UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Hayırbozan

05 Şub 2009
babaruhi

Daha önce yayımlandığı adres: http://heaven.eee.metu.edu.tr/~metafor/oyku/30502afsarcelik.htm#kim

""
hayırbozan

1

Samatya'da kustu Bekir... İçi dışı rakı olmuştu, pek fena yalpalıyordu... Üstelik... Üstelik aklı dağılmıştı ki toplayabilene aşk olsun...
- Ah Monika! Yaktın beni! Yaktın lan beni! Heeeeeeyt ulan! Var mı lan?!
Monika'nın aşkından naralanıyordu ya kabadayılığın icabını da terk etmiyordu hani...
Maçka'da otururdu Bekir... Anacığı öleli altı ay olmuştu, yüreği bir de ona yanardı. Bazı bazı rüyasında görürdü rahmetliği. " Ah oğlum, evlensen de mürrüvvetini bir görsem... Torunumu koklayasım gelir.." der, başörtüsünün ucuyla maviş gözlerini kibar kibar silerdi. Onu böyle gördü mü rüyasında, Bekir'in bağrına bir ağırlık çökerdi, bildiğiniz gibi değil...
Uyandığında bile bırakmazdı nefes darlığı... O zaman soluğu meyhanede alırdı. Sevip sevmediğini bilmezdi rakıyı ya... İlk kadehte genzine bir acılık saplanır, atkestanesininki gibi yerleşirdi, sonrakilerde anason kokusu bütün fettanlığıyla çelerdi aklını. Bir de Monika'yı görünce...
Ama Monikayı görünce... Bağrına bir hançer saplanırdı... Bembeyazdı elleri Monika'nın. Yanına sokulur, sanki kanırta kanırta sokardı o bıçağı. Kolları inceydi, beyazdı elleri gibi. Anası olsa ,rahmetli, " A oğlum bula bula bu gavur kızını mı buldun? Eti ne budu ne? Çocuk mu doğurur bu kâfir? Doğurmadan ölür ayol!" der ilenirdi.
Kazın ayağı öyle mi ya?.. Bir de dolardı boynuna kollarını Bekir'in... Bembeyaz ama süt beyaz koltuk altlarından bir baygın yasemin kokusu gelirdi... Bekir'in hepten aklı başından giderdi. Bir de dudakları değdi miydi boynuna... Hatırladıkça başı dönüyordu.
"Beni rakı bile sarhoş etmedi, sen ettin kâfir... Ah ulan! Yanıyorum be!"
Başkasına da işmar ederdi Monika... Çekip vurası gelirdi kızı. Her seferinde... Belindeki sallamayı yoklayıp girerdi pavyona. " Ah ulan! Bu sefer başkasına göz süzsün, bir süzsün vuracağım, imanıma vuracağım!" der der,kız beyaz yanağını yanağına sürtüp de kedi gibi sokuldu mu da yelkenleri suya indirirdi. Her seferinde bir tatlı sözle çelerdi gönlünü... Nasıl yaptığını da hiç analamzdı ya..
-Sen başkasın yiğidim... Vallahi de billâhi de başkasın... Kurban olsun bu pintilerin hepsi sana... Adam değiller ya n'aparsın ekmek parası...
Bazen gözleri dolardı kızın... O saat erirdi yüreciği Bekir'in... Hani Galata'da denize nazır bir odada kemiklerini çatırdatıncaya kadar seveceği, "Amman yiğidim ben ettim sen etme! Vallahi öldüm..." dedirtip yatağa sereceği kızı öyle görünce içi sızlardı. Bilmezmiş gibi her gün bir kalantorun kızı çiroz gibi yediğini yüzü kızarır, eli ayağı kesilirdi.
- Annem "Paris'e gidelim, buranın havası artık bize yaramaz.." diyor. Orada akrabalarımız var. Hem Paris... Aaah,ahh!

2

Bekir'in, bunu duyunca canı sıkılırdı:
-Bırak kız bu lâkırdıları! Nereye gideceksin beni bırakıp? Paris de neymiş? Sen iste, yeter ki iste, ben seni nerelere, nerelere götürmem?
Kız sokulurdu da sokulurdu... Küçük göğüsleri, böğrüne değerdi Bekir'in.
Gel gör ki bir aydır huzursuzdu Bekir. Pavyona bir polis dadanır olmuştu. Gelip patronun kulağına eğiliyor, göbeğini sıvazlıyor, bıyıklarını burarak etrafı kolaçan ediyor, "sakalını" alıp gidiyordu. Bekir alışkındı bu tiplere amma... Son zamanlarda herif bir türlü gitmiyor, oturup karılarla eğleniyor, her seferinde daha fazla kalıyordu.
İşin kötüsü birkaç defa, o kızarmış gözlerini Monika'nın üstünde yakalamıştı. Şimdilik askıntı olduğu filân yoktu amma belli de olmazdı. "Kötüsü gelse, delerim herifi..." Bir yandan polisle dalaşmak işine gelmiyordu,sabıkalıydı...
Monika'nın hayaliyle faytondan atladı, nasıl ayakta durduğuna kendi de şaşırdı. Yokuşun başında indirdi arabacı:
- Hadi birader, in artık... Usul usul ikile... Bu saatten sonra hayvana yokuş olmaz... Hadi bakayım... deyip sepetleyince yapacak bir şey kalmamıştı.
Ayakkabılarını ayağına geçirdi, katıp düşse kalkamaz, ta denize yuvarlanırdı.
" Ah ulan! Bir eve varsam..." Bir acılık geldi genzine... Kusmuk sandı ya değildi. " Eve varsan n'olacak lan! Anan mı var, baban mı? Çoluk çocuk mu bekler seni avrat mı? Kimsin ulan sen kim? Kim takar lan seni dünyada?" Yalnızlık ne garip şeydi... Yokuşa dizili evlerde ışıklar bir bir sönüyordu. Fenerler yanıyordu, gölgesi kendinden büyük, yerlerde sürünüyordu, gölgesi bile yük geliyordu.
Pencerelerde bayraklar yorgun argın sallanıyordu. Bütün gün talebeler ellerinde bayraklarla yürümüştü. "Çok yaşa Kemal Paşa!" diye bağırmışlar, yeri göğü birbirine katmışlardı. Namını duymamış değildi Paşa'nın... " Yiğit adam ve lâkin!.." Hatırlayınca utandı kendinden... Anadolu'da ordu Yunan'ı ezerken burada kalmıştı. Bir kısmı " Kâfir bunlar! Payitahta isyan ettiler!" filan demişti. Bekir'in kafası karışmıştı.
Mahalleden arkadaşı Hasan:
" Oğlum Bekir... İş bildiğin gibi değil... Vallahül azim Anadolu ayaktadır. Bizim dahi gitmemiz icap eder..." demişti dinletememişti.
Gene de belki bir çeşit macera tutkusuyla, mavnalara cephane yüklenmesine yardım etmişti Bekir. "Benden bu kadar sağdıç... Var bildiğin gibi et... Benim aklım ermez harbe filan... "Gel bir iki İngiliz delelim..." dersen, o başka. Ama ben yaramam işinize, asarlar beni. Benden asker neyin olmaz, Allah yardımcın olsun" diyerekten uğurlamıştı Hasan'ı.

3

Bir şeyler değişmişti... Hem de nasıl... Ortalıkta bir "Cumhuriyet" lâkırdısıdır gidiyordu. Bekir anlamıyordu bu şenliğin sebebini... Mahallenin berberi " Uyan oğlum uyan! Bundan sonra kendimizin efendisiyiz!" demişti sabah.
Gecenin bir vakti bayrakları gördüğünde zaten çıfıt çarşısına dönmüş kafasının içi iyice karışmıştı. "Ne demek yahu kendimizin efendisi olmak? Olunca daha mı fazla ekmek alacağız? Balla börekle mi besleneceğiz?.. Et olmuş bilmem kaç para? Benden efendi mefendi olmaz birader... Kimim lan ben, kimim? Gitsin falanca efendiler, gelsin filanca efendiler, buyursunlar, gelsinler... Hey gidi güzel Allah'ım şu "Valide'nin Çeşmesi'ne" bir varaydım."
Yokuşun ortalarında beyaz mermerden bir çeşme vardı. Küçüklüğünden beri "Valide'nin Çeşmesi" diye bilirdi. Saraydan birinin hayratıymış, o kadarını bilirdi. Anasından öğrendiği gibi her su içişinde bir hayır dua ederdi.
Ne zaman çeşmeye yaklaşsa kendine çeki düzen verirdi. Sanki annesine benzer bir kadın, ama daha büyük, ciddi filan, bembeyaz mermerlerin içinden kendini süzer sanırdı. Yarısını ancak okuyabildiği kitabesine, yukarda duran tuğraya çekine çekine dokunur, annesinin oyaları gibi işlenmiş mermer içini ferahlatırdı. Yazın içi yandığında, akşam sarhoşluklarında eve dönerken çeşme karşılardı onu yokuşun ortasında. Soluklanır, avuçlarına doldurduğu suyla yüzünü yıkar, suyu bin bir hayır duayla kana kana içerdi. Düşünürdü ki bu çeşmeyi bu yokuşa koyan ne mübarek biridir. Yokuşta bunalan kim olursa olsun içerdi oradan, her seferinde anasını hatırlardı, ne yaparsa yapsın kendisini bağrına basan anasını. " Herhal böyle bir anadır bunu da buraya diken" der onu hayal etmeye çalışırdı.
Çeşme görünmüştü. Çeşme başından sesler geliyordu. İki adam -belki onlar da sarhoştu-çirkin lâkırdılar ediyordu, işitebildiği kadarıyla... "Hele bir bakalım dertleri neymiş, zibidilerin?"
- Ulan bu neymiş bunun başında, sök ulan onu sök!
- Sökülmüyor be abicim... Ulan bu padişah piçleri ne biçim dikmiş lan
bunu buraya?
Bekir çeşmeye vardığında adamlardan biri elinde keskiyle çeşmenin tuğrasını sökmeye çalışıyordu.
Bekir önce ne olduğunu anlamadı:
- Hayırlı geceler olsun da... N'aparsınız kardeşler çeşmenin başında? Oraya niye tünedin be oğlum, tas aşağıda?..
Elinde keski tutan, dili dolaşarak:
- Bas git birader! Senin işin değil! Bu çeşme artık burada duramaz!
- O niyeymiş o?

4

-Çünkü devrini doldurmuştur. Çükü devr-i saltanat bitmiş, devr-i Cum.. Cum... Neydi be ? Yanındaki tamamladı
-Cumhuriyet, cumhuriyet...
-Ha evet... Cumhuriyet. Artık bu saray süsleri burada duramaz.
Bekir hâlâ öfkelenecek kadar meseleyi anlamamıştı.
-Sana ne süsünden müsünden be birader? Ne istiyorsun güzelim çeşmeden? Ne zararı var sana? Hele bir in de oradan su içelim. Yazıktır, günahtır, bırak elinden onu. Bunun adı "hayırbozanlıktır". Hadi güzel kardeşim, bak kafamız kıyak, düşer müşersin gece vakti, başımıza iş açma.
Adam dikleniverdi:
-Ne diyorsun lan sen? Cumhuriyet düşmanı mısın lan!? Padişahçı mısın lan?!

Bekir hâlâ alttan alarak:
- Yahu ne cumhuriyeti, ne düşmanı kardeşim, in aşağı deli etme adamı, su içeceğiz yahu!
- Ben anlamam! Sen cumhuriyetin bir fedaisine kafa tutarsın ha?
Nârâlanarak Bekir'in üstüne atıldı. Bekir sarhoş olmasına rağmen adamı paçasından, ensesinden yakaladığı gibi yere çaldı:
- Eeeh! Uzun ettin ama!.. Şurada biraz yat da aklın başına gelsin, elimi kana bulama benim gece vakti! Diğerine dönüp:
- Sen de uzan lan! Durup başımı hepten belâya sokma ... Tövbe,
tövbe!..
Eğilip çeşmeden su çarptı yüzüne:
- Geçmişlerinin ruhuna değsin valid'anım...
Ensesine yediği sert bir şeyle gözleri karardı, yuvarlandı.
Zaten sarhoşluktan bulanık görüşü iyice bulandı. Arkasından fenerin
ışığı vuran toparlak bir adamı güç belâ seçebildi.
Ne olduğunu anlamadan adam Bekir'in apış arasını tekmeledi.
-Seni it soyu, seni padişahçı vatan haini köpek! Ermeni karılarıyla fingirdeşirken iyi değil mi? Erkekliğin ona mı geçiyor lan? Biz bu vatan için savaşırken...
Bir tekme de karnına indi, zaten başı dönüyordu, bu tekmeyle bütün midesi boşaldı.
-Ne diyorsun be bi..ra..der..?
Adamın sesini,duruşunu tanır gibi oldu. Bu pavyon sahibinden sakal alan polisti. "Nereden de buldu beni burada?"

5

Polis bir an onu tekmelemeyi bıraktı, kendisine bulaşan adamlara seslendi:
- Defolun lan! Bir boku beceremediniz! Bir sarhoşu alt edemediniz.
Bekir nihayet uyanmıştı:
" Vay herifçioğlu vayyy! Ulan senin dümenindi ha bunlar? Neyse dur bakalım, bu da sarhoş, iki daha tekmelesin, nasıl olsa yorulur... Hem de tek.. Karakola filân götürecek halde de değil... Biraz hıncını alsın, defolsun, gitsin... Amman sabret oğlum Bekir..."
Ama adam hıncını alacak gibi değildi.
- Ulan bir de bu halinle... O kıza sarkıyorsun ha?! O kız benim lan! Yedirir miyim sana?!
Bekir suratına hiç beklemediği bir tekme yedi, dudağı patladı.
" Anlaşıldı herifin derdi... Ermeni kızına yangın... Al ulan senin olsun, köpoğlusu... Ulan oğlum Bekir değer mi bir gavur kızını aşkına yediğin dayak? Al sana ders olsun, az bile..."
Herifin durası yoktu, gemi iyice azıya almıştı.
-Hem... Sana ne lan padişahların çeşmesinden? Sana mı kaldı lan saltanatın malını korumak? Saltanat da bitti hayratı da ... Anladın mı lan bok böceği!
Bekir dayanamayıp cevap verdi nefessiz,kısık sesle:
- Ama o "valid'anımın" çeşmesi komiserim, hepimizin hayrına, hepimizin malı...
Suratına bir tekme daha yiyip bir daha devrildi. Adam kudurmuş gibi bağırıyordu:
- Kes lan! Senden mi öğreneceğim hayrı, şerri! Sana da validene de...
Bekir'in elleri kaskatı kesildi. Her yanına dikenler battı. Kafasından aşağı bir kova su dökülmüş gibi ayıldı. Tuğrası yaralı çeşmeye takıldı gözü bir an... Çeşmenin içinde bir beyaz kadın görür gibi oldu. Anası dese değil... Bir mahzun gülüş, vedâ eder gibi, "Ah oğlum mürüvvetini bir görsem... Torunumu koklayasım gelir.." diyen anasınınkine benzer bir gülüş... Kırık bir çeşmenin içinden çekilip gitmektedir "valid'anımın" mübarek yüzü... Yazılarına, çiçeklerine, suyuna... Kuşların sabahları içtiği suyuna küfredilmiştir...
Polisin ayağını havada yakaladığı gibi çekti. Adam sırt üstü yere yapıştı. Kafası kaldırıma çarpıp yarıldı. Bekir'in gözlerinden alevler fışkırıyordu.
- Ulaaaan! Sen nasıl söversin lan anama! Sen nasıl söversin lan "valid'anıma"?! Dinsiz imansız köpek! N'aptı lan sana güzelim çeşme? Ne diye kırdırıyordun lan çeşmeyi!? Sen misin lan benim efendim? Senin mi ekmeğini yiyorum itoğlu it? Sen! Nasıl söversin lan "valid'anıma"? Hayırbozan köpoğlu!

6

Sövüp saymaktan yorulduğunda ellerindeki kana bakıp ürktü. Ağzı eğilmiş sallamayı bir kenara attı.
Kırık çeşmeden akan suda ellerini,yüzünü yıkadı. Serin su aklını başına getirir gibi oldu. Anasını elini öper gibi eğildi:
- Ah anacığım, ah "valid'anım"! Affedin, affedin, beni!. Ben bir halta yaramam... Ben size lâyık değilim... Ben buralarda duramam, duramam gayrı... Varın hakkınız helâl edin...
Daha fazla konuşamadı... Çocukluğunda serin havanın yüzüne çarpmasından,ciğerlerine dolmasından hoşlandığı zamanlardaki gibi, yokuş aşağı koşmaya başladı. Aşağıda Boğaz, yorgun kayıkları ve huzursuz bir çırpıntıyla soluyup duruyordu.

17.09.2000 Gebze

Kategori: