UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

11 Eki 2008
gül

Doğru! Sinirliydim, fena halde sinirliydim, hala da öyleyim ama deli olduğumu da nereden çıkarıyorsunuz? Hastalığım duyularımı keskinleştirmişti, harap etmiş ya da köreltmiş değildi. Hepsinden öte olan, keskin işitme duyusuydu. Cennetteki ve dünyadaki bütün sesleri duyuyordum. Cehennemden gelen pek çok sesi duyuyordum. Söylesenize, nasıl deli olabilirim? Dinleyin ve nasıl ustalıkla - nasıl sakince size bütün hikayemi anlatıyorum, görün.

Fikrin aklıma ilk nasıl geldiğini söylemek imkansız ama aklıma düştüğü andan itibaren beni gece gündüz rahat bırakmadı. Bir amacım yoktu. Bir arzum yoktu. Yaşlı adamı severdim. Bana hiç zararı dokunmazdı. Beni asla kırmazdı. Altınlarında da gözüm yoktu. Beni sinirlendiren… Sanırım, gözleriydi! Evet, buydu! Bir akbabanın gözü vardı onda -- üzerinde ince bir zar, donuk, mavi bir göz--. Ne zaman bakışlarını üzerimde hissetsem kanım donuyordu ve gün geçtikçe, adım adım, yaşlı adamın canını almayı, böylelikle gözlerinden sonsuza dek kurtulmayı kafama koydum Şimdi, mesele şu ki, siz benim deli olduğumu düşünüyorsunuz. Deli dediğin hiçbir şey bilmez. Ama beni bir görmeliydiniz. Nasıl akıllıca davrandığımı görmeliydiniz -- nasıl bir ihtiyatla--, önseziyle, ikiyüzlülükle çalıştım! Yaşlı adama, hiçbir zaman, onu öldürmeden önceki haftada olduğu kadar kibar davranmamıştım. Her gece, gece yarısı civarı, kapısının mandalını çevirip kapıyı usulca açıyordum! Sonra, kapıyı, kafamı sokabileceğim kadar aralayıp siyah bir feneri tamamen kapalı halde, -kapalı ki hiç ışık parlamasın- içeri sokuyordum ve sonra kafamı aralığa yerleştiriyordum. Ah, bir görseydiniz nasıl bir kurnazlıkla kafamı içeri soktuğumu, gülerdiniz. Çok ama çok yavaş bir şekilde hareket ettiriyordum kafamı, yaşlı adamın uykusunu bozmamak için. Kafamı aralığa tamamen yerleştirmek bir saatimi alıyordu, bu şekilde yatağında yatarken onu görebiliyordum. Söylesenize! Deli bir adam bu kadar akıllıca davranabilir miydi? Ve sonra kafam tamamen odanın içindeyken feneri dikkatlice açıyordum -- ama ne dikkatle -- ne dikkatle (menteşeler gıcırdadığı için), feneri onun akbaba gözüne tek bir ince ışık huzmesi düşecek kadar açıyordum. Bunu, her gece tam geceyarısı, yedi uzun gece boyunca yaptım, ama gözü hep kapalı buldum. Bu halde işi halletmek imkansızdı çünkü beni kızdıran yaşlı adam değil onun o Şeytani Gözüydü. Her sabah, gün doğduğunda küstahça odasına gittim ve onunla cesurca konuştum, ona içten bir şekilde seslenip geceyi nasıl geçirdiğini sordum. Görüyorsunuz ya, her gece tam on ikide, uyurken ona baktığımdan şüphelenmesi için gerçekten çok bilge bir ihtiyar olması gerekirdi.

Sekizinci gece, kapıyı açarken her zaman olduğundan daha tedbirliydim. Bir saatin yelkovanı elimin o andaki hareketinden daha hızlı hareket eder. O geceden önce yeteneklerimin, zekamın boyutlarını hiç farketmemiştim. İçimdeki zafer duygusunu zor zaptediyordum. Orada yavaş yavaş kapıyı açtığımı ve onun gizli eylemlerimi ve planlarımı hayal bile etmediğini düşününce kendi kendime kıkırdadım. Sanırım beni duydu çünkü şaşırmış gibi yatağında birden sıçradı. Şimdi geri çekildiğimi düşünebilirsiniz -- ama hayır. Odası zifiri karanlıktı (hırsızlardan korktuğundan panjurlar sımsıkı kapalıydı), bu yüzden kapının açıldığını göremediğini biliyordum ve kararlı bir şekilde kapıyı itmeye devam ettim.

Kafamı içeri soktum ve başparmağım kapının mandalının üzerinden geçtiğinde, yaşlı adam da yatağında sıçrayıp “Kim var orada?” diye haykırdığında, tam feneri açmak üzereydim.
Sessizce durdum ve hiçbir şey söylemedim. Tam bir saat boyunca tek bir kasımı bile kıpırdatmadım ve bu sırada onun yattığını da duymadım. Hala yatağında öylece oturmuş, dinliyordu; tıpkı benim geceler boyunca duvardaki saati dinlediğim gibi.

Ardından, hafif bir inilti duydum ve onun ölümcül korkunun iniltisi olduğunu biliyordum. Acı ya da keder inlemesi değildi o – ah, hayır! Korkuyla dolduğunda ruhun derinliklerinden gelen alçak, boğuk sesti. Sesi iyi tanıyordum. Pek çok gece, tam geceyarısı, bütün dünya uyurken, o ses, beni delirten korkuları şiddetlendirerek göğsümden taşardı. Söyledim ya, sesi iyi tanıyordum. Yaşlı adamın ne hissettiğini biliyordum ve içten içe gülmeme rağmen ona acıdım. Yatağında sıçradığında duyduğu ilk sesten beri uyanık olduğunu biliyordum. O andan itibaren korkuları giderek arttı. Korkularını nedensiz bularak hoş göstermeye çabaladı ama başaramadı. Kendi kendine, “Hiçbir şey değil canım olsa olsa bacadaki rüzgardır, sadece yerde yürüyen bir faredir” ya da “sadece bir cırcırböceği cıvıltısıdır" deyip durdu. Kendini bu varsayımlarla rahatlatmaya çalışıyordu : ama hepsinin boşuna olduğunu anladı. HER ŞEY BOŞUNAYDI, çünkü Ölüm, yaklaşırken kara gölgesiyle, kurbanı sinsice çevrelemiş ve ağına düşürmüştü. Beni görmemesine ve duymamasına rağmen, kafamın odadaki varlığını hissettiren, algılayamadığı gölgenin sarsıcı etkisiydi.

Onun yattığını duymadan uzun bir süre sabırlı bir şekilde bekledikten sonra, feneri --çok ama çok az-- açmaya karar verdim. Açtım -- tahmin edemezsiniz nasıl sinsice, nasıl sinsice -- en sonunda fenerden fırlayan tek, belli belirsiz bir ışık huzmesi, örümcek ağı gibi onun akbaba gözüne düşene dek.

Göz açıktı, tamamen açıktı, ona bakarken gitgide öfkelendim. Açık seçik gördüm -- iliğimi kemiğimi donduran üzerindeki korkunç deriyle, o donuk mavi --; ama sanki içgüdüsel olarak ışığı o allahın belası noktaya yönelttiğim için yaşlı adamın başka hiçbir yerini, yüzünü ya da bedenini göremiyordum.

Sizin delilik sandığınız şeyin aslında duyuların aşırı keskinleşmesi olduğunu söylememiş miydim? Sonra, kulağıma, pamuğa sarıldığında bir saatin çıkardığına benzer hafif, boğuk, seri bir ses geldi. Bu sesi de iyi tanıyordum. Yaşlı adamın kalp atışıydı. Nasıl ki bir davulun tamtamları askerin cesaretini kamçılar, o ses de benim öfkemi kamçılıyordu.

Ama kendimi tuttum ve hiç kıpırdamadım. Nefesimi bile tutmaya çalıştım. Feneri hiç hareket ettirmedim. Işığı gözünde nasıl sabit tutabileceğimi denedim. Bu arada kalbin korkunç gürültüsü arttı. Ses, her saniye, giderek hızlandı ve yükseldikçe yükseldi. Yaşlı adamın korkusu had safhada olmalıydı. Dediğim gibi, ses yükseldi, her saniye yükseldi! -- Beni dikkatlice dinliyor musunuz ? Size gergin olduğumu söylemiştim: öyleyim. Gecenin bir yarısı, yaşlı evin ürpertici sessizliğinde, böylesine tuhaf bir ses beni kontrol edilemez bir korkuyla heyecanlandırdı. Ama birkaç dakika daha kendimi tuttum, hiç kıpırdamadan durdum. Kalbin vuruşu giderek yükseliyordu, giderek! Kalbi patlayacak sandım artık. Sonra yeni bir endişeye kapıldım – ses bir komşu tarafından duyulabilirdi! Yaşlı adamın vakti gelmişti artık! Gürültülü bir nidayla feneri açıp odaya daldım. Bir kez çığlık attı -- sadece bir kez. Bir anda onu yere fırlattım ve ağır yatağı üstüne bastırdım. Umarsızca güldüm sonra, eylemi bu kadar çabuk bitirdiğimi görünce. Fakat, bir süre daha, kalbi boğuk bir sesle atmaya devam etti. Ama bu beni sinirlendirmedi; ses, duvardan öteye duyulamazdı. En sonunda durdu. Yaşlı adam ölmüştü. Yatağı üstünden çektim ve cesedi inceledim. Evet, kesinlikle ölmüştü. Elimi kalbinin üzerine koydum ve dakikalarca orada tuttum. Kalp atışı yoktu.
Evet, kesinlikle ölmüştü. Artık gözleri canımı sıkmayacaktı.

Hala deli olduğumu düşünüyorsanız, cesedi saklamak için aldığım akıllıca önlemleri anlattıktan sonra öyle düşünmeyeceksiniz. Gece sona yaklaşıyordu ve ben de acele davranıyordum ama sessizce. Önce cesedi parçalara ayırdım. Kafasını, kollarını ve bacaklarını kestim.

Odanın tabanından üç döşeme tahtasını söktüm ve parçaladığım cesedi döşemelerin arasına yerleştirdim. Sonra da tahtaları öyle akıllıca öyle kurnazca geri yerleştirdim ki hiçbir insan gözü -- onunki bile -- bir gariplik olduğunu farkedemezdi. Temizlenecek hiçbir şey yoktu -- hiçbir iz – ne bir kan lekesi ne başka bir şey. Bunun olmaması için çok tedbirli davranmıştım. Küvette halletmiştim hepsini – ha! ha!

Bütün bu uğraşların sonunda, saat sabaha karşı dört olmuştu -- hala geceyarısı gibi karanlıktı. Saat tam dörde vurduğunda, sokak kapısında bir tıklama işittim. Kaygısız bir şekilde kapıyı açmaya gittim, -- korkacak neyim vardı ki? Kendilerini büyük bir nezaketle polis memuru olarak tanıtan üç adam girdi. Gece, komşular tarafından bir çığlık duyulmuş: cinayet işlendiği şüphesi uyanmış; bilgi, polis merkezine ulaşmış ve onlar da (polis memurları) çevreyi incelemek üzere atanmışlar.

Gülümsedim, -- Ne için korkacaktım ki? İçtenlikle karşıladım onları. Çığlık, rüyamda attiğim kendi çığlığımdı, dedim. Yaşlı adamın kasabada olmadığını söyledim. Ziyaretçilerime evin her yerini gösterdim. Onlara araştırmalarını, iyice araştırmalarını söyledim. En sonunda, onun odasına bile götürdüm. Onun hiç dokunulmamış, emin ellerdeki değerli eşyalarını gösterdim. Güveminin verdiği rahatlıkla, odaya sandalyeler getirdim ve oturup yorgunluklarını atmalarını diledim, bense, harikulade zaferimin vahşi küstahlığıyla, kendi sandalyemi, tam altında kurbanın cesedinin olduğu noktaya koydum.

Memurlar memnunlardı. TUTUMum onları ikna etmişti. Ben, özellikle rahattım. Neşeli neşeli cevaplar veriyordum, onlar da oturdular, havadan sudan konuştular. Ama, çok geçmeden, giderek solduğumu hissettim ve gitmelerini diledim. Başım ağrıyordu ve kulaklarımda bir çınlama vardı; ama onlar hala oturmuş sohbet ediyorlardı. Çınlama daha bir belirgin oldu: o histen kurtulmak için daha serbestçe konuştum: ama devam etti ve daha da belirgin hale geldi -- en sonunda sesin kulaklarımdan DEĞİL başka yerden geldiğini anlayana dek.

Hiç şüphesiz daha da solgunlaştım; ama daha akıcı konuşuyordum ve daha yüksek bir tonla. Ses, yine de yükseldi – ne yapabilirdim ki ? HAFİF, BOĞUK, SERİ BİR SESTİ -- PAMUĞA SARILDIĞINDA BİR SAATİN ÇIKARDIĞINA BENZEYEN. Nefesimi tuttum ama yine de memurlar sesi duymadı. Daha hızlı, daha hararetli bir şekilde konuştum ama ses giderek artıyordu. Ayağa kalktım ve heyecanlı bir şekilde, abartılı mimiklerle önemsiz şeyler üzerine konuştum, ama ses giderek arttı. Ne diye gitmiyorlardı ki? Adamların gözlemlerinden öfkelenmiş de telaşlanmış gibi ağır adımlarla ileri geri yürüyordum, ama ses giderek artıyordu. Allah aşkına! Ne yapabilirdim? Köpürdüm -- bağırıp çağırdım -- küfrettim! Oturduğum sandalyeyi kaldırdım ve tahtaların üzerine çarptım ama ses iyice yükseldi ve giderek arttı. Çıktıkça çıktı yükseğe -- daha yükseğe -- daha da yükseğe ! Adamlar hala gülümseyip hallerinden memnun, sohbet ediyorlardı. Duymamaları mümkün müydü? Bırak Allah aşkına! -- hayır, hayır? Duymuşlardı! -- şüphelenmişlerdi! -- ve BİLİYORLARDI! -- Korkumla eğleniyorlardı! -- bunu düşündüm ve hala da öyle düşünüyorum. Ne olursa olsun, bu ızdıraptan daha iyiydi! Ne olursa olsun, bu alay edişten daha dayanılırdı! O sahte gülümsemelere daha fazla katlanamazdım! Haykırmazsam ölecekmişim gibi hissettim! -- ve şimdi -- işte yine -- dinleyin! daha yüksek! daha yüksek! daha yüksek! DAHA YÜKSEK! --

“Adi herifler!” diye bağırdım, bırakın ikiyüzlülüğü artık! Kabul ediyorum suçumu! -- tahtaları sökün! -- burada, burada! -- bu onun korkunç kalbinin atışı! ”

Çeviren: Gül Şahin
Kaynak: POE, Edgar A. “The Tell-tale Heart”, The fall of the House of Usher and other writings : poems, tales, essays, and reviews ; edited with an introduction and notes by David Galloway, London ; New York : Penguin, 2003.

Re: Müzevir Yürek - Edgar Allan Poe

Öyküyü okuyunca, Maç Sayısı geldi aklıma. Nasıl da soğukkanlılıkla işlenmişti orada cinayet.
Poe, tuhaf adam. İnsanı katil ediyor. Bir insanı öldürmeye neden olamayacak kadar önemsiz bir ayrıntıyı büyük bir nedene dönüştürüyor öykü kişisinin ve tabii bizim gözümüzde. "müzevir" sözcüğüne baktım sözlükten. Ele veren, laf getirip götüren diye tanımlanmış. Öyküyle ne güzel örtüşmüş. Müthiş! Çevirenin, Gül Şahin'in ellerine sağlık.


Re: Müzevir Yürek - Edgar Allan Poe

Çok teşekkür ederim Smile
İlk öykü çevirisi için zor bir isim ve öykü seçtim aslında,
ama defalarca usanmadan okuduğum ve çok etkilendiğim bir öykü bu,
o yüzden elimden geldiğince, ucundan da olsa
o ruhu yansıtabilmişimdir umarım..


Re: Müzevir Yürek - Edgar Allan Poe

Oykunun İngilicesine Internet'ten de ulaşılabildiğini fark ettim. İlgilenenler buradan, buradan ya da şuradan ulaşabilirler.


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

kesinlikle geveze yürekten daha başarılı müzevir kelimesi tebrik ederim. Elif abla sen hiç müzevircilik yapmadın mı çocukken...


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

müzevir müzeyyen vardı bir de "mahallenin muhtarları" dizisinde Shock


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

Şu anda bu öyküyü kullanarak bir haber makalesi hazırlayacağız. Ben de İngilizcesini yazmak istedim buraya.

The Tell-Tale Heart
Edgar Allan Poe

TRUE! nervous, very, very dreadfully nervous I had been and am; but why WILL you say that I am mad? The disease had sharpened my senses, not destroyed, not dulled them. Above all was the sense of hearing acute. I heard all things in the heaven and in the earth. I heard many things in hell. How then am I mad? Hearken! and observe how healthily, how calmly, I can tell you the whole story.
It is impossible to say how first the idea entered my brain, but, once conceived, it haunted me day and night. Object there was none. Passion there was none. I loved the old man. He had never wronged me. He had never given me insult. For his gold I had no desire. I think it was his eye! Yes, it was this! One of his eyes resembled that of a vulture -- a pale blue eye with a film over it. Whenever it fell upon me my blood ran cold, and so by degrees, very gradually, I made up my mind to take the life of the old man, and thus rid myself of the eye for ever.
Now this is the point. You fancy me mad. Madmen know nothing. But you should have seen me. You should have seen how wisely I proceeded -- with what caution -- with what foresight, with what dissimulation, I went to work! I was never kinder to the old man than during the whole week before I killed him. And every night about midnight I turned the latch of his door and opened it oh, so gently! And then, when I had made an opening sufficient for my head, I put in a dark lantern all closed, closed so that no light shone out, and then I thrust in my head. Oh, you would have laughed to see how cunningly I thrust it in! I moved it slowly, very, very slowly, so that I might not disturb the old man's sleep. It took me an hour to place my whole head within the opening so far that I could see him as he lay upon his bed. Ha! would a madman have been so wise as this? And then when my head was well in the room I undid the lantern cautiously -- oh, so cautiously -- cautiously (for the hinges creaked), I undid it just so much that a single thin ray fell upon the vulture eye. And this I did for seven long nights, every night just at midnight, but I found the eye always closed, and so it was impossible to do the work, for it was not the old man who vexed me but his Evil Eye. And every morning, when the day broke, I went boldly into the chamber and spoke courageously to him, calling him by name in a hearty tone, and inquiring how he had passed the night. So you see he would have been a very profound old man, indeed , to suspect that every night, just at twelve, I looked in upon him while he slept.
Upon the eighth night I was more than usually cautious in opening the door. A watch's minute hand moves more quickly than did mine. Never before that night had I felt the extent of my own powers, of my sagacity. I could scarcely contain my feelings of triumph. To think that there I was opening the door little by little, and he not even to dream of my secret deeds or thoughts. I fairly chuckled at the idea, and perhaps he heard me, for he moved on the bed suddenly as if startled. Now you may think that I drew back -- but no. His room was as black as pitch with the thick darkness (for the shutters were close fastened through fear of robbers), and so I knew that he could not see the opening of the door, and I kept pushing it on steadily, steadily.
I had my head in, and was about to open the lantern, when my thumb slipped upon the tin fastening , and the old man sprang up in the bed, crying out, "Who's there?"
I kept quite still and said nothing. For a whole hour I did not move a muscle, and in the meantime I did not hear him lie down. He was still sitting up in the bed, listening; just as I have done night after night hearkening to the death watches in the wall.
Presently, I heard a slight groan, and I knew it was the groan of mortal terror. It was not a groan of pain or of grief -- oh, no! It was the low stifled sound that arises from the bottom of the soul when overcharged with awe. I knew the sound well. Many a night, just at midnight, when all the world slept, it has welled up from my own bosom, deepening, with its dreadful echo, the terrors that distracted me. I say I knew it well. I knew what the old man felt, and pitied him although I chuckled at heart. I knew that he had been lying awake ever since the first slight noise when he had turned in the bed. His fears had been ever since growing upon him. He had been trying to fancy them causeless, but could not. He had been saying to himself, "It is nothing but the wind in the chimney, it is only a mouse crossing the floor," or, "It is merely a cricket which has made a single chirp." Yes he has been trying to comfort himself with these suppositions ; but he had found all in vain. ALL IN VAIN, because Death in approaching him had stalked with his black shadow before him and enveloped the victim. And it was the mournful influence of the unperceived shadow that caused him to feel, although he neither saw nor heard, to feel the presence of my head within the room.
When I had waited a long time very patiently without hearing him lie down, I resolved to open a little -- a very, very little crevice in the lantern. So I opened it -- you cannot imagine how stealthily, stealthily -- until at length a single dim ray like the thread of the spider shot out from the crevice and fell upon the vulture eye.
It was open, wide, wide open, and I grew furious as I gazed upon it. I saw it with perfect distinctness -- all a dull blue with a hideous veil over it that chilled the very marrow in my bones, but I could see nothing else of the old man's face or person, for I had directed the ray as if by instinct precisely upon the damned spot.
And now have I not told you that what you mistake for madness is but over-acuteness of the senses? now, I say, there came to my ears a low, dull, quick sound, such as a watch makes when enveloped in cotton. I knew that sound well too. It was the beating of the old man's heart. It increased my fury as the beating of a drum stimulates the soldier into courage.
But even yet I refrained and kept still. I scarcely breathed. I held the lantern motionless. I tried how steadily I could maintain the ray upon the eye. Meantime the hellish tattoo of the heart increased. It grew quicker and quicker, and louder and louder, every instant. The old man's terror must have been extreme! It grew louder, I say, louder every moment! -- do you mark me well? I have told you that I am nervous: so I am. And now at the dead hour of the night, amid the dreadful silence of that old house, so strange a noise as this excited me to uncontrollable terror. Yet, for some minutes longer I refrained and stood still. But the beating grew louder, louder! I thought the heart must burst. And now a new anxiety seized me -- the sound would be heard by a neighbour! The old man's hour had come! With a loud yell, I threw open the lantern and leaped into the room. He shrieked once -- once only. In an instant I dragged him to the floor, and pulled the heavy bed over him. I then smiled gaily, to find the deed so far done. But for many minutes the heart beat on with a muffled sound. This, however, did not vex me; it would not be heard through the wall. At length it ceased. The old man was dead. I removed the bed and examined the corpse. Yes, he was stone, stone dead. I placed my hand upon the heart and held it there many minutes. There was no pulsation. He was stone dead. His eye would trouble me no more.
If still you think me mad, you will think so no longer when I describe the wise precautions I took for the concealment of the body. The night waned, and I worked hastily, but in silence.
I took up three planks from the flooring of the chamber, and deposited all between the scantlings. I then replaced the boards so cleverly so cunningly, that no human eye -- not even his -- could have detected anything wrong. There was nothing to wash out -- no stain of any kind -- no blood-spot whatever. I had been too wary for that.
When I had made an end of these labours, it was four o'clock -- still dark as midnight. As the bell sounded the hour, there came a knocking at the street door. I went down to open it with a light heart, -- for what had I now to fear? There entered three men, who introduced themselves, with perfect suavity, as officers of the police. A shriek had been heard by a neighbour during the night; suspicion of foul play had been aroused; information had been lodged at the police office, and they (the officers) had been deputed to search the premises.
I smiled, -- for what had I to fear? I bade the gentlemen welcome. The shriek, I said, was my own in a dream. The old man, I mentioned, was absent in the country. I took my visitors all over the house. I bade them search -- search well. I led them, at length, to his chamber. I showed them his treasures, secure, undisturbed. In the enthusiasm of my confidence, I brought chairs into the room, and desired them here to rest from their fatigues, while I myself, in the wild audacity of my perfect triumph, placed my own seat upon the very spot beneath which reposed the corpse of the victim.
The officers were satisfied. My MANNER had convinced them. I was singularly at ease. They sat and while I answered cheerily, they chatted of familiar things. But, ere long, I felt myself getting pale and wished them gone. My head ached, and I fancied a ringing in my ears; but still they sat, and still chatted. The ringing became more distinct : I talked more freely to get rid of the feeling: but it continued and gained definitiveness -- until, at length, I found that the noise was NOT within my ears.
No doubt I now grew VERY pale; but I talked more fluently, and with a heightened voice. Yet the sound increased -- and what could I do? It was A LOW, DULL, QUICK SOUND -- MUCH SUCH A SOUND AS A WATCH MAKES WHEN ENVELOPED IN COTTON. I gasped for breath, and yet the officers heard it not. I talked more quickly, more vehemently but the noise steadily increased. I arose and argued about trifles, in a high key and with violent gesticulations; but the noise steadily increased. Why WOULD they not be gone? I paced the floor to and fro with heavy strides, as if excited to fury by the observations of the men, but the noise steadily increased. O God! what COULD I do? I foamed -- I raved -- I swore! I swung the chair upon which I had been sitting, and grated it upon the boards, but the noise arose over all and continually increased. It grew louder -- louder -- louder! And still the men chatted pleasantly , and smiled. Was it possible they heard not? Almighty God! -- no, no? They heard! -- they suspected! -- they KNEW! -- they were making a mockery of my horror! -- this I thought, and this I think. But anything was better than this agony! Anything was more tolerable than this derision! I could bear those hypocritical smiles no longer! I felt that I must scream or die! -- and now -- again -- hark! louder! louder! louder! LOUDER! --
"Villains!" I shrieked, "dissemble no more! I admit the deed! -- tear up the planks! -- here, here! -- it is the beating of his hideous heart!"

Gül'ün ellerine sağlık tekrar Smile


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

Sevcan İngilizcesini yazmak istemiş ama ben istesem de okuyamayacağım bu ingilicceyi


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

elif cinar dedi ki:
Sevcan İngilizcesini yazmak istemiş ama ben istesem de okuyamayacağım bu ingilicceyi

Al benden de o kadar. Crying


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

Çan Kulesindeki Şeytan'ı okur ve Poe üzerine netteki kaynakları tararken aşağıdaki filmi buldum.

The Tell-Tale Heart
Yönetmen: Ted Parmelee (1953)


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

Poe ‘ya “psikanalitik bir bakış” ile yaklaşmak bir gelenek haline gelmiştir. Bu hikayeye de “kısaca” öyle yaklaşmayı deneyelim, böylece bu “bakışın” yüksek perdeden “sesindeki” çatlamaları da dinleme/dinletme imkanı doğar…

***

Yaşlı adam bir “baba”; güçten düşmüş bir baba. Ancak hala “görebiliyor”, “üzerindeki korkunç deri” açıldığında… bir fallik nesne olarak “donuk mavi göz”ün bakışı çocukta suçluluk hissi yaratmaya devam edebiliyor... yaşlı bir insan bedenindeki yaşlanmayan göz, oedipus üzerindeki baskısına devam ediyor. Uykudaki baba ise gözden yoksun, sünepe, zararsız, ele geçirilmiş... ancak bir komedi unsuru, kıkırdatan…

Oedipus için karar anı: kimin gözü çıkarılacak?
Kokuşmuş bir “babanın” karşısında oedipus ne yapacak? Mitteki gibi apollana uyup kendi gözünü mü çıkaracak? Yoksa babasında “cinsel organa dönüşen gözün” verdiği rahatsızlıktan kurtulmak için onu yok mu edecek? Böyle gülünç bir baba karşısında verilecek karar açık değil mi?

Babanın odasına tecavüz:
“Kafamı içeri soktum ve başparmağım kapının mandalının üzerinden geçtiğinde, yaşlı adam da yatağında sıçrayıp “Kim var orada?” diye haykırdığında, tam feneri açmak üzereydim.”
Cinayetten önce anlatıcı bir hafta boyunca babanın alanına girerek onun tüm acziyetini tekrar tekrar deneyimler. Hatta ertesi gün yaşlı adama gecesinin nasıl geçtiğini –gözleri açıkken- sorarak bu acziyete dair düşüncesini katmerler, düşkünlüğü yeniden ve yeniden kanıtlar. Artık babanın açık gözü, anlatıcıda oluşmuştur. Yani üst perdeden bakış artık anlatıcıdan babaya doğru akar.
“Hala yatağında öylece oturmuş, dinliyordu; tıpkı benim geceler boyunca duvardaki saati dinlediğim gibi.”dediğinde anlatıcı ile babanın nasıl yer değiştirdiğini görürüz ve şöyle devam eder : “Ardından, hafif bir inilti duydum ve onun ölümcül korkunun iniltisi olduğunu biliyordum. Acı ya da keder inlemesi değildi o – ah, hayır! Korkuyla dolduğunda ruhun derinliklerinden gelen alçak, boğuk sesti.” Oedipus’un babasından duyduğu korkuyu, baba göremediği oğuldan duymaktadır...
Bu noktada cinayeti/ölümü, anlatıcının (oedipus) nasıl tasavvur ettiğine dikkat çekmek istiyorum. “Ölüm, yaklaşırken kara gölgesiyle, kurbanı sinsice çevrelemiş ve ağına düşürmüştü. Beni görmemesine ve duymamasına rağmen, kafamın odadaki varlığını hissettiren, algılayamadığı gölgenin sarsıcı etkisiydi.” Her şeye rağmen baba bir çift göze sahiptir ve onlar hala bir tehlike anlamına gelirler. Onun için “katil” tam olarak bir babanın baktığı gibi bakamaz. Sinsi olmak zorundadır, babayı ağına düşürmek zorundadır. Bunun iki anlamı var: aynı anda; güç ve güçsüzlük... ağa düşen baba karşısında katil güçlüdür, ancak onunda doğrudan yüzleşemediği /sinsi olamak zorunda olduğu için de zayıftır. ( anlatıcı cinayete giden tüm hareketlerini bu sözcükle tasvirler: “sinsice”…bu sözcük durmadan tekrarlanır, hem cümle aralarındaki anlamlarda hem de alenice)

Ve Baba gömülür...
Öldürülen baba odasına gömülür... anlatıcı “akıllıca” babayı tahtaların altına “yerleştirdiğini” söyler... baba başka bir mekana yerleştirilmemiştir, yaşamını sürdürdüğü yere “gömülmüştür.” Buradaki “akıllılık” babanın yaşamdan çıkarılmayı, “bastırılmasında”dır. Baba büsbütün yaşamdan çıkarılmamıştır çünkü aksi taktirde baba ve anlatıcının yer değiştirmesi imkansızlaşır. Bastırılan(gömülen) babanın suçlayıcılığıdır, öldürülen de babanın suçlayıcı bakışı idi...
Ancak cinayet sürecinde “babanın yüreğinin atışı” komşuları odaya çekeceğinden bu yüreğin sesi anlatıcının sesi ile birleşir.. anlatıcı/katil bu noktada hem oğul hem de babadır: “Size gergin olduğumu söylemiştim: öyleyim. Gecenin bir yarısı, yaşlı evin ürpertici sessizliğinde, böylesine tuhaf bir ses beni kontrol edilemez bir korkuyla heyecanlandırdı.” Burada, komşular yapılan bu “gizli işi” ortaya çıkarabilme ihtimalinden dolayı babanın yerini almışlardır... anlatıcı açıkça yüreğin muazzam gürültüsünü “komşuların bakışları “ile ilişkilendirir, ne olduğunu ortaya çıkaracak olan komşu bakışları… ve tam da komşular geleceği için babayı o anda öldürmeye karar verir... hışımla babanın üstüne çullanır.

Babanın dirilişi :
Polisler geldiğinde anlatıcı babadan kurtulduğundan emin olduğu için rahat davranır.. ancak bu uzun sürmez, çünkü baba tam da komşular gibi baba(polis) olarak karşısına çıkmıştır. Katili itirafa sürükleyen tam da babanın suçlayıcı bakışı olmuştur: ” Ne yaptığımı biliyorlar”... “Adi herifler!” , bırakın ikiyüzlülüğü artık!

“Müzevir yürek” kiminkidir? Baba olarak babanın mı? Çocuk olarak babanın mı? Çocuk olarak çocuğun mu? Baba olarak çocuğun mu? Tüm bu insanlar da kim oluyorlar ve suç neyin suçu?

aceleye gelen bir yazı oldu, umarım "işlevini" yerine getirecek yetkinliktedir.


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

oktay dedi ki:
Kokuşmuş bir “babanın” karşısında oedipus ne yapacak? Mitteki gibi apollana uyup kendi gözünü mü çıkaracak? Yoksa babasında “cinsel organa dönüşen gözün” verdiği rahatsızlıktan kurtulmak için onu yok mu edecek? Böyle gülünç bir baba karşısında verilecek karar açık değil mi?

Güçlü bir yorum. Ancak "göz" ya da "bakış" bende cinsel organla özdeşleşmekten ziyade cinselliği gören, yakalayan olarak anlam kazandı. Anlatıcının sık sık tekrarladığı "duyuların keskinleşmesi" cinselliğe bir atıfken, yaşlı adamın gözü (bilgeliğin/erdemin/ahlâkın suçlayıcı gözü) duyuları yakalayan bir kapatma aygıtı sanki. Onun kapatılması duyuların özgürleşmesi anlamına geliyor bu yüzden. Cinayet ve delilik böylece anlam kazanıyor.


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

Bu çeviriyi hakkını vererek okumamışım, yahut okuyup üzerine söz söyleyecek vakti bulamamışım. Şimdi Poe üzerine yeniden düşünmeye başlayınca çevirinin ustalığına bir kez daha hayran kaldım.

Başlarda biraz zorlansam da sonradan dil, pürüzsüz akmaya başladı. Genellikle Poe öyküleri okurken dilin sıkıntısına takılır kalırım. Bu kez öyle olmadı. Poe'nun iki de bir yükselttiği gerilim, tedirgin ama kararlı ilerleyiş çok etkileyici geldi. Bu yüzden Gül'e bir kez daha teşekkür ederim.

Keşke öykünün başka çevirileriyle kıyaslama yapsa birisi.


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

yazıda, salt bir göz(bakış) ve cinsel organ özdeşliğinden bahsedilmiyor. cinsel iktidarın kaybında (ihtiyar adam- iktidardan düşmüş) gözün ihtiyarlamaması ile iktidarı (dolayısıyla suçluluğu) katile yönelttiğinden bahsediliyor. anlatıcı, yaşlı adamın hiç bir uzvunun yada organının kendisini sinirlendirmediğini söylüyor.zira babanın büyük penisi artık iktidarsızdır, iktidar sanki geçmişin hatrına (babanın şaşalı günlerinin hatrına) göze taşınmış görünmektedir. gözün tasvir edilişine bakalım : "Göz açıktı, tamamen açıktı, ona bakarken gitgide öfkelendim. Açık seçik gördüm -- iliğimi kemiğimi donduran üzerindeki korkunç deriyle, o donuk mavi --" deri tamamen kapalıyken cinsel organ içine çekilmiş,uykudaki göz gibi zararsız bir organdan ibarettir. ancak açık bir göz, derisi sıyrılmış bir göz, tıpkı erekte olmuş bir penis gibi tehlikelidir. her zaman çocuğunkinden "bir adım öndedir" babanınkisi...

bunun dışında anlatıcı göz ile ilgili sahnelerde (odaya girdiği, feneri tuttuğu vs.) tuhaf bir haz ile eylemekte/anlatmakta görünüyor. kendi gözünün baba üzerinde gezinebiliyor olması, bunu rahatça yapabiliyor olması anlatıcıya büyük bir haz veriyor görünüyor.

şunu söyleyeyim: ben psikanaliz yanlısı değilim...burada yazdıklarımın hiçbirini psikanalizmi içselleştirmiş bir savunucu olarak yazmıyorum. hatta açıkça şunu söyleyebilirim: benim psikanalizme yaklaşımım "düşmancadır."


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

Elimdeki kitaptan giriş bölümünü aktarıyorum. Küçük de olsa belki bir çeviri kıyaslaması yapılabilir. Öyküleri okuduktan sonra düşüncelerimi paylaşmaya çalışırım.

Başlık farklı çevirlmiş; Müzevir Yürek-Gammaz Yürek

""
“Evet! Sinirliydim –çok, çok sinirliydim ve hala öyleyim. Ama bana niye deli diyorsunuz? Hastalığım duyularımı keskinleştirmişti; köreltmiş ya da tahrip etmiş değildi. En çok da işitme duyum keskinleşmişti. Hem bu dünyadaki, hem de cennetteki her şeyi duyuyordum. Cehennemden gelen pek çok sesi de duydum. Öyleyse niye deli oluyormuşum? Dinleyin! Dinleyin de size her şeyi nasıl aklı başında –nasıl sakin sakin anlattığımı görün.” (s.458)

POE, Edgar Alan. Bütün Hikâyeleri, (Çev.: Dost Körpe), İstanbul: İthaki Yayınları, 2007


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

Ted Parmelee'nin kısa filmi bende göz konusunda yeni bir düşünce filizlendirdi. Parmelee, bu şeytani gözü, görmeyen, kataraktlı ya da takma bir göz olarak kurgulamış. Gerçekten de ancak arabozucu, fesat, nifakçı (müzevir) bir göz (görmeyen bir göz), geçmişle geleceğin, babayla oğulun, yaşamla ölümün arasında salınabilir.


Re: Edgar Allan Poe - Müzevir Yürek

Vincent Price'ın oyunculuğuyla Müzevir Yürek'in tamamına ulaştım. İzlenmesi gereken bir performans.