Gülerek Ölmek
Haldun Taner
"Gülerek Ölmek"
Onikiye Bir Var,
Ankara, Bilgi Yayınevi, 1983,
s. 177-213.
İndirmek için tıklayınız:
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).
Haldun Taner
"Gülerek Ölmek"
Onikiye Bir Var,
Ankara, Bilgi Yayınevi, 1983,
s. 177-213.
İndirmek için tıklayınız:
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).
Re: Gülerek Ölmek
"Gülerek Ölmek" öyküsünü daha önce evire çevire grubunun çabalarıyla okuma fırsatı bulduğumuz Paul Simms'in "Bir Yakarış" adlı öyküsünü okurken anımsamıştık.
Herkese iyi okumalar dilerim.
Re: Gülerek Ölmek
Ankara’nın bir deniz kıyısına sadece iki saat uzaklıkta olduğunu bu öyküden öğrendim! :oops:
Verilen bu ayrıntı çok etkileyici geldi bana. Taner, insanın yaratıcılığına vurgu yapmak mı istemiş, insana dair ne güzel bir ayrıntı yakalamış ve ne güzel bir tespitte bulunmuş.
‘boğaz’ sözcüğü dizgi hatası “buğaz” olarak yazılmış diye düşündüm ama öykünün bir iki yerinde buğaz biçiminde geçiyor.
“hava da sertleniyor” sertleşiyor dememiş Taner, dikkatimi çekti.
Ankara'dan söz ederken
Gandhi’yle ilgili kitaptan iki alıntı yapılmış:
Sonra Agatha Christie’nin kitabından da bir alıntı var:
Bu alıntılar öyküde niye varlar diye düşündüm. Öykü kişimiz Sekban Bey’i daha yakından tanımamız için onun kişiliğiyle örtüşen ya da ters düşen bir anlam mı içeriyor diye düşündüm, olabilir. Christie’den okuduğu bölüm denize girme konusunda onu uyarır nitelikte ama o oteldekilerin uyarılarını da dikkate almıyor. Bazı şeyleri daha geç kavradığının bir göstergesi sanki onca uyarıya rağmen denize girmek de ısrar etmesi. İnsan zekâsının gelişmesinde bir sınır vardır sözünü doğruluyor ama Sekban beyin “kalbinin gelişmesinde hiçbir sınır olmadığını” da görüyoruz. Başına gelenleri, ölüm karşısında nasıl korkulu onun deyimiyle insanı küçülten duygular yaşadığını onların kendisiyle alay etmesi pahasına, ya da göden düşme pahasını açık yüreklilikle anlatıyor çünkü. Alıntıların öyküde bir işlevi olmalı diye düşünüp, ne bileyim, bu sonucu çıkardım işte.
Re: Gülerek Ölmek
Anlatısına öykünün kahramanı Sekban'ın portresini çizerek başlayan yazar, bizi onun dünyasına dahil eder. Daha öykünün ilk bölümlerindeki şu ifadeden "İncila hanımın kuşkusundan içi bir an ısınsa da, bu öğüdü, çarpık bir gülümseme ile sol kulağının arkasına şöyle bir atıp, daha o gün unutur." Sekban'ı burnundan kıl aldırmayan, ilgiden hoşlanan ancak yaşamını kontrol etmeyi seven biri olarak tanıyoruz. Akçakoca yolculuğunda Avrupa görmüşlüğünü, iyi mevki sahibi olduğunu, ilkelerine ve yaşam tarzına sıkı sıkıya bağlı oluşuna dair birçok ifade ile karşılaşıyoruz.
Bu ifadelerle yazar, okuyucusunu yaşamını kontrol etmeyi, planlamayı bilen; ipleri her zaman elinde tutmayı beceren bir karakterle buluşturuyor. Öyle ki Sekban'da âcizliğe, zaafa dair pek bir şey göremeyeceğimize kani oluruz. Sekban'ın denize ilk girişindeki yüzme becerisi, doğayı istediği gibi kontrol ettiğini sanması yazarın bu vurgusunu pekiştirir. "Denizde, diz boyuna kadar yürüdükten sonra, Halim Paşa Yalısından kalma bir stille, balıklama daldı. İlkin soğuğun etkisi ile hızlı hızlı, ama hemen sonra da, ahenkli bir tempoyla kravl yüzmeğe başladı. İnip çıkan dalgalarda, yükselip alçalmadan, onları delip geçerek, hiç şaşmadan, rota değiştirmeden, motor gibi arkasında köpükler bırakarak yüzüyordu."
Sekban, kendisinden ne kadar da emin, doğaya o kadar hâkim ki her şeyi denetleyebilecek güçte. Daha sonra Sekban'ın düşeceği güç durumla bu hâllerini karşılaştırdığımızda karşımıza müthiş ironik bir durum çıkar. Yazar, bu mizahî durumu gözümüze sokarak anlatmaz asla; aceleye getirmeden, bizi de içine katarak öylesine yumuşak geçişlerle ve dokunuşlarla anlatıyor ki yazara hayranlık duymamak elde değil.
Bu arada denize girmek için "banyo yapmak" deyişinin kullanıldığına ilk kez H. Taner'de şahit oldum. İlk okuduğumda epey garipsemiştim.
Re: Gülerek Ölmek
Yukarıda dilim döndüğünce anlatmaya çalıştıklarımı Muhtar Körükçü daha güzel bir şekilde dillendirmiş:
Kaynak: Varlık Dergisi - Uygarlık Bahçesi Anadolu - Haldun Taner'in Hikâyeleri - Muhtar Körükçü - 1972:11
Re: Gülerek Ölmek
Muhtar Körükçü'nün cümlesi:
Bence öykü kişimize haksızlık eden yanlış bir tespit bu.
Gandhi’yle ilgili kitaptan alıntıda
deniyor.
Evet, Sekban bey ölüm karşısında tüm insanlar gibi çaresiz ve aciz kalıyor. Oteldekilerin uyarıları da, polisiye romanda denizden söz edilen bölümlerle ilgili okudukları da 'insan zekâsını' kullanmasını sağlayamıyor. Ama, herkes onu dalgalı denizde yüzme cesareti gösteren bir kahraman olarak yüceltirken o kendini başka türlü tanıtmaktansa düştüğü çaresizliği, onun deyimiyle ölüm karşısında küçük düşmeyi oteldekilere anlatarak "kalbinin gelişmesinde hiçbir sınır yoktur.”u kanıtlıyor. İnsanların gözünden düşmeyi göze alarak zayıf değil, yürekli, güçlü biri olduğunu kanıtlıyor.
Re: Gülerek Ölmek
Elif, ileti benim değil Muhtar Körükçü'nün. Bunun yanında bu düşünceye katılmıyor değilim. Çünkü Sekban'ın yaşama karşı duruşundaki tutumu "güce, kontrole" dönük olduğundan yazar, "özellikle doğayla" çevresiyle ilişkisinde bu tutumun her zaman doğru olmadığına işaret ediyor. Bunun yanından büyük sözler söylemeye kalkışmadan yazar, örnek bir duruş olarak Gandhi'ye göz kırpıyor.
Re: Gülerek Ölmek
Evet, cümleyi senin araştırdığın bir yazıdan aktardığını biliyorum, biliyordum. Senin iletinden alıntıladığım için "Abdullah yazdı" diye göründü sanırım.
Re: Gülerek Ölmek
Yazar, hikayenin daha başında okura bir ipucu vermesine karşın, Sekban'ın boğulup boğulmayacağının merakıyla sonuna kadar sürüklüyor. Hikaye kahramanının pek kullanılmayan ismi, olaylarda yer alan karakterlerin değişik kesimlerden oluşu, yazarın geniş genel kültürü beni etkileyen ilk unsurlar oldu. Zaman zaman, anlatım ince ayrıntılara varasıya kadar detaylı anlatılmış.
Yazarın yaşadığı dönemlerin kişiliklerinden "Weismüller" ismi anılmış. Bir de radyoda ajans haberleri deyimi kullanılmış. "Radyodan duyulan İstiklal Marşının son notaları da" radyo yayınlarının belirli sürelerde yapıldığı dönemin tanıklığını yapıyor.
"Radyoyu ardına kadar açmış" deyimi bana ilginç geldi.
Re: Gülerek Ölmek
H. Taner'in bu geniş birikimi insanı şaşırtacak nitelikte. Her öyküsünde bu birikimin irili ufaklı örnekleriyle karşılaşmak olası.
Re: Gülerek Ölmek
Evet, ben de her öyküsünde bunu görüyor, hayranlık duyuyorum.
Re: Gülerek Ölmek
“Karadeniz’in dalgaları başka olur” dediğinde “bu öğüdü, çarpık bir gülümseme ile sol kulağının arkasına” atan Sekban Bey’e karşı haklı çıktığından mıdır bilmiyorum, öyküyü bitirince Sekban kadar İncilâ hanım da aklımda kaldı; oysa onu anlatan satırlar yaklaşık yirmi sayfalık öyküde gözden kaçabilecek kadar az :
Altmış ilmik atıp iki ters iki yüz lastiğe başlarken dikkati dağılmadan hemen iki boğulma olayı anlatabildiğine göre, çok örgü örmüş olmalı İncilâ hanım.. Belki yaşamı da ördüğü lastikteki ilmekler gibi iki ters iki yüz gitmiştir de, o hepsini aynı soğukkanlılıkla karşılamış, bu bana yapılır mı dememiş, yaşamı güçlükleri, güzellikleri ile karşılamıştır. Bundan dolayıdır ki, yaşamın içinde, yaşadıklarıyla, kendisiyle barışık, “desinler”ci olmayan bir İncilâ hanımın varlığını sezinledim.
İncilâ hanım çevresindekilerle de içten ilgili, “ N’olur fazla açılmayın” derken, izahatın fazlasına kaçıp iki hikâye anlatmaktan kaçınmıyor. Komşusunun anlattığı boğulma hikayesini, kendi deneyimi de olmasına rağmen, dinlemezlik etmemiş, öyle can kulağı ile dinlemiş ve duyduklarını öylesine dikkate almış ki, kendi gördüğünden de canlı anlatıyor Sekban'a.
"Gizemli olayım, aman, benim için ne düşünür/düşünürler, dul kadınım uzak durayım" tarzı da yok, başkalarının ne düşündüğü ile ilgilenilen bir tutum gözlenmiyor.
Bu açılardan bakınca Sekban'ın neredeyse tam zıddı bir kişiliğin ipuçları veriliyor bu birkaç satırla. Sonra da Sekban anlatılıyor ince ince; böylece Sekban anlatıldıkça İncilâ hanım da anlatılmış oluyor.
Re: Gülerek Ölmek
Maksim Gorki’nin," Bütün düğünlerde nişanlı, bütün gömmelerde ölü " diyerek küçük burjuvaların kendilerine dönük abartılı ilgilerini tanımlayan ifadesi öyküyü okurken sıkça aklıma geldi. Sekban’ın, giyimine gösterdiği özen, çevresindekilerle ilgilenme biçimi, kendini her koşulda merkeze alan tavrı, planları konusundaki saçma titizliği, çok bilmişliği… yukarıda özetlenen küçük burjuva tutumuyla ne çok örtüşüyor:
Güçlüye, iriye tapan psikolojiyi ne güzel tahlil ediyor:
Sekban, üniversite okumuş, Avrupa görmüş bir aydın aynı zamanda. Batı’ya özenen; bu özlemi daha çok giyimle, kuşamla, bir iki tutum değişikliği ile, müzikle sağlamaya çalışan bir tip, bu o zamanlar pek yaygın bir tarz olsa gerek Avrupa'ya gidip gelenler arasında.
Yoluna çıkan koyunların planını bozduğunu düşünerek sinirlenen, köylüye, çiftçiye yabancı, dönemin zorluklarını tanımamış, ülkenin sorunlarından uzak kalmış, tuzu kuru Sekban’a Karadeniz’in dalgaları, yaşamla, gerçekle yüzleşmesi için gerçek, ciddi bir silkeleme olmuş. O güne kadar yaşadığı “desinler” ci, kurgu kişilikten de sıyrılma fırsatı buluyor böylece. Daha doğrusu koşullar da biraz zorluyor buna onu. Zorlanmaya açık olduğuna göre Sekban’da içinde bulunduğu durumdan memnun değil. Öte yandan bir yalan ne kadar yaşanabilir ki, hele sürekli göz göze gelinen bir tanık varsa.
Okuduğu iki kitabın ikisinin kahramanı da o dönem çok popüler iki isim; iki kahraman. Biri İngiltere’de öğrenimini görüp sonra İngiliz sömürgeciliğine karşı Hindistan’ın bağımsızlığı için mücadele eden Gandi, diğeri okurlarının hayranlığını kazanarak kahraman olmuş, gerçek bir kahraman kadar ilgi gören; ama kurgu bir tip: Poirot.
Re: Gülerek Ölmek
Elif'in buraya aktardığı alıntılar, öykü kişisinin, iç çelişkilerinin ve değişeceğinin ipuçlarını da veriyor.
Sekban'ın, öykünün sonlarına doğru değişmesi; dili, anlatımı canlı olan öyküyü daha da canlı kılıyor.
Öyküde üzerine söz etmek istediğim ya da söz edilmesini istediğim bir konu da ,Sekben'ın kovboy kemeri ,çocuğun kemere olan ilgisi ve kemerin çocuğa verilmesi idi.
Re: Gülerek Ölmek
O bölümün öyküde şöyle bir karşılığı olduğunu düşünüyorum: Çocuk, Sekban'ın denizde boğulmama mücadelesi verdiğinin farkında değildi. Zaten yazar, Sekban'ın kumsala çıkışından sonra çocuğun ne zaman oraya geldiğini net bir şekilde açıklamıyor. Sekban da bundan emin değil. Sekban, kuruntuyla çocuğun olan bitenden haberdar olduğunu düşünüyordu. Aslında Sekban'ın kemerini gördüğünden beri çocuğun gözü kemerdeydi. Bu kemerin sahibi onun ilgisini çekiyordu.
Re: Gülerek Ölmek
Abdullah'a katılıyorum. Öte andan Sekban kemeri çocuğa vererek çocukça tavırlarından da sıyrılmaya başlıyor. Ne dersiniz?
Re: Gülerek Ölmek
Çocuğu rüşvetle baskı altına aldığını düşünüp içten içe rahatlıyor da olabilir.
Bu arada Taner, kozları bir çocuğun eline vererek Sekban üzerinden gerilimi yakalamayı çok iyi beceriyor. Otelde çocuk dışında birileri malum role bürünseydi, etkisi bu denli çok olmazdı.
Re: Gülerek Ölmek
Re: Gülerek Ölmek
Yanlış hatırlamıyorsunuz Nurten Öztürk. Sekban, olan biten her şeyi anlattıktan sonra veriyor çocuğa kemeri. O, kalbinin sınırı hayli gelişmiş bir kahraman. Ben, Sekban beyefendiyi çok takdir ediyorum.
Re: Gülerek Ölmek
Bence de, katılıyorum. Artık daha çok öyle.
Re: Gülerek Ölmek
Evet, doğru bir saptama.