UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Eskici

06 Tem 2009
Barış Acar

Sevgi Soysal
Barış Adlı Çocuk
Ankara: Bilgi Yayınları,
1998: 57-69.

İndirmek için tıklayın:
Öykü forumdan kaldırılmıştır. Bkz.: Forum İşleyişi

Kategori:

Re: Eskici

Eskici, eşyalara olan anlamsız bağlılığımızı sorgulayan ve bunu da sessiz sedasız ama başarıyla becerebilmiş bir öykü. Chuck Palanhiuk'ın romanından uyarlama "Dövüş Kulübü"ndeki bir sahne uyandı gözümde, öyküyü okurken...

""
Filmde Tyler Durden , E.Norton'un evini yakmıştır ve eşyasız kalan Norton sigorta şirketiyle telefonda görüşürken; T. Durden şöyle der:
- Kapat telefonu, sana telefonu kapat dedim. Ona "eşyalarımı yaktı ve beni özgür kıldı de ve kapat telefonu..."

Yukarıdakine benzer anlatım insanın eşyayala olan ilgisini, ilişkisini düşünmesi için yeterli :
""
Nasıl kurtarmalıydı onları bu çirkinliklerden? Mefruşat mağazalarının hiç bitmeyen çirkin buluşlarından, sınırsız bayağılıktan, tornalı ayaklardan, madeni kakmalardan ferforje aynalardan, şanjanlı cilalardan nasıl kurtulmalıydı? Bunlar adına yapılan sinsi toplama ve çıkarmalardan, ovuşturulan ellerden , yük beygirini ay başlarında boynuna takılan yem torbasından nasıl kurtarmalıydı?

Öykü hakkında söyleyeceklerimiz ister istemez öyküden uzaklaşıp, insan ve tüketim ilişkisi noktasında sürecektir, eminim. Hatta üzerinde en çok karşılıklı konuşmanın geçebileceği bir öyküyle karşı karşıya olduğumuzu düşünüyorum. Bunun da öyküyü beğenmemizi sağlaması adına yeterli olduğunu düşünüyorum.
Yazar öykü boyunca sanki, bizi dışarıdan izliyor ve "Bakalım neler düşünüyor?" diye gözlemleniyoruz adeta.Ve sonunda tüketim aşkıyla dolan evlerimizde, mutluluğumuzu sağlayan o figür, o yıkıcı gücü çağırıyor:
""
Ne zaman gelecekti o eskici?


Re: Eskici

Öykü ile ilgili bir sorun yaşadım: genel olarak öyküye inanmadım, özellikle de satıcı ile alıcının diyaloglarına... Bir fikre ulaşmak için, fikri aktarmak için zorlanarak yazılmış gibi geldi.


Re: Eskici

Nurten Öztürk'ün yargısına öykünün belirli bir noktasından sonra katılıyorum. Kadının evin içinde koşturmaya başlayıp camı kırdığı noktadan itibaren sanki bitmiş olan öyküyü uzatmaya başlamış yazar. Anlatmak istediği şeyin altını kalın kalın çizmek istemiş.

Ancak bu noktadan öncesi bence harikulade.

Öncelikle, daha öykünün ilk satırlarında "atılacak gazeteler"in içinde kendisinden söz edildiğini öğreniyoruz. Böylece kafamızda bir kimlik canlanıyor öykünün kahramanı için. Ancak, hemen sonra, kapıya çıkardığı şişelerin parasını alabileceğini hesap ediyor. Buradan yola çıkarak en azından bir süredir alkole düşkün olduğunu ve çok yoksullaştığını da çıkartabiliriz.

Öykünün ürettiği tanımlar içinde ilerlerken pek çok alt öykü kurmamız da mümkün.

Örneğin,

""
...niçin iki cezvemiz olabiliyor...
diye düşünüyor kahramanımız. İki cezvenin olması için birkaç yol var. Benim aklıma öncelikle kahveyi iki farklı şekilde içen iki kişinin beraber yaşaması geliyor. Daha sonra kalabalık bir aile ya da arkadaş grubunun varlığı; son olarak da dalgınlıkla ya da müsriflik olsun diye yapılmış bir alışveriş olabilir, diyorum.

""
...temizlenmesi için çılgınca ovulması gereken çaydanlık...

Bu cümlede iyi kurulmuş bir tamlamanın ötesinde kadının eve ve evdeki eşyaların düzenine hapsolmuşluğu da veriliyor. Bir çaydanlık ancak temizlenme biçimiyle anımsanıyorsa bu iş fazlasıyla yaşantıyı doldurmuş demektir.

""
...fazlalıklar değerli sayılan nice şeyi de kapsarlar...

Sevgi Soysal'ın, bilinç akışı gibi görünen tekniğinin aksine, çok hesaplı bir yazar olduğunu düşünüyorum. Düşünceler akarken bir anda böyle fazla akıllı cümlelere rastlamamız bu yüzden. Buradaki kapsama sözcüğünün seçimi bile çok teknik bana kalırsa. Bir örnek daha vereyim:

""
...özgür olamanın önce sığmayı, ufalmayı, sığışmayı becerebilmekle başlayacağını düşündükçe...

Bunun hemen arkasındansa çok daha vurucu olduğunu düşündüğüm yaşamın içinden üreyen soru geliyor:

""
İnsan bir ömür boyu kaç tava kullanır, kaç tencere gereklidir bir yaşam için?

Yaşamı tencere boyu skalasına vurmak, onu nasıl daralttığımızı bir solukta ortaya döküveriyor bizim için.

Eşyalar ayıklanmaya başlandıktan sonra eviçinin önce bozkıra, sonra tepenin ardında ulaşılacak bir ovaya benzetilmesi, tünelle geçilecek bir dağın ortaya çıkması çok hoşuma gitti benim. Camekân ve içindeki eşyalarla taşlar arasında kurulan korelasyon iki farklı görüntünün üst üste binişindeki zengin imgelem gerçekten çok etkileyici.

""
...bir eşya yüzeyi gibi sadece öteki eşyaları yansıtan gözler...

Yabancılaşmayı en çarpıcı şekilde anlatan satırlar bunlar. Buna karşın insanın içine düştüğü sıkıntılı beklemek durumunu da çok iyi gözlemliyor Sevgi Soysal:

""
Aslında hep değişen şeyleri görememenin adı beklemek olabilir.

Öykünün aksayan yerleri, bir parça, eskici geldikten sonra başlıyor. Örneğin parantez içinde verilen konuşmalarda eskicinin düşüncelerinin verilmesi öykünün bilinç akışı gibi görünen yapısını zedeliyor.

Kahramanımızın eskiciyle olan düşünsel mücadelesi -sözüne itibar etmemesinden, eşyaları almamasından, kendisini deli diye ihbar edeceğinden korkması- öyküyü Korkuyu Beklerken öyküsüne yaklaştırıyor. Sevgi Soysal'la Oğuz Atay arasındaki düşünsel ve yazınsal akrabalık burada görünüyor oluyor.

Öykünün en çarpıcı yerlerinden biri kadının karyolayla kurduğu bağ üzerine:

""
Nasıl para isteyebilirim ki bu karyola için? Güzelim dokunuşlar, hızlanan yürek atışları, bahar kokusuyla yüklü tad için para istenemez ki. Ama bir karyolanın, alt tarafı anlamsız bir düzlemin bir şeyleri hele birini düşündürebilmesi ne ahmaklık. Bir insanla bir karyola arasında bağlantı kurulur mu hiç? Birlikte yenilen bir yemekten sonra, sıyrılmış tavuk kemiklerine bağlanmak, onları çöp tenekesine atmamak neyse bu da o.

Kadının yalnızlığını ve özlemini dışavuran bu satırlar, aynı zamanda yaşamla kurduğumuz bağı nasıl çarpık bir biçimde geliştirdiğimizi de ele veriyor. Bu konunun evin girişinde duran immortelle çiçekleriyle çok güzel anlatıldığını düşünüyorum:

""
İnsan nasıl bir çiçekte bile durallık, dayanıklılık arayabilir?

İmmortelle çiçekleri:

immortelle1.jpg immortelle2.jpg

Re: Eskici

Barış'ın eline sağlık. Öyküyü çok güzel yorumlamış.

Ben öyküyü geçen gün seyrettiğim "11'e 10 Kala" filmiyle karşılaştırmadan edemedim. Filmde Mithat Bey adlı yaşlı birinin çevresinde ne gördüyse -gazete, dergi, içki, ekmeklerin üstlerindeki kâğıt parçacıkları vs.- toplayıp biriktirmesini, olanakları ölçüsünde kimi konuşmaları bile kaydetmesini anlatıyor Pelin Esmer. Mithat Bey, neredeyse yaşamının kaydını tutuyor ve evinde bu anı yığınlarının arasında yaşıyor. Evine girdiğinizde Mithat Bey'in yaşamının tutulmuş çetelesini bulabiliyorsunuz. Anıları ete kemiğe bürünüyor. İnsanlar, onun evinde bu anı parçaları arasında handiyse yürümekte zorlanıyor, herhangi bir şeyi bulmak kimi zaman olanaksız görünüyor.

S. Soysal'ın öykü kahramanı Mithat Bey'in aksine anılarından, yaşamına dair birikmiş ne varsa hepsinden kurtulmanın peşinde. Bunu da dinginlikle değil müthiş bir telaşla, sinirli bir acelecilikle yapıyor. Belli bir dönem dayatılan alışkanlıklara isyan bayrağını açıyor. Soysal öyküyü başından değil bir bölümünden sonra yazıyor ya da anlatıyor. Okuduklarımız bir kararın uygulanma anını gösteriyor. Bunu da küçük burjuva alışkanlıklarından kurtulma kararı olarak okuyabiliriz.

Mithat Bey geçmişini korumaya çalışırken öykümüzdeki kahramanımız bu geçmişten kurtulmanın peşinde.


Re: Eskici

Öyküyü henüz bugün okudum. Dolayısıyla Barış söylemek istediğim hemen her şeyi söylemiş. Bana yalnızca o yatağı bir türlü bir yere atamayıp tüm şehri gezdirip en sonunda şehrin dışındaki bir ilçeye kadar götürmesinden bahsetmek kalmış.
Bana öyle geliyor ki Elmadağ'da tüm şehrin çöplerinin toplandığı bir yer bulamasaydı o yatağı bırakamayacaktı.


Re: Eskici

Nurten Aksakal dedi ki:
Bana öyle geliyor ki Elmadağ'da tüm şehrin çöplerinin toplandığı bir yer bulamasaydı o yatağı bırakamayacaktı.

Bunu neden böyle düşündüğünü merak ettim. :?:


Re: Eskici

Benimse merak ettiğim niye birine vermiyor da çöpe atıyor, aynı eşyayı benzer bir saadetle paylaşmak mı istemiyor. Eşya önemli değilse bu niye önemli? Öte yandan bütün eşyaları attığına göre ölmeyi mi düşünüyor?


Re: Eskici

Ölüm mü bilmiyorum; ama bunun kadın için bir son olduğunu kestirebiliyorum. İmmortelle (ölümsüz) çiçeğinin bile durağanlık anlamına gelemeyeceğini söylemesi de bundan kanımca.

Öte yandan, eşyayı paylaşmaması da gayet doğal göründü bana. Öyle yapsaydı kendisiyle çelişkiye düşerdi. Eşya tarafından esir alındığını, hatta insanların giderek eşyaya dönüştüğünü söylediğini ve bundan kurtulmaya çalıştığını düşünürsek, onları başkasına vermek esirlik konumuna onu layık görmek anlamına gelecekti.


Re: Eskici

Öyküde anlatılmayan ama verilen ayrıntılarla öykü kişinin yaşamı hakkında bir fikir edinmemize neden olan cümleler üzerine düşündüm. Bir iki cezve, alüminyum tencereden başlayıp otomatik çamaşır makinesine, yatağına varıncaya kadar tüm evi boşaltması sembolik bir anlam taşıyor. Eskici de öyle… Yaşamın bir iki eşya alma pahasına çalışıp didinmekten ibaret olmadığını sorgulatıyor bizlere. Tahsin Yücel’in Kumru’sunun eşyaya verdiği değerin anlamsızlığını fark ediyor bu öykünün kişisi.

Simgesel anlatımdan başka, bir de düz, anlatıldığı gibi düşündüm. Öykü kişisinin evlenip boşanmış bir kadın olduğuna dair ipuçları var öyküde. Ya da ben öyle algıladım. Sahip olduklarını böyle aceleyle gözden çıkaran, bunu göze alan biri eskicinin ne düşüneceğini neden bu kadar umursuyor diye düşündüm. Eskiciye tuhaf görünmekten neden çekinir ki? Sonra, arabacıya neden bütün kenti dolaştırdığını da düşündüm. Anlatıcı Elmadağ’dan söz edinceye kadar öykü kişisi kenti dolaşırken yatağı nereye götüreceğine karar vermeye mi çalışıyordu?

""
“Lambanın çok yakında yeşil yanacağını bilerek, sabırsız günün son anda verdiği sabırla bekledi.”

cümlesi de yazarın ya da anlatıcının geleceğe dair umutlu oldukları mesajı veriyor olabilir mi?


Re: Eskici

Nurten Öztürk dedi ki:
Benimse merak ettiğim niye birine vermiyor da çöpe atıyor, aynı eşyayı benzer bir saadetle paylaşmak mı istemiyor.

""
Nasıl kurtarmalıydı onları bu çirkinlikten? Mefruşat mağazalarının hiç bitmeyen çirkin buluşlarından… nasıl kurtarmalıydı?

Bu cümlelerin geçtiği bölümde anlatılıyor bu sorunun yanıtı.


Re: Eskici

Barış Acar dedi ki:

Öte yandan, eşyayı paylaşmaması da gayet doğal göründü bana. Öyle yapsaydı kendisiyle çelişkiye düşerdi. Eşya tarafından esir alındığını, hatta insanların giderek eşyaya dönüştüğünü söylediğini ve bundan kurtulmaya çalıştığını düşünürsek, onları başkasına vermek esirlik konumuna onu layık görmek anlamına gelecekti.

Her şeyi satıyor ama... Bir karyola için mi geçerli bu, karyola kurtarıyor mu her şeyi?


Re: Eskici

elif cinar dedi ki:
Sahip olduklarını böyle aceleyle gözden çıkaran, bunu göze alan biri eskicinin ne düşüneceğini neden bu kadar umursuyor diye düşündüm. Eskiciye tuhaf görünmekten neden çekinir ki? Sonra, arabacıya neden bütün kenti dolaştırdığını da düşündüm.

Öyküye inanmamı güçleştiren noktalardan bazıları yukardaki sorular. Sonra eskicinin bir daha gelmeyeceğinden duyduğu endişe abartılı bence... Sanki üç gün sonra gelse vazgeçecekmiş gibi, korkusu bundan mı acep?
Eşyalar giden kişiyle mi anlamını kaybetti acep?


Re: Eskici

Nurten Öztürk dedi ki:
Her şeyi satıyor ama... Bir karyola için mi geçerli bu, karyola kurtarıyor mu her şeyi?

Özellikle karyola üzerine sorduğunu düşünmemiştim ben soruyu. Satıyor ya da atıyor; çok fark etmiyor esaretten kurtulmak anlamında. Ancak karyolanın özel bir yeri var elbette. Elif buna çok güzel dikkat çekmiş. Karyola birinin yokluğunu simgelediği için onu bizzat götürüp çöpe atıyor diye düşünüyorum.


Re: Eskici

""
Bir insanla bir karyola arasında bağlantı kurulur mu hiç? Birlikte yenilen bir yemekten sonra, sıyrılmış tavuk kemiklerine bağlanmak, onları çöp tenekesine atmamak neyse bu da o.

Burdaki ifade de Barış ve Elif'i destekler nitelikte sanırım.


Re: Eskici

Bir de başta söylemiştim; eskiciyle çıkılan yolculuk başka bir öykünün konusu olabilirmiş gibi geldi bana. Evi boşaltmasıyla ve boş evde koşturmasıyla; özellikle de cam kırıklarıyla bitebilirdi öykü.


Re: Eskici

Bir de bu öyküyle "Şafak" romanındaki karakter, benzer bir hesaplaşmanın içindeler. Bunlar daha çok gündelik küçük birtakım olayların veya söylemlerin içinde yer alıyor. Ancak yazar buradan hareketle nasıl yaşadığının, ne kadar dürüst ve tutarlı olduğunun farkındalığını düşünüyor. Aşikâr bir biçimde kendi dünyasının muhasebesinin peşinde.


Re: Eskici

Barış Acar dedi ki:
Karyola birinin yokluğunu simgelediği için onu bizzat götürüp çöpe atıyor diye düşünüyorum.

Böyle düşününce Soysal'a bir kez daha hayran kaldım. "birinin yokluğu"ndan ziyade, o yatağın simgelediği şey her ne ise, evlilik, bir erkek, yaşanmışlık, yaşanan ilişkinin gidişatı... onu değersiz yapan bir şey, yeri ancak çöplük olabilecek bir şey! Müthiş!


Re: Eskici

Ben karyolanın bilakis bir çöpe değil özellikle bütün şehrin çöpünün atıldığı bir yere gönül rahatlığıyla bırakıldığını düşünüyorum. Ne yapacağını bilmez bir şekilde neredeyse tüm şehri dolaştırılan bu yatak tam da buraya bırakılabilirdi. Çünkü bu çöplük maden tüm şehrin çöplüğü o halde o yatağı paylaştığı kişiye ait çöplerde buraya gelebilir ve artık kendisinin kurmak koparmakistediği bağ doğal bir etmenle devamlılığını sürdürebilir.


Re: Eskici

Karyola temsili ile belki özel anların paylaşıldığı bir sevgiliiyle olan hesaplaşmalar çıkıyor. Ama karyoladan yola çıkarak eşya - insan ilişkisinin sorgulanması da aşkın yaşama kattıkları mıdır acaba?


Re: Eskici

""
Ama karyoladan yola çıkarak eşya - insan ilişkisinin sorgulanması da aşkın yaşama kattıkları mıdır acaba?

Ya da aşkın yaşamda farklı belki de yanlış bir konumda ısrarla tutulmaya çalışılmasının da bir mülkiyet sorunu olduğunu ele verişidir.