UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Genç Öykücüler Hakkında Bir Tez Çalışması

29 Haz 2010
eren

Nedenini açıklamak zor. Bazen üniversitelerin tez sayfalarında dolaşıp ilgimi çekebilecek tezler arıyorum. Nitelikçe yeterli tezlerin zaten bir gün kitaplaşacağını bile bile, yani karşıma çıkacak tezlerin çoğunun birkaç önemli cümleyi onlarca, hattâ yüzlerce sayfaya yayıp sulandırmaktan başka bir şeye hizmet etmeyeceğini bilerek yapıyorum bunu. Kim bilir, belki de içten içe böyle olmamasını dilediğimden, ya da bu önyargımı değiştirecek bir tez bulma hevesiyle yapıyorum bunu. (Yeri gelmişken Türk öykücülüğünde 1950 kuşağının yerini inceleyen bir doktora tezinin yakınlarda kitaplaştırılmış olduğunu da belirteyim: Kabuğunu Kıran Hikâye, Jale Özata Dirlikyapan, Metis Yayınları, Haziran 2010)

Geçenlerde yine benzer bir itkiyle Bilkent Üniversitesi'nin tez arşivinde kısa bir arama yaptım. Karşıma Leyla Burcu Dündar'ın 2007 tarihli Edebiyat Sosyolojisi Açısından Türk Öykücülüğü: 1990-2005 başlıklı doktora tezi çıktı. Konu doğal olarak ilgimi çekti. Tezin giriş bölümünde 1990'lı yıllarda Türkiye'de başlayan öykü tartışmalarına da değinilerek bu tartışmaların ve o dönemde ortaya atılan "öykü patlaması" tespitlerinin yakından incelenmesinin hedeflendiği söyleniyor.

Ben de zaman ayırıp okumaya karar verdim. Akademik bir çalışmanın dayattığı kuruluğu aşmak bayağı güç bir iş olduğundan, metnin kütür kütür dokusu nedeniyle yazarını suçlamayı düşünmüyorum. Fakat tezde sık sık karşıma çıkan şu düşünceyi anlamakta güçlük çektiğimi söylemeliyim. Leyla Burcu Dündar, incelenen dönem çok yakın olduğundan yazılı kaynak bulmakta çok sıkıntı çektiğini dile getiriyor. Akademya ne der bilmiyorum ama ben yakın bir dönem hakkında hafızalar hâlâ canlı olduğundan yazılı kaynaklar kadar gözlemlere, tanıklıklara da yönelinmesinin makul olacağını düşünüyorum. Çünkü, ilginçtir, aynı tanıklıklar aradan 50 yıl geçip anı kitabı olarak yayımlandığında "dönemi aydınlattığı" için altın değerinde görülecekler. Oysa bugün, henüz anıların arasına başka yerlerden akılda kalmış ilgisiz olaylar serpiştirilmemişken bu tanıklıklara yönelmek daha sahih değil midir? Yazarın kendi gözlemleri de başlı başına bir "kaynak" değil midir?

Yanlış anlaşılmak istemem. Dündar'ı bütün bunlar mümkün olduğu halde yapmamakla itham etmiyorum. Öyle sanıyorum ki, böyle bir tavrı akademi içinde kabul edecek bir tez jürisi bulmak pek kolay bir iş değildir.

Neyse efendim, biz teze dönelim. Tezin ilk bölümünde çalışmaya esas teşkil edecek bir veri tabanı projesi için yapılan çalışmalar özet biçiminde verilmiş. Bu bölümde Türkiye'de yayıncılık faaliyetinin ne denli rasgele ve sistemsiz yapıldığı, bu faaliyeti izlemek ve denetlemekle sorumlu kurumların (Kültür ve Turizm Bakanlığı, Millî Kütüphane, vs.) bile işlevli bir veri tabanına sahip olmaktan aciz olduğu anlatılıyor. Sırf bu nedenle, tezin en kısa sürede tamamlanması planlanan veri toplama bölümünün en fazla zaman alan ve en çok emek isteyen bölümü olmasından yakınmış Dündar. Anlattıklarını okuyunca ona katılmadan edemedim. Hattâ, "yav keşke haber verseydiniz, ben de elimden geldiğince yardımcı olmaya çalışırdım verilern Excel'e falan girilmesinde," diye düşündüğümü hatırlıyorum. Bölümün sonunda, binbir güçlükle toplanmış verilerin sıkıcı sayılabilecek -ama zorunlu- bir analizi yapılıyor. Analizin amacı, incelenmekte olan 1990-2005 aralığında öykü yayıncılığında bir patlama olup olmadığını anlamaya çalışmak. Yazarın vardığı sonuç söz konusu olanın bir "patlama"dan çok bir "kararsızlık" durumu olduğu yönünde. Ama "patlama" tezine hak verildiği yerler de var tezde.

Dönemin bu nicel analizine bir itirazım var. Öykü yayıncılığının böyle izole biçimde incelenmesi Türkiye'de yayıncılığın genel atmosferini gözden kaçırma eğiliminde olduğu için, yararlı olmakla birlikte, bence eksiktir. Diyelim ki bu dönemde bütün edebiyat yayınlarında yüzde iki yüze varan bir artış söz konusuysa, öykü kitaplarında görülen yüzde ellilik artış pek de kayda değer değildir; hattâ bunun göreli bir azalma olduğu bile savunulabilir. Öte yandan edebiyat yayınclığında genel bir artıştan söz edilemiyorsa ve buna rağmen öykü kitapları yayıclığında yüzde ellilik bir atış gerçekleşiyorsa bunun dikkate değer bir "patlama" olduğunun iddia edilebileceği düşüncesindeyim. Bu konuya sonuç bölümünde kısaca değinilmiş:

""
Yayıncılık etkinliğinde gözlemlenen genel büyüme eğilimine paralel olarak, diğer türlerle birlikte öykü de gözle görülür bir atılım gerçekleştirmiştir. Dolayısıyla, öykü türüne atfedilen popülerlik, aslında çok daha genel bir durumun yalnızca bir boyutudur. Yayın sektörünün önemli bir bölümünün sermaye gruplarınca yönlendiriliyor oluşu, bu alanda, çağımızın "tüketim" sözcüğüyle özdeşlesen mantığının bir izdüşümü olarak yorumlanabilecek nitelikte bir gelişmeye yol açmıştır. (s. 159)

Değerlendirmede eksik olduğunu düşündüğüm bir diğer ölçüt de öykülerin süreli yayınlardaki yoğunluğu ve görünürlüğü. Değerlendirmeye temel alınan 1990-2005 dönemi dergiciliğin hâlâ edebiyat atmosferinde belirleyici bir role sahip olduğu bir dönemdir. Dolayısıyla "öykü dergisi" olarak sınıflandırılamayacak dergilerde öykülerin ne derece görünür olduğu sorusu da cevaplandırılmayı hak ediyor, diye düşünüyorum. Çalışma yalnızca basılan kitapları temel aldığından, edebiyat atmosferindeki olası değişimleri gözden kaçırıyor. Ama, anladığım kadarıyla bu, tezin kapsamı dışında kalıyor. Hiçbir kurumsal destek alamamış bir tez çalışmasının kapsamı içerisinde kişisel çabalarla bütün bu verileri derleyip tasnif etmenin ne denli güç olabileceğini akıldan çıkarmamak gerek sanırım.

Çalışmanın dördüncü bölümünün başlığı "Öykülere Sosyolojik Bir Yaklaşım". Bu bölüme kadar olan bölümlerde bu bölümün altyapısı hazırlanmaya çalışılmış. Bu nedenle tezin özüne ulaşmak isteyenlerin okumaya bu bölümden başlamaları uygun olacaktır. Bölümü özetlemek yerine bazı alıntılar vermekle yetinmek istiyorum.

""
Yukarıda sözü edilen örnekler ve bunlara benzer daha birçokları, öykücülerin hiç değilse bir bölümünün yazıyla kurdukları ilişkinin bir nevi "günlük tutma" pratiği biçiminde olduğunu düşündürmektedir. Buradan hareketle, 1990 sonrasında edebiyatın bazı öykücüler için bir "iç dökme aracı" olarak görüldüğünü savlamak yanlış olmayacaktır. Bu eğilim, bazı eleştirmenlerin şiddetle eleştirdiği içe kapalılık ve bireysellikle de örtüşmektedir. (s. 125-126)

""
Bu çalışma sürecinde yapılan okumalardan edinilen izlenim, bazı genç öykücülerin, bir meseleyi sorunsallaştırıp tartışabilecek bir araca sahip olmaktan çok, anlatabiliyor olmanın verdiği hazla ilgili olduklarıdır. Bu da tohumları 1980'lerde atılmış olan "konuşan Türkiye"yi anımsatmaktadır. Söyleyecek sözü olmanın ötesinde, söz söyleyebilecek zemini bulmuş olmanın verdiği boşalmayla birlikte konuşan kalabalıklarla dolmuştur "medya". (s. 140-141)

""
Medyada hüküm süren, nerede, ne zaman, ne kadar konuşulması gerektiğini bilememe durumu, edebiyat dünyasına da sıçramış gibidir. Burada konu edilen genç öykücülerden bazıları da ne zaman, ne kadar ve en önemlisi ne için yazmaları gerektiğini bilmez görünmektedirler. (s. 141)

Feridun Andaç'tan yapılan şu alıntıyı da buraya almadan edemedim:

""
Yazmak, yazılanı okutmak / okumak yetiyor çoğunlukla bize. Yazılan bir metnin üzerine metin üretmek bilgisi / eğitiminden yoksun olduğumuzdan; kısa tanıtım yazıları, günlük gazete notlarını çok daha önemsiyoruz. (s. 150)

Tezin tartıştığı konu ve vardığı sonuçlar bizim Uzun Hikâye'de yapmaya çalıştığımızla bu kadar yakından ilgili olmasa sizlerin de zamanını almaya yanaşmazdım. Şimdi internet de bu kadar yaygınlaşmışken "boş konuşan Türkiye" gözleminin bir karşılığı olduğunu görmek hiç de zor değil.

Kategori:

Re: Genç Öykücüler Hakkında Bir Tez Çalışması

eren dedi ki:
Yeri gelmişken Türk öykücülüğünde 1950 kuşağının yerini inceleyen bir doktora tezinin yakınlarda kitaplaştırılmış olduğunu da belirteyim: Kabuğunu Kıran Hikâye, Jale Özata Dirlikyapan, Metis Yayınları, Haziran 2010

Bütün o koşuşturmanın içinde, dün, bir ara yolumu kitapçıdan geçirdiğimde ben de gördüm Dirlikyapan'ın kitabını. Nitelikli bir çalışmaya benziyor. Tezle farklarına da bakmalı. Akademi ve akademi dışının ilişkisini görmek anlamında...


Re: Genç Öykücüler Hakkında Bir Tez Çalışması

Merhabalar,

Sitenizi bir süredir takip ediyorum.Bu süreyi seyirci olarak uzatmamın nedeni, çeşitli çekincelerimin olması. Bugünlerde herkes ucundan kıyısından bir şekilde öyküye bulaşmış durumda: yazıyorlar,yayınlıyorlar.

Ben de öykü denemeleri yapıyorum ve "kendim için yazma" sürecini tamamlayıp, bireysellik aşamasını geride bıraktıktan sonra yayınlama kaygısına düşme taraftarıyım.Tabi eleştirilerin eksikliğini yoğun olarak hissediyorum.

Son olarak, Eren bey, araştırmanızı başarılı bulduğumu söylemek, biraz yüzeysel ve sıradan olacaktır. Bir tezin o boğucu dilini okumak... Helal olsun!

Ö.Çakır


Re: Genç Öykücüler Hakkında Bir Tez Çalışması

Merhaba,

Yorumunuz için teşekkürler. Öykülerinizi bizimle paylaşmak isterseniz şu balık ilginizi çekecektir: "Öyküler Forumu Hakkında".


Re: Genç Öykücüler Hakkında Bir Tez Çalışması

Radikal gazetesinin dünkü kitap ekinde Semih Gümüş bu kitaba değinmiş. Gümüş, yazısında, özellikle 1950 kuşağı ile İkinci Yeni ve gerçeküstücülük arasındaki ilgiler üzerinde durmuş. Sait Faik'in dönemi üzerindeki etkisini değerlendirirken, onun "yarattığı büyük sıçrama, öyküyü bütün bütüne değiştirmişken, neden romanı etkilemedi?" sorusunu sormuş. Üzerine pek çok cevap üretilebilecek, verimli bir soru.

Gümüş, Dirlikyapan'la Sait Faik'in edebiyat dünyamızdaki yeri konusunda da ihtilaf içinde denebilir sanıyorum. Dirlikyapan, çalışmasında Sait Faik'in modernist kimliğe tümüyle sığmayacağını savunurken, Gümüş bunun aksini iddia ediyor. Detaylara bakmalı.

Kitabı okuma isteğim arttı.

Kaynak: GÜMÜŞ, Semih. "Kabuğu Kıran 1950 Kuşağı", Radikal Kitap, 485, İstanbul, 2 Temmuz 2010, s. 27.


Re: Genç Öykücüler Hakkında Bir Tez Çalışması

eren dedi ki:
Değerlendirmede eksik olduğunu düşündüğüm bir diğer ölçüt de öykülerin süreli yayınlardaki yoğunluğu ve görünürlüğü. Değerlendirmeye temel alınan 1990-2005 dönemi dergiciliğin hâlâ edebiyat atmosferinde belirleyici bir role sahip olduğu bir dönemdir. Dolayısıyla "öykü dergisi" olarak sınıflandırılamayacak dergilerde öykülerin ne derece görünür olduğu sorusu da cevaplandırılmayı hak ediyor, diye düşünüyorum. Çalışma yalnızca basılan kitapları temel aldığından, edebiyat atmosferindeki olası değişimleri gözden kaçırıyor.

Burcu Dündar'ın çalışmasının temel eksikliği, bana göre de, öykü dergilerini ya da süreli yayınlarda sürdürülen "genç öykücüler" tartışmalarını dikkate almamış olması. Oysa söz konusu edilen dönemi düşününce, asıl büyük kavganın buralarda sürdüğünü ve kitap çalışmalarının meselenin özünü doğru olarak yansıtmayacağını rahatlıkla söyleyebiliriz. Adam Öykü, Düşler Öyküler, Üçüncü Öyküler, Bir Bilet Gidiş Dönüş dergileri bu konuda daha dikkatli incelenmeliydi (ki sonuncusuna hiç yer verilmemesi de ayrı bir tartışma konusu). "Patlama" saptamasına ilişkin yargılar buralarda sürdürülen tartışmaların bir uzantısı gibi görünse de, söz konusu kaynaklar kapsam dışı tutulmuşlar. Sosyolojik bir analizin öncelikle "yaşayan tin"e dokunması gerektiğini düşünüyorum; bunun da adresi, süreli yayınlar, -ve Eren'in de söylediği gibi- tanıklıklar ve röportajlar gibi yaşayan kültürün incelenmesinden geçiyor.


Re: Genç Öykücüler Hakkında Bir Tez Çalışması

Mimar Sinan Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nden Gül Durmaz, Türkiye'de hikâye dergiciliği üzerine kapsamlı bir çalışma hazırlıyor. Alanın akademik olarak doğru düzgün tanımlanması ve özgün yorumlar üretilmesi için çok güzel bir olanak. Umarım yakında tezin sonuçlarını buradan paylaşırız.