UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Henry James Ziyarette

25 Eyl 2011
Mehmet Sürücü

""
Öte yandan uzun bir süre son derece yoğun ve hareketli bir sosyal yaşam sürmüştü, sadece bir yılda, 1878-79 arasında yüz kırk kez akşam yemeği daveti almış ve kabul etmişti. S.47

Neredeyse bu bir yılın yarısı demek. 1875'te İngiltere'ye yerleştiğine göre, bu yemek davetleri aynı zamanda İngiliz sosyetesinin ona gösterdiği büyük bir ilginin de ifadesi. Yüz kırk gün, akşam gideceği yemeklerde ne giyeceğini, ne konuşacağını, kimin yanına oturacağını düşünmüş. Henry James gibi birisi söz konusu olduğunda, iki saatlik akşam yemeği diyerek geçiştirilemez bu. Çünkü o giyimi, insanın dış görünüşünü aşırı derecede önemseyen birisidir. Glifton Fadiman; Washington Meydanı’nın önsözünde, James’in romanlarının bir çoğunu, bir dostun, belki de bir sofra başında, rastgele değinip geçiverdiği rastlantısal bir söz veya olaydan esinlendiğini belirtiyor. Bu çoğumuza fazla gibi görünecek yemek davetlerinin, bir laboratuar, bir gözlem alanı gibi düşünmemiz gerekir sanırım. Gürültülü, çatal, kaşık, bıçak sesleri arasında, cümle, sözcük avına çıkan bir kulak. Hem de her türlüsünü değil, edebi dili bilen, o dil konusunda duyarlı, ilkeleri olan seçici bir kulak. Belki de yemek tabağının, çatalının, yarısı dolu şarap kadehinin yanında, küçücük, kolay dikkati çekmeyen bir not defteriyle, dikkat çekmeyen bir kalem bulunduruyordu. Belki, arada bir, kıyısına, sayfasının bir yerlerine bir parça yemek sosu, şişeden dökülürken bir damla şarabın dökülüp, mavimsi, mor bir iz bıraktığı defterine, kimseye belli etmemeye çalışarak, utangaç bir acelecilikle uzun, edebi cümleler kurmayı evdeki geniş zamanlara bırakıp, kısa, kesik sözcükler karalıyordu.

50 yıldan daha uzun süren yazarlık yaşamının ardında, 100 kısa öykü, ikisi bitirilememiş 23 roman, pek de başarılı bulunmayan 12 oyun, derlendiğinde 10 ciltten fazla tutacak edebiyat eleştirisi, 7 gezi kitabı, 3 özyaşam öyküsü, 2 yaşam öyküsü ve edebi değeri olan 15 binden fazla mektup bıraktı.

Hayatı boyunca yer yer abartıya kaçmış, kusursuz kullanılan bir dilin peşindedir o. Yazarken bunu tavizsiz izlemesinin yanında, dilde yakaladığı üst kullanımı günlük yaşamında da kullandığı söyleniyor. Mektuplarında, yemek davetlerinde, dost sohbetlerinde konuşurken seçtiği sözcüklerin edebi dizilimi, konularına ayrıntı zenginlikleri katma çabası, anlattığının hakikate yatkınlığı, kelime vurguları, tamamen ona özgü abartıya, cümleleri uzatmaya, bitmeyecek duygusu veren bir konuşmaya doğru evrilmesine neden olmuştur. Bir konuşma onun için beyninin tüm katılımı ve anlatım mükemmelliğinin bileşimiyle oluşturulmalıydı. Bütün bunlar da zaman zaman onun sohbetlerinin, sıradan yemek topluluklarında, dostlar arasında sıkıcı bulunmasına yol açıyordu muhtemelen.

Dil kullanımındaki özen nedeniyle, onun küfür ettiğini hiç kimsenin duymadığı söylenir. Bununla ilgili anlatılan bir söylenti var; Ölüm döşeğinde, kendinde değilken, etrafında doktoru, hizmetçiler, yakınları çaresizlikle koşuşturup dururken, nasılsa, bu acılı anların birinde, küfür ettiği duyuluyor. Bu duydukları herkesi şaşırtır tabi ki. Ailenin ileri gelenleri, hemen hizmetkarları toplayarak, bu duydukları küfürleri unutmalarını, ve kimseye anlatmamalarını sıkı sıkıya tembihlerler.

""
James’e yakın olanlar İngilizcesinin çok seyrek olarak doğrudan ve kaba bir tona büründüğünü hatırlasalar da, yaşanan epizotları unutmadıklarını yazıyorlar. James genellikle yazdığı gibi konuşurken, yaşamının son yıllarında romanlarını sekreterine dikte ettirmeye başladığı için konuşmasının giderek tuhaflaştığını ve sözü insanın sinirlerini lime lime edecek kadar uzattığını da sözlerine ekliyorlar. Bir hizmetkara soracağı en basit soru bu ağdalı üslupla en az üç dakikaya uzuyormuş, belki de nedeni dilde aradığı kesin doğruluk, yanılmaktan ve kendini tam olarak ifade edememekten duyduğu dehşettir. S.48

""
Hem durmadan dinler hem de durmadan konuşur: Bir katilin itiraflarını dinlemişliği ve Conrad’ın şapkasının tuhaf biçimiyle ilgili bir soru sorma gafletinde bulunan beş yaşındaki oğluna şapkalar üzerine uzun bir söylev çekmişliği vardır. S.48

Yakınlarının onu nezaket gereği de olsa, dinlerken ne sıkıntılar yaşadıklarını düşünmeden edemiyorum.

James’in, abartılı, sorunlu olduğunu düşündüğüm bir; kişiyi giyimiyle değerlendirme takıntısından da söz ediliyor kitapta. Flaubert’ten, günlük çalışma giysisiyle, şair ve ressam Rosetti’den, rengarenk boyalı, ona göre pis bir resim önlüğüyle kendisini karşıladıkları için nefret ederken, Turgenyev’i bir prense yakışan edası ve giyimiyle yüceltip, saygı duyulan kişiler arasına katmakta bir sakınca görmüyor. Bu yaklaşımı, ondaki aşırı burjuva yaşamı kalıplarını ne kadar fazla önemsediğini, bunları bir takıntı, hastalık derecesinde yerine getirmeye çalıştığını düşündürtüyor bana.

Kategori:

Re: Henry James Ziyarette

""
50 yıldan daha uzun süren yazarlık yaşamının ardında, 100 kısa öykü, ikisi bitirilememiş 23 roman, pek de başarılı bulunmayan 12 oyun, derlendiğinde 10 ciltten fazla tutacak edebiyat eleştirisi, 7 gezi kitabı, 3 özyaşam öyküsü, 2 yaşam öyküsü ve edebi değeri olan 15 binden fazla mektup bıraktı.

Yazın ve yaşam sözcüklerinin yan yana gelmesinin böyle bir riski var. Evet, görüyorum; yazın burada. Peki, yaşam nerede?

Nietzsche, bir insanın yaşamında on kadar kitabın yeterli olduğunu, fazlasının gereksiz yük olacağını söylemişti. "Yaşam"ı kast etmiş olabilir mi?


Re: Henry James Ziyarette

Geçtiğimiz günlerde buna benzer bir şeyler okumuştum. Dante'nin, Cervantes'in olsa olsa üçyüz-beşyüz kitap okumuş olabileceği ile ilgiliydi. Ama yapıtları okuduklarından çok daha uzak geleceklere ulaştı. Bir klasik eser üretebilmenin, insanın okuduklarıyla ilişkisini düşünüyorum.


Re: Henry James Ziyarette

""
"Bir hizmetkara soracağı en basit soru bu ağdalı üslupla en az üç dakikaya uzuyormuş, belki de nedeni dilde aradığı kesin doğruluk, yanılmaktan ve kendini tam olarak ifade edememekten duyduğu dehşettir. S.48"


Doğrusu bu satırları okuduğumda, zaman zaman bu şekilde davrandığımı düşündüm, özellikle de " ...yanılmaktan ve kendini tam olarak ifade edememekten duyduğu dehşet " kısmı hissettiklerimi birebir ifade ediyor, " yanlış anlaşılmaktan ölesiye korkmak " da buraya kendi adıma ekleyebileceğim bir cümle olurdu.

""
"Dil kullanımındaki özen nedeniyle, onun küfür ettiğini hiç kimsenin duymadığı söylenir. "

"...küfür ettiğini kimsenin duymaması " durumu da ortaklık hissettiğim bir diğer konu oldu onunla; ancak sebeplerimiz biraz farklı sanırım.Ben birincil olarak dil kullanımındaki özen nedeniyle küfürle hiç buluşmamış değilim. Benimki hayatımdaki hiçkimseden hiç küfür işitmeden yaşamış olmanın ve küfürü " iyi " olan hiçbir şeyle bağdaştıramamanın getirdiği bir sonuç sanırım; ancak ben henüz hiç yeltenmemiş olsam da, zaman zaman bir durumu anlatmak için gerekli hatta zorunlu olduğunu düşündüğüm, nadir de olsa küfüre başvurulduğu istisnai durumlar da olmuyor değil. Bununla ilgili aklıma direkt olarak gelen örnekse Neyzen Tevfik'in bir şiiri oldu.

""
"
TÜRK MİLLETİ

Türk milleti gariptir
Her bir lâfı kaldırmaz
.bne dersin kızar da
S.k..sin aldırmaz. "

Mehmet Sürücü dedi ki :

""
"Bir klasik eser üretebilmenin, insanın okuduklarıyla ilişkisini düşünüyorum."

Bunu ben de çok düşünmüşümdür. İnsanın okuduklarının duygu, düşünce ve dil dünyasına etkilerini göz ardı etmemekle birlikte, bazen insanın yaratıcılığını tetikleyen ve ortaya etkileyici bir ürün çıkmasına neden olan şeyin, o ürününün temelindeki ruhun, bambaşka bir şey olduğunu düşünüyorum, bir dönüm noktası belki...