UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Eksik 4(önce-sonra)

20 Eyl 2012
Mehmet Sürücü

önce uyku ile uyanıklık arasında gidip geliyorsun. sonra göz kapakların aralanıyor.

önce çalar saatin zilini duymayıp, uyuyakaldığın korkusuyla için titreşiyor, sonra sehpanın üzerindeki saate bakıyorsun. daha erken, diyorsun.

önce gözlerin perdeden sızan ışıkların duvarda oynadığı oyunlarda oyalanıyor, sonra artık erken kalkman gerekmediği geliyor aklına.

önce, kulağına bir yerlerde açılıp kapanan bir kapı sesi geliyor, sonra komşunun perdecide çalışan oğlu işe gidiyordur, o çıkar bu saatlerde, oğlumdan yarım saat önce, diye geçiriyorsun içinden.

önce zamanında kalkamayıp işe geç kalırsa, korkusu doluyor içine, bir an için telefon etmeyi düşünüyor, sonra bu saatte aramanın uygun düşüp düşmeyeceğine takılınca vaz geçiyorsun.

Yataktan kalkarken, yandaki derin soluklarla uyuyan bedene bakıyorsun.

önce; “belli etmemeye çalışsa da o da çok etkilendi. “o gün, salonda, hiçbir gün isteyerek giymediği takım elbise ve boğazını her zamankinden daha fazla sıkan kravatla, düğün boyunca bir türlü, hiçbir yerde birkaç dakikadan daha uzun kalamadan, bazen misafirlerin arasında, bazen gelin-damat masasının yakınında, orkestranın, sahnenin kenarında dağınık bir beden, tutuk, dalgın adımlarla dolanıp durmuştu. dış kapının önünde, sigarasından derin soluklar çekerken, gecenin karanlığına bakan düşünceli yüzünde olana bitene yabancı ifedeyi fark etmemek mümkün müydü?”, “sonra; birkaç gün önce yemek masasını hazırlamana yardım ederken, dalgınlıkla üç kişilik tabak, çatal, kaşık koyduğunu fark edince yüzü kararmış, dalgalanmış, duyguları fark edilmesin diye de apar topar kendini banyoya atmıştı”, diye düşünüyorsun.

önce kayıp düşmüş çarşafı örtüp, sonra usulca yatak odasının kapısını çekiyorsun.

önce tuvalete giriyorsun. elini yüzünü yıkarken, gözlerin aynaya takılıyor. sonra, yüzüm bir öncekinden daha mı eskidi, diye düşünüyorsun. iclal hanım, o her zamanki çok bilgiç tavrıyla, insanın yaşamındaki önemli anların, acıların, sevinçlerin yüz çizgilerini derinleştirdiğini, yenilerini eklediğini, yüze daha bir eskilik kattığını söylediğini anımsıyorsun.

önce ocağın altını yakıyor, büyük çaydanlığa su, küçüğüne çay koyuyorsun. sonra aklına suyu, çayı eskisinden daha az koyman gerektiği gelince, suyun bir bölümünü lavaboya döküp, bir parça çayı geri boşaltıyorsun.

önce, salondaki geceden kalma birkaç öte-beriyi toparlayıp, güneşlik perdeleri çekiyor, camları açıyorsun. muhabbet kuşunun yemini, suyunu tamamladıktan sonra, kaynayan suyu çayın üzerine döküyorsun. sonra camlarını açmak için Ediz’in odasına girdiğinde odanın kendine has kokusu genzine doluyor. sabahları Ediz varken koktuğu gibi kokuyor oda. önce o içindeki her zamanki uğultu daha da şiddetleniyor, çıplak odada, günlerdir yatılmayan yatağa, yastığa bakıyorsun. sonra omuzların, elbise dolabındaki bomboş elbise askıları gibi düşüyor, gözlerinde yaşların biriktiğini anlayınca mutfağa geçiyorsun.

sonra teninin, bedeninin kokusunun sindiği bir çamaşırı, gömleği, çorabı bile kalmadı ardında. önce kızar, azarlardım onu, odasının her yanına, çıkarıp attığı giysileri, eşyaları için, sonra böylesi, bu ıssız oda çok daha ürkütücü diye geçiriyorsun içinden.

önceleri çamaşır sepetindeki kirli bir gömlek, pantolon, her nasılsa yatağın, komodinin altına girivermiş bir çorap teki, ayakkabılıktaki ayakkabı, elbise dolabındaki kazak, ceket, o insanın kullandığı şeylerin aslında onun burada, bu evde yaşadığının kanıtıyken, sonra bir gün, elbise dolabındaki giysilerinin, kapının önünden ayakkabılarının, çamaşır sepetinden kirlilerinin, sofradan yemek yediği tabağının, çatalının, kaşığının, odasındaki bilgisayarının, kitaplarının, ara sıra bir müzik parçasına eşlik eden sesinin, nedenli nedensiz odasından savrulan kahkahasının, “anne”,”baba” sözünü kendine has bir soru tınısıyla söyleyişinin evden eksiliverdiğini, her gidenin ardında kendinden, varlığından çok daha büyük bir boşluk bıraktığını düşünüyorsun.

sonra sürahideki su daha yavaş eksilirken, bir süre pazardan aynı miktarda domates, salatalık, biber, elma, üzüm, şeftali alıyorsun. sonra bunların bir kısmı yenmemeye, bir sonraki pazara kadar tüketilememeye, çürümeye başlıyor. Bir süre daha aynı miktarda almayı sürdürüyorsun.

sonra haftalık temizliğini yaparken en el değmedik köşelere uzanmaya, oralarda ondan unutulup kalmış bir çorap teki, bir çamaşır, bir şeyler bulmayı diliyorsun.

sonra bir gün temizlik yaparken bir yerlerden ediz’le güzin’in düğün davetiyesi çıkıyor.

sonra ediz’in odasını artık havalandırmıyorsun.

Kategori: