UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Hayat Bir Anda Her Şeyi Değiştirebilir

13 Eyl 2011
gönenç kaytaz

Kapı çalınışı ile uyanıyorum. Yatağımdayım. Bilincim henüz yerinde değil. Gözlerimle tavana odaklanmış haldeyim. Algılarım yerine geldikçe tavandan uzaklaşıyorum. Odayı izliyorum göz ucuyla. Lamba, dolap, perde, pencere. Perde yarıya kadar açık. Dışarıda güzel bir yaz günü var. Pencereden içeriye ayaklarıma güneş uzanıyor. Isınmış ayaklarım. Ne güzel. Kapı tekrar çalınıyor. Yanımda ki masaya bıraktığım kol saatime uzanıyor elim. Beynim zonkluyor bir anda. Saat öğlen 2'yi gösteriyor. Her şeye gecikmiş gibiyim. Üç gündür evdeyim. Bir roman için uğraşıyorum. Sonlarına yaklaştım. Hatırlıyorum aptal bir yerinde takılmıştım en son. Hayat bir anda tüm hikâyeyi değiştirebilir demiştim gecenin dördünde aldığım on üç bira bitmek üzereyken. Bir ölüm kaza ya da bir bakış. Ölümle aniden biten bir son olacak sanırım roman. Her şey normalken aptal bir ölüm ile. Kapının ziline bu sefer uzunca bir basış geliyor. “Tamam, tamam!” diye bağırıyorum. Yavaşça önce bir bacağımı atıyorum yataktan sonra diğerini. Nihayet kalktım. Yaşlı teyzeler geliyor aklıma. Dünyanın tüm yaşlı teyzeleri. Ne zordur yaşamak böyle ağır ağır. Kapıya doğru yöneliyorum. Açtığımda karşımda Yağmur ile yanında bir erkek dikiliyordu. Erkek olanı hemen anlıyorum gay olduğunu.

“Neredesin ya? O kadar zile bastık öldün sandım,” diyerek içeri dalıyor Yağmur.
“Ölmedim hala hayattayım”

Arkadaşı kapının dışında hala, “Selam.” Diyor.

“Selam...” Bekliyoruz birkaç saniye. “ Eh içeri gel bare kapıyı kapatayım”

Yağmur bir şeyler atıştırıp acele acele banyoya giriyor. Banyodan seslenerek, “seni arkadaşımla tanıştırmadım dimi? Ah ne unutkanım!”

“Ben tanışırım merak etme sen.”
“Peki Akelciğim kızma”
Karşımdaki “Ben Cem” diyor gülümseyerek.
“Ben de Akel”
Cem, “Memnun oldum” demeye kalmadan ben mutfağa yönelmiştim.
“Cem kusura bakma kahvaltı yapmadım böyle alacaklı gibi geldiniz sen keyfine bak bir şeyler yiyeceğim ben”

Yağmur banyodan çıktı. El havlusundan biraz büyük havluya sarınmış halde,

“Banyo havlun yok muydu Akel ya, üçte ikim dışarıda”
“Maalesef Yağmur”

Yağmur acele acele odaya girip üzerini giyinip çıktığın da, bana baktı ve

“Sen niye hazırlanmadın? Çıkacağız demedim mi?”
“Kimse bana bir şey demedi. Hem, ne çıkması, nereye?”
“Akşama 'Yeşil'in kokteyli var”

'Yeşil' dergisi bir grup arkadaşımın çıkarttığı 600 adet civarı satan çevreci bir dergi. Yağmur'da 'Yeşil'de ona ayrılan Eko feminizm sayfasında yazıyor.

“Anladım da akşama daha çok var bu acele niye?”
“Mert'lere uğrayacağız daha bekliyorlar, oradan geçeceğiz. Hadi hazırlan”

Mert'i sevmem. Üniversitede fizik okuyor. 1.80 boyu 100'e yakın kilosu ve çok bilmiş konuşmaları ile karşısında hep huzursuz olurum. Üçümüz evden çıktığımızda saat 3.30'a geliyordu. Vosvos'uma atlayıp yola koyulduk. Mert'lere geldiğimizde içeride Mert'in dışında biri kız biri erkek iki kişi daha vardı. Tanıştık. Sevil ve Gökhan'dı adları. Sevil kısa kottan dar bir eteğin üzerine siyah askılı bir body giymiş, kısacık saçları ince çenesi ve kapkara göz farlarıyla çekici gözüküyordu. Koltuklara oturduk. 100 kiloluk yuvarlak yüz konuşmaya başladı.

“Ee nasılsınız gençler, ne içersiniz?”
“Bira”
“Sodan var mı?”
“Saol bi'şey almayım ben”
“Votkan vardır umarım?”

Sevil iki ötemde bacak bacak üstüne atıyor, zaten kısa olan eteği iyice çekiliyor. Mert pişkin pişkin gülümseyip mutfağa gidiyor. Bilindik öğrenci evi. Kaos projesi öğrenci evlerinden başlamalı. Çocuklara bakıyorum. Gay Cem Yağmur'a tırnağını gösteriyor. Gökhan’ın gözleri tavanda. Sevil bacak bacak üstündeki bacağını sallıyor. Mert gelene kadar konuşmuyoruz. Elinde içeceklerle geliyor. Biramdan soğuk bir yudum alıyorum. Mert söze giriyor,

“Geçen okulda derste bir prof'la tartıştık...”

Yağmur'la göz göze geldik ve aynı anda, “Ee.”

“...Adama anlatamıyorum ama sonunda ben haklı çıktım”

Bir müddet sessizlik oluyor. Mert sırıtıyor. Uzun bir yudum daha alıyorum. Sevil'in saçları kıvırcık ve açık kahverengi, “Bu yüzden kısa kesiyor belki de” diyorum içimden. Gökhan hala tavana bakıyor. Ben de bakıyorum. Yağmur'un sesiyle irkiliyorum bir anda.

“Akel...” diyor “...ilk kitabını çıkaracak yakında”

Kafalar bana dönüyor.

Ardından Sevil, “Öylemi!? Ne kitabı bu Akel”

“Roman” diyorum. Gülümsüyorlar.
“Ben de bir kitap yazmayı düşünüyorum aslında” diye atılıyor Mert.
“Umarım yakın zamanda okuruz” diyor Sevil. Hemen ardından Gay Cem, “Evet ya bak şimdiden merak ettim yazdıklarını”
“Hele bir bitsin de...” diyorum.

Biram bitmişti. Bir tane daha istiyorum. Mert kalkıp getiriyor buzdolabından. Ardından Sevil'de kalkıyor. Dik bir yürüyüşü var. Asil gibi. 1.70'lerde ki boyu ve zayıf vücudu ile müzik setine yöneliyor. Rock bir parça açtı. Ardından önümüzdeki masada duran sigara paketinden sigara çıkartıp yakıyor. Bu yakışı bir yerden hatırlıyorum. Mor ojelerini fark ediyorum. Ruju ile aynı renkte. Şimdi çıplak ayaklarıyla biraz ötemde ayakta duruyor. Başından beri ara sıra ona baktığımı anladı sanırım. Mert aniden bir kahkaha koparıyor. Bana doğru dönerek,

“Demek öyle Akel, üç gündür evdesin ve bugün Yağmurlar'a kapıyı geç açınca hala hayattayım demişsin!”
“Gece geç yattım, sabahta uyuya kalmışım”

Sırıtıyor. Yağmur'la konuşmaya devam ediyor.

Saat 7'ye yaklaşıyor. Evden çıkıyoruz. Toplamda altı kişiyiz. Yağmura dönerek, “Hepimiz sığamayız arabaya” diyorum. Mert duymuş olacak ki, “Sığarız sığarız” diyerek sırıtıyor.

Yüz kilo ve diğer beş kişi ile birlikte zavallı Vosvosum’a ite kaka yerleşiyoruz. Önde Yağmur arka koltuktakilere sesleniyor, “Tamam mıyız?”

“Tamam”
“Hı hı”
“Evet”

İkinci denemede çalıştırıp Kadıköy'e doğru yola koyuluyoruz.

Her hangi bir problem yaşamadan kokteyl yapılacak binanın önüne geldik. Park edip arabadan çıkıyoruz. Kapı önünde sigara içen tanıdıklara rastlıyoruz. Onlarda bizim gibi kokteyle gelmişler. Selamlaşıp binanın içine giriyoruz. Üçüncü kattaydı salon. Salondan içeri girdiğimizde beyaz ışıkla aydınlatılmış kalabalığın gürültüsüyle karşılanıyoruz. Herkes bir yerlerde gruplanmış, ayakta ellerindeki kadehlerle bir şeyler konuşuyor, kimi çok ciddi kimi kahkaha atıyor kimisi de sadece dinliyor. Grubundan başka gruba geçenler kadehleriyle tek başına duranlar ve yeni karşılaşmalarla dolu bir insan topluluğu. İçerdekilerin bir kısmını tanıyordum. Kısaca selamlaşıyoruz. Hemen karşımızdaki boş alana doğru yürüyoruz. Her grubun ortasında olan göbek hizasındaki masalardan getiriyor bize de biri. Teşekkür ediyoruz. Yağmur dergi de yazdığından çevreden gelip Yağmur'a selam veren dergi hakkında bir kaç yorum yapıp ya da soru sorup geri dönenler oluyor. Hemen önümüzde beş altı metre ötede kürsü var. Önüne mikrofon konmuş. Arkasında ki duvarda da, üzerinde Dünya'nın bir çamaşır gibi sıkıldığı yani derginin son sayısının kapağı ve dergi ambleminin posterleri asılı.

“İnsan sayısı fena değil” diyorum.
“Eh işte” diyor Yağmur. “ Yüz elli kişi varsa vardır ancak”

Mütevazı bir kokteyl. Kokteyller genellikle açılış ya da yıldönümü gibi dönemlerde tanıtım, bir araya gelme, propaganda ve maddi katkı sağlamak için yapılıyor. Yeşil dergisi de üç yıldan beri yayın yapıyor. Gösterilen bu çabalar az çok ayakta kalmaya yetecek hatta kar amacı olmamasına rağmen artı para sağlayacak duruma getirmişti dergiyi.

Sol yanımdan sırasıyla küçük masayı çevreleyerek Mert, Gökhan, Sevil, Cem ve en sonda da sağıma denk düşen Yağmur var. Kalabalığın uğultusu biraz daha artmış gibi. Saat sekizi biraz geçiyor. Bir kadın çığlığı ile irkiliyoruz. Biraz uzağımızdan geldi ses. Uğultulu salon biran da sessizleşti. Herkes oraya dönüyor. Kadehin yere düşürüldüğünü anlıyoruz. Uğultu tekrar yükseliyor. Herkes eski halinde yine. Biri gelip yerde ki cam kırıklarını topluyor.

Başlama saatinden yarım saat gecikerek kürsüye Yeşil'in editörü çıkıyor. Herkesi selamlayıp yıl dönüm ve doğal çevre üzerine kısa bir konuşma yaptıktan sonra serbest zamana bırakıyor gelen konukları.

Yoğun bir uğultunun içindeyim. Beyaz flüoresan ışık altında sanki sis varmış gibi buğulu geliyor gözüme her yer. Gözlerim yanar gibi oluyor. O kadar çok farklı ses ve kelime ile dolu ki küçük salon bir kaç dakikalığına dışarıya hava almaya çıkmaya karar veriyorum. Arkadaşlarıma söyledikten sonra salonun kapısına doğru yürüyüp oradan asansöre biniyorum. Netleşen görüntü hava ve artan sessizlik beni rahatlatıyor. Bir numaralı tuşa basıp asansörün hareket anını dinliyorum. Salonun sesleri daha da uzaklaşırken, detaylara ve kendime odaklanabildiğimi fark ediyorum. Aynaya bakıyorum. Saçlarımı düzeltiyorum. “Eh işte...” Biraz daha bakıyorum, “Tipe bak!” Asansör indi. Kapıyı açıp apartmanın dış kapısına doğru yürüyorum. Hava iyice kararmış. Dışarıdayım. Önce serin bir rüzgâr vuruyor yüzüme. “Nefes alıyorum” Kapının biraz yanına doğru ilerleyip cebimden sigara paketini çıkartıyorum. Bir nefes çekiyorum. Yüzüme vuran serin havayı düşünüyorum. Kokluyorum. Ne güzel bir an. Işıkları yanmış kentin. Bir ara caddedeyim. Sakin bir cadde. Karşı kaldırımda çaprazımda üzerinde “Efes” yazan küçük bir büfe var. Soluma doğru uzanan ara cadde, hemen yakında ki Kadıköy'ün sahiline paralel ana caddeye bağlanıyor. Geçen arabaları yolu aydınlatan sarı sokak lambalarını yürüyen insanları ve dükkânları görüyorum. Bulunduğum ara cadde de sokak lambası yok. Sağımda biraz daha ileride, başka bir ara cadde ile kesişen yere koymuşlar. Oraya doğru bakıyorum. Sakin, terk edilmiş gibi. Bir sokak köpeği yere bakarak dolanıyor. Daha uzakta birinin sadece bacaklarını görüyorum. Uzaklaşıyor karanlıkta. Arada sadece bir sokak olmasına rağmen iki farklı yaşam işler gibi sanki sağım ile solum. Sigaramdan bir nefes daha çekiyorum. Bir ses duyuyorum o an. Anlamıyorum nereden geldiğini. İnce bir ses... Kız sesi gibi. Ağlama ya da gülme sesi. Çok kısaydı. Etrafıma bakınıyorum. Bir şey göremiyorum. Ama eminim ses duyduğuma, yakındım çünkü. Sol tarafım daha aydınlık ve bakılabilecek bir yer yok. Sağıma doğru uzanan tarafa yürümeye başlıyorum. Apartman ve dükkân girişlerine bakıyorum. Bir iki dükkânın dışında gerisi apartman hep. Dikkatlice bakmama rağmen bir şey göremiyorum. Yalnız duran sokak lambasına kadar geldim. Köpek gitmiş. Sağa ve sola da ayrılan dar bir dört yol ağzı burası. Uzun aralıklarla sokak lambaları var. Uzun uzadıya sakin her yön. Geldiğim caddenin devamı olan önümdeki yol daha karanlık duruyor. O tarafa, karanlığa doğru bakıyorum. Bir anda bacaklarıma bir şeyin dokunduğunu hissediyorum. İrkiliyorum. Bir köpek. Her yeri kan içinde. Titriyor. Korkunç halde. Derisi soyulmuş gibi. Midem bulanıyor. Bağıramıyorum. Bana sürünmeye devam ediyor. Pantolonum kan içinde. Geri çekiliyorum. Tekrar yanıma geliyor. “Git buradan!” Uzaklaşıyorum. Gözleriyle bana bakıyor. Gözleri de kan içinde. Korkuyorum saldırmasından. Köpek yönünü değiştiriyor. Uzaklaşıyor. Ona bakıyorum. Sokak lambasının ışığından uzaklaştıkça karanlığa gömülüyor. Rahatlıyorum. Sonra aynı sesi tekrar duyuyorum. Bu sefer çok daha yakınımdan. Ağlama hıçkırığı bu. Gülmeye benziyor çok az. Arkamı dönüyorum. Kimse yok. Hiçbir yerde kimse yok. Yolun devamına tekrar bakıyorum. Bir şey görüyorum. Karanlıkla boyanmış gibi. Yolun ortasında duruyor. Ufak boyu var. Ağlamasını tekrar duyuyorum. Devam ediyor sesler. Ona doğru yürümeye başlıyorum. Hala karanlık bedeni. Elini yüzüyle kapatmış olduğunu fark ediyorum. Saçları uzun. Bir kız sanırım. Yaklaşıyorum. Bir kaç metre önünde duruyorum. Sesleniyorum, “Merhaba. Ne oldu?” Küçük kız devam ediyor ağlamaya. İçimden, “Nasıl bukadar gölgede duruyor?” Diyorum. Tekrar sesleniyorum, “Anneni babanı mı kaybettin? Sana yardım edeceğim korkma.” Cevap vermiyor. Gölgeden başka bir şey göremiyorum. Hıçkırıkları ince ve aralıklı çıkıyor. Sanki aralarda bir şey düşünüyor gibi. Bazen bir öncekinin aynısını ard arda tekrarlıyor. Gerçek olmadığını düşünüyorum bir an için. Ama karşımda işte diyorum. Şehir bom boş. Bir köpek havlaması duyuyorum. Uzaktan geldi ses. Tek bir havlayıştı sadece.

“Ağlama lütfen! Sana yardım edeceğim”

Ağlamakla mırıldanma arası sesler çıkarıyor. Olduğum yerde duruyorum hala. Tekrar bir köpek havlıyor. Çok yakındandı bu. Arkamdan geldi ses. Arkama bakıyorum. O köpek. Her yeri kan içinde. Biraz sonra koşmaya başlıyor üzerime doğru. Kıpırdayamıyorum. Korkuyorum. Özenle sivrilmiş dişlerini görüyorum ve kanlı gözlerini. Kin ile koşuyor. Nefretle. Öç almak ister gibi. Ölüme giderken öldürmek. Asla durmayacak. Kız çocuğunun bir şeyler dediğini duyuyorum. Anlamıyorum. Köpek hızla üzerime doğru koşuyor. Param parça olacağım birazdan. Kızın dediğini anlıyorum bu sefer.

“Gözyaşlarım yüzümü yakıyor.”

Kafamı çeviriyorum. Görür görmez çığlığa boğuluyorum...

Bir an da kendimi eski ve pencereden ay ışığı vuran bir oda da yatağın üzerinde sırt üzeri yatar halde buluyorum. Çıplağım. Küçük kız üzerimde oturuyor ve o da çıplak. Ağzıyla sadece 'o' yaparak “Sevgilim!” diyor. İnanamıyorum. Bağırmak istiyorum. Kıpırdayamıyorum. Üzerim de hareket etmeye başlıyor. “Kahretsin! Hayır!” Sesimin dışarıya çıkmadığı fark ediyorum. Yüzüne bakamıyorum. Gözlerimi kapatıyorum. Sonra duruluyor her şey. Öyle kalıyorum. Çok pürüzlü bir gülme sesi. Cadı gibi. Gözlerimi açıyorum. Her yerinde yeşil damarlarla hatlar çekilmiş sarkık ve bozulmuş eti andıran çıplak beyaz bir beden görüyorum. Yaşlı bir kadın. Ay ışığıyla bir ölüye benziyor. Gülümsüyor. Ağzının içinden akan koyu mavilik dudaklarını sarmış halde. Başım mengeneye sıkıştırılıyor gibi. Birazdan kemikler çatırdamaya başlayıp kırıldıktan sonra parçaların beynime girip o anda her şeyin biteceğini düşünüyorum. Üzerine bastığım bir sümüklü böceği düşünüyorum.

Üzerimde hareket etmeye ve sesler çıkarmaya başlıyor.

“Sevgilim!”

Çıldırmak üzereyim. Kusmak istiyorum. Midemden yükseleni hissediyorum. Biranda yemek borumdan yukarı çıkıyor tüm midemdekiler. Ağzımdan dışarı boşaltıyorum. Rahatlıyorum.

Etrafımdan sesler duyuyorum. Tanıdık sesler.
“Kahretsin!”
“Akel! İyi misin?”
“Akel! Duyuyor musun bizi?”
“Hadi Mert daha hızlı sür şu lanet şeyi!”

Yatar haldeyim. Yukarıya bakıyorum. Bir ışık sürekli aynı şeyi yapıyor. Önümden geçiyor. Sonra gizlice kimseye görünmeden koşup tekrar önümden geçiyor.

Not: Adı geçen “Yeşil” dergisi uydurmadır. Gerçeği ile ilgisi yoktur.

Kategori:

Re: Hayat Bir Anda Her Şeyi Değiştirebilir

Sanırım olumlu ya da olumsuz bir eleştiri alamıcam.


Re: Hayat Bir Anda Her Şeyi Değiştirebilir

Metnin biraz sadeleşmeye ihtiyacı var kanımca. Öyküden çıkardığımızda öyküyü eksiltmeyecek ayrıntılar var. okuyucu olarak öyküde olmasa da olur dediğim ayrıntılardan bazılarını sorarak söylemek istiyorum:
Cem'in gay olduğu neden belirtiliyor ve öykü boyunca "Gay Cem" deniyor? Niye?

""
Mert'i sevmem. Üniversitede fizik okuyor. 1.80 boyu 100'e yakın kilosu ve çok bilmiş konuşmaları ile karşısında hep huzursuz olurum.
Bu ayrıntı neden gerekli?
Bunlar, sıradan bir gün anlatılırken verilen ayrıntılar ise öyküye yedirilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Bir öneri de:
""
Kapı çalınışı ile uyanıyorum. Yatağımdayım. Bilincim henüz yerinde değil. Gözlerimle tavana odaklanmış haldeyim. Algılarım yerine geldikçe tavandan uzaklaşıyorum.
Kişinin kendini böyle gözlüyor olması bilincinin yerinde olduğunu gösterir diye düşünüyorum. Bu çelişkiyi ortadan kaldıracak bir yol bulunmalı.
Öyküde sevdiğim şey, merakı öykünün sonuna kadar taşıyabiliyor olması.


Re: Hayat Bir Anda Her Şeyi Değiştirebilir

Ayrıntılarla ilgili eleşirin değerli gerçekten. Cem meselesini de karakter renkliliği açısınıdan düşünmüştüm. Homofobik olarak algılandıysa öyle bir amacım olmadığını belirtmek isterim.

Bütünlüğe dair Çelişkiler eksiklikler olumlu olumsuz varsa düşüncenizde paylaşmanızı isterim.


Re: Hayat Bir Anda Her Şeyi Değiştirebilir

Okurken, anlatımda sorunlar, ne anlama geldiği kestirilemeyen cümleler, de, ki gibi bağlaçların, virgüllerin kullanımlarında sorunlar gözledim. Anlatım içerisinde kullanılan 1.80 boyu 100'e yakın, Saat 7'ye yaklaşıyor, gibi rakamların mümkün olduğunca az kullanılmaları gerektiğini düşünüyorum. Anlatıma çoğunlukla, yersiz ve çok kullanıldıklarında olumsuz etkiler yapabiliyorlar.

""
Beyaz flüoresan ışık altında sanki sis varmış gibi buğulu geliyor gözüme her yer. Gözlerim yanar gibi oluyor.

flüoresan” sözcüğünün doğal yapaylığı, adı sonrasındaki oluşturulmak istenen sisli, buğulu, farklı atmosferin oluşumunu zedeler gibi sanki.

Öykünün bazı yerlerinde gereksiz ayrıntıların var olduğunu, olabildiğince bunlardan arındırılması gerektiğini düşünüyorum. Buna örnek şu cümleyi verebilirim belki;

""
Kokteyller genellikle açılış ya da yıldönümü gibi dönemlerde tanıtım, bir araya gelme, propaganda ve maddi katkı sağlamak için yapılıyor.

""
sigara paketinden sigara

""
Kapı önünde sigara içen tanıdıklara rastlıyoruz. Onlarda bizim gibi kokteyle gelmişler.

Dikkatsizlikle sanırım, yanlış kullanılan sözcükler var;

""
Bana sürünmeye devam ediyor.

“sürtünmeye”
Veya
Bana doğru sürünmeye devam ediyor.
Olmalı diye düşünüyorum.

""
Arada sadece bir sokak olmasına rağmen iki farklı yaşam işler gibi sanki sağım ile solum.

Anlamında, anlatımında sorun olabilecek bir cümleye örnek olabilir mi yukarıdaki cümle.

Sondaki “karabasan” diyelim, biraz korku filmlerinden kesilip yapıştırılmış gibi duruyor. Bunun yanında, böyle bir sondaki “korkunç sahne”ye doğru sürükleniş daha dengeli olabilirse, daha etkili olacağını da düşünmedim değil. Gecenin, ara sokakların ıssızlığı, uzaklardan gelen köpek sesleri, bomboş duvar diplerine vuran sarımtrak sokak lambaları, izlenme duygusu, ürpertiler, belirli aralıklarla finaldeki yoğunluğun içerisine gereksiz ayrıntılardan arındırılarak ulaştırılabilirse daha farklı bir şey yakalanabilirdi. Belki de bunlar verilmek istenmedi de, bir yerden sonra öykü benim çekmek, gitmek, götürmek istediğim yöne doğru akmadığı için bunları düşünüyorum. Bir yerinden sapıp, kendi öykümün, kendi sözcüklerimin peşine düşüyorum.

Bilemiyorum. Ama şunu söyleyebilirim sanırım, anlatımların, sade, azami sözcüklerle oluşması gerektiğini düşünenlerdenim. (bilerek yığılan, gevezelik derecesinde yoğunlaştırılmış cümlelerle, farklı teknik, anlatım denemelerini ayrı tutarak)

Bir cümleyi defalarca yazıp, farklı çağrışımlarını, sözcüklerin harfsel-sessel ve müziksel yanlarını düşünerek kullanan Bilge Karasu gibi ustaların yazma yöntemlerini bildiğimizde, bir metin oluşturmanın ne kadar çaba, emek ve dikkat gerektirdiğini anlamak gerekiyor.

Yıllar önce, şu anda bir romanı yayınlanmış, kendine yazar diyen birisiyle konuşurken şöyle demişti;
Ben bir yazdığımı bir daha dönüp okumayı sevmiyorum.
Hiç unutamadım bu yaklaşımı. Her zaman da yazmanın, onu defalarca okuyup, sözcüklerle cebelleşmek olduğuna inandım.
Öykünün anlatımı sürükleyici. Uzunca bir öykü olduğu halde, sıkılmadan okunuyor. Bunun yanında, kişiler çok belirsiz kalmış. Olayın ön plana çıkarılacağı durumlarda belki bu düşünülebilir.

Şunu önerebilirim belki de; (şu özrümü de belirteyim hemen, ben bir yazar değilim, bir eleştirmen de değilim, bir okur olduğumu sanıyorum sadece, yani alçakgönüllü bir öneri sadece benimkisi) baştan sona tekrar yazmayı denemek. Fazla kişilerden, ayrıntılardan arındırmak, mesela bir Gay Cem varsa, ve siz toplumun duyarlı olduğu bir alana kıyısından da olsa yöneliyorsanız, ayağınızın ucuyla da olsa geçmişseniz o tarafa, ona bence daha fazla bir anlam ve işlev yüklemek gerekir.

Yazmamız gerekiyor. Sabırla. Değişerek. Öykünüzü değerlendirmeye çalışarak, kendime de bazı telkinlerde bulunma fırsatı bulabildim. Kaleminize sağlık.


Re: Hayat Bir Anda Her Şeyi Değiştirebilir

Gereksiz ayrıntılar, noktalama işaretleri, kelime ve cümle hataları ve karabasana geçişteki eksiklik, cem meselesi tüm mütevazıliğinize rağmen iyi bir okuyucu olduğnuzu düşündürttü. Yazdıklarımı okuma meselesinde, okurum, okuma esnasında beğenirimde bazen ama bittiğinde çoğunlukla beğenmem. Hatta hakaretler ederim. Her seferinde değerlendirme konusunda başka birine ihtiyaç duyduğumu farkederim. Bu yüzden yapılan elştiriler çok önemli gelir. Tekrar tekrar okudum eleştirinizi. Ayırdığınız vakit için teşekür ederim.