UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Huzurumda

10 Şub 2013
oktay

Ahmed Efendi işlerin buraya varacağını hiç düşünmemişti. İçine doğmuş olmalıydı gerçi eceliyle ölmeyeceği ama böylesi...Şu saatten sonra Allah kerim diyip olanı biteni sineye çekmekten gayrı elinden bir şey de gelmiyordu... Duymuştu bir kere namımı. Huzuruma çıkarılan kimseye masumdur diye yol verdiğim duyulmuş değildi. Eğer karşımda bir hal çaresini bulamayıp da eşek cennetini boylarsa ününe ün katacağını da pekala biliyordu lakin eşeğe ters binerken tepiği yediğini duyan ahalinin bu kez ağzıyla gülmeyeceği belliydi. İzlendiğinden habersiz, böyle sessizce köşede bekleyen adamın bu hali pek garip göründü gözüme. Kafasını önüne eğip sürekli ak sakalını çekiştirip durmasından itibarını düşünmekte olduğunu anladım.Yüzünden korku da okunuyordu. Bu korku sadece itibarı yitirmek fikri ile açıklanamazdı; belli ki yaşlı adam kıçına tepilecek pamuğun derdine düşmüştü.

***

Eee, Mehmed Ağa, dedim. Nedir şikayetin bakalım.Böylesine önemli bir zattan şikayetçi olduğuna göre hem pek büyük bir kabaat işlenmiş olmalı hem de kabaatin açık seçik delilleri; yoksa halin yamandır !

-Bilmez miyim, Kadı Efendi?Hiç çıkar mıydım huzurunuza aksi olsaydı ama benim derdim başkadır şimdi. Bu zat-ı muhteremin ettiğini yüzüm kızarmadan nasıl anlatırım size, onu düşünürüm.

Allah Allah, dedim meraklı bir adam edasıyla. Huzuruma çıkarılanların dinlendiklerini gördüklerinde açıldıklarını bilirim. Devam etti:

-Efendim, malumunuz komşu komşunun külüne muhtaçtır. Bendeniz de bunu kendime dustur edinirim kendimi bildim bileli. Ne zaman bir komşum dara düşse, gelir kapımı çalar, yardımımı ister. Hiç, olmaz dediğim de görülmemiştir. Neyse, Ahmed Efendi de durumu biliyor olacak ki, geçen gün geldi kapımı çaldı. Halimi hatırımı sordu, bir acı kahvemi içtikten sonra; kazan lazımmış, onu istedi.

Eee, diyerek devam etmesini sağladım:

-Ben de ne yapayım efendim, hemen hanımı ünledim. Kazanı bulup buluşturup verdik Ahmed Efendi’nin eline. Ahmed Efendi “Sağolasın komşu! İşim biter bitmez getiririm kazanını.” diyip ortadan kayboldu.

Sinirlice: "N’oldu, getirmedi mi kazanı peki?" diyerek yüksek perdeden konuştum. Ahmed Efendi hemen araya girdi:

-Aman Kadı Efendi, iki saate kalmadı kazanı kaptığım gibi geri verdim ben. Hatta şahitlerim...

-Biz kazanı getirmedin mi dedik be adam!

Bre, utanmazlar, kesin karşımda it gibi hırlaşmayı diye bağırınca duruldular. Şimdi sen devam et Mehmed Ağa, dedim:

-Bağışlayın Kadı Efendi, ben üzüntümden ne yaptığımı biliyor muyum? Ahmed Efendi doğru söylüyor, kazanı iki saate kalmadı getirdi. Getirdi getirmesine ama...

Aması neymiş diye sözünü kestim:

-Eee, bizim kazan doğurmuş.

Nasıl doğurmuş, diye sordum:

- Ben de öyle dedim Kadı Efendi. “Nasıl doğurmuş, naptın kazanıma lan!?” diye bağırdım. Tövbe, tövbe... Hala aklıma geldikçe elim ayağım titriyor sinirden. Zaten o öfkeyle de bir iki yumruk sallamışım, bağırış çağırışa toplanan ahali söyledi bana da sonradan. Bir tanesi muhteremin omzuna ilmiş hatta.

O sıra Ahmed Efendi bir kez daha araya girdi:

-Aman Kadı Efendi, hiç öyle şey olur muymuş? Hiç kazan doğurur muymuş?

Dur hele, telaş etme hemen Hoca Efendi diye başladım konuşmaya. Daha hiç bir hükme varmış değiliz, Allah’ın izniyle bugün burada akla kara ortaya çıkacak ama önce.... Getirin bakalım şu kazanları. Hemen iki oğlan seyitti, kazanları getirdi. Kazanları bir güzel inceledim. Hakikaten iki kazan birbirine çok benziyordu.Taban ve ağız kısımları bel kısmından biraz da genişçe dövülmüştü.Büyük olanın dış kısmı tecrübenin rengini almış, kapkara olmuştu.Bu esmerlik iç kısmın bakır rengi ile birleşince ona kendine has bir hava katıyordu. Küçük kazanın da içi bakır rengindeydi, ancak büyük olandan daha parlaktı.Bu parlaklık kazanın minyonluğuna eklenip bir albeni katıyordu küçük kazana.Pek munis bir şeydi doğrusu. Neyse,sıra kazanların ağırlık ve büyüklük oranlarını incelemeye gelmişti. Eğer burada da bir benzerlik bulursam küçüğün büyükten doğma olduğuna şüphe kalmayacaktı. Önce büyüğü kavradım kulbundan, şöyle bir kaldırdım havaya. Ağırca bir şeydi maaşallah, kucağıma oturttum. Bir tartı getirmelerini söyledim. Üstüm kirlenmişti kazanın karasından ama aldırış etmedim. Kucağımdayken daha yakından ilgilenme fırasatım oldu kazanla, her yerini yokladım, kıvrımlarını yavaş yavaş okşadım, ezberime aldım. Bu arada oğlanlar tartıyı getirmişlerdi, ölçme işini özenle yaptım, kazanı yerine geri koydum. Aynı işlemi küçüğe de uygulayacaktım ki kulbundan tutarken kazanların kulplarının hiç de birbirine benzemediğini farkettim. Büyük olanınki cüssesine uygun olarak iriceydi ama asıl önemlisi şekil bakmından küçüğünkine hiç benzemiyordu. Ne süslemeler, ne gövdeyle birleşen mandal ne de şekl-i umumiye birbirine uyuyordu.O anda Ahmed Efendi'nin yüzüne baktım; on dakika önceki telaşlı halinden eser yoktu, simasına derin bir sukunet yerleşmişti. Bu görüntü tepemi attırdı. Bu ne rezilliktir, bu ne kepazeliktir,sende hiç Allah korkusu da mı yok be adam, diye bağırıp çağırdıktan sonra devam ettim: Şu yüzünü mesken tutan dinginliği pek iyi bilirim ben Efendi. Suçunu kabullenip cezasına razı olan ayak takımının suratından eksik olmaz hiç bu sakinlik. Çıkar bakayım sen şu sarığını hele.

- Aman, Kadı Efendi. Beni cümle alem tanır, bilir. Zaten...

Konuşma bre zındık, çıkar şunu da cemalinin şemalini iyice bir görelim, diye diretince Ahmed Efendi sarığını çıkarıverdi , kulaklar meydana çıktı. Küçük kazanın kulpları meğerse sarığın altına gizlenen kulaklarının aynısıymış.Bunu gören Mehmed Ağa öne atıldı:

-Tüüü utanmaz,Allah'tan korkmaz kepçe kulak! Emanete hıyanetin böylesi de mi olurmuş!

Mehmed Ağa'yı dil ucuyla şöyle bir azarlayıp kendisine çeki düzen vermesini sağladıktan sonra Ahmed Efendi'ye döndüm. Irza geçmek ve emanete hıyanet ile itham edildiğini şahsına tekrar bildirip kendisine istinad edilen bu suçlar için bir diyeceğinin olup olmadığını sual ettim. Son olarak da, varsa şahitlerinin dinlenmek üzere huzuruma kabul edileceğini ekledim.Bunun üzerine Ahmed Efendi zevahiri kurtarmak üzere birkaç lakırtı edip şahitlerini çağırdıysa da pek tabiidir ki, suçun delille sabit olduğu bu davada Ahmed Efendi'yi ne şahitler ne de kendi müdafaası kurtarabilirdi. Mevzuyu daha fazla uzatmadan kararı katiplere yazdırıp ikisinin de karşımdan çekilmelerini emrettim.

Kategori:

Re: Huzurumda

Oktay'ı kutluyorum. Öyküsü, bu günümün kazanç, kar, tat, gülümseme, incelik hanesine kaydolundu.

Bilinen bir öyküden vardığı ver incelikli bir yaklaşımın ifadesi bence. Bir Nasrettin Hoca öyküsüne böyle bakabilmesi, daha doğrusu yoğurup bambaşka düzlemlere çekmesinden etkilendim. Başka Hoca öykülerini de bu elekle, fırçayla, ispatulayla şekillendirmeyi denese(k) keşke.

Anlatımınıza sağlık. (Cümleler duru ve anlaşılır.) (Fazla sözcüklerden olabildiğince arınmış)