UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Eduardo Galeano - Kahvede Bir Günün Hikayesi

24 Nis 2014
Mehmet Sürücü

Sıcak bir yaz günü.
Mekân; Taşra, taşrada bir bar-kahve.
zaman; ağır-yavaş
-taşrada o hep boşluğu fazla mekânlar, zamanın ağır, kavanozdan dökülen bal kıvamı misal-

“hiçbir yenilik olmadan, saçmalıktan saçmalığa, geçiyor zaman”

Barmen müşteri geldikçe kahve çekiyor, içki dolduruyor. Duvardaki futbol ve tango kahramanlarının tozlarını alıyor. Fırsat buldukça da karnındaki kurşunun-duvardaki altın çerçevesiyle, herkes görsün diye asılıdır- her anlatışta birazcık değişen öyküsünü anlatıyor müşterilerine. Küçük bir yer burası. Herkesin anlatacak bir hikayesi oluyor. İnsanlar bu hikayeleri defalarca defalarca dinliyorlar dahası. Karşısındakine “çaktırmamaya” dikkat ederek. Girilen kavgalar, kamalarla, bıçaklarla yapılan gözü pek dalaşlar, onur uğruna düellolar…

Sıradan bir gün. Barın dibinde, tenha bir yerde içkisini yudumlayan anlatıcı.

Sıcak, taşra, ağır geçen zaman, bunları söylemiştik. Söylemediğimiz, arada dışarıdan birilerinin gelip iki tek attığı, çıkıp gittiği. Prudencio(barmen) her zamanki öyküsünde, insanlar gölgelerde. O sıradan günde Batepapo giriyor içeri; “kafasında bonesi, üzerinde soytarı elbisesi, bir elinde çevirdiği renkli bastonu ve öbüründe bir tasma. Tasmanın ucunda bir köpek yerine bir aslan”, evet, demiştim, sıradan bir gün.

Doğal olarak uyarılıyor. Öyle ya, her ne kadar taşraysa da, öyle durduk yerde kahveye-bar aynı zamanda- aslanının tasmasını çekiştirerek girilir mi? Uyarılıyor kısaca.

Batepapo ünlü bir sanatçı. Ama zaman ağır-yavaş akıyor dediysek, her şey olduğu gibi kalıyor da demedik; değişiyor. Gün geliyor büyük sanatçılar, işsiz güçsüz ortalarda dolaşıp, aslanlarını gezdirmek zorunda kalıyorlar. İleri safhalarda para sıkıntısı içindeler. Aslanın boynunda –SATILIK- levhası. (para aslanın ağzında değil-aslan kurtarıcı).

Sonra karakterlerden bana en “bildiklerden” gelen Doha Poca var. Onun yeri; “istasyona bakan öbür pencerenin olduğu masa”. İstasyondan senelerdir hiçbir tren geçmemiş. Ama onun gözleri hep orada, bir tren duracak, bir birisi çıkacak-tanıdık geliyor değil mi?-, bugün olmazsa bir gün.

Düşler, düşler, düşler… Bu sıcağın bunalttığı, zamanın geçmek bilmediği dar yerlerde -aslında mekan en geniş oluşuyladır- herkesin bir düşü olmalıdır. Bahisler, horoz dövüşleri, at yarışları, piyangolar, toto-loto başka ne işe yara ki?

Anlatımın sadeliği, birkaç sözcükler çizilen karakterler.

Kelimeler yürüyor, arkalarına düşmeli.

Eduardo Galeano.
Yürüyen Kelimeler,
(Çev.: Bülent Kale),
İstanbul: Çitlembik Yay,
2003, s. 273-281.

Kategori:

Re: Eduardo Galeano - Kahvede Bir Günün Hikayesi

Yürüyen Kelimeler Eduardo Galeano ile José Francisco Borges'in ortak çalışması. Galeano yazmış, Borges desenlemiş. O nedenle, öyküye eşlik eden desenleri de yüklemenin iyi olacağını düşündüm. Latin Amerika halk hikâyelerine açılan pencerelerden oluşan bu kitabın tek bir öyküsünü okumak belki kitabı bütünlüklü olarak anlamayı sağlayamayacak. Yine de giriş yapmış olmamız güzel...

Kahvenin ağır, kasvetli bir havası var. Bu ağırlığın önce sıcakla hissediyoruz. Sonra batan Bütün Dünya Sirki'nin hikâyesi giriyor devreye. Tasmalı bir aslanla kahveye girmeye çalışan palyaço. Birbirlerinin hayatından sıkılmış insanlar. Prudencio'nun (barmen) sürekli değiştirip durduğu kahramanlık hikâyeleri bile artık bıktırıcı bir hal almış. Herkes kendi hikâyesinde, kendi penceresinde hayatın geçip gitmesini bekliyor. İç karartıcı hikâyelerle dolu kahve, anlatıcıyı rahatsız ediyor herhalde ki öykünün sonundaki sessizlikten memnun oluyor.

Okurken, atmosfer bir yana bırakılırsa, öykünün dünyasına girmeyi başaramadığımı düşündüm. Bazı adların anlamlarını araştırdım (Prudencio: İsp. dikkat; Bate-Papo: Por. laflamak; Bambalina: İsp. son perde; Poca: İsp. küçük; Tránsito: İsp. geçiş) ama beni bir yere götürdüklerini hissetmedim. Sonra, batan Bütün Dünya Sirki'ni düşündüm. Sirk, çoktan sona ermiş bir altın çağı anlatıyor, kahve de onun yasının tutulduğu yer sanki. Geriye kala kala, boyun fıtığı olan, miskin, belirli ölçüde "evcilleşmiş" bir aslan kalmış. Ama bu kırıntılarla yetinmek zorunda kaldım. Belki çeviride kaybolan başka anlamlar vardı, belki ben dikkatimi yeterince veremedim öyküye... İlginç bir öykü; üzerine biraz daha düşünmek gerek belki. Özellikle de Prudencio'nun karnındaki kurşunu... Ete saplanmış, hikâyeler üretip duran metal parçasını...

image1.jpg image2.jpg image4.jpg image5.jpg image6.jpg

Re: Eduardo Galeano - Kahvede Bir Günün Hikayesi

"Özellikle de Prudencio'nun karnındaki kurşunu... Ete saplanmış, hikâyeler üretip duran metal parçasını..."

Eren'in değinisi bana bir şeyi öyküye yöneltenin, fark ettirenin ne olabileceği konusunda düşündürttü. Günlük hayat sıradan çoğunlukla. Kahvenin kapısını açıp, elinde arslanlarının tasmasıyla kimseler girmiyor-veya o kadar kanıksadık ki tasmalı arslanları, görmüyoruz- ama, bir an geliyor ki, (bunu insanın karnında taşıdığı bir kurşun iyi örnekliyor) yaşananın içinde bir incecik şey; "ben öyküyüm!" diyor. Bir sızı gibi. Sanırım bu "kurşun" bir tür dedektör gibi. Hani defineciler kullanır ya...

Tabii burada Prudencio'nun[barmen]evrim geçiren öyküsünün bir hareket motoru aynı zamanda. öykünün her anlatışta değişmesi, doğal bir olgu. Öyle olmalı.


Re: Eduardo Galeano - Kahvede Bir Günün Hikayesi

Kahvede öyle bir atmosfer oluşmuş ki bütün öyküler anlatılmış ve artık kimse onları dinlemek istemiyor. Ama Prudencio'nun yeni ürettiği hikâyeler de kimsenin ilgisini çekmiyor. Kahve, hikâyenin tükendiği (tüketildiği) yer. Heryerde bir hikâye var, ama dinleyici yok. Dinleyici olmayınca hikâyenin varlığı yüke dönüşüyor. Kendi hikâyesine gömülmüş birey sessizlik arıyor. Ölmüş tren istasyonunu izler gibi yaşamak istiyor. Böyle düşününce yas havası kendini daha çok belli ediyor. Sirk batmış, hikâye bitmiş, istasyon ölmüş, geriye sessizlikten başka hiçbir şeyden memnun olmayan müşkülpesent insanlar kalmış. Ölüm, bu olsa gerek.


Re: Eduardo Galeano - Kahvede Bir Günün Hikayesi

"Ölüm, bu olsa gerek."
Belki de aslıl yaşamın başladığı yer. [Metaforik değil birebir anlamda.] Yaşamın ölçeği, göstergesi(insan yaşamı), sürekli bir hareket, devinim olarak sürülmüş önümüze, durgunluk, sessizlik, bitmiş hikayeler olarak dayatılmış. Hikayesizlik bir "ölüm" gibi algılanıyor. Acaba öyle mi?

"Hikaye" bir anlamıyla da süren yaşam. Herkesin bir hikayesinin olması, yaşadığının kanıtı. Ve bu bir yaşa kadar sürüyor. Elli beş yaşındaysan, hikâyen aşağı yukarı sona ermiştir.


Re: Eduardo Galeano - Kahvede Bir Günün Hikayesi

Mehmet Sürücü dedi ki:
"Ölüm, bu olsa gerek."
Belki de aslıl yaşamın başladığı yer.

Öykünün sonunu, yeniden okudum, ama hikâyenin bittiği yerde yaşamın başladığına dair bir ipucu göremedim. Her okuyuşumda umutsuzluk tonunun ağır bastığını düşündüm. Bir tek en sonda, boş masaların arasında büyülü gölgelerin dans etmesi, hâlâ bir umut kırıntısı olduğunu düşündürüyor. Ama o umut da hikâyenin henüz ölmemiş olabileceğine dair bir umut (ben öyle anlıyorum).

Mehmet Sürücü'nün, hikâyenin bittiği yerde yaşamın başladığına ilişkin izlenimi hangi bölümden/cümlelerden edindiğini merak ediyorum. Açıklarsa belki yeni bir mecra açılır...

(Öyküyü her okuyuşumda bir de çevirmenle kavga etmek zorunda kalmaktan sıkıldım. Öykünün İngilizce çevirisini de bulamadım. Yeniden çevirmek gerek bu öyküyü...)


Re: Eduardo Galeano - Kahvede Bir Günün Hikayesi

Yorumlarım öyküdeki bir bölümle ilgili değildi. genel olarak, "hikayenin bitmesi" kavramıyla ilgiliydi.

(sanırım benimki aşırı yoruma giriyor-öykünün ötesine uzanıyor.)