UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Gebe

10 Eyl 2010
oktay

Son zamanlarda sayıları ne kadar da arttı.Nereye baksam görüyorum bir tane mutlaka, yada onlar çok becerikliler kendilerini fark ettirmede? Görmemek için gözümü kapatsam, avazları çıktığı kadar bağırıyorlar.Kulaklarımı tıkasam, eminim bir çimdik atıp, hiç bir şey olmamış gibi devam ederler yaygaraya.

Hepsine eyvallah diyebiliyorum da, kendini şehzade-padişah ilan edenler yok mu, en çok onlara tahammül etmek imkansız .Gogol’un delisi gibi İspanya tahtına göz dikiveriyorlar. Kaftanlarını giyip atıyorlar kendilerini meydana, davulları ellerinde kulakları patlatırcasına vuruyorlar.Güm tek de güm tek !

Bunların kaynağı da Pandora’nın kutusudur.Öyle bereketli ve azgın ki Pandora önüne geleni dölleyiveriyor. Gözden, kulaktan bırakıveriyor tohumunu.Çaresiz gebe kalıyoruz.Üstelik Pandora’nın bir şekilde bizim çocuğumuz olması daha çok dehşete düşürüyor beni.

Bu sapık ilişkiden doğanlar da , birleşmeye başlıyor sonradan yavaş yavaş, birleştikçe de çiftleşiyorlar.Bir süre sonra “Padişahım çok yaşa! Padişahım çok yaşa!” seslerini duyuyorsunuz.Yeni İspanya Kralını kutluyor herkes.Kral da onları kutsuyor."Piçlerin kardeşliği olmalı bu" diye geçiriyorum aklımdan.

***

Hafız’a rastladım geçen gün yolda giderken.Çocuğu doğalı çok zaman oldu, ama hala dilinden düşürmez, tekrarlar durur ismini “ezberden”.Benim kendi çocuğum der ama,olsa olsa evlatlıktır ufaklık yada piç.Sorsan; kendi çocuğundan üstünü gelmemiştir daha dünyaya.Bunu duyar duymaz çocuğuyla yalnız bıraktım onu.

Sonra , Alim’i gördüm.O da gebe kalmış, ama farkında değil pek çokları gibi.Nereden anladın derseniz, gözlerine baktım, dibi görünüyordu içinin ama temizlikten ve saflıktan değil, sığdı... Doğuracak yer arıyor gibiydi ama zamanı gelmemiş ki, erteledi mecburiyetten.Belki de ebeyi bekliyordur.Ama günü dolduğunda o da salıverecek şekilsiz , mongolumsu piçini ortaya yeniden -sezaryensiz-, ağızdan..Amip gibi çoğalıyorlar.

Biraz daha yürüyeyim dedim. Canımı sıkmıştı gördüğüm ikinci gebelik.Alim’i Hafız’dan daha çok severim.Sonra Nazım’a rastladım.İkisinden de daha itibarlıdır gözümde Nazım, en çok çekindiğim de odur. Mücevherler içindeki beşikte sunar çocuğunu, sanırsınız ki nesepsiz değildir de, bir asilzadeden peydahlanmıştır evladı. Fazla oyalanmadım onun da yanında, beni kandırmasından korktum açıkçası, korktum ve saygı duydum.Pek çok saygının kaynağı budur zaten ya... İşinde gerçekten iyidir bizim Nazım. Başımla selam verdim, uzaklaştım.

Biraz ilerdeki köşede bıyıklı bekliyordu, gözünde gözlük, üstünde vücuduna sıkıca yapışmış süpermen kıyafetiyle pek komik göründü gözüme.Yanında da elinde ateş, çelimsiz vücuduna inat upuzun sakallıyla meydan okuyan bir çocuk vardı. ”Oğlum!” diye tanıştırdı sakallıyı.Selam verdim çocuğa, aldı selamımı ama hareketlerinden anlaşılan pek umursamadı beni. Kulaklı-ağızlı bir cümle mırıldanır gibi olduğunu duydum. O sırada bir at arabası göründü, sokağın diğer ucunda.Baktım bıyıklı koşa koşa ona doğru gidiyor,peşi sıra da sakallı…

“Ne gelir elden...” diye söylendim, devam ettim yoluma... Etrafa bakınırken bir su birikintisinde kimi göresem iyidir? En iyi dostum! Herkesten yakın göründü bana tabii.. “İşte” dedim kendi-kendime “bunun çocuğu piç doğmaz”.Sonra “düşündüm”, “düşündüm”...”Kim demiş!” ki...

Kategori:

Re: Gebe

Hafız, Alim, Nazım... Bıyıklı, sakallı...

Öyküyü birkaç kez okudum. Her okuyuşumda, keşke daha uzun anlatılsaymış, dedim. Adlarını duyduğum ama cisimlerini seçemediğim bu karakterlere biraz daha sokulabilseydim. Eco'nun Anlatı Ormanlarında Altı Gezinti'de söylediği gibi, keşke bizi biraz daha gezdirseymiş yazar ormanında; o zaman bu karakterle daha tanış kılabilirmiş beni. Böylece "gebe"nin, "piç"in, "Pandora"nın perdesi aralanabilseymiş.


Re: Gebe

Evet, sahiden de dediğiniz gibi bir durum var öyküde. sizin gibi nitelikli bir okuyucu dahi izlerin daha belirgin olmasını talep ediyorsa, bir sorunun varlığını kabullenmek durumundayım galiba..Ancak bu sorun dediğimiz aynı zamanda “anlatıcı karakterin”, diğer karakterlerle araya mesafe koyma çabasından da kaynaklanıyor. Dikkat edilirse “anlatıcı karakter” başından beri bir kaçış çabası içinde. Dolayısıyla bu durumun ortaya çıkması bir tür zorunluluk halini alıyor diye düşünüyorum.

Öte yandan şöyle bir durum da var: Hafız, Alim ve Nazım gerçek kişilerin isimleri olarak düşünülmedi. Bunun için “Bıyıklı” değil de, “bıyıklı” şeklinde bir kullanıma başvuruldu. Özel isim olarak “Bıyıklı” değil, bir “tip” olarak “bıyıklı”.. Burada Hafız ve Alim karakter isminden çok “tür” olarak tasavvur edilmeye çalışılmıştı,onun için dikkat edilirse hiç bir detaylı betimleme ile karşılaşmayız.

Türlerden bahsedeyim : Hafız dindardır, ezbere bilmesi ile hafızdır. Alim modernizmin din ile ilişkisine gönderme ile bilim adamıdır. Zira Alim; sözcük seçimi itibariyle din-modernizm ilişkisine gönderme yapar. Nazım ise sanatçı bir türdür: “Mücevherler içindeki beşikte sunar çocuğunu, sanırsınız ki nesepsiz değildir de, bir asilzadeden peydahlanmıştır evladı.”, çünkü güzel süsler. Bıyıklı ise filozoftur; elinde ateş ağızlı kulaklı cümleler kuran sakallı çocuk zerdüşttür. Burada bıyklı belirli bir isme-Nietzsche’ye- gönderme yapmaz, sadece bir tür olarak filozof söz konusudur.

Bu bağlamda burada bir tür parodi karşımıza çıkıyor. Alim ,Hafız, Nazım(söze biçim verme bağlamında “nazım” ve şair Nazım’a gönderme ile..yine de burada Nazım Hikmet kastedilmemektedir ) ismini yaşayan karakterler gibi görünüyor –tanrı anlatıcı ve karakterlere kaderlerini dayatan isim verme hastalığından bahsetmiştim- ancak burada tanrı anlatıcının uyguladığı şiddet biraz da daha arttırılarak isimden türe geçiş yapılmaya çalışıldı. İndirgeme dozu arttırıldı, tür ile.burada kişiliksiz soyutlamalar sözkonusudur.Ancak anlatıcı da öykünün bir parçası olduğu için, şiddet kendi üzerine dönerek “anlatıcıyı” vurdu. Parodi şiddeti öyle arttırdı ki, türün indirgemesi anlatıcıyı “kim demiş” diyecek konuma getirdi.Anlatıcının döllenmemek için kaçışı, mesafe koyuşu “Kim karar veriyor ki tüm bunlara?” yada “kim demiş benim çocuğum piç olamaz diye?” anlamındaki cümleler ile anlatıcının kendisine döndü. zaten su birikintisindeki yansımaya bakarken anlatıcı en yakın arkadaşı olarak kendi yansımasına bakmaktadır. buradan belki "Lacancı ayna devresine" girilebilir...

***

burada piç çocuklar, piç olduğu için tehlikeli değildirler. Onlar piç olmalarına rağmen bunu unutmaları ile tehlikeli olurlar. Çünkü bu unutma ile şehzade-padişah olabilirler, yani bir hiyerarşi bu sayede tesis olunur.

Öykünün başında anlatıcı piçlerin kendisini dölleme olasılığından bir sıkıntı duymaktadır. Çünkü bu döllenme ile o da hiyerarşiyi olduğu şekilde kabullenecektir, hiyerarşide sabit bir konum edinecektir.Piçler bu yüzden kardeştirler zaten, yani birbirlerinin hükümdarlığını onayladıkları için.. Pandora’nın kutusu piçlerin (düşüncelerin) kaynağının, bir kaynağın, temelin tespit edilemezliğine işaret eder. Tam da bu yüzden tüm piçler, oldukça karmaşık-sapıkça- ilişkilerin sonucunda doğarlar ve tam da bu yüzden hafız, alim vs. çocukların kendilerinden olduğunda özellikle ısrar ederler. Burada patolojik bir durum vardır, “kendilik vurgusu” onlar için bir temellendirme ile aynı anlamı taşır.


Re: Gebe

Keşke Oktay kendi öyküleri hakkında açıklayıcı yorumlar yapmasa. Böylece bizler de öykü üzerine yapacağımız yorumlarda yazarın birinci ağızdan dile getirdiği "açıklama"lara değil de öykünün bizde ve diğer okurlarda bıraktığı etkiye dayanarak, öyküyü merkeze alma şansına sahip oluruz. Yazar elbette kendi öyküsü üzerine söz almalı, fakat söz konusu olan öyküyü açıklamak olunca, okura, söyleyecek fazla söz kalmıyor.


Re: Gebe

Defalarca okudum,beğendim doğrusu.


Re: Gebe

Öykünün yapısı içindeki göndermeler sezgi yaratıyor zaten açıklama yapılmasaydı da. Ancak bende şöyle bir etki bıraktı.

Yolda yürürken olmakta sanki tüm bunlar. Hem her şey olmakta, hem de hiç bir şey olmamaktayken gibi de tuhaf bir etki, adım başı izledi beni.
Olay yazarın gözlerinden yansıyarak sanki baktırdı. Tıpkı suyun kıyısında, yansısının kıyısındayken onun gördüğü gibi.
Okudum, sonra öykü bitti.

Ne kadar rahat, doğal bir anlatım dili!
Kurgunuz içindeki en önemli elemanı kullanım yetiniz çok iyiydi. Elinize sağlık.


Re: Gebe

"...şair Nazım’a gönderme ile"

Acaba neden genelde "Nazım" deyiveriyoruz?
Nazım Hikmet demek bize daha uzun geldiği, üşendiğimiz için o kadar harfi mi?
Sanmıyorum.
Varlığı ve sanatı geniş kitlelerce kabul edilmiş birisine ilk adıyla seslenmenin nedeni bence; onun bu benimsenmişliğini kullanma güdüsü. Birinci adıyla sevdiklerimize, yakınlarımıza sesleniriz. Burada bir sevgi tabi ki söz konusudur, ama olmayabilir de. Onun bir iki şiirini rastlantıyla okuyanlar da, sevmeyen, nefret eden de "Nazım" diyebiliyor.

Bunları öyküyle bir ilgisi, bir değinisi, bir eleştirisi olduğunu düşündüğüm için yazmadım. Sadece aklıma gelen bir soruyu dile getirip, yoruma açmak istedim.