Erişim: 28.01. 2012. www.writingworld.com
Işıl Taşdemir, İ. Çağdaş Türk Öykücülüğünde Küçürek Öykü. Erişim: 28.01. 2012 http://w3.gazi.edu.tr
Jimenez, M. (1997). Estetik Ölçütler Meselesi (Z. C. Başeren, Çev.) Erişim: 28.01. 2012 http://poetikhars.com/webblog/zcb/estetik-olcutler-meselesi
Kaplan, M. (2010). Küçürek hikâye ve Samim Kocagöz'ün "Emekli" hikâyesinin tahlili. Erişim: 28.01.2012 http://journal.qu.edu.az
Kotzin, M. N. Flash Fiction. Erişim: 28.01. 2012. http://www.percontra.net/flashfiction.htm
Lucy, N. (2003). Postmodern Edebiyat Kuramı. İstanbul: Ayrıntı Yay
Lyotard, J-F. (2000). Postmodern Durum. Ankara: Vadi Yayınları
Minimalism. Erişim: 28.01. 2012 http://en.wikipedia.org/wiki/Minimalism
Öz, F. (2008). Yeni Bir Tür Olarak Çok Kısa Öykü. Erişim: 28.01. 2012 http://www.edebiyatdergisi.hacettepe.edu.tr
Renshaw, C. (1998). The Essentials of Micro-Fiction. Erişim: 28.01. 2012. http://www.pifmagazine.com/
Shayegan, D. (1991). Yaralı Bilinç (Geleneksel Toplumlarda Kültürel Şizofreni) İstanbul: Metis Yay.
Şimşek, A. (2011). Bebek Patikleri. Ankara: Kanguru Yay.
Taylor, M. G. (2009). The Short Short Story. Erişim: 28.01. 2012. www.maryvillecollege.edu
The Longest Shortest Story Ever Told (2010). Erişim: 28.01. 2012 http://spherecow.wordpress.com/2010/10/22/the-longest-shortest-story-ever-told/
Thomas, G. W. Writing Flash Fiction. Erişim: 28.01. 2012. http://www.fictionfactor.com/guests/flashfiction.html
Thurber, B. Anatomy of a MicroFiction. Erişim: 28.01. 2012. http://home.comcast.net/~bob-thurber/anatomy.html

---

Görsel: .-_-., .sezgi1.0:
96.000 alman mark’lık mutlak bir değişim değerine sahip biricik bir sanat yapıtı_ Kaynak: http://www.intuitions.httpdot.net/tr/

---

* Yazı, ilk olarak Dünyanın Öyküsü dergisinin Nisan-Mayıs 2012 tarihli 2. sayında yayımlanmıştır.

Kategori:

Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Yazıyı yine zevkle okudum. Teşekkürler...


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Ayşegül'ün yazısını öykü üzerine şu iki yazısının eşliğinde değerlendirmek istiyorum ben. Biraz vakit yalnız. Smile

Öykü ve Eleştiri

Eleştirinin Özeleştirisi Mümkün mü?


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Ayşegül'ün takipçilerinden biri olarak yazılarını yukarıdakinden itibaren özellikle okuyorum. Genel olarak ayrı düştüğüm söylenemez ama sadece eleştirinin eleştirisinin mümkün olduğu konusunda çekincelerim var benim... Eleştirinin üst kurumsal kimliğini tartışmaya açmak istemiyorum galiba(itiraf). Ona saygı olmazsa ortada iyi metin kalmayacak ve karışıklık doğacak sanki. Bir de, eleştiri de diğer türler gibi bir sürecin ve birikimin sonucunda geliyor bir yerlere ve kendini, bulunduğu bu nihai konumdan tarif ediyor. O yüzden, onun birikimlerini yadsımadan yeni bir eleştirinin ortaya konmasının gerekliliğine inanmakla birlikte, bunun zor olacağını düşünüyorum. Yeni eleştirinin gerekliliği de kafamı kurcalıyor. Eleştiri, zaten dile içkin olduğundan dil gibi kendini yeniliyor. Sadece biraz yavaş oluyor bu. Öyleyse hızlanmaya gerek var mı bilmiyorum... Sanırım bu konuda biraz tutucuyum Smile
Paylaşımlar için çok teşekkürler. Edebiyata emek verenlerin nitelikli çalışmalarının daha çok ilgiliye ulaşabilmesi için olanak tanıyor uzunhikâye. İyilik güzellik...


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Şu yazıyı da buraya kaydedeyim: Kısa Öyküyü Kısa Öykü Yapan Şey Nedir?, Francine Prose.
Girişi epey etkileyici. Ayşegül'ün yazıları üzerinde dururken ilginç bağlar sağlayabilir.


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Vüs'at O. Bener'in Siyah Beyaz adlı kitabından, Minik Kuş adlı öyküyü okuyorum. Hemen hemen 2 sayfalık öykü. Bir yere geliyorum, bir yavru-mikro öykü yakaladığımı sanıyorum, Şöyle ki;

""
"Bırak ayrıntıları."
"Ne kalır geriye?"*

Öykü nasıl bir şeyse artık, karasuları, yüz ölçümü bile muğlak...

---
*Vüs'at O. Bener, Siyah Beyaz, İstanbul: YKY, 2003, s. 61.


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Ayşegül'ün yazısı alana kuşbakışı bakmayı sağladığı için önemli. Keza bizdeki girişimler genelde, burada yazarın yaptığı gibi nesnel bir dökümü değil, edebiyat görüşlerine yaslanan bir takım tercihleri yansıttığı için zaten kendisi de bir kurmaca meselesi olan sınıflandırma girişimleri iyice karmaşık bir görünüme bürünüyor. İlk aşamada Ayşegül'ün sıraladığı bu adlandırmaların orijinallerini merak ettim. Yazıda belirtilen kaynaklardan aşağıdaki sonuçlara ulaştım.

kartpostal = postcard
dakikalık = minute
uçarı = furious
hızlı = fast
çabuk = quick
sıska = skinny
cep = micro
avuç içi = palm-sized ya da pocket-size
bir sigaralık = smoke long

Bir tek, "kısayoğun öyküler"in orijinalini bulamadım.

Bu arada internet aramaları için söz konusu kaynakların doğrudan aktif linki olmayanlarını buraya ekleyeyim:


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Kısa kısa öyküde boyut sorunu konusunda, aynen adlandırma konusunda olduğu gibi, fazla ciddi olmamak gerektiğini düşünüyorum ben. Duru'nun "Ne yani, hangisi kısa, hangisi kısa kısa anlamak için mezura mı tutalım?" minvalinden serzenişine katılmamak elde değil. İşi gücü kalmamış edebiyat tarihçisine etkinlik olacak diye bu tanımlar arasında yitip gitmek işten değil. Misal, Kafka'nın Değişim, Köstebek ya da İmparatorun Habercisi öykülerini uzunluklarına göre birbirinden ayırmaya çalışmak nasıl alıkça bir çaba olurdu?


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Şimdiye dek kısa öykü üzerine binlerce kelam edilmiştir özellikle bu alanda yayın yapan dergilerde. Ancak hiçbirinde Ayşegül'ün, Ulus Baker'e dayandırarak yaptığı bu saptama kadar düzgün ifade edilmişine rastlamadım.

""
“Mikro öykü”, adlandırmanın içerdiği “mikro”luk itibariyle, öykünün nicel yaklaşımlarla tanımlanmasından öte, anlatının niteliğine de dikkati çekmektedir. Ulus Baker’in ifade ettiği gibi, içinde bulunduğumuz çağ, “bizi kurumların değil hareketlerin, kimliklerin değil sapmaların, makro olguların değil mikro olguların önem kazandığı bir düşünce çerçevesi” oluşturmaya zorlamaktadır. Başka bir deyişle, iletişim araçlarının kitle iletişim araçlarına dönüştüğü, göç hareketlerinin çok yönlü olarak hızlandığı ve yoğunlaştığı, kentlerde alışveriş merkezlerinin merkez-çevre ilişkisine yeni bir boyut kattığı günümüzün gerçekliği özellikle ekonomi ve anındalık bağlamında bir poetika yaratmakta ve bu yapay doğa kendisini Dil’e dayatmaktadır. Yazmaya başladığımızda bizi çevreleyen, türün imkânlarından çok, dildeki bu dönüşümdür... Özellikle 1950’lerden sonra teknolojinin etkileri dilbilim ve iletişim alanında görülürken, dünya sınırların belirginleştiği Soğuk Savaş Dönemi’ne girmektedir. Sınır ihlalcisi mikro öykünün, sınırların keskinleştiği bu dönemde yaygınlaşması, bir çelişkiden çok, sanatçı öngörüsüne önemli bir örnektir.

Sırf bu sebepten Baker'in Siyasal Alanın Oluşumu makalesi yeniden okunmalı.


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Ayşegül'ün makalesinin sonu baştaki açıklamaların ardından hafiften de olsa yargısını hissettirdiği bölüm. Biraz uzun cümlelerle kurulmuş bu bölümü yazarken kafasından geçen şeyleri şöyle görüyorum ben: Bir yanda Facebook ve Twitter gibi kaynaklardan beslenen ve vuruculuğa yaslanan yeni bir pazarlama/ gösteri alanı var. Öte yanda ise Soğuk Savaş ve Berlin Duvarı'nın yıkılışı süreçleri tarafından determine edilmiş yeni bir siyasal-sosyal yaşam ve bunun doğurduğu yazma pratikleri. Her iki edim de mikro öykü adı altında kendine yer bulabiliyor. Hele ki yabancı yazını biraz kurcalandığınızda bunu açıkça görebiliyorsunuz. Bizde de kimi emareleri yok değil.

İşte tam bu noktada, bizim edebiyat kanonumuzun klasik söyleme sarılıp bize insana gitmeyi, doğal olmayı, gerçeklikten kopmamayı öğütleyerek başta söylediği bütün o bilgiçlikleri bir bir toprağa gömdüğünü söyleyebiliriz. Oysa Ayşegül'ün tavrı deneyselliğe ve sınır aşımına vurgu yaparak içine düştüğü daracık odadan öykünün çıkış yolunu göstermekte.


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Ben de kısa öykünün niceliğe dayanan özelliklerini tartışmanın bugün yersiz ve gereksiz olduğunu düşünüyorum. Kısa öyküyü yapan, onun kısalığıdır, evet, bu inkâr edilemez çünkü kısalık bir biçim denemesidir ve biçim içeriği belirler de. Aynı şekilde, içeriğin de biçime etkisi görmezden gelinmemeli. Anlatılmak istenenin neliği, nasılını da etkiliyor. Karşılıklı bir alışveriş, çift yönlü bir gidiş-geliş var burada...
Ancak kısa öykünün kısalığı esas alınarak yapılan tasnifleme girişimlerine sıcak bakmak, türün hıza koşut biçimde kendini ifade etme ve varlığını ortaya koyma amacına ters düşer; "kısa öykü" genel başlığı mikrosundan uzununa kadar hepsini kapsadığından, bu genel başlığı kullanmak ve türün uzunluk-kısalığı tartışmasını sündürmemek gerekiyor. Yalnız bunu kısa öykünün kısalığı konusunda bir ön kabulde bulunarak yapmalı. Yani kısa öykü kısadır ve bu artık tartışılmamalıdır. Tür bize bunu kendi tarihsel sürecinde söylüyor...
Giderek daha kısa yazılmasının sebebi ise insanın uzun okumadan sıkılması değil; modern insanın imge borbardımanına tutulmuş olması ve bundan yorgun düşmesi. Minimalizm, sadeliği ve tek etki uyandırmaya yönelik yapısıyla az söyleyerek çok anlatabilmenin yollarını aramada önümüzü açıyor elbette...
Kısa öykünün ortaya çıkışından bugüne kadar tarihi ve onu oluşturan nedenler ortada tabii. Ama bugün artık onu başka bir biçimde tanımlamaya ihtiyacımız var. Sanırım gözden kaçırılan bu. Tanımının çok çeşitli, deingen ve sürekli değişen olduğunu, çok da çeşitli olduğunu biliyoruz kısa öykünün. Tanımlamaların hepsi aynı anda hem geçerli, hem de geçersiz. Bu bakımdan, sadece birer tanımlama girişimi olarak kalıyorlar. Hatta kuramcıların üzerinde fikir biliğine vardıkları bir konudur, kısa öykünün tanımının yapılamayacağı. Bizim burada yaptığımız da böyle bir şey... Diyeceğim, kısa öyküyü tanımlarken bugün onu biraz daha devrimcileştirmeliyiz. Modernist aklın ortaya çıkardığı bu türün, modernizmi eleştirmeye durmuş tür olduğunu unutmamalıyız. Bunu kestiği anda, ona kısa öykü değil, başka şey deriz... Uzun hikâye... Smile


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

""
(...)Oysa yeni binyılda, kurgu ile gerçek arasındaki sınır belirsizleşmeye başlamışken, hatta yer değiştirdiği bile iddia edilirken, edebiyatın öykü üzerinden yaşadığımız gerçeklikle bağlantısını koparmamasını sağlamak için mikro öykünün yeniden üretildiği de düşünülebilir. (...) / Ayşegül Tözeren

öncelikle:

""
hiç bir metin, dolu, tıkız, ne dediğini bilen ve kendiliğinde bir anlam ile ortaya çıkamaz.zira, anlamın kendisi her zaman için ikincil bir unsurdur ve metne sonradan ekleniverir.tıpkı öznenin, eyleme sonradan eylemin kurucu unsuruymuş gibi eklenmesi gibi. özne gibi anlam da bir sonradan uydurmadır.

tam da bunun için, kısa öyküler lafı ciltlerce yazılmış romanların ağzına tıkıverirler hep. ciltlik romanlara çok önemli bir hatırlatmada bulunurlar: "ne yaparsan bir anlamdan yoksun kalacaksın ve ne kadar konuşursan konuş, anlam senin senin söylediklerinin içinden çıkmayacak: için, dışındır"

(...)

öykü diye bir şey yoktur. bunu platon bile anlamış ve bunun için kurnazca bir önleme başvurmuştu : "kötülüğün ideası", "kurgunun ideası", "yanılsamanın ideası" diye bir şeyin olmadığını söylemişti. "kötü", "kurgu", "yanılsamayı" bir sapkınlık şeklinde açıklamıştı. idealardan sapmak, yanılsamaya yol açıyordu; yanılsamanın bir ideası yoktu.

şimdi, günümüz platonikleri platon kadar akıllı olmadıkları için, kurguya bir sınır çizmek; onu bir ideal ile tanımlamak istiyorlar. doğal olarak, ortaya çıkan sadece bir öykünün olmadığıdır. belki de yapılmaya çalışılan sadece bir öykünün olmadığı gerçeğini saklamaktır. tam da bunun için, patolojik bir şekilde sürekli olarak öykü kuramları, öykü tanımları üretilmektedir.

""
"kısa öykü", "uzun öykülerin" sadeleştirilmiş hali değildir. aksini söyleyenler ; kısa öyküyü, editöryel bir faaliyete dönüştürürler. kısa öykü, neyin fazla olduğuna karar verip; bu fazlalıklardan kurtulmanın adı değildir. fazlalıklardan kurtulduğu için kısalmamıştır, kısa öykü.
kısa öykü, bizatihi fazlalıktır. "fazlalık" sayesinde, kısa öykü ortaya çıkar; kısa öykünün romana ya da uzun öyküye hatırlattığı; "fazlalığın" her metinde zorunlu olarak oynadığı bu roldür.

kısa öykü, kısa kısa öykü ve tartışmalar

yani, mikro öykü "gerçeklik" ile "kurgunun" bağının kopmasına bir tepki ve söz konusu bağın bir başka şekilde yeniden tesisi için gösterilen çaba değildir. aksine mikro öykü, "kurgu" ve "gerçek" diktonomisine kasteden bir "fazlalık" olarak ortaya çıkmaktadır.zira, "kurgu" ve "gerçeklik" öykünün yaratıcı eylemine (fazlalık) mantıksal olarak sonradan eklenen unsurlardır. deyim yerindeyse, burada mikro öykü; "kurgu" ve "gerçeklik"i tesis eden ve onlara göre birincil olan eylemdir. böylece mikro öykü, edebiyat disiplini içinde düşünme zorunluluğumuz varsa bir edebi tür olmaktan çıkmış; tüm edebi etkinliğin -şiir,roman,öykü vs.- mantıksal kurucusu haline gelmiştir.işte, "ihtimaller zinciri olarak mikro öykü" budur ve mikro öykünün kendisi böylece edebiyat denilen şeyin imkanıdır.

sınır diye birşeyin olmaması tam da öykü diye bir şeyin olmamasıdır. yani, "kurgu" ve "gerçeklik" kavramlarının foyasının ortaya çıkmasıdır. işte bu noktada, mikro öykünün "gerçek-kurgu bağlantısının" tesisini sağlama görevini üstlenmesi ile bu makale de kapıdan kovduğunu bacadan almış olur. çünkü bu konum, tam da "sınırı gizlediğini sanırken sınırın olmadığını gizleyen yazarın" konumudur. burada mikro öykü, kurgu ve gerçekliğin bağını tesis etmek isterken -ki bu, "kurgu" ve "gerçeklik" arasındaki sınır meşru bir şekilde çizilemediği için hiç de mümkün görünmemektedir- bu sınırın yokluğunu gizleyen bir edebi türe dönüştürülmektedir.


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

Oktay'ın daha önce "kısa öykü"nün neliğinin tartışıldığı yazışmalarda altını çizdiği satırlar çok kıymetli hâlâ. Tartışma için belirleyici hattı çizecek çok önemli saptamalar var. Şu ek de öyle:

oktay dedi ki:
...mikro öykü, edebiyat disiplini içinde düşünme zorunluluğumuz varsa bir edebi tür olmaktan çıkmış; tüm edebi etkinliğin -şiir,roman,öykü vs.- mantıksal kurucusu haline gelmiştir.işte, "ihtimaller zinciri olarak mikro öykü" budur ve mikro öykünün kendisi böylece edebiyat denilen şeyin imkanıdır.

Öte yandan kavramsal ve dolayısıyla mantıksal kategorilerin iptalini öneren sondaki yaklaşım fazla teorik kaçıyor bana kalırsa. Şunu söylemeye çalışıyorum: Oktay'ın eleştirisini -Nietzschegil anlamda- kabul ediyorum. Lakin söz konusu eleştirinin bir yönüyle fazla analitik olduğunu düşünüyorum. Keza bu metinde Ayşegül'ün ya da genel anlamıyla sanat üretimi ve teorisiyle aynı anda uğraşan birisinin genellikle yaptığı, bu tip geçici ikameler/ kavramsal yeğlemeler vasıtasıyla bir alan belirleme çabasıdır. Bu çabanın reddi, Wittgeinstein analitiğinde olduğu gibi, bizi susmaktan başka kapıya çıkarmaz. Ya da analitiği aştığı andaki Wittgeinstein'ın yolunu izleyip kavramları "ima eden araçlar" olarak kullanarak kendimize hareket alanları yaratırız.

Bu bağlamda konuyu somuta/ tekil örneklere getirerek tartışmanın faydalarına inanıyorum.


Re: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü*

oradan bakınca susuyormuş gibi mi görünüyorum? Smile

yazıda, mikro öykünün geçmişte ve günümüzde algılanış tarzına dair dökümden sonra benim ilk mesajımda alıntılamış olduğum "oysa..." diye başlayan kısım karşımıza çıkıyor.bu kısım barış'ın ifadesiyle "Ayşegül'ün makalesinin sonu baştaki açıklamaların ardından hafiften de olsa yargısını hissettirdiği bölüm" olan son paragraf içinde yer alıyor.işte bu bölümde; bir edebi türü, kurgu ve gerçekliğin bağının yeniden tesis edicisi olarak kodlarsanız ve bunu o türün diğer tarihsel alımlanışlarını oraya koyduktan sonra, onlara karşıt olarak ifade ederseniz ve tüm bunları "tür" dediğimiz şeyin kendisini sorgulamadan yaparsanız - ki zaten o tür, "kurgu" ve "gerçekliğin" bağını yeniden tesis etme iddiasına kavuşmuşsa artık bu sorgulamayı yapmanız da imkansızdır.- artık ne "işi bittikten sonra atılacak merdivenden" ne de "kullanımsallıktan" bahsedebilirsiniz. ederseniz de sadece bahis etmiş olursunuz.

benim eleştirdiğim şey mikro öykünün bir tür olarak incelenmesi değil ama bu incelemenin yapılış tarzı ve bu oldukça somut bir durum.işte, makale burada/orada karşınızda "somut" bir şekilde duruyor. mikro öykü, bir edebi tür olarak ele alınabilir tabii ve bunun ne şekilde yapıldığına göre "hareket alanı açıp açmadığınız" üzerine düşünülür. işte, bunları yazarkan yapmaya çabaladığım şey tam da budur.