UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



İhsan Oktay Anar

31 Tem 2008
eren

Kimin önerisiydi anımsamıyorum, Ihsan Oktay Anar nam şahsiyetin kitaplarını okumaya karar vermiştim. Kitapları aldıktan sonra Türkiye'ye ilk gelişimde götüremedim, ancak bu gelişimde tatil boyunca bol bol okuma şansı bulduğumdan geçtiğimiz haftayı Anar'a ayırdım. (Son kitabı Suskunlar'ı daha önce okumuştum, onun dışındaki kitapları Puslu Kıtalar Atlası, Kitab-ül Hiyel, Efrasiyab'ın Hikayeleri ve Amat.) Ne yazık ki beklediğim kadar etkileyici değildi. Bu nedenle, her ne kadar zaman zaman gülümsemişsem de, söz konusu kitapları ancak meraklısına önerebiliyorum. Meraklısına önerebileceğim bir diğer kitap da Tahsin Yücel'in son kitabı Golyan Devrimi (kitapla ilgili başlık). Ne yazık ki, nedense kendimi her kitabını okumak zorunda hissettiğim Tahsin Yücel, gittikçe bu davranışımı sorgulamama neden olacak eserlere yöneliyor. Bu iki yazarı okuduktan sonra belki yıllar önce okumuş olduğum Murat Uyurkulak'ı ev onun Netamiye'sini forum kullanıcılarına önerebilirim. Zihnimde onun Har romanını bu iki yazarın yazdıklarıyla da karşılaştırdığımı fark ettim. Diğer kitaplardan dikkatimi çeken alıntıları en yakın zamanda paylaşmaya çalışacağım. Ama önce Har'dan bir iki satır alayım buraya:

""
"Bu ülke, ki Netamiye derler adına, ulu bir ejderhanın mide fesadından doğdu. Biz oradaydık, gördük her şeyi. Kıyametin yarım boy küçüğü bir alamet gündü. Yalan elbet, ulu falan değildi ejderha. Kanatlarından irin saçan, pespaye bir yaratıktı aslında. Hastaydı, uçarken kusuyordu sürekli. Şöyle son bir kez titredi, süzülürken ağzını açtı ve macunumsu fokurdak bir sıvıyı, uzun ince kilimler misali, kadim suyun ortasına seriverdi. Ejderha olgun bir armut gibi yere düşerken, macunkilim de hızla katılaştı, kabarcıklarından dağlar vadiler denizler hasıl oldu, bu ülke böyle vücut buldu.

Üzerinden her daim ekşi kokulu dumanlar tütmesi ondandır."

Kategori:

İhsan Oktay Anar

Ihsan Oktay Anar kitaplarindan alintilamak istedigim notlari uzun sure -cesitli nedenlerle- buraya aktaramadim. Simdi, Fistikci Sahap sagolsun aktarabiliyorum. Benim icin kitaptan alintilamak istedigim bolumleri bilgisayar ortamina aktardi.

""
Göklerin kanunu son derece açıktı: Eğer yaşayanlardan biri Ölüm’ün kalbini yumuşatıp onu ağlatır ya da güldürürse, canı bağışlanacaktı. Gerçekten de ağlayan ya da gülen maskeler takan kadim Yunan tiyatro oyuncuları gibi, Ölüm’ün yüzü de adeta bir maskeye benziyordu. Fakat bu yüz, ağlamamak ve gülmemek için mühürlenmiş gibiydi. s.189

""
İhtiyara bakılırsa delikanlının, manivelayla kapıları kırıp evlere gizlice girerek yükte hafif pahada ağır ıvır zıvırı çuvala atmak, çarşıda pazarda ne idüğü belirsiz şahısların cüzdanlarını çarpmak, kıyıda köşede onu bunu yürütmek gibi kaba saba, hoyratça işleri yapması, onun parlak geleceğini mahvetmek demek olacaktı. Zaten ailenin diğer fertleri bu âmiyane işleri karınca kanaatince icra ediyordu. Ayrıca bütün bu faaliyetler oğlanın bünyesine göre değildi. İşte bu hassas konuda Büyük Dede, sülalesinin makûs talihini değiştirecek büyük bir inkılâp tezgâhlamış, fevkalade bir karar almıştı. Ailenin kara bahtına son verecek olan bu dönüşüm de, Fezai’nin şahsında gerçekleşecekti. Evet! Hassas ve ince ruhu nedeniyle Fezai, artık keman çalacaktı. Bu narin çalgının ruhundan, ailede ancak o anlayabilirdi. Ne var ki yaşadıkları kasabada bu işin gerçekleşmesi imkânsız gibiydi. O nedenle delikanlı yabanlık elbiselerini giyip derhal Bursa’ya gidecek ve ertesi günü öğle vakti Belediye Tiyatorosu’nda, ünlü bir hanım kemancıyı bulacaktı. Her şeyi hesaplayıp hazırlayan dede, hanım kemancının Belediye Tiyatrosu’nda vereceği konserin biletini oğlana uzattı. Konser sırasında Fezai’nin bir fırsatını bulup çalacağı keman da işte bu kadına aitti. s.193

Efrâsiyâb`ın Hikayeleri, Ihsan Oktay Anar, Iletisim Yayinlari, Istanbul

Calvino'nun tarihi kurgusuna alet etmesiyle Anar'in bunu yapisi arasinda bir baglanti var elbet. Belki de, Baris'in da soyledigi gibi, Calvino'nun actigi (ya da acilmasina katkida bulundugu) yollardan birinde yuruyor sadece Anar. Aktardigi tarihsel bilgiler etkileyici, mizahli uslubu eglenceli... Ve bunlar Anar'in kitaplarini cok satanlar listesine sokmaya yetiyor. Peki ya sonrasi?


Re: İhsan Oktay Anar

İhsan Oktay Anar'ın ilk kitabı olan Puslu Kıtlar Atlası'nı okumuştum. Tarihi roman demek mümkün değil, tarih olsa olsa bir dekor işlevi görüyor. Fantastik roman demek daha doğru olur sanırım. Kurmaca, hatta üst kurmaca diyebilirim ve bildiğim kadarıyla yazar diğer eserlerinde de aynı yolu izliyor. Bir oyun oynuyor ve okuyucuyu bu oyuna dahil ediyor. Anlamakla anlamamak arasında gidip geliyor insan, düşle gerçek arasında ilerliyor. Anlattıkları gerçek mi yoksa değil mi, diye soruyorsun kendine. Bütünlükten ve gerçeklikten uzak, parçalı ve okuru gerçekliğe inandırma çabasından yoksun. Anlatıcı, zaman, mekan, olay, kişi; hepsi birden fazla, en azından karmaşa yaratacak kadar. Tam anlamıyla postmodern bir eser, bildiklerimden hareketle. Bunu yazarın diğer eserleri için de söylemek mümkün.

Birine postmodernizmin Türk edebiyatı üzerine yansımasını anlatmak için bu kitabı önermek yerinde olur gibi geliyor. Orhan Pamuk da kitaplarında bilinçli bir oyun oynuyor, dili ağır, akıcı olmaktan yoksun ve daha birçok özellik.. Ancak onun bir soru işareti uyandırdığı yok, İhsan Oktay'ı okurken, acaba, diyor insan. Bunun yanında felsefi bir temeli var kitaplarının. Ayrıca kullandığı dil ilk sayfalarda ürkütücü gözükse de akıcılığı karşısında şaşırıyor insan. Bunu ustaca yapıyor gerçekten. Romanındaki büyülü ortama girmeye kolaylık sağlıyor (anlaşılmazlığı onu çekici kılıyor belki de?). Orhan Pamuk'un kitapları gibi, ne okudum ben, diye soruyorsun kendine ama bir farkla -tabi bence-, kitabı tekrar okumak istiyorsun, anlamak için. Onca kişi, mekan, gerçekle gerçekdışı arasındaki olaylar arasında bocalıyorsun. Üstü örtülü olan bir şeylerin olduğunu seziyorsun ve bu yazara has bir tat bırakıyor. Onu okutan da bu gibi geliyor; gizem, olayları çözme arzusu, soru işaretleri.. Bir de mizah, onun kitaplarında mizah da ince bir şekilde dokunmuş. Sonraya kalacak yazarlardan olduğunu düşnüyorum açıkçası, kalmalı. Dönem edebiyatını yansıtması bakımından en azından. Kendi okur kitlesi var gerçi, öyle, markette satılan piyasa kitaplarından değil ama umarım geleceğe de taşınır.


Re: İhsan Oktay Anar

İhsan Oktay Anar'a dair ilk ve tek okumam -çok az sayı çıkmasına karşın bence Türkiye dergicilik geleneğinde özgün bir yeri olan- MorKöpük sanat ve felsefe dergisinin "Oyun" özel sayısındaydı. Derginin nev-i şahsına münhasır yayın yönetmeni Selçuk Şan kendisiyle sohbetimde, yanlış anımsamıyorsam, -bugün tanınmış olan pekçok yazar ve felsefecinin olduğu gibi- İhsan Oktay'ın da ilk yazılarının 1985 yılında bu dergide yayımlandığını söylemişti.

Şu anda internetten şu adresten ulaşılabiliyor bu yazıya:
Cesetler antik bir satranç masasının iki yanındaydı | Rabnuma - İhsan Oktay Anar


Re: İhsan Oktay Anar

Her nedense, bütünsel bir okuma yapamamın iç sıkıntısını çoğu kez yaşamışımdır. Bir yazarı tam olarak kavramanın, ancak bütün kitaplarını belli bir sıra dahilinde bir çırpıda okumakla edinilebileceğine olan inancıma rağmen... Fakat ilk defa bunu İhsan Oktay Anar'ı okurken bozduğumu itiraf etmeliyim. Yazarın romanlarıyla tanışmam biraz geç olsa da, yazara ait bütün metinleri sırasıyla okuyabildiğim için gerçekten kendimi çok mutlu hissediyorum. Tabi O'nun gibi bir yazarı tanımanın keyfi de cabası. Bu kurmaca romanlar birazda, bizlerin toplumsal psiklojisinide ortaya koyuyor sanıyorum. Millet olarak tarihsel olana bakışımız; mitlerden ve masallardan müteşekkil kurmaca bir dünyadan ibaret nihayetinde. Gerçek ile kurmaca arasındaki sınır ise, hiç bir zaman algılayamacağımız; vadedilmiş tapraklar...