UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Geviş Getiren Aydın

20 Eyl 2010
Ertan Şahin

Rayların üzerinde giden demir atın çıkardığı sesi bastırabilmek için şiddetli bir şekilde aralarında konuşuyorlardı.

Yolculuk esnasında kompartıman görevlisi tek tek localara girip kimseyi rahatsız etmeden sessizce bilet kontrolü yapıyordu. Ancak onun içeri girmesiyle beraber içerideki sesler kol kola girip açılan kapıdan sessizce kaçıp gidiyordu.

Yorgun demir yığını püfleyerek durdu.
‘'Çaycumaya gelmişiz.!...''
‘'Bu koku da ne?''
‘'Çaycuma'yı, büyük bir yer olarak bilirdim. Oysa çok küçükmüş…

Bu sesler;

(Daha önce kompartıman görevlisi kapıları açınca aralık kalan kapıdan çıkıp, görevli gidene kadar bir yerlerde saklananmış, sonrada tekrar ait olduğu ağızları geri girmiş olan seslerden başkası değildi.) Camlardan uzanan meraklı kafalardan gelmekteydi.

‘'Durup şuradan bir sigara alsam…'' diye düşündü. Çok sigara içiyordu. Kabullenmese de bunu iyi bir tiryaki sayılırdı.
‘'Neyse idare eder beni, sonraki durakta alırım'' dedi. Ayaklandığı dar lekeli kırmızı koltuğa tekrar oturdu.

İşi gereği bu yorgun yaşlı demir ata binip diyar diyar geziyordu. Kırk beş yaşlarındaki bu adam her seferinde gazetesini alır ve yolculuk bitene kadar gazeteden kafasını kaldırmazdı.

Bu sefer öyle olmadı; canı bayağı sıkılmıştı. Yanındaki çocuğu sürekli azarlayan görgüsüz kadın yüzündendi yaşadığı bu can sıkıntısı.

Neden hep doğurup hükmetmek isterler çocuklara. Hiç anlamazdı.
Elindeki gazetenin çıkardığı iç gıcıklayan hışırtısına aldırmayıp, kaldığı yerden okumasına bir süre devam etti.

Birden, gazetesinden tekrar kafasını kaldırdı. O huysuz kadın sürekli çocuğuna bir şeyler söylüyor ya da bağırıyordu. Sinir bozucu sesler daha da çekilmez olmuştu. Saatine baktı. ‘'Daha üç saat var'' dedi. ‘'Nasıl bitecek bu yolculuk?'' Sanki sinirlendiğini belli etmek ister gibi suratını buruşturdu. O vıdı vıdısı hiç durmayan, başına yarım yamalak bağlanmış eşarbından, saçlarının birkaç teli alnına sarkmış kadına bakıp tekrar hışırdayan kâğıt parçasına daldı. Gözlerinin önünde olan bu olup bitene aslında karışmak istemiyordu. Ama yanında duran soğumuş çayının ve bir kaç nefes çektiği sigarasından da tat alamıyor. Üstüne üstlük bir de okuduğundan bir şey anlamıyordu. Oysa ona neydi canım dünyada olup bitene ses çıkarmazken, yanındaki bir kadının, çocuklarını hırpalamasına da göz yummalıydı.

‘'Bu böyle olmayacak!'' dedi içinden. Gözlerini yavaş yavaş kıstı. Suratı tekrar kızgın bir hal aldı. Çamura biçim veren el gibi gezinen dili, kadına söyleyeceğini ağzında şekillendirdi. Ama bir türlü söyleyemedi.Hani kadını da kızdırmaktan korkmuyor da değildi. Ya onları azarlamayı bırakıp tüm toplarını, mancınıklarını ona doğru çevirirse diye korktu. ‘'Bu bir savaş ilanı olur!'' dedi. İçinden. O esnada kadına hiddetle bakan suratı gülümser bir hal aldı.

Aman tanrım! O da neydi. Korkunç bir ses locanın içinde kaçacağı bir açık pencerede bulamadığından tüm haşmetiyle odaya oturdu. Kulağındaki zarı titretip, örs ve çekiçle dövüldükten sonra, işlenmiş bir ağlama oluverdi.

Bu ses; kocaman bir elin, küçücük bir yüze, mevzisi belirli bir füze gibi çarpması ve sonunda da küçük yüzün gözlerinden akan şıpırtılı bir radyasyon serpintili yağmur sesiydi.

‘'Almayacağım sana'' diye bağırıyordu kadın. Bir zırıltı salladı demirden yapılmış yığını.

Bu gözünün önünde cereyan eden savaşa artık dur demeliydi. Ya bu ateş çemberi diğer kompartımanlara sirayet edip bir dünya savaşına dönüşürse diye düşündü. Şiddetin aynı zamanda insandan insana bulaşan bir hastalık olduğunu ve sevginin hala o aşıyı aradığını biliyordu. Tekrar kafasını o hışır hışır eden kâğıt yığınından kaldırdı. Bu işe bir son vermeliyim diye geçirdi içinden.

Kadında, adamın bakışlarından rahatsız olmuş olacak ki, hafifçe başını öne eğdi. Ama avuçlarında küçük sarı başı sıkmaya devam ediyordu. Adam, bundan cesaret alıp, ''lütfen hanımefendi bunlar küçük çocuk daha neden vuruyorsunuz bu sabilere'' diyecekti ki tekrar yörüngesini iyi bilen bir füze yine o küçük sarı kafanın yüzüne isabet etti. Ortalık toz duman olmuştu. Adam bu tokattan sonra iyice irkilmişti. Korkudan, adamın elleri, ceplerine daha önce koyduğu taşlara baka baka yolunu bulan iki adam gibi girdiler ve kayboldular.

‘'Ne istiyorsa şu çocuk alayım bari'' dedi. Artık bağırtı sesleri odanın içinde yer bulamadığından ranzalarda yatan çocuklar gibi üst üste biniyordu. Diğer çocuklarsa annelerinin sıcacık koyunlarında sere serpe uzanmış uyuyordu.

Adam artık arkasına yaslanıp, kim bilir ne derdi var ki kadıncağızın diye düşünmeye başladı
Belki kocası terk etmiştir. Belki de kocası ölmüştür baksana üzerindekiler yırtık pırtık
Beklide çocuğun patavatsızlığı, hak ediyor yumurcak…

Adam artık ne menzilinden fırlatılan füzelerin sesini ne radyoysan yağmurlarının şıpırtısını duyuyor nede güzel gözlerin ardındaki cinneti görüyordu.

Odada duyulan tek bir ses vardı o da kafasını camlara yaslamış gazetenin hışırtısı…

Kategori:

Re: Geviş Getiren Aydın

Kimi anlatım bozukluklarının dışında ilginç bulduğum bir öykü oldu "Geviş Getiren Aydın".

""
Ancak onun içeri girmesiyle beraber içerideki sesler kol kola girip açılan kapıdan sessizce kaçıp gidiyordu.

Buradaki seslerin kişileştirilmesi çok hoşuma gitti. Ancak bunun öykü içinde sürekli tekrarlanması gücünden çok şey kaybettirmiş. Bu yinelemeye belki yalnızca öykünün sonunda geri dönülse daha başarılı olacak.

""
Bu sesler;

(Daha önce kompartıman görevlisi kapıları açınca aralık kalan kapıdan çıkıp, görevli gidene kadar bir yerlerde saklananmış, sonrada tekrar ait olduğu ağızları geri girmiş olan seslerden başkası değildi.) Camlardan uzanan meraklı kafalardan gelmekteydi.

Burada parantezin işlevini anlamadım.

""
Çamura biçim veren el gibi gezinen dili, kadına söyleyeceğini ağzında şekillendirdi.

"Ses"le ilgili tamlamada olduğu gibi bu tamlama da çok başarılı geldi bana. Zorladığını belli ediyor, ama alan genişletici bir rol de oynuyor.

""
Odada duyulan tek bir ses vardı o da kafasını camlara yaslamış gazetenin hışırtısı…

Büyük olasılıkla tamlama yanlış kurulduğu için gazete kafasını cama yaslamış gibi anlaşılıyor.


Re: Geviş Getiren Aydın

geviş getiren aydın; ne yutabilen ne de tükürebilen aydın...sadece geviş getiren ama öğütmek için değil..liberal aydın, ne şiş yansın ne kebab aydını:"oh işler kebap!" demokrat aydın, her şekle gireninden..bir yılan ama zehrinden dolayı değil : bir yılanın zehri aynı zamanda devadır ya..unutalım bunu burada..yılan bilge zehirden ile değil, düşkünce bir omurgasızlıktan yılandır. bırakalım bilimin yılanlar hakkında ne söylediğini şimdi.. gerçek olan şu ki her "düşkün" gibi yılan da omurgasızlar familyasındandır burada..akışkan görünür ama onun akışkanlığı sadece sünepe bir durağanlığın yarattığı yanılsamadan ibarettir.

geviş getiren aydın ; ancak ve ancak bir gazetede yazılmış olanları geviş getiren türden.. hani derler ya "koyun mutluluğu", işte geviş getirmekten gelir o..

çağrışımlar için teşekkürler, "Ertan Bey"..


Re: Geviş Getiren Aydın

""
Odada duyulan tek bir ses vardı o da kafasını camlara yaslamış gazetenin hışırtısı…

bunu yukarıya yazdıklarımla birlikte okursak "yerine" oturtabiliriz. aydın sadece gazetenin ardına saklanmamaktadır, bu gizlenme hamlesi aynı zamanda aydının gazeteyi geviş getirmesi olarak aydına bir kimlik verir.gazete aydının yüzü olur..

aydının da kafası gazete olur artık, böylece "gazete kafasını camlara yaslar." aydının geviş getirme sesi, gazetenin hışırtısında yankılanır.


Re: Geviş Getiren Aydın

Odada duyulan tek bir ses vardı o da kafasını camlara yaslamış gazetenin hışırtısı…

Sn Barış bu şekilde anlatım
benim şiir yanımdır.

örneğin; absürt adlı şiirimden bakış şeklimi anlayabilirsiniz.

ABSÜRT

Pantolonumun ütüsü kaçmış,

cüzdanım çıkarmış dilini

pipo ister ağzına.

Bir lafıma bakar,

yuttururum odayı aynaya.

Masada sinsice bekler

kibrit,

Işığın sönmesini.

Söylenir durur bardağım,

der/di uzak kalmış dudağım.

Allah’tan yer çekerde ağırım.

Yoksa koymazdı

adam yerine dünya.

Yorumunuz için teşekkür ederim.

Saygılarımla


Re: Geviş Getiren Aydın

Oktay bey;teşekkür ederim yorumunuz için.
Saygılarımla


Re: Geviş Getiren Aydın

Öyküdeki kişinin “aydın” olduğunun simgesi, göstergesi olarak gazeteyi kabul edebilir miyiz?
Tabi ki hayır.
Peki, aydın olduğunu nereden çıkaracağız?
Bir otobüste, bir trende, vapurda, etraftaki yolcuların davranışından rahatsız olup, bunu hiçbir zaman onlara “münasip bir dille anlatamayan” insanlar o kadar çok ki. Ve bunların da çoğunun “aydın” olmakla uzaktan-yakından bir ilgisi yok.
O zaman “aydın” tavrını olay örgüsünün bütününde arayacağız.

Aydın insandaki harekete geçme sıkıntısı, bazen çok katmanlı düşünebilme özelliğinden, bazen de değişim korkusundan, gördüğümüz, yaşadığımız olgular. Ertan Şahin’in öyküsü bu yanıyla bence çok başarılı. Dünyanın sorunlarına kafa yorup çözüm üretmeye çalışıyoruz ama yeri geldiğinde, karşımızdaki bir kişiye yaptığı veya yapmadığı bir şeyden dolayı, rahatsız olduğumuzu veya memnuniyetimizi söylemeye çekinebiliyoruz.

Öyküdeki sürükleyici, akıcı anlatım “hoş” ve başarılı bence. Bunu yanında;

""
“Korkudan, adamın elleri, ceplerine daha önce koyduğu taşlara baka baka yolunu bulan iki adam gibi girdiler ve kayboldular.”

Gibi farklı anlatım tatları, yoğunlukları taşıyan cümleler de dikkat çekici.

Bazı cümlelerde tekrar düşünülmesinde yarar gördüğüm yanlar buldum, bunları paylaşmak istiyorum;

""
“Kabullenmese de bunu iyi bir tiryaki sayılırdı.”

Cümlede “iyi bir tiryaki” sözcüğünün yerine sanırım “sıkı bir tiryaki” türünde bir ifade kullanılsaydı anlam daha tamamlayıcı olurdu. “iyi bir tiryaki” olunabilir mi?

""
“Gözlerinin önünde olan bu olup bitene aslında karışmak istemiyordu. Ama yanında duran soğumuş çayının ve bir kaç nefes çektiği sigarasından da tat alamıyor. Üstüne üstlük bir de okuduğundan bir şey anlamıyordu.”

-Gözlerinin önündeki bu olup bitene aslında karışmak istemiyordu. Ama yanında duran soğumuş çayından ve birkaç nefes çektiği sigarasından bir tat alamıyor, üstüne üstlük okuduğundan da bir şey anlamıyordu.
Şeklinde daha uygun olmaz mı acaba?
(Cümleyle çok oynadım sanırım. Bağışlayın.)

""
“Kadında, adamın bakışlarından rahatsız olmuş olacak ki”

-Kadın da, adamın bakışlarından rahatsız olmuş olacak ki

""
“Adam artık ne menzilinden fırlatılan füzelerin sesini ne radyoysan yağmurlarının…”

-Adam artık ne menzilinden fırlatılan füzelerin sesini ne radyasyon yağmurlarının…

Elinize sağlık Ertan Şahin.


Re: Geviş Getiren Aydın

Çevresinde olup bitenlere seyirci kalıp kafasını gazeteye gömen bu 'aydın'

""
İşi gereği bu yorgun yaşlı demir ata binip diyar diyar geziyordu. Kırk beş yaşlarındaki bu adam her seferinde gazetesini alır ve yolculuk bitene kadar gazeteden kafasını kaldırmazdı.

Öykü kişimiz sık sık yolculuk yaptığına göre öyküde anlatılan bağırtı çağırtıyla, kavga gürültüyle sık sık karşılaşıyor olmalı diye düşündüm.

""
Bu sefer öyle olmadı; canı bayağı sıkılmıştı. Yanındaki çocuğu sürekli azarlayan görgüsüz kadın yüzündendi yaşadığı bu can sıkıntısı.

Bu sefer öyle olmayışı, kendini okumaya veremeyişi, çıkan seslerden rahatsız oluşu ilk kez böyle bir durumla karşılaşmasından mı, öykü kişisinin bu yolculukta tahammülsüz oluşundan mı kaynaklanıyor diye düşündüm.
Anlatıcının kadından 'görgüsüz kadın' diye söz etmesine bir anlam veremedim. Bunu 'aydın'ın iç sesi olarak mı kabul etmeli? Salt çocuğunu azarladığı için kadına 'görgüsüz' denmesinin nedenini anlayamadım.

""
"Kafanın yüzüne isabet etti."

Kafasından başka bir yerde de mi yüzü var çocuğun, neden kafa diye belirtilmiş?

Yazarın eline sağlık.


Re: Geviş Getiren Aydın

Bakış açınızı sevdim;yazar bu öyküde ne yazmış diye değil bu öyküyü neden yazmış diye bakıyorsunuz..

Böyle olunca tabi sizi cevaplandırmaya kalkarsam bu doğru olmaz..

Mesela Cervantes'e kalkıp Donkişot’u neden yazdınız diye soramayacağımız gibi..

Sn Elif saygılarımla,,


Re: Geviş Getiren Aydın

""
Bakış açınızı sevdim;yazar bu öyküde ne yazmış diye değil bu öyküyü neden yazmış diye bakıyorsunuz...

Her öykü için değil, kimi öyküler için böyle bakıyorum. Söz konusu öykü için bunu sormama gerek olmadı, neden yazıldığı açık ve yorumlarda da dile getirilmiş. "aydın'a yönelik bir eleştiri. Ama şu var, öyküde bu eleştiri yapılırken, "aydın" olarak ele alınan kişi, tabii benim için, bir öykü kişisi olamadı. Yorumumda da belirttim, sık sık yolculuk ettiği söylenen öykü kişisinin neden bu yolculukta tahammülsüzlük yaşadığını elbette merak ettim. Çünkü öykünün içinde Çaycuma ismi geçiyor. Bu benim şunu düşünmeme neden oluyor. Bu öykü benim yaşadığım ülkenin bir bölgesinden söz ediyor ve ben yurdum insanının yolculuklarının nasıl bir kargaşa, bağırtı çağırtı içinde geçtiğine tanığım. Bu öykü kişisi de benim gibi bağırtı çağırtıya alışkın olmalı. Önceki yolculuklarında rahat rahat gazetesini okuyacağı sessizce yolculuk eden yolculara denk gelmiş de bu son yolculuğunda ilk kez mi karşılaşmış diye sordum ve bu kısımda aksayan bir şey olduğunu düşündüm. Düşündüğümü de yazdım. Düşündüklerimi yazmamalı mıyım? Bakış açımı sevdiğinizi yazmışsınız ama sonraki cümlelerinizle çelişiyor bu. Herkes fikrini söylemeli öyle değil mi? İşinize yaramayacağına kanaat getiriyorsanız eleştirilerimi es geçin, işinize yarayacağını düşündüğünüz eleştirileri dikkate alın. Ben öyle yapıyorum. Buradaki çabamız öyküleri didiklemek, öykülerimizi bunun için paylaşıyoruz sanıyorum.
Don Quıjote niye yazılmış olabilir diye Cervantes'e soramayız elbette ama birbirimize sorabiliriz değil mi, hatta başka bir başlık altında bu soruya bir yanıt arayabiliriz. Niye yazılmış?

Selamlar...


Re: Geviş Getiren Aydın

Aksine ben sizin eleştirmenizden zevk aldım.
Bunu da bakış açınızı sevdim diyerek belirttim.

Yaptığım da sizin yazmış olduğunuz öyküye
Sizden aldığım bakış açısıyla bakmaktı.

Dikkat ederseniz bu aydın kişi de
Hiç rahatsız olmamış yaptığı yolculuktan.
Ta ki o güne kadar.

Benim bu yazdığım öyküyü kurtarmak gibi derdim yok
Ne hali varsa görsün.

Umarım ikinci öyküm yayınladığında kim bilir ne kadar
Kızacaksınız bana:)

Adı bir kere’’ hasta’’

Teşekkür ederim yorumunuz için
Sn Çınar
Saygılarımla