Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
Varlık dergisinin Ağustos 2012 tarihli sayısında yer alan “Edebiyat Plastiktir” başlıklı dosya üzerine söyleşi.
Dosyada yer alan çalışmalar: Edebiyat Plastiktir! (Retorikle Terörün Son Raundu) – Barış Acar; “Gerçeküstü”nde Başkent - Vilayet İlişkileri: Paris-Brüksel – Çağdaş Acar; Jean Paulhan ve Francis Ponge yahut Paulhan, Ponge’a Karşı – Jan Baetens; Sabun – Francis Ponge, Sanat Piyasasına Malûm Bir Giriş Olarak Anti-Sanat ya da Dadanın Ekmeğini Masumca Yemek – Rafet Arslan; L’expérience Continue / Deneyim Devam Ediyor (Şiir) – Paul Nougé; Leylâ Erbil ve “Sozial Plastik” – Necmi Sönmez; Dil Yontusu: Edebiyat ve Plastisite – Yusuf Eradam, Modern Sanatın Kesin Buyruğu – Thierry de Duve; Sanat Suniden Gelir (Şiir) – Konrad Bayer, Gerhard Rühm, Oswald Wiener; Ars Poetica / Kozalar (Şiir) – Dana Levin.
Mehmet Sürücü: “Edebiyat Plastiktir” önermelerinde, edebiyatın yeni, kullandığımız anlamın dışında bir tanımı söz konsu. Kullandığınız tanımda; “Plastik” nedir?, Böyle tanımlanmış “Edebiyat” nedir?
Barış Acar: Plastik, dünyadır. Ete kemiğe bürünmüş sanat yapıtı anlamındadır. Genellikle dünyanın “doğal” olduğuna inandırılmışızdır. Oysa en açık seçik biçimiyle Kant göstermiştir ki, doğa dediğimiz şey deneyimleyebildiğimiz dünyadır. Bunun dışını bilemeyiz ve bu alan metafiziği kurar. Bu, o alanı önemsiz addetmemizi gerektirmez ama işte dünyadayızdır ve burada her şey plastiktir. İster beğenin, ister beğenmeyin. Almanca bunu güzel anlatan örneklerle dolu: Örnek olarak, “der Kunststoff” söcüğü “plastik/ suni madde”yi karşılıyor ve aynı zamanda “die Kunst” sözcüğü “sanat” anlamına geliyor. Dolayısıyla Almanca doğa-kültür karşıtlığını çok güzel ifade ediyor. Kültür yapaydır. Yeryüzüne sonradan eklenmiştir. Ama bu onun "kötü" olduğunu göstermez. Olsa olsa yeryüzünü dünya yapanın insan olduğunu gösterir.
Biz plastiği, naylon anlamında kullanıyoruz genelde. Bu anlamayı zorlaştırıyor. “Plastik edebiyat” da bana kalırsa sözün doğal değil, yapay, dünyaya sonradan eklenmiş, dolayısıyla kültürel bir öğe, bir insan icadı olduğunu, yaşamı doğal bir varlıkmış gibi, geldiği gibi değil, bütün varlığınla yeniden ve yeniden üreterek yaşaman gerektiğini anımsatıyor.
M.S.: Günümüzde edebiyat hangi yönüyle işlevini yitirmiştir veya değişmiştir?
B.A.: Öncelikle edebiyatın bir işlevi olmuş mudur bugüne dek, onu sormak lazım. “İşlev” sözcüğüne indirgenebilen bir şey edebiyat mıdır/ sanat mıdır, bunu araştırmalı. Plastisite yönüyle edebiyat yaşamın yaşamaya değer yegâne parçasıysa şayet bir “işlev” olabilir mi sadece? Edebiyat adına bize tanıtılan, pazara sunulan yapıtlardan söz ediyorsak değişen bir işlevden söz etmek söz konusu olabilir.
Frankfurt Okulu temsilcilerinden Horkheimer’ın sorduğu bir soru çok anlamlı gelir bana. Özetle, “Mantık neden düşünceleri simgelere indirgeyip onları düşünmeden bir sonuca ulaşmak ister ki?” diye sorar. Edebiyatta işlevden söz edenler de böyle bir şeyden söz ediyormuş gibi gelir bana.
Öte yandan edebiyattan anladığımız şey, dünyada bir varolma kipiyse orada değişen şey sadece ilineksel.
M.S.: Sanatta Dadaizm nedir? (belki ne değildir olarak çevrilebilir soru)
B.A.: Dadaizm değil, Dadacılık olarak düzeltmeli önce. Keza Dada hareketi bir –izm olacak bütünlüğe ulaşmayı reddetmiştir her zaman. Farklı farklı bireyselliklerin bir arada yeni bir şey yapmayı denemesi olarak kalmıştır. Yine de tanımını yapmak sanıldığı kadar kolay değildir. Benden bağımsız/ özgür bir tanım istenseydi, Dadacılar fotoğrafta gösterilen yere bakmayı reddeden adamlardır derdim herhalde.
Belki de “ne değildir” sorusu daha önemlidir. “Kurum” değildir. Dada kurum olmayı reddetmiştir. En önemli ve belirleyici özelliği bu olmuştur. Dada’dan bir kurum çıkarmayı hedefleyen yegâne lanet “sanat tarihi”dir. Ki zaten bu onun lanetidir.
M.S.: Dadaizm, Sürrealizm ilişkisinden biraz söz edip, sınır ve kapsam noktaları üzerinde durabilir misiniz?
B.A.: Dadacılar, sanat tanımını, kurumunu, biçimlerini reddetmiş asilerdi. Gerçeküstücüler ise asi olmanın ötesine geçip örgütlenmeyi denemiş isyancılardır. Dünyanın en zor işini üstlendikleri için paha biçilmezdirler. Dadacı kökleri yüzünden bir araya gelmeleri neredeyse imkânsızdır. Dünyaya karşı kafa tutma çabalarında ise ayrıksı durmaları mümkün değildir. Dada ve Gerçeküstü ilişkisi üzerine sınır çizmekten çok ilgi kurmayı tercih ederim. Kişiler arasında sınır çizilebilir, ama öfkenin sınırını çizmek işime gelmez.
M.S.: “Dadaist” bir (edebiyatçı, yazar mı demeli, sanatçı mı?) eser üreticisi nasıl çalışır?
B.A.: Sanat üreticisi dememeli!
Nasıl çalışır? Bunun o kadar çok yolu var ki. Yaşayarak çalışır ama ilkin.
M.S.: Tüm bu akımlar “Avangard” sanat ve sanatçıyı nasıl üretti veya dönüştürdü?
B.A.: Bana kalırsa sanat adını verdiğmiz tüm fikir “avangard”ın koltuğunda getirdiği malzemeden oluşur. Dolayısıyla o sanatı bir noktadan sonra dönüştürmez, onun getirdiği sanatın bir noktadan sonra paraya, şana, prestije tahvil edildiğini ve hükmünün geçersizleştirildiğini söylemek mümkündür.
M.S.: Yıllar önce Fransa, Almanya, Amerika gibi ülkelerde başlayan, Dadacı akımın bölünmesi ile oluşan bu tartışmaların günümüz için ve ülkemiz için önemi nedir?
B.A.: Çok kritik bir soru. Günümüz için neredeyse hiçbir önemi yoktur. Bunu kesin olarak söyleyebiliriz. Oturup tartıştığımız başlıklara bir bakarsanız bizim öne sürdüklermizin nasıl da önemsiz, tırı vırı şeyler olduğunun hemen farkına varırsınız. Ama niyetiniz bir parça nefes almaksa, insan olduğunuzu yeniden kavramaksa, dünyada yer kapladığınızı hissetmekse o zaman başka bir şey yapamazsınız; çaresiz bir Dadacı olarak savaşmak zorundasınızdır!
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
Dünyaya baktığımızda gördüğümüz şey kendi gözlerimizin görebildiğinden daha fazla değil. Edebiyatın da bu anlamda bir yeniden üretimden başka bir şey olamayacağı açık. Ancak şu ifadeler bana fazlasıyla insanmerkezci geldi.
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
Aslında insanmerkezcilikten ziyade basit bir kavramsal ayrım üzerine gidiyor, Heidegger'in "Sanat Yapıtının Kökeni" kitabında tanımladığı sanat yapıtının yeryüzü ve dünya arasında ortaya çıkan varlığına dair:
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
"dünya" ve "yeryüzü" diye bir ayrıma gidiyor acaba barış acar? şunu söylememe izin verin : "yeryüzü" saçmadır, farazi bir şeydir. "yeryüzü" kantın "kendinde şey"inden başka birşey değildir...yani bir kuruntudan ibarettir...
doğa-kültür karşıtlığı metafiziğinin, "kendinde şey" ile nasıl ilişkili olduğuna dikkat edelim:
ben ise genellikle "saçma" karşılansa da şunu iddia edeceğim: "hayır, "yeryüzü" kültüre sonradan eklenmiştir." önce kültür gelir-bu mantıksal bir önceliktir-, sonra "yeryüzü" ve "dünya" (ve bunların sözde karşıtlıkları - ki burada doğa-kültür karşıtlığının bir yansımasını görürüz: yani doğa, "yeryüzüdür" ; kültür ise "dünya"...)
ama en azından şu koyulaştırdığım ifade kendisine bir yer bulmuş bunca dekadansın arasında:
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
Her ne kadar Oktay'ın bu önermesini anlamaya, anlamlandırmaya çalıştımsa, bir yerlere varamadım. Acaba önerme biraz daha açılabilir mi?
Kültür, bir ucuyla (şu anda akıllı canlı olarak insanı var saydığımızdan) insanın geliştikçe(belki de değiştikçe) ürettiği, aynı zamanda da yapay olanların tümünü kapsıyor diye düşünüyorum. Burada "yapılan" bir şey söz konusuysa, ben evreni "yapılan bir nesne olarak" (gerek tanrı tarafından, gerekse bilinemeyen koşulların dayatması-ilk patlama sonucu) dev bir kültürel varlığın parçası olarak mı görmeliyim? Yoksa tamamen bir yanlış anlamanın peşinde, bambaşka yerlerde miyim?
Barış Acar’ın değindiği birkaç önemli gördüğüm tesbite dönmek istiyorum.
Önerme “önce söz vardı” tarafıyla ilgilenmeden, edebiyatın, sözle dünyalar ürettiği, sözün “sonradan eklenmiş”liği nedeniyle de bir icad, kültürel “plastik” bir öğe olduğunu söylüyor. (En azından ben böyle anladım.)
Burada bir sorun yok. En azından ana kavramlar olarak. Konu edilen “söz”ün, sırtındaki bizonun butunu mağradaki klanının önüne atan avcının ağzından çıkan nida, hırıltı değil de, mağra duvarlarına nedense o butun veya bizonun resmini yapmayı akıl eden “meczup”un “yaptığı” anlamında olduğunu mu kabul edeceğiz? Evet. Benim anladığım bu.
Bu kavramlar üzerinde oturup düşünmek gerekir mi? Evet. Zaten yıllar yıllar öncesinden beridir hep birileri çıkıp düşünüyor bunları. (Barış Acarın deyimiyle böyle “önemsiz, tırı vırı şeyler”in hep meraklıları olagelmiştir.)
Burada bir sonraki alıntıyı öne çıkarmak, bir parça da bu konuya “ilişmek” istiyorum;
Burada farklı bir önerme ile karşı karşıyayım. Veya ben “dünya” denilen şeyi, bir önyargıyla sadece “yuvarlak bir top” olarak var sayıyorum. Önerme bana, dünyanın önümdeki dallarıyla yükselen ağaç, karşımda dikilen duvar değil de, aslında deneyimlediğim dünyanın gerçek olduğunu bana söylüyor. Bu bir yanıyla değil, onu tamamen “kültürel bir nesne” “plastik bir dünya” yapıyor.
Bir şekliyle doğa-kültür karşıtlığı diye bir şey kalmıyor. Kültür sadece insanın icadı, insanın yaptığıysa, doğayı da, dünyayı da yeniden üretmem, yapmam gerek.
Düşüncemin ipinin ucunu kaçırmamak için, ilerisindeki düşüncelerime bir çeki düzen vermem gerekiyor.
Mola.
Daha önce de değişik konuların, anlayamadığım, kavrayamadığım felsefi derinliklere girdiklerini burada, Uzun Hikaye’de yaşadım. Bu nedenle bir şeyler yazarken hep “bir şeyleri yanlış anladığım-hiç anlamadığım” duraksamasını yaşıyorum. Konuyu "felsefi" dilden ayırarak irdeleyebileceğimizi sanmıyorum. Ama daha basit ve anlaşılır bir dil kullanamaz mıyız acaba*
Bir dili bilmek, o dilin kavramlarına hakim olmakla, bilmekle oluyor(felsefe dili). Buradaki eksiklik, işini gücünü bırakıp, incir yaprağı arayan ademe çeviriyor bazılarımızı(beni-cahilliğimi çoğaltmak için çoğul kullandım).
Devam edecek...
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
Tartışmanın az da olsa dışına çıkarak tekrar Barış Acar'ın Varlık'ın başyazısı yaptığı makalesine dönmek istiyorum.
Barış Acar, Edebiyat Plastiktir,Varlık Dergisi Ağustos Sayısı, sf 6
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
Oktay'ın önermesi yeryüzü tanımının kendisinin de kültürel bir öncelik gerektirdiği yönünde. Dolayısıyla o başa dönüp böylesi bir ayrımın temelden saçmalık olduğunu söylüyor, bunu "dekadans"ın kendisi olarak niteliyor. Nietzsche düşüncesinin temel çıkış noktalarından biri olan ikilikler şeklinde (doğa-kültür, iyi-kötü vb.) düşünmenin reddine geliyor. Oktay'ın sözünü ettiği şeye genel anlamıyla katılıyorum. Ancak, ondan farklı olarak, düşüncede ilerleyebilmek için varolan kavramsal "ayrım"ları kullanma gereği duyuyorum.
Burada üzerinde durduğum ayrımı anlatmak için genellikle geoitten yararlanıyorum. Aşağıdaki ilk şekil yeryüzünün doğru şeklidir. Oysa biz dünyayı modellediğimizde üzerinde durduğumuz "taş"ı değil, yerçekimi tarafından biçimlendirilmiş suların yarattığı yüzeyi (durgun/ kıpırtısız olduğunu da varsayarak) ikinci resimdeki gibi görmeyi yeğliyoruz.
Kant'ın kritiklerinde üzerinde durduğu bu düşüncesinin özeti için Prolegomena'yı mutlaka okumayı tavsiye ediyorum.
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
"yeryüzünü dünya yapan insan" deniliyor.reddedildi: "yeryüzünü yeryüzü yapan insan", daha sonra "yeryüzünü dünya yaptığını" sanır. çünkü "insanı insan yapan" kuvvetler üzerine düşünmemektedir. heidegger de sanıyorum ki,ancak bunu hesaba kattıktan sonra dasein'e olan vurgusunu bir yana bırakmak zorunda kalmıştı.
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
Barış Acar'ın makalesi, Varlık'taki diğer yazılar, şiir ve anlam üzerine düşünüp okumalar yapmak aldı beni son günlerde. Edip Cansever üzerine doktora çalışması olan Devrim Dirlikyapan'ın tezinde konuyla ilgili önemli şeyler bulmak mümkün. Oktay Rifat'ın "Perçemli Sokak"a yazdığı önsözden:
Merak edenler için adı geçen tez : “İKİNCİ YENİ” DIŞINDA BİR ŞAİR: EDİP CANSEVER
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
Teşekkürler Cihan. Dirlikyapan'ın tezinde özellikle "nesnel bağlılaşık" (objective correlative) kavramında takılakaldım (s.72-88'de işleniyor). Terimin Türkçe karşılığından, anlamına ve kullanımına dair bir takım sıkıntılar var.
Şu makaleler üzerine düşünüyorum:
Nesnel Bağlılaşım (Objective Correlative) Çeviren: Suzan Sarı
Nesnel Bağlılaşım - Hilmi YAVUZ
Re: Edebî Olandan Önce ve Sonra Edebiyat
O zaman ben kendi en ilkel soruma dönerim; edebiyat benim için nedir?(veya daha genişiyle sanat) Gecenin bir saatleri, yaşadığımı bir şeylere (sözcükler-cümleler-anlamlar) dönüştürme huyunu bana kazandırıp, beni bunu yapmakla mutlu ediyorsa, ressamın gördüğünü tüpünden sıktığı boyanın miktarıyla, fotoğrafçının önemsediği karenin içindekine beni harflerle, kelimlerele kaybediyorsa o zaman ben "onda"yım. Ötesinde yapabileceğim, yapmam gereken belki bir yol, çizği çizmek. Yeri geldiğinde sekizler, "z"ler, üzerine kapanan yollar çizen bir çizgi.