UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Eagleton ile Somay

10 Kas 2012
acarcagdas

DSİP tarafından düzenlenen Marksizm 2012 etkinlikleri 8-11 Kasım 2012 tarihleri arasında gerçekleştiriliyor. Etkinliğin en fazla heyecanla beklenen konuşmaları ise 9 Kasım günü gerçekleştirilen Terry Eagleton ile Bülent Somay'ın konuşmalarıydı. İki yazarın öğle oturumunda birlikte konuşmasının ardından, akşam oturumunda Eagleton tek başına sahnedeydi.

Marksizm ve Edebiyat Eleştirisi

Bülent Somay: Marksizm ile edebiyat ilişkisi, edebiyatı Marksizm'den yola çıkarak okumak değil, aksine, insani alanlardan Marksizme bir şeyler taşımak şeklinde olmalıdır. Marks, örneğin 1844 El Yazmaları'nda para mefhumunu açıklamak için bu doğrultuda Şekspir'in Atinalı Timon'undan yola çıkmıştır. Yani yöntem, iktisadi dünyaya bakarak edebiyatı yorumlamak yerine belli başlı kavramları edebiyat üzerinden anlamlandırmaktır.

Öte yandan Marks, popüler kültürle de iç içedir. Komünist Manifesto'da dönemin popüler kültürünü temsil eden gotik edebiyattan örnekler bulmak mümkündür. Açılış cümlesini hatırlayalım: "Avrupa'da bir hayalet dolaşıyor - Komünizm hayaleti". Frankenstein'ın en çok okunan popüler kültür eseri olduğu bir dönemde manifestonun bu cümle ile açılması bir tesadüf değildir. Öte yandan manifestonun akıllara kazınan bir başka tümcesinin "Burjuvazi her şeyden önce kendi mezar kazıcılarını üretiyor" olması, yine Frankenstein'da Igor'un mezarlıklarda ceset toplamaya çıkışına yönelik bir gönderme olabilir pekala. Son olarak yine manifestonun kapanış cümlesine bakalım: "Proleterlerin, zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yok". Zincire vurulmuş, ezilen tebaa yine zincire vurulmuş olan canavara bir gönderme olamaz mı?

Yani Marks, bir yandan burjuva eğitimi almış bir aydın olarak Şekspir ve Goethe okurken, bir yandan popüler edebiyata göndermeler yoluyla inşa eder eserini. Ezilen sınıfın bilinçaltı, popüler kültürün klişelerinde gizlidir. Bu anlamda bugün Sol, polisiyeler ve dizilerden yola çıkarak klişe tespiti yapıp bu klişeleri akıllı biçimde dönüştürerek daha doğru tahliller yaparak etkinlik gücünü arttırabilir.

Terry Eagleton: Sembolik alanın üç önemli unsuru olan din, cinsellik ve sanat 20. yüzyılda ciddi bir özelleştirme dönemine girdi. Din, tanrı ile birey arasındayken cinsellik yalnızca kişi ile partneri arasında, sanat ise sanatçının iç dünyasının dışına çıkamaz duruma geldi. Böylelikle 20. yüzyılda şu iki dönüm noktası yaşandı:

1) Sosyo-ekonomik yaşam estetize edildi,
2) Kültür, dini ikame edemedi.

Çünkü kültür, dinin aksine, iki boyutlu idi: estetik ve antropolojik diyebileceğimiz, birbirinden bağımsız iki boyut.

Antropolojik kültür, insanların uğruna ölüp öldürebileceği, Amerikan "redneck" yahut radikal İslamcı grupların kullandığı anlamda, günlük hayatın bir parçası olan ve ayakları yere basan bir olgu iken,

Estetik kültür, soyut düzlemde anlam bulan, kimsenin uğruna canını feda etmeyeceği bir olgu olduğu için bir bütün olarak kültür, bu ikiliği ile dini ikame edememiştir. Dinin başarısı, tam da buradadır. Öte yandan kültür, bizi ırk, ulus, sosyal sınıf ötesinde birleştirebilmeye muktedirdir.

Not: Çok daha geniş kapsamlı olarak yürütülen etkinlik ve konuşmalar, bu yazıda yalnızca Eagleton ve Somay odağında, elimdeki notlar doğrultusunda aktarılmıştır.

Kategori:

Re: Eagleton ile Somay

Bianet'te, Berfun Çağinli tarafından konuya ilişkin aşağıdaki notlar düşülmüş:

""
İlk oturumda devlet, ulus ve kültür gibi kavramların neden "din"in yerine bir türlü geçemediğini ve her zaman başarısız olmaya mahkum olduğunu sorgulayan Eagleton, belirttiği kavramlar arasında sadece hem ruhani hem de dünyevi boyuta sahip olması sebebiyle "kültür"ün, "din" olgusunun yerine geçebilecek tek kavram olduğunu, fakat kültürün dinin nüfuz ettiği herhangi bir alana ışık tutamaması, "yüksek kültür "ve "antropoloji" şeklinde bir bölünmüşlüğe sahip olması nedeniyle de din kavramının yerine bir türlü geçemediğini belirtti.

"Kültür, uğruna öldüğümüz ya da öldürdüğümüz şeydir. Kültür, günümüzde çözümün bir parçası olmaktan, sorunun bir parçası olmaya doğru evrilmiştir. Din, kültürdeki bölünmüşlüğü aşarak birleştirici olmayı sürdürür ve kültürün yapamadığını yapar. İster sev ister nefret et." (Kaynak)


Re: Eagleton ile Somay

peki, ya eagleton'ın kültürün başarısızlığı olarak gördüğü şey ile dinin başarısı olarak gördüğü şey aynı şeyse...din, "ruhanilik ile cismaniliğin bölünmüşlüğünü aştığı için" bir etki alanı oluşturuyor ve bu onun başarısı eagleton'a göre.peki, onun etki etmesi ne demektir: onun uğruna ölecek ya da öldürecek bir şeye dönüşebilmesidir tabi ki... ama öte yandan eagleton'a göre bu başarıyı gösteren kültür, başarısız olmuş oluyor çünkü dinin başarısı olan şey kültüre geçince kültürün günümüzde çözümün bir parçası olmaktan, sorunun bir parçası olmaya doğru evrilmiş olduğunu göstermekte... "din" ve "kültürün" yol açtığını sonuçlar aslında aynı olmasına rağmen bunlar birbirinin zıttıymış gibi değerlendiriliyor. işte, sorunun parçası olan kanaatimce tam da post-modernizme gösterilen bu nolstaljik tepkiler.

***

kültürün 1. dünyadaki "başarısızlığı" 3. dünyadaki "başarısının" sonucu değil mi? hangi çağda bir fikir için ölme ya da öldürme bu çağdakinden daha fazla ki? "batı entelijansı" kültürün "başarısız" olduğunu çünkü dinin yerini alamadığını söyleyip duruyor, peki batının kenarına geçtiğimizde gördüğümüz manzara nedir? "batının" kültürün başarısızlığı dediği şey, kültürün üçüncü dünyada batı adına ulaştığı muazzam "başarıdır". ]batı, bir fikir uğruna ölüp öldürmüyor artık ama "uzak diyarlarda" bir fikir uğruna ölüp öldürenler olmaksızın bu mümkün olabilir miydi? yani, "batının aklı" kültürün avrupalılık kimliği altında toplanma "başarısını" bir "başarısızlık" olarak görerek aslında 3. dünyada kültürün ulaştığı "başarıyı" gözden gizlemiş oluyor.işte "dinin başarısı" ile "kültürün başarısızlığının" üst üste binmiş olduğunu farkettiğimiz nokta da burası.


Re: Eagleton ile Somay

Söyleşiyi izlemeyi planlıyorum. İyi oldu bu.

Oktay'ın sözleri ise kısacak bir alanda ama çok mesafeler almaya olanak sağlayacak gibi duruyor. Düşüneceğim.


Re: Eagleton ile Somay

oktay dedi ki:
(...)işte "dinin başarısı" ile "kültürün başarısızlığının" üst üste binmiş olduğunu farkettiğimiz nokta da burası.

bir önceki mesajda yazdıklarımı yedekleyerek devam ediyorum.din ruhanilik ile cismaniliği birleştirebildiği için başarılı olmuştu, eagleton'na göre. ruhanilik ile cismaniliğin birleştirilmesi "isa'nın tanrı olması", ya da "tanrının isa olması"dır.yani, dinin başarısı teorik anlamda hıristiyanlığın başarısıdır.

evet, "tanrının ölümünden" sonra "kültür" dinin yerine ikame edilmeye çalışılmıştır. burada da "tanrı,isadır" hıristiyan metodu kullanılmıştır.yani; ruhani, cismanidir. batı ve onun sheakspare'i ruhanidir ama 3. dünyada küresel kapitalizm dolayımında cismanidir. yani, tanrı yine insana cismani olarak(isa) seslenir. eagleton aslında avrupanın tanrısal konumunun çıkmazda olduğunu düşünmekte, ama daha geniş çerçevede avrupanın tanrısal konumunun sefil 3. dünya ile ilişkisindeki rolünü göz önüne almamakta. işte bu noktada batının tanrısal konumu(sükunet içindeki avrupalılık) bir "başarısızlık" olarak okunmakta ancak bu "başarısızlığın" küresel kapitalizmin işleme tarzı olduğu gözden kaçırılmakta. yani, isanın "başarısı" için tanrının kendisini dolaşıma sokmak zorunda olması gibi, "başarı" için steril avrupalının kendisini sefil 3.dünyada dolaşıma sokması gerekir ki, küresel kapitalizmin pazarlamacılığında gerçekleşen tam da budur.ezcümle;aslında kültür, din gibi "başarılıdır".