UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Hovarda

31 Ağu 2008
Barış Acar

Ay Büyürken Uyuyamam
Cumhuriyet Kitapları
2004
s. 31-39

Son indirilme tarihi: 15 Eylul 2008

Indirmek icin tiklayin:
Bu oyku forumdan kaldirilmistir (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Hovarda

Tam bir ataerkil tip Beyşehirli. Hani küçük yerin kurnazı derler ya, sanki onun için söylenmiş.Bakkalından kazandığı parasının bir kısmını cebine koymuş, kendi emeğini sömürecek, çıkıyor hovardalığa...Değer yargılarıyla da çok tanıdık, kendinden beklenilen çelişkileri hemencecik veriyor bize:

""
Gözleri umut, özlem dolu:"Sen Dursun Ali'nin gönlünü ettin mi?dedi hemşerisine.
Hemşerisi sırıttı : -Hiç etmem mi?
Evvel Allah ben de ederim öyleyse...

Kahvede Dursun Ali'yi bulması, onunla diyolokları sırasında da bu izlenim güçleniyor...Nacati Cumalı'nın sağlam gözlemciği fazlasıyla yansımış Beyşehirli'ye.
""
-Neyse ki sızdılar yoksa...
Cigara veren ilgilendi birden:
- Ne olacaktı yoksa?
...
-Yoksa hovardanın üstüne gelmeyi gösterirdim ben üçünüze de.. .


Re: Hovarda

Hovarda öyküsünü Cumalı'nın en başarılı öykülerinden biri olarak görüyorum.

Öncelikle öykü, atmosfer kurmakta çok başarılı. Kişilerin, karakterlerin ötesinde içine çekildiğimiz bir atmosfer sözkonusu Cumalı öykülerinde. Bu öyküde de hovardalık etmeye çıkmış bir kasabalının dünyasına konuk oluyoruz. Bu dünya, bana kalırsa, kulak misafiri olunmuş bir cümleyle açılıyor. İlk paragrafla öykü sanki bu kulak misafirliğinden çıkmış. Bunu destekleyecek sağlam bir argümanım yok maalesef, his sadece.

Cihan, doğru bir saptamada bulunmuş, ataerkil demiş Beyşlehirli'ye. Ataerkil ve Acı öyküsünün başkişisinin aksine, ete kemiğe büründürülmüş bir ataerkil tip.

""
...uzun bir hastalıktan kalkmış da yeniden yaşamaya başlamış gibi duyardı kendini.

Yani ataerkillik tiplemeliği ustaca çizilmiş Beyşehirli'nin.

Dursun Ali'nin ve Beyşehirli'nin kahvedeki ilk karşılaşması bize karakter analizi için imkân sağlıyor. Dursun Ali'den ilk hareketi alıyoruz böylece:

""
...yandaki sandalyeye gelip bir bardak çay bırakmışlar gibi karşıladı onu.

Öykünün atmosferi bir ikilik üzerine kurulu: Yenme/ yenilme, ayakta kalma/ yıkılma üzerine kurulmuş bir dünya öykü kişilerinin dünyası. Bir paket fazla cigara satmakla topladığı cebindeki parayla, kahvehanedekileri aşağılamakla, boyu posuna karşın Dursun Ali'ye söz geçirebilmekle övünebiliyor bir Beyşehirli. Dursun ile Zeynep ise içine düştükleri çaresizliği kabullenmiş rollerini oynuyorlar.

Asıl hikâyeyse şoför ve misafirlerinin eve girmesiyle başlıyor.

Cumalı Zeynep'le Dursun'dan başka kimseye adıyla seslenmek istememiş. O yüzden hovarda Beyşehirli. Şoför var. Diğerleriyle ilgili problemi ise çok kıvrak bir hileyle çözmüş. Bir sigara uzatma sahnesi, adlandırmalarla ilgili tanım sağlıyor anlatıcıya: Cigara veren ve arkadaşı.

Beyşehirli'nin tavırlarındaki dönüşler keskin ama inandırıcı. Zeynep'le Dursun yatıp uyuduklarında kızıyor ama ses çıkaramıyor. Hesapçılığı caymasını sağlıyor onu kavga gürültü çıkarmaktan. Diğerleri geldiğinde silahını göstermesi ve hemen arkasından şarap ikram etmesi de bu kasabalı sakinliğinin, onun dalgalanan ruh halinin bir devamı sanki.

Diyaloglar müthiş akıcı yakalanmış:

""
-Dua edin de âlem yarıda kaldı. Cıvıttılar, dayanıksız çıktılar, bozdular sohbeti, eğlenceyi...

""
-İş dediğin gibiyse, benden helâl...
-Dediğim gibi ya, başka nasıl olacak? Uykuda bile görmüyor musun muhabbetlerini? Ama sen istersen helâl etme gene, on liranın üstünü iste...

""
...Hatta hovardaysan yaptığını anlatmak da yakışmaz.

Zeynep'in kıpır kıpırlığı ve oyunuysa bir başka güzel anlatılmış:

""
...gecekondunun kapısından genç bir kadın duman gibi sıyrıldı, sekerek geldi.

""
Zeynep döndü, titredi, topuk vurdu, kaşıklarını kanatlandırdı.

"Türkülerin bağlamaların havası", "ışıklı rüyaların dünyası" ise nasıl anlatılmalı bilmiyorum.

Belki daha sonra yeniden duracağım bu öykünün üzerinde. Şu anda kafamı toparlayamıyorum. Yukarıdaki kopuk kopuk anlattıklarımı daha iyi ifade etmenin bir yolu olmalı...


Re: Hovarda

""
Ankara'ya ayda, iki ayda bir gittikce, kucuk dukkaninin disinda dunyanin ne kadar genis, insanlarin ne kalabalik olduguna sasar, uzun bir hastaliktan kalkmis da yeniden yasamaya baslamis gibi duyardi kendini. s.31

Beysehirli'nin dunyasinin kucuklugunu ne guzel anlativermis Cumali. Belki de bir koyde yasiyor olusumdan insan kalabaligini gorunce insanin uzun bir hastaliktan kalkmis gibi hissetmesinin ne demek oldugunu cok iyi biliyorum. Bir anda butun duyular acilmis gibi canlanan bedenin o silkinisini duyuyorum bu bir tek cumlede.

"Hovada", ilk kez on yil kadar once okudugum Ay Buyurken Uyuyamam'dan butun ayrintilariyla aklimda kalan tek oyku. Beysehirli bir tektip (stereotip). Bize Ic Anadolu kirsaliyla Ege kirsalini karsilastirma sansi veren hesapci bir bakkal. Belki tek bu oykuye dayanarak boyle bir karsilastirma yapmak biraz zorlama olacak, yine de ben alttan alta boyle bir sey seziyorum bu oykude.

Cumali'nin oykulerindeki baris havasinda, kavganin, kanin, siddetin kendine fazla yer bulamamasinda her seyden once bir onerinin, bir temenninin yattigi dusuncesindeyim. Oykulerdeki erkeklerin fazla keskin olmayan tavirlarinin, diyaloga alan acan hosgorunun onemli oldugunu dusunuyorum. Bu anlamda oykulerin kurdugu atmosferle gerceklik arasinda onemli bir aci oldugunu hissetmekle birlikte, Cumali'nin bu icten onerisinin de dikkate alinmasi gerektigi dusuncesindeyim. "Hovarda"da Beysehirli, yastiginin altindaki tabancasiyla gerginlik cikarmaya en tesne kisiyken, onun bile yalniz kalmak istemediginden ortami yumusatma telasina girmesi Zeynep'le Dursun Ali'nin uyanmalarini istemeyen beni rahatlatiyor. Smile


Re: Hovarda

Öyküde, hayatlarının bir kesitine hovarda sayesinde tanıklık ettiğimiz Dursun Ali ile Zeynep'in bir birlerini tamamlayan, biri olmassa diğerinin nasılda eksik kalcağına iliklerime kadar inandım. Onları uyurken izliyorum diye de suçluluk duydum. Onların mahremlerini yaşayamamalarından, onları koruyamıyor olmaktan dolayı suçlarken buldum kendimi.
Bu duyguyu "Ulus Altıdağ Belgesel'i" için, Kazıkiçibostanları'na, Hıdırlıktepe'ye, Kale'ye fotoğraf çekmek için gittiğimde de duyarım. Orada yaşanan yoksulluk, yoksunluk kendi hayatımda ki durumu kabullenmiş yaşantım yüzünden beni ezer. Bu duyguların bir iki gün içinde yerini tekrar o kabullenmişliğe bırakması da ayrıca utandırıcıdır.

Öyküyü okurken o gece kondu mahellesinin içinde yürüdüm, Zeynep'in bir gecekondunun kapısından duman gibi sıyrılıp, sekerek gelişini gördüm. Beyşehirli'nin Dursun Ali ve Zeynep uyuya kaldığında sessiz odacıkta sıkıntıyla soluk alıp verişini duydum.Şoför iki adamla öyküye girdiğinde bir süre işler yolunda gitsede şoförün ermiş bir adam gibi Beyşehirli'ye verdiği hovardalık dersi, sanki bize bu iki sevdalının hiçte Beyşehirli'ye buraları salık veren dostunun anlattığı gibi olmadığını anlatabilmek için kurgulanmış hissi verdi. Şoför konuşmasını uzattıkça Dursun Ali ile Zeynep o daracık döşekten kalkıp gidiverdiler.

Bu duyguyu Acı öyküsünde de hissetmiştim. Bu sebeple tekrar iki öyküde de bana bunları düşündürten şeyleri gözden geçirdim. Sanki Cumalı öyküdeki kişilerin herbirini aynı yoğunlukta oluşturmuyor. Bir durumu ya da olguyu anlatmak için mecburen bir yan karakter kullanıyorsa bu diğer samimi ve yakından- dibinden anlatışının arasında kendini ele veriyor gibi.

Ancak yarattığı durum öyle güçlü ki Hovada öyküsüde zaman zaman hatırlanıp bana bir iç çektirmek için belleğimdeki yerini alıyor.


Re: Hovarda

Diğer öykülerinde tartıştığımız, kırsala rağmen göze alınan davranışlar ve bu göze alışların olası sonraları konusunda
bu öykü bana göz kırpıyor gibi geldi. Cumalı'nın kırsalı, Batı Anadolu ve Ege'nin kırsalı. Bu öyküdeki Beyşehirli ise belki tartışmalarda
bizim genellediğimiz kırsala daha yakın bir tipin davranışlarını tamamıyla sergiliyor.

Hem öyküyü okurken, hem de yukarıda bahsedilen hoşgörü ve barışcıl tutumlara değin yazılanları okurken, aklımdan bir soruyu silemedim:
Bu öykü bugün, şu an yazılsaydı neler olacaktı? Kan gövdeyi Beyşehirli, belindeki tabancayı gözünün ucuyla işaret ettiği anda, karşısındakinin kendi tabancasına davranmasıyla götürmeyecek miydi? Hatta karşıdakinin silahı yoksa bile, söz sanatı saydığı küfürlerle yumruklarını sallamayacak mıydı?
Hatta aslında asıl sorum bir kademe daha geride; biri çalmaktan, diğeri oynamaktan başka iş bilmeyen iki insan, karınlarını bu öyküde
gösterildiği gibi doyurabilme olanağına bu gün, şu an sahip olabilirler mi, mümkün müdür artık böyle bir şey? Yoksa zamanımızın hoşgörüleri,
yaşantıları, okuduğumuz öykülerin zamanlarının tersi istikametine yol alıyor da, biz de ondan mı yer yer böylesi şaşıyoruz Cumalı'nın öykülerine?


Re: Hovarda

""
Akşamçayı yazdı;
Hem öyküyü okurken, hem de yukarıda bahsedilen hoşgörü ve barışcıl tutumlara değin yazılanları okurken, aklımdan bir soruyu silemedim:
Bu öykü bugün, şu an yazılsaydı neler olacaktı? Kan gövdeyi Beyşehirli, belindeki tabancayı gözünün ucuyla işaret ettiği anda, karşısındakinin kendi tabancasına davranmasıyla götürmeyecek miydi? Hatta karşıdakinin silahı yoksa bile, söz sanatı saydığı küfürlerle yumruklarını sallamayacak mıydı?
Hatta aslında asıl sorum bir kademe daha geride; biri çalmaktan, diğeri oynamaktan başka iş bilmeyen iki insan, karınlarını bu öyküde
gösterildiği gibi doyurabilme olanağına bu gün, şu an sahip olabilirler mi, mümkün müdür artık böyle bir şey?

Ben kendi adıma Cumalı'nın öykülerinde ki hoşgörünün/hoşgörülü insanların varlığının bir zaman sorunu içerdiğini sanmıyorum. Sanki anlattıkları ve öykü kahramanları bu öykülerin kaleme alındığı yıllarda da okuyanları en az bizim kadar etkilemiş ve şaşırtmıştır gibi geliyor bana.
Ancak gün geçtikçe, birbirlerinin farklılıklarına tahammülü olmayan insanların sayısının bu toplumda arttığı bir gerçek. İnsanlar birbirini "ötekileştirmek" için yarışıyor adeta. Dolayısıyla Cumalı'nın öyküleri günümüzde daha bir değerli oluyor böylece. Her öyküsünde dönüp dönüp kendimize içimize bakıyoruz. Tamir edebilmek için düşüncelerimizde yaratılan tahribatı.
Çoğul konuştuğum için özür dilerim. Yani ben dönüp dönüp içime bakıyorum, ve sanki hepimiz öyle yapıyormuşuz gibi geliyor, çünkü Cumalı öykülerini okudukça çoğaldığımızı ve her yana yayıldığımızı hissediyorum.

Yusuf Atılgan öyküleriyle Cumalı öyküleri arasındaki en büyük farklılık bence tam burada başlıyor; Cumalı öyküleri bir adım daha atabilme gücünü veriyor, sevebilme cesareti dolduruyor içime, iyliği yüceltmesini seviyorum, Atılgan öyküleri ise bunalımı yüceltiyor, insanın yalnızca kendiyle meşgul olasını anlamlı kılmaya çalışıyor ve beni boğuyor, bir insanın yanlız olmaktan başka şansı yokmuş hisini aşılıyor insana.

Bu arada konu, birden bire Atılgan ve Cumalı öykülerinin bendeki yansımalarına kaydı. Şimdilik bu iki öykücü ve öykülerinin benim için faklılıklarını anlatmayı Cumalı öykülerinin bitmesine saklayayım.


Re: Hovarda

Akşamçayı dedi ki:
Bu öykü bugün, şu an yazılsaydı neler olacaktı? Kan gövdeyi Beyşehirli, belindeki tabancayı gözünün ucuyla işaret ettiği anda, karşısındakinin kendi tabancasına davranmasıyla götürmeyecek miydi?
cümlelerine hak vermemek elde değil. Dursun Ali'yle Zeynep öyle koyun koyuna yatamayacaktı. Beyşehirli verdiği, harcadığı paranın karşılığını almadan o evden gitmeyecekti diye düşündüm. Ne zaman yazılmış Hovarda bilmiyorum. Konunun geçtiği yerin Yenidoğan olmasının da bir önemi yok. Günümüzde her yerde yaşanabilir artık. Yıldız Tilbe on parçadan fazla söylemem deyince, biz seni parayla getirdik lan diyerekten kuliste evire çevire döven bir spor kulübünün başkanı var bu konuya örnek, anılması gereken. Fener Bahçe miydi, Galatasaray mı, öyle bir şey işte.

Ben de diğer arkadaşlar gibi, Beyşehirli'yle birlikte gittim buldum kahveyi, o fakir odaya girdim. Zeynep'in oynadığını, Dursun Ali'nin bağlama çaldığını duydum, gördüm. Uyuduklarını... Beyşehirli pantolonunu sıyırınca ödüp koptu, onları uyandıracak, kavga edecekler diye. Hepsini hepsini gördüm valla. Dursun Ali'ye kızdım, hadi çaresizlikten eve getiriyor bu adamları, sızıp kalacak kadar içmese, Zeynep'e de içirmese olmaz mı diye...