UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Gogol'ün "Palto"sundan Kafka'ya Bakmak

02 Eyl 2010
Barış Acar

Dostoyevski, “Tüm Rus gerçekçileri Gogol’ün ‘Palto’sunun altından çıkmıştır” diyerek Gogol’ü gerçekçilik akımının başladığı yere oturtur. Oysa tam anlamıyla doğru değildir bu. Gogol’den önce Jukovski ve öğrencisi Puşkin tarafından gerçekçiliğin ilk adımları çoktan atılmıştır. 1809’da Ukrayna’da orta halli toprak sahibi bir ailenin oğlu olarak dünyaya gelen Gogol’ün öne çıkmasını sağlayan, kendisine kadar ulaşmış tüm tarihsel birikimi sindirerek çağına “humor”la bakmasıdır. İroni dolu bir bakıştır bu.

Onun halk diline ve kültürüne yakınlaşmasını (özellikle de Ukrayna halk kültüründe geniş yer tutan fantastik öğelerden ustaca yararlanmasını) sağlamıştır. Sçedrin’in Gogol’u ele alırken, onu gerçekçilik anlamında öne çıkarması da bu yüzdendir. Gogol, kendisini acemi bir şairden gezgine, tutunamayan bir memurdan güçlü bir öykücüye ve nihayet tutucu bir din adamına dönüştüren 43 yıllık yaşam öyküsünde, günün politik koşullarını ve yaşamın örgütlenişini gerçekçi bir bakış açısıyla ve mizahın en acımasız yüzüyle eleştirmiştir. Yaşamının sonunda üzerinde baskı kuran rahiplerin etkisiyle, yine Belinski’nin deyimiyle “Kamçı, cehalet ve en koyu baskının savunucusu” olmuştur. 1852 yılında, en önemli eseri Ölü Canlar’ın devamı olarak yazdığı ikinci cildi kendi elleriyle yaktıktan on gün sonra da yarı deli halde ölmüştür.

Gogol’ün edebiyat dünyasındaki özgün yeri ve yapıtlarında (özellikle öykülerinde) kullandığı simgesel ve humor dolu dili ancak kendisinden 80 yıl sonra üretecek olan Kafka’da aynı yoğunlukta bir eşini bulacaktır. Aralarındaki bunca zaman farkına karşın, garip görünse de, Gogol ve Kafka aynı başlık altında ele alınabilir. Bunu sağlayan şey ise içlerinde yaşadıkları ve onların çevrelerini bir koza gibi ören sisteme karşı taşıdıkları mesafe duygusudur. Gogol’de bu tepki, feodalizm ve feodalizmin bağrında filizlenen yeni kast, “bürokratik aygıt”dır. Kafka’daysa Gogol’de henüz yeşeren filizler kesin hükümdarlığını sağlayacak ve sanayileşmiş bir dünyanın ortasında insan da bir makineye dönüşerek (elbette başlangıçta bürokratik aygıtın etkisiyle) iyice kendi kabuğuna gömülecektir. İki yazarda da ortak olan, çıkar ilişkileriyle kirlenmiş, yabancılaşmış ve artık bir karabasana dönüşmüş bir tek dünyadır. Her iki yazar da bu dünyayı en keskin mizah duygularıyla selamlayacaklar, her iki yazar da bu dünya karşısında bir çıkış yolu bulamayıp kendi dünyalarında sarmallanarak kaybolacaktır.

Gogol’ün “25 martta Petersburg’da pek tuhaf bir olay oldu” diyerek başlayan “Burun” öyküsü yergiyi ve soyutu somuta dönüştürmedeki gücünü gösteren en güzel örnektir. Bu öyküde fantastik olan gerçekle, gerçek olan fantastikle iç içe geçmiştir. Ancak Gogol, öyküsündeki simgeleştirmeleri içinde yaşadığı sistemin yarattığını bilerek ve bunu ortaya çıkarmak için ustaca kullanmıştır. Kahvaltıda soğanla sıcak ekmeği aynı anda yiyemeyecek kadar yoksul olan İvan Yakovleviç’in “Aaa! Bir burun” diyerek ekmeğinin içinden çıkışını müjdeleyeceği Kovalev’in burnu ile olayın geçtiği 25 martın Müjde Yortusu’na (Cebrail’in Meryem’e İsa’nın gelişini müjdeleyişi) denk gelmesi arasında dolaysız bir bağ vardır. Burnun Hıristiyanlığın kutsal simgesi sayılan ekmeğin içinden çıkmış olması da tesadüf değildir. Yoksul Yakovleviç’in katığının içinden çıkan beyazımtırak burun sisteme gönderilmiş eleştirilerle doludur. Kovalev’in burnu kendi yüzünden bu amaçla ayrılmıştır. Onun etrafında şekillenen dünya; burnu bulmak için gazeteye ilan vermek istemesi, takma bir burun taktırmak için doktorla görüşmesi, yüksek rütbeli bir subayın karısı olan Bayan Podtoçina’ya yazdığı mektup, burnun Danıştay üyesi kılığında sokakta görülmesi hep bu dünyayı şekillendirip hicvetmek için kullanılmıştır. Ortaya çıkan, gülmekle acınmak arasında, hilkat garibesi bir dünyadır.

1907 ile 1924 yılları arasında araklıksız yazmış olan Kafka’nın dünyayı şekillendirişi de Gogol’ün biçemine çok yakındır. Lukacs’ın Kafka’yı, kurduğu dünya ne kadar simgesel ve soyut olursa olsun, büyük gerçekçiler arasında saymasının nedeni de budur.(1)

Max Brod’dan öğrendiğimiz kadarıyla yaşamının son yıllarında (1923-24 yılları arasında) yazıldığı tahmin edilen "Yuva" öyküsü bu konuda en tipik örneklerden biridir. Öykü, yaşlı bir köstebeğin yaşamının son yıllarında (tam da “rahata erişecekken”) henüz bitirdiği yuvası karşısında duyduğu tedirginliklerini anlatır. Yuvaya düşman saldırılarını engelleyebilmek için, şaşırtmacalarla dolu girişler, labirentler, köstebeğin bile sayısını unuttuğu kadar çok dehlizler yapmıştır. Fakat bunların hiçbiri köstebeğe yeteri kadar güven vermez. Düşmanın nereden ve nasıl geleceği hiçbir zaman belli değildir. Bu yüzden girip yuvasına yerleşemez. Yaşlı bedeniyle günlerce girişi gözetlemek için soğukta, dışarıda yatar. Her türlü tehlike hesap edilmelidir! Bu ilk bakışta paranoyaklık olarak addedilse bile köstebeğin bu davranışının paranoyaklıkla uzak yakın ilgisi yoktur. Çünkü kendisine karşı labirentler kurulan sistemin içinde düşman her yerdedir. Öykünün sonuna doğru, gürültüsüyle gelişini haber veren yabancı hayvanın gittikçe güçlenen sesinin nereden geldiğinin belli olmaması da bu yüzdendir. İçinde olunduğu halde asla kendisi olunamayacak olan sistem dahilinde sonunda av olmak kaçınılmazdır.

Öyküsü insanla köstebek arasında, yuvayla sistem arasında binlerce ufak bağlantı/ kılcal damarlar kurarak sürer. Böylece Kafka’nın öyküsü dünyanın tezahürünün okurun kafasında yeniden kurulması olarak gelişip büyür. Burjuva dünyasının inşa ettiği yeni insan modeli karşısında Kafka’nın kahramanları, bir yere saklanmak, kendini korumak ve beslenmek gibi en temel gereksinimleri için bile acizdir. Gogol’de kötülüklerinin nedeni belirsiz olan bürokratik aygıt, Kafka’nın yapıtlarında adeta çırılçıplak bırakılır. İnşa edilmekte olan dünya sistemin elle tutulacak yanı kalmamıştır ki!

Gogol’ün en önemli öyküsü sayılan “Palto”nun kahramanı Akakiy Akakiyeviç, bu noktada güzel bir örnek olarak karşımıza çıkar. Konuşurken gereksiz ekler, ilgeçler kullanan, çekingen, kendi dünyasında yaşayan “küçük bir memur” olan Akakiy, öykünün sonunda kaybolan paltosunun yerine kim olduğuna bakmadan önüne gelenin paltosunu çalan ve onları korkutan bir hayalete dönüşecektir. Paltoyu diktirmesinden onu çaldırmasına, bu hırsızlığı kimsenin ciddiye almamasına kadar, her aşamada Gogol, “küçük insan”a bürokratik aygıt arasındaki uçurumu sergiler. Bu uçurumun niçin ortaya çıktığıyla ilgilenmeyen yazarı meşgul eden asıl şey, adaletin yerini bulmasını nasıl sağlayacağıdır. İşte bu yüzden ölmüş olan Akakiy Akakiyeviç, Kalikin Köprüsü’nde bir hayalet olarak tekrar karşımıza çıkar.

Kafka, “Bir Köpeğin Araştırmaları”nda “köpek toplumunun sonsuza kadar sessiz kalmasına” karşıdır. Bu yüzden sorular sorarak etrafta dolaşan aykırı bir köpek olmayı seçmiştir. Ancak Gogol’ün yaptığı gibi bir sona ulaşmamıştır. Bu bağlamda, Güther Anders tarafından ileri sürülmüş aşağıdaki saptamalar Kafka’nın konumunu anlamamıza olanak tanıyacaktır:

""
“Kafka, bir Yahudi olarak tümüyle Hıristiyan dünyasının insanı değildi. Yahudiliğini umursamayan bir Yahudi olarak tümüyle Yahudilerden sayılamazdı. Almaca konuşan biri olarak tam anlamıyla bir Çek insanı değildi. Almanca konuşan bir Yahudi olması nedeniyle, tam anlamıyla Bohemyalı bir Alman olduğu söylenemezdi. Bohemyalı olması, tam anlamıyla Avusturyalı olmasını önlüyordu. Sosyal sigorta memuru olarak tam burjuva değildi. Bir burjuva ailesinin oğlu olarak tümüyle emekçiler sınıfına girmiyordu; ama bir büro insanı da değildi çünkü bir yazar olduğunu duyumsuyordu. Gelgelelim bir yazar da değildi, çünkü gücünü ailesi uğruna harcıyordu. Oysa ‘aile çevremde bir yabancıdan bile yabancı yaşıyorum’ diyordu.”(2)

1. G.Lukacs; Çağdaş Gerçekçiliğin Anlamı, Payel yayınları, nisan 1986, s.88
2. Ernst Fischer (alıntı: Güther Anders); Franz Kafka, B/F/S yayınları, 1985, s.22

Kategori:

Re: Gogol'ün "Palto"sundan Kafka'ya Bakmak

Cem Yayınlarından çıkan "Hikayeler"de Yuva öyküsü yok mu? Bulamadım. Ya da bu öykü Gogol'e mi ait?

Kafka'nın , "Kızılderili Olmak İstaği"ni okudum. Bizi çevreleyen her şeyden, "üzengi"lerden bile uzak, gerçeği hissedebilmek ne güzel olurdu...

""
KIZILDERİLİ OLMAK İSTEĞİ

Bir Kızılderili olsa insan. Hemen hazır, koşan bir at üzerinde, boşlukta eğilmiş, sarsılan yer yüzünde kısa sürelerle sarsılıp dursa, üzengilerinden çekse ayağını, yani üzengi diye bir şeyin varlığını unutsa ve üzerinde uzayıp giden araziye dümdüz biçilmiş bir kır gözüyle baksa, derken atın bir boynu ve bir başı olduğunu unutsa!


Re: Gogol'ün "Palto"sundan Kafka'ya Bakmak

yuva çok sevdiğim bir kafka öyküsü...şu toplama kitapta bulabilirsiniz: http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=67586


Re: Gogol'ün "Palto"daki Dehası

""
Vladimir Nabokov
Gogol tuhaf bir adamdı, ama dahiler hep tuhaftır zaten; değer bilir okura, hayat hakkında kendi düşüncelerini geliştirme fırsatını ustaca veren şey sizin o sağlıklı,sıradan yanınızdır. Büyük edebiyat akla aykırılığın sınırında gezinir. Hamlet, nevrozlu bir bilge kişinin çılgınca rüyasıdır. Gogol’ün Palto’su hayatın karanlık seyrinde kara delikle açan, acayip, korkunç bir karabasandır. Metni üstünkörü bir gözle okuyan bir kimse, hikayede densiz bir soytarının maskaralıklarını bulacaktır sadece; ciddi okur ise Gogol’ün asıl amacının Rus bürokrasisinin yıldırıcılığını kınamak olduğunu sanacaktır. Ama güzel bir kahkaha atmak isteyen biri de "insanı düşündüren kitaplar" okumak için can atan kimse de Palto’nun aslında neyi anlattığını anlamayacaktır. Yaratıcı okuru getirin bana; işte bu hikaye onun için yazılmıştır.

Aynı anda hem cümlenin anlamını bulandıran hem de gizli bir anlamı açığa çıkarıp ilgi noktasını birdenbire kaydıran akla aykırı sezgiyi tutarlı Puşkin’de, gerçekçi Tolstoy’da, ölçülü Çehov’da da görebilirsiniz. Ama Gogol’de bu kayma onun sanatının temel direğidir; öyle ki ne zaman edebiyat geleneğine ve uygun ve akla yatkın fikirleri mantıklı bir biçimde sunmaya çalışsa, yeteneğinden eser kalmaz. Ölümsüz eseri Palto’da olduğu gibi kendini bırakıp o dipsiz kuyusunun kenarında sevinçle durduğunda Rusya’nın yetiştirdiği en büyük sanatçı olmuştur.

Hayatın akla uygun düzleminden birdenbire sapmanın çeşitli yolları olabilir elbette, büyük yazarların hepsinin kendine özgü bir yolu yordamı vardır bu konuda. Gogol’ün yöntemi ise iki hareketin birleşimidir; silkinme ve sürüklenme. Saçma denebilecek kadar kısa bir süre içinde, ansızın ayağınızın altındaki tuzağın gizli ağzının açıldığını, apansız çıkan sert bir rüzgarın ayağınızı yerden kesip güm diye sizi biraz ilerdeki bir başka tuzağın içine attığını düşünün. Saçma (absurd), Gogol’ün en sevdiği esin perisidir, ama "saçma" derken söylemek istediğim şey garip ya da komik olan değil. Saçma olan şeylerin de trajik olanlar kadar ince farkları, dereceleri vardır; Gogol’de ise trajik olana daha yakındır. Gogol’un kahramanlarını saçma durumlara soktuğunu ileri sürmek doğru olmaz. Bir adamın yaşadığı dünya zaten baştan aşağı saçma ise, saçma bir duruma sokamazsınız onu; "saçma"dan kastettiğimiz şey kayıtsızlığa ya da insanları güldürmeye yol açan bir şey ise başaramazsınız bunu. Oysa kastettiğimiz, dokunaklı,acıklı bir şey ise, bir insanlık durumu ise, ya da o kadar garip olmayan insan dünyalarında en yüce özlemlerle, en derin acılarla, en güçlü tutkularla ilintili şeylerin tümüyse, kelimedeki anlam boşluğunu buldunuz demektir. O, Gogol’ün karabasanlı ve sorumsuz dünyasında kaybolmuş, acıklı bir durumdaki insansa, saçma bir kere daha "saçma"dır.

Gogol’ün şu cümlesini okuyalım: "Terzinin enfiye kutusunun üzerinde bir generalin resmi vardı; hangi general olduğu belli değildi, çünkü terzinin başparmağı generalin yüzünü delmiş, deliğin üstüne de dört köşe bir kağıt parçası yapıştırılmıştı." Akayiy Akakiyeviç Başmaçkin’in durumundaki saçmalık işte böyle bir saçmalıktır. Onca yüz resmi arasından bir resmin gerçek bir yüze dönüşmesini , en azından yüzün ait olduğu yerde görünmesini bekleyemezdik. İnsanoğlunun özü Gogol’ün dünyasını şekillendiren sahtelikler kargaşasından akla aykırı olarak türemiştir. Palto’nun başkişisi Akakiy Akakiyeviç saçma bir durumdadır; çünkü kendisine hiç benzemeyen güçlerce yaratılmıştır.

Nasıl bu hikaye sadece hiciv değilse, Akakiy de sadece insan, sadece acıklı durumdaki biri değildir, bundan çok daha fazlası vardır onda. Apaçık ortada olan karşıtlığın gerisinde bir yerlerde,güçlükle fark edilebilen, ince, doğuştan gelen bir bağ da vardır onun durumunda. Yaşadığı hayal dünyası gibi kendi varlığı da aynı heyecan titremelerini, aynı titrek pırıltıları gözler önüne serer. Kabaca çizilen sahnelerin gerisindeki sezdirmeler, hikayenin yüzeydeki dokusuna öyle ustaca yedirilmiştir ki edebiyatta yurt gerçeklerini görmek isteyen Rusların gözünden tamamıyla kaçmıştır. Ama Gogol’ün hikayesini yaratıcı bir gözle okuyanlar en masum paragrafların, kelimelerin, bazen de "hatta", "nerdeyse" gibi bir tek zarfın, bir tek edatın zararsız bir cümleyi bir anda etrafa karabasan fişekleri saçacak hale getirdiğini; yahut gündelik sözlerle başlayan paragrafın birdenbire yoldan çıkıp asıl ait olduğu akla aykırı boyuta yöneldiğini; yahut, ansızın bir kapı açılıp da o kapıdan köpükler saçan bir şiirselliğin içeri dalıverdiğini ama bu şiirin ya bir bathos* içinde eriyip gittiğini ya da Gogol’ün üslubunun bir parçası olani sihirbazların ağzından duyduğumuz sözlere dönüştüğünü görürler. İnsan hem gülünç, hem de yıldızlar kadar uzak bir şeylerin çok yakında bir yerlerde pusuda beklediği duygusuna kapılır, olayların komik yanıyla kozmik yanı arasındaki farkın bir tek sessiz harfe bağlı olduğunu hatırlamaktan hoşlanır.

Zararsız görünen cümlelerin bıraktığı boşluklar arasında dolaşırken, sadece bir an için sezebildiğimiz o garip dünya nedir öyleyse? Aslında, bir bakıma, gerçek olan o dünyadır, ama biz sahnede, onu gizleyen dekoru görmeye alıştığımız için bize fazlasıyla saçma görünür. Palto’nun başkişisi olan, uysal, hor görülen yazıcı bu sezgilerle şekillendiği için esrarın gerçek anlamını, yani Gogol’ün üslubundan çıkan gerçek dünyayı gözler önüne serer. Bu uysal, hoş görülen yazıcı bir hayalettir; trajik derinliklerden gelen, rastlantı sonucu küçük bir memur kılığına giriveren bir ziyaretçidir. İleri fikirli Rus eleştirmenleri Akakiy’de ezik birer kişilik görmüşler, bütün hikayeyi bir toplumsal karşı çıkış olarak sevmişlerdir. Ama hikayede bundan çok daha fazlası vardır. Gogol’ün üslubundaki boşluklar ve kara delikler hayatın akışındaki kusurları sezdirir. Ortada büyük bir yanlışlık vardır, bütün insanlar biraz kaçıktır, kendilerine çok önemli görülen işlere bağlanırlar. Gelgelelim, saçmalık derecesine varacak kadar mantıklı bir güç onları bu boş uğraşlarını sürdürmeye zorlar; işte hikayenin vermek istediği gerçek mesaj budur. Bu mutlak anlamsızlık, anlamsız alçak gönüllülük ve anlamsız üstünlük dünyasında , tutkunun, isteğin ve yaratıcı dürtünün varabileceği en üstün nokta, terzilerin de, müşterilerin de sırtlarına geçirmek için sabırsızlanacakları yeni bir gocuktur. Ahlaki bir amaçtan ya da ahlak dersinden bahsetmiyorum. Öğrenci ile öğretmenin bulunmadığı böyle bir dünyada ahlak dersi verilemez çünkü. Bu dünya her şeydir, böylesi bir dünya kendini yok edecek her şeyi kendisinden uzak tutar; bu yüzden herhangi bir ilerleme, herhangi bir mücadele, herhangi bir ahlaki amaç ya da çaba, bir yıldızın seyrini değiştirmek kadar olmayacak bir şeydir. İşte budur Gogol’ün dünyası; onun dünyası ne Tolstoy’unkine, ne Puşkin’inkine, ne Çehov’unkine, ne de benimkine benzer. Ama Gogol’ü okuduktan sonra onun dünyasının kırıntılarını görmeye başlayabilir, en beklenmedik yerlerde bile onun dünyasından izlere rastlayabilirsiniz. Pek çok ülke gördüm ben; Gogol’ün adını hiç duymamış olan. Bir rastlantı eseri tanıdığım kimi insanların heyecan dolu hayallerini Akakiy Akakiyeviç’in paltosuna benzetmişimdir.

* Bathos: Ani düşüş; çok güzel,soylu,yüce fkirlerden, sözlerden, durumlardan vb. aptalca, bayağı, ucuz şeylere beklenmedik bir anda düşüş, yücelikten cüceliğe düşüş; ya da sahte pathos (acıma duygusu uyandıran şey)

(1981)
Çeviren : Gamze Bayraktar

Kaynak: Hikaye Sanatı Üstüne Yazılar/ yayıma Haz:Bülent Aksoy, Pan yayıncılık, kasım 2009, İstanbul, sf 119-122


Kafka'nın Değişim ile İlgili Görüşü

""
Gustav Janouch

İlk haftalığımla Kafka’nın üç hikayesini aldım: “Değişim”, “Yargı”, “Ocakçı”. Kitabın koyu kahverengi deri cildi üzerine “Franz Kafka” adı yaldızlı, zarif harflerle işlenmişti.

Ben Kafka’ya sinema salonu haline getirilmiş depolardan bahsederken (Janouch bu sinemalarda piyano çalıyordu) kitap dizlerimin üstündeki çantanın içindeydi. Sonra büyük bir gururla ciddi çantamdan çıkarıp masanın öbür ucunda oturan Kafa’ya uzattım.

Şaşkın bir ifadeyle, “Bu da ne?” diye sordu.
“İlk haftalığım.”
“Paranı buna harcamakla ziyan etmedin mi?”

Gözlerini kırpıştırdı Kafka. Dudaklarını birden içeri çekti. Birkaç saniye yaldızlı harflerle yazılmış adına baktı, kitabın sayfalarını şöyle bir karıştırdı, utandığını açıkça belli eden bir tavırla kitabın önüne koydu. Tam kitaptan neden bu kadar rahatsız olduğunu sormak üzereydim ki, öksürmeye başladı. Cebinden bir mendil çıkardı, ağzına kapadı, öksürük nöbeti sona erince mendili gene cebine soktu, ayağa kalkıp arkasındaki el yüz yıkamak için kullanılan küçük masaya doğru gitti, ellerini yıkadı. Ellerini kurularken , “Beni gözünde büyütüyorsun. Bana olan güvenin eziyor beni,” dedi.

Masasına dönüp oturdu, ellerini şakaklarına koyarak, “Sönmeyen bir yanardağ değilim ben…” dedi.

Sözümü kestim: “Böyle söylememelisiniz. Pek doğru değil bu söylediğiniz. Benim için siz, söz gelimi, atesiniz, sıcaklıksınız, ışıksınız.”

Başını sallayarak karşı çıktı: “Hayır, hayır!” Yanılıyorsun. Benim karalamalarım deri ciltli kitabı hak etmiyor. Onlar benim kendi korkunç karabasanlarım sadece. Hiç basılmaması gerekir. Yakılıp yok edilmemeli. Hiçbir anlamı yok.”

Küplere bindim : “Kim söylüyor bunu size?” Ona karşı çıkmak ihtiyacını duydum. “Nasıl söylersiniz böyle bir şeyi? Geleceği görebilir misiniz siz? Bana söyledikleriniz tamamıyla sizin özel duygularınız. Sizin deyiminizle karalamalarınız yarın dünyada anlamlı bir ses olacak belki de. Bugünden kim bilebilir ki bunu?”

Derin bir nefes aldım .

Kafka masaya bakakaldı. Ağzının iki köşesinde iki kısa, belirgin karaltı vardı. Aniden parladığım için utanmıştım. Bu yüzden yavaşça, alçak, açıklayıcı bir ses tonuyla, “Bana Picasso sergisi hakkında söylediğiniz şeyi hatırlıyor musunuz?” diye sordum.

Anlamadığını belirten bir ifadeyle bana baktı Kafka.

Sonra şöyle dedim: “Sanatın tıpkı hızla ilerleyen bir saat gibi geleceği önceden haber veren bir ayna olduğunu söylemiştiniz bana. Belki de yazdıklarınız, bugün Körler Sineması’nda, yarının bir aynasıdır sadece.”

“Lütfen devam etme” , dedi Kafka, aksi bir tavırla. İki eliyle gözlerini kapadı. Özür diledim: “Lütfen bağışlayın beni. Sizi üzmek istemedim. Aptalın biriyim ben.”

“Hayır, hayır, aptal filan değilsiniz!” Ellerini gözlerine çekmeden vücudunu ileri geri oynattı. “Haklısın. Elbette haklısın. Hiçbir şeyi bitiremememin nedeni belki de budur. Hakikaten korkuyorum ben. Ama korkmamak insanın elinde mi?” Ellerini gözlerinden çekti, sıkmış olduğu yumruğunu masanın üzerine koydu, alçak, boğuk bir sesle, “Birinin kimseye yardımı dokunmuyorsa, o kişi susmalı. Kimse, kendi umutsuzluğu yüzünden, hastanın durumunu daha da kötüleştirmemelidir. İşte bu yüzden karaladığım şeylerin hepsi yok edilmeli. Işık filan yok bende. Ben kendi dikenleri arasında yolunu kaybetmiş biriyim. Çıkmaz bir sokaktayım ben,” dedi.

Arkasına yaslandı Kafka. Elleri cansız bir şekilde masadan kaydı. Gözlerini kapadı.

“Buna inanamıyorum,” dedim büyük bir inançla. Yine de yatıştırıcı bir tavırla bir tavırla devam ettim: “bu dedikleriniz doğru olsa bile, bu çıkmaz sokağı insanlara göstermeye değer.”

Kafka yavaşça başını salladı sadece. “Hayır hayır…Gücüm yo benim, yorgunum.”

“Bugünkü mesaiyi burada bırakmamalısınız,” dedim kibarca, aramızdaki gerginliği azaltmak için.

Kafka başını sallayarak aynı fikirde olduğunu belirtti. “Evet, bırakmalıyım. Şu yazı masasının ardında kaybolmak istedim, ama gücümü azaltmaktan başka bir şeye yaramadı.” Kafka tarif edilemez bir acıyla dolu bir gülümsemeyle bana baktı, “Bu artık… körler sineması oldu.”

Sonra tekrar gözlerini kapadı.

O anda arkamdaki kapının çalınmasına o kadar sevindim ki…

(1953)
Çeviren Eda Taşkınarda

Kaynak: Hikaye Sanatı Üstüne Yazılar/ yayıma Haz:Bülent Aksoy, Pan yayıncılık, kasım 2009, İstanbul, sf 131-134


Re: Gogol'ün "Palto"sundan Kafka'ya Bakmak

Cihan Başbuğ'un aktqardığı "Gogol'ün Palto'daki Dehası" makalesini ancak okumaya başladım. Yazının kime ait olduğunun bilgisi atlanmış sanırım. Ancak aşağıdaki satırlar Gogol için inanılmaz önemde olduğu düşüncesindeyim:

""
Aynı anda hem cümlenin anlamını bulandıran hem de gizli bir anlamı açığa çıkarıp ilgi noktasını birdenbire kaydıran akla aykırı sezgiyi tutarlı Puşkin’de, gerçekçi Tolstoy’da, ölçülü Çehov’da da görebilirsiniz. Ama Gogol’de bu kayma onun sanatının temel direğidir; öyle ki ne zaman edebiyat geleneğine ve uygun ve akla yatkın fikirleri mantıklı bir biçimde sunmaya çalışsa, yeteneğinden eser kalmaz. Ölümsüz eseri Palto’da olduğu gibi kendini bırakıp o dipsiz kuyusunun kenarında sevinçle durduğunda Rusya’nın yetiştirdiği en büyük sanatçı olmuştur. [vurgu bana ait]

""
Saçma denebilecek kadar kısa bir süre içinde, ansızın ayağınızın altındaki tuzağın gizli ağzının açıldığını, apansız çıkan sert bir rüzgarın ayağınızı yerden kesip güm diye sizi biraz ilerdeki bir başka tuzağın içine attığını düşünün. Saçma (absurd), Gogol’ün en sevdiği esin perisidir, ama "saçma" derken söylemek istediğim şey garip ya da komik olan değil. Saçma olan şeylerin de trajik olanlar kadar ince farkları, dereceleri vardır; Gogol’de ise trajik olana daha yakındır.


Re: Gogol'ün "Palto"sundan Kafka'ya Bakmak

Haklısın, özür dileyerek "Vilademir Nobokov"un yazısı olduğunu belirteyim.


Re: Gogol'ün "Palto"sundan Kafka'ya Bakmak

""
Haklısın, özür dileyerek "Vilademir Nobokov"un yazısı olduğunu belirteyim.

Yazar ismini "Vladimir Nabokov" olarak ekledim.