UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Defter

03 Kas 2010
oktay

Genç adam gözlerini açtığında doğmakta olan güneş etkisini vücudun açıkta olan kısımlarında hissettirmeye başlamıştı bile. Bu ılıklık hissi ona bir an için geçmişi hatırlattığından olsa gerek, hatıralarını başından savmak istermiş gibi kollar ani hareketlerle bir iki kez savurdu. Keşke tek bildiğim geçmiş, duyulan olsaydı dediğini duydum, dış görünüşündeki düşkünlüğü onaylıyordu bu sözler. Kendisinden ve dünyadan nefret ediyor olmalı dedim kendi kendime. Monoloğuma devam edecektim ki, yavaşça ayağa kalktığını gördüm. Genç adam da ancak o an anlayabilmiş olmalı sırtının yattığı yer gibi kaskatı kesildiğini ki, pis elleriyle sırtını beceriksizce ovalamaya çalıştı, bir yandan da ertafa bakınıyordu. Delikanlının bakışlarını kendisine bağlayabilen ilk şey, iskeleti andıran bedenine sonradan eklenmiş gibi duran koca kafalı bir sokak köpeği oldu. Çöpleri karıştırmaya çabalayan çelimsiz köpek bir çift gözün kendi üzerinde olduğunu hayvansal bir içgüdüyle fark etmiş olacak ki, oldukça mühim olduğuna oradan geçmekte olanherhangi birini inandırabilecek denli ciddiyetle sürdürdüğü uğraşına ara verdi ve gözlerini delikanlıya dikti.

***

(...)Ne bakıyon lan it dedim, içimden... Nasıl cesaret ederim ki böyle bir köpeğe meydan okumaya. Yürüyüşünden de beni bir tehtit olarak görmediği anlaşılıyordu, demek ki canıma okuyacak kadar güçlü kuvvetli bir şeydi. Üstelik bal gibi biliyordu açlıktan karnımın sırtıma yapıştığını, ancak yine de bir tehtit olamayacak denli ucubeydim itin gözünde.Ee haklıydı hayvan... Sırf ucubeliğimden rahatsız olduğu için çöpten aldığı yiyecek parçasıyla uzaklaşmaya başladığında da haklı değil miydi.. Şu köpek imrenilecek yaratıktı doğrusu ! Neyse...Yatıp kalktığım, ayak takımına ev olan sokaktaki çöp tenekelerinde pek yiyecek olmadığına - zaten olanları da deminki köpek gibileri alırdı- adım gibi emin olduğumdan şöyle zengin mahallelerine gitmek gerektiğini de biliyordum. Dünkü çocuk değiliz ya canım! Bu zengin mahallelerinde hiç sevmezler benim gibileri ama ne hikmetse en güzel ziyafetler de buralarda verirlir. Bir orta gelirlinin yiyemediği şeyleri yemişimdir ben buradaki ziyafetlerde.. En pahalı havyarları, adını hasbel kader öğrendiğim safranlı yiyeceklerle adını bile bilmediğim binbir çeşit yemeği tatmışımdır. Bugün de otellerin olduğu yüksek binaların arasında küçüklüğümü daha iyi anladığım ancak bu anlama ile birlikte karnımın ne denli geniş olabileceğini de tekrar tecrübe edebildiğim sokaklara doğru yürümeye koyulmuştum. Önceleri buralarda yürümek biraz sıkıntı verir insana, herkes gözünü sizin üzerinize diker. Üstünüze başınıza bakarlar, birbirlerine bir şeyler söylerler hanımlar, beyler sizin hakkınızda. Çalı süğürgesi saçlarınızdan, pislikten kapkara olmuş yüzünüzden, paçavra giyisilerinizden utanırsınız önce. Ama hele bir ayağınız alışsın buralara, hele bir tıka basa doldurun midenizi hiç birşeyi takmaz olursunuz. Bu hanımlara beylere şükredersiniz, merhametlerini sizden esirgemedikleri için ve bu kadar cömert oldukları için minnetlerinizi sunarsınız. Ancak böyle yerlerde pis kendi kokunuza katlanmanız gerekir, hanımların beylerin arz-ı endam ettiği çevrelerde insana çekilmez gelir kendi leş kokusu. Mesela bugün kaldırımda genç bir kızın yanından geçiyordum ki, bir de baktım kız suratını seksenlik neneler gibi buruşturuyor. Kılığımdan dolayı böyle yaptığını sanmıştım, ta ki hanımkız elini burnuna götürene dek. İşe bakın o anda benim burnum açılıverdi..Aman yarabbim, leş ki ne leş! Kokuyu duymamaya çalıştım, olmadı.Burnumu tıkadım kar etmedi. Sanki burnumun içi kokuyor arkadaş..Dedim, şöyle güzel şeyler düşüneyim, mesela kebap! Mmm.. Ne de güzel kokar..sadece çeyreği yenmiş olsun mesela Urfa’nın! Oh oh, misss! Yanında da bir iki ısırıkla bırakılmış pide ekmeği olsun.. Bunu bir hanım sipariş vermiş olsun misal, onun için salatayı de yememiştir: Salata soğanlı! Tam meşrubatı da bulacaktım ki, bir göktelen inşaatı gördüm. Upuzun birşey, hani derler ya mühendislik harikası... Dedim nasıl olsa tamamlanınca giremeyeceğiz içine, bari şimdi bir bakalım nasıl birşeymiş bu. “İzinsiz inşaata girilmez” tabelasını esgeçtim başladım merdivenlerden çıkmaya. Çık babam çık, yürü babam yürü...Bir koridor var siz üç yüz metre ben diyeyim beş yüz..Vallahi yalan değil! Kaçıncı kata geldim bilmem, amelelerin olsa gerek, bir yemek kokusu almaya başladım. Kokuyu takip etmeye koyuldum, hiç ses gelmiyordu. Baya acıkmış bunlar dedim kendi kendime, yoksa insan iki kelam eder, değil mi...Ama yok, öyle değildi, kimse yoktu küçük tüpün başında. En az üç kişilik sucuklu menemen ile zeytin, peynir, çay... Öteye beriye baktım hemen, Allah’ın kulu yok etrafta, in cin top oynuyor. Emin olamadım, biraz daha bakındım sağıma soluma. Öyle ya, biri çıkıp gelse ne işin var senin burda dese, beni menemenin başında yakalasa ne diyecektim? Bakınırken bir defter gözüme ilişti, yanında da kalem. Biraz karşıtırdım defteri..Eski püskü, sararmış yapraklarıyla toz toprak içinde, yarısından çoğu boş defterin sayfalarında okunmaz bir yazı...İnşaat ustasının mı acaba dedim? Defteri bir kenara bırakıp yemeğe daldıracaktım elimi ki, bu kez de manzara çekti dikkatimi. Tüm şehir ayaklarımın altındaydı, aşağıya baktım insanlar küçücüktü. Ne hanım vardı ne de bey, sadece karıncalar.. Rüzgar soğuk ve sert esiyordu yukarıda, menemenin kokusu da kesilmiş olmasına rağmen leş kokusu yoktu, şaşırmıştım.bir an deftere baktım ve başladım yazmaya...

***

Ayağa kalktım, üstümdeki başımdaki elbiseleri çıkarıp bir kenara fırlatıp anadan üryan “İnşaata izinsiz girilmez.” tabelasının yanına gittim: “Doğru yazmışlar”.. Tabelaya bir tekme atıverdim, levha ters dönmüştü, bir tane daha vurdum: Tabelanın yerinde yeller esiyor... Başladım merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya, siz diyin üçer üçer ben diyeyim beşer beşer atıyorum adımları.Yukarı çıktıkça yemek kokuları gelmeye başlamıştı burnuma, dayanamadım kustum... Biraz dinlenlenip devam etmeye karar verdim, sonra bir kat daha çıktım.. Kokunun kaynağına ulaşmıştım. Hemen rüzgarın gelmekte olduğu penceremsi aralığa doğru hareketlendim, çünkü aynı pencereden gelen rüzgar kokuyu iç tarafa taşıyordu. Pencereye ulaştım: “Oh, dünya varmış!” Aşağıya baktım, herkes minnacıktı. Demek olması gereken boyutlarınızı aldınız dedim, bir yandan da bakışlarımla kendimi baştan aşağıya katediyordum. Arkamı döndüğümde ise yan tarafta açık bir defter olduğunu farkettim, yanında da bir kalem.. Başladım yazmaya. Bir yandan yazıyor bir yandan “ne kadar küçükler, ne kadar küçükler, minnacıklar, minnacıklar” diyordum.Bu diyişim her tekrarda biraz daha değişik bir vurgu ile çıktığını farkettim ağzımdan. Sonra bir de baktım ki “Ah ne kadar da küçükler, ah ne de minnacıklar.. Ah, neden bu kadar ufaklar ki” diyorum..

***

Ayağa kalkar kalkmaz yukarı baktım, kimse yoktu. Zaten kimsenin de olmaması gerekiyordu dedim. Merdivenlere yöneldim. Çıktım, çıktım, çıktım...Leş gibi menemen! Kusasım geldi, daha ne olduğunu anlamadan ağzımın içi dolmuştu.Çıkarmadım, yuttum. Çıktım, çıktım, çıktım..yaşlılıktan olsa gerek yorulmuştum, biraz dinlendim.Sonra pencere... menemen... defter, kalem.. minnacıklar.. evet, küçükler, sinek gibiler. Yazdım, yazdım..merhamet etmedim; aşağı atlamadım, yazdım..küçücükler, sinek gibi... Merhamet etmedim, aynı boya gelmek için atlamadım da! Yazdım; kendimi, onu, bunu, şunu:

“Genç adam gözlerini açtığında doğmakta olan güneş etkisini vücudun açıkta olan kısımlarında hissettirmeye başlamıştı bile(...)”

Kategori:

Re: Defter

Etkileyici bir Sisyphos hikâyesi. Ellerinize sağlık.

Öykü üzerine detaylı olarak daha nitelikli zaman bulduğumda yazmak istiyorum.


Re: Defter

""
Genç adam gözlerini açtığında doğmakta olan güneş etkisini vücudun açıkta olan kısımlarında hissettirmeye başlamıştı bile.

Cümlede bir sorun var ama tam da söyleyemiyorum. Güneşin doğması gözleri açmaya eklemlenmiş ve "vücudun açıkta kalan kısımları" fazla kasıntı bir tamlama olmuş gibi... Biraz da niyet bu gibi, ama niyet her zaman kafadaki gibi durmuyor cümlede.

""
Bu ılıklık hissi ona bir an için geçmişi hatırlattığından olsa gerek, hatıralarını başından savmak istermiş gibi kollar ani hareketlerle bir iki kez savurdu.

"Ilıklık hissi" üstünde düşünmeli. "Ilıklık" demek daha doğal gibi, gündelik dilde kimse böyle kullanmaz bu ifadeyi. Öykünün birkaç yerinde rastladığım kulağı zorlayan ses tekrarlarının ilki bu cümlede: "hatırlattığından..., hatıralarını..." Öykünün hikâyeden devraldığını düşündüğüm önemli bir yön, sese gelme kapasitesi. Dolayısıyla kulağı öne almalı.

Cümledeki düşüklük sanırım yanlış yazımdan kaynaklı.

""
Keşke tek bildiğim geçmiş, duyulan olsaydı dediğini duydum, dış görünüşündeki düşkünlüğü onaylıyordu bu sözler.

Öykünün geri kalanı için fazla ayrıksı duran bir cümle. Öykü kişisi için çok sofistike kaçan bir ifade içeriyor. Ayrıca -ve belki de daha önemlisi- anlatıcıyı belirlemenin bu öyküye büyük bir katkısı var mı öykünün sonuna geldiğimizde bir kez daha düşünmeli.

(Sürdüreceğim.)


Re: Defter

""
Delikanlının bakışlarını kendisine bağlayabilen ilk şey, iskeleti andıran bedenine sonradan eklenmiş gibi duran koca kafalı bir sokak köpeği oldu.

Açıkçası burada, mutantlaşmış, hayvanla insan karışımı bir beden gözümde canlandı. Öyküyü bitirdiğimde, öyküde boş yere olmadığını sandığım köpek ayrıntısı öykünün geneli içinde daha işlevsel konumlandırılabilirdi diye düşünmeden edemeyecektim.

""
Çöpleri karıştırmaya çabalayan çelimsiz köpek bir çift gözün kendi üzerinde olduğunu hayvansal bir içgüdüyle fark etmiş olacak ki, oldukça mühim olduğuna oradan geçmekte olanherhangi birini inandırabilecek denli ciddiyetle sürdürdüğü uğraşına ara verdi ve gözlerini delikanlıya dikti

Altını çizdiğim kısmın, cümleyi düşürdüğü zor duruma bakıp, ille de gerekli olup olmadığını sorguladım.


Re: Defter

""
Ne bakıyon lan it dedim, içimden... Nasıl cesaret ederim ki böyle bir köpeğe meydan okumaya.

Arka arkaya gelen iki cümle kafa karıştırıcı. Özellikle öykünün sıçrama bölümünün ardından gelmesi algılamayı güçleştiriyor. Daha açık ifadeler olsa karakterleri kafada canlandırmak daha kolay olacak.

""
Yürüyüşünden de beni bir tehtit olarak görmediği anlaşılıyordu, demek ki canıma okuyacak kadar güçlü kuvvetli bir şeydi.

"Canına okumak" bir deyim; dolayısıyla böyle bir kullanımın çok doğal olup olmadığına emin olamadım. "Canımı çıkaracak" ya da "bana kök söktürecek" daha iyi olabilir.

""
Üstelik bal gibi biliyordu açlıktan karnımın sırtıma yapıştığını, ancak yine de bir tehtit olamayacak denli ucubeydim itin gözünde.Ee haklıydı hayvan...

Burada iki türlü sorun var. İlk olarak "bal gibi biliyordu" ifadesi fazla yersiz geldi bana. Sonra da, "ee haklıydı hayvan"ın laubali dilini yapmacık buldum.

""
Sırf ucubeliğimden rahatsız olduğu için çöpten aldığı yiyecek parçasıyla uzaklaşmaya başladığında da haklı değil miydi..

Köpeğin uzaklaştığını anlatmak için kurulmuş, ama fazla uzatılmış bir cümle havası taşıyor.

""
Şu köpek imrenilecek yaratıktı doğrusu !

Az önceki "yapmacık"tan kastım burada kendini yeniden gösterdi.


Re: Defter

Öykünün can alıcı yerlerine bu noktadan sonra erişiyoruz.

Geçiş anını ikiye böleceğim. Böylece birbiriyle çeliştiğini düşündüğüm şeyleri anlatmam daha kolay olacak.

""
Neyse...Yatıp kalktığım, ayak takımına ev olan sokaktaki çöp tenekelerinde pek yiyecek olmadığına - zaten olanları da deminki köpek gibileri alırdı- adım gibi emin olduğumdan şöyle zengin mahallelerine gitmek gerektiğini de biliyordum. Dünkü çocuk değiliz ya canım!

Bu kısımda baştan beri peşimizi bırakmayan, olay ya da durum anlatmak için tamlamalarla şişirilmiş cümleler, yapmacıklı, konuya nereden gireceğini araştıran dil egemenliğini sürdürüyor.

Ancak devamında hiç de öyle değil. Öykü hayatiyet kazanıyor. İzin olursa cümle aralarına kadar gireceğim.

""
Bu zengin mahallelerinde hiç sevmezler benim gibileri ama ne hikmetse en güzel ziyafetler de buralarda verirlir. Bir orta gelirlinin (bu ifadenin konuşma dilindeki daha sahih karşılığını düşünmeli) yiyemediği şeyleri yemişimdir ben buradaki ziyafetlerde.. ("ziyafet" için sözcük tekrarı) En pahalı havyarları, adını hasbel kader öğrendiğim safranlı yiyeceklerle adını bile bilmediğim binbir çeşit yemeği (burada daha çok yemek adı zikredilse inandırıcılık artacak gibi) tatmışımdır. Bugün de otellerin olduğu yüksek binaların arasında küçüklüğümü daha iyi anladığım ancak bu anlama ile birlikte (gereksiz yere yabancılaştırıyor) karnımın ne denli geniş olabileceğini de tekrar tecrübe edebildiğim sokaklara doğru yürümeye koyulmuştum. Önceleri buralarda yürümek biraz sıkıntı verir insana, herkes gözünü sizin üzerinize diker. Üstünüze başınıza bakarlar, birbirlerine bir şeyler söylerler hanımlar, beyler sizin hakkınızda. Çalı süğürgesi saçlarınızdan, pislikten kapkara olmuş yüzünüzden, paçavra giyisilerinizden utanırsınız önce. Ama hele bir ayağınız alışsın buralara, hele bir tıka basa doldurun midenizi hiç birşeyi takmaz olursunuz. Bu hanımlara beylere şükredersiniz, merhametlerini sizden esirgemedikleri için ve bu kadar cömert oldukları için minnetlerinizi sunarsınız.

Bundan sonra öykü dilini iyice buluyor.

Yeri gelmişken buraya not düşeyim: oktay keşke sözcüklerin yazılışlarına, tashih hatalarına, düşük cümlelere daha çok dikkat etse.


Re: Defter

Barış Acar'ın başladığı yoldan gideceğim: "izinsiz İnşaata Girilmez" değil "İnşaata İzinsiz Girilmez" olacak. Zira, ilk yazıldığı gibi olsa hemen bu kaçak inşaatı şikayet etmemiz gerekirdi. Çok sık yapılan bir hatadır.

Ben de Oktay'ın felsefi birikiminden kaynaklandığını düşündüğüm dil farklılığını aşmaya çalışıyorum. Şöyle ki Oktay'ın kullandığı cümleleri, ifadelerini anlamakta zaman zaman zorlanıyorum.


Re: Defter

şunu farkettim Barış Acar' ın notları ile. ben "ılıklık hissi" gibi ifadeleri "ılıklık" gibi ifadelere göre daha "doğal" buluyorum çoğu zaman. "ılıklık hissi" diyerek ılıklığa haddini bildirmeye çalışıyorum, yani onu "nesnelliğinden" koparmaya çalışıyorum, "his" ile bitiştirerek.

yukarıda değinilmemiş bir yazım yanlışı var "tehtit", onu da ben söyleyeyim..

"inşaata izinsiz girilmez" ve "izinsiz inşaata girilmez"(virgülsüz) ifadelerinin ise ikisi de kullanılıyor öyküde.Hatta "doğru kullanımın" görüldüğü tabelaya bir tekme atıyor karakterimiz, "tabela ters dönüyor", sonra da "yerinden oluyor"

peki, öykü dilini neden sonradan bulmaya başlıyor acaba...mesela cümleler neden kısalıyor, üslüpta "radikal" değişiklikler meydana geliyor.

Barış Acar'a vakit ayırıp özenli okumalarını paylaştığı için teşekkür ederim.


Re: Defter

oktay dedi ki:
peki, öykü dilini neden sonradan bulmaya başlıyor acaba...mesela cümleler neden kısalıyor, üslüpta "radikal" değişiklikler meydana geliyor.

Barış Acar'a vakit ayırıp özenli okumalarını paylaştığı için teşekkür ederim.

Öyküyü satır aralarına girerek okumaya bir süre daha devam edeceğim. Böylece sonunda yorumum daha "nesnel" zeminlere oturabilir diye umuyorum.


Re: Defter

""
Ancak böyle yerlerde pis kendi kokunuza katlanmanız gerekir, hanımların beylerin arz-ı endam ettiği çevrelerde insana çekilmez gelir kendi leş kokusu. Mesela bugün kaldırımda genç bir kızın yanından geçiyordum ki, bir de baktım kız suratını seksenlik neneler gibi buruşturuyor. Kılığımdan dolayı böyle yaptığını sanmıştım, ta ki hanımkız elini burnuna götürene dek.

Anlatıcı sanki bize öyküyü anlatmaktan/tanıtmaktan vazgeçip kendi yaşantısına odaklanıyor. Bunu da karşısındaki bir kişiyle konuşur gibi yaparak sağlıyor. "Seksenlik neneler", "hanım kızımız" gibi ifadeler karakterin iğneleyici konuşma biçiminin yanında onun karakterine ilişkin kimi imalar da taşıyor.

""
İşe bakın o anda benim burnum açılıverdi..Aman yarabbim, leş ki ne leş! Kokuyu duymamaya çalıştım, olmadı.Burnumu tıkadım kar etmedi. Sanki burnumun içi kokuyor arkadaş..

Bakıştan kokuya geçerek kendi bedenine dönüyor. "Burnumun içi kokuyor" ifadesi bana, karakter yaratma anlamında, çok güçlü geldi ve gittikçe de güçleniyor:

""
Dedim, şöyle güzel şeyler düşüneyim, mesela kebap! Mmm.. Ne de güzel kokar..sadece çeyreği yenmiş olsun mesela Urfa’nın! Oh oh, misss! Yanında da bir iki ısırıkla bırakılmış pide ekmeği olsun.. Bunu bir hanım sipariş vermiş olsun misal, onun için salatayı de yememiştir: Salata soğanlı! Tam meşrubatı da bulacaktım ki, bir göktelen inşaatı gördüm.

"Anlatı" anlam boyutunda mı kurulur yoksa tümüyle dilsel midir bu süreç? Bu konuda ben, ikinci öğenin birinciyi belirlediğini düşünenlerdenim. Hem de bunun birinci için yapıldığını savlayacak kadar aklım karışık. Dolayısıyla yukarıdaki paragrafta beni mıknatıs gibi kendine çeken "dilsel bilinç" de diyebileceğim karakterin edimlerini yönlendiren doğru biçimlendirilmiş dil oldu.

""
Kaçıncı kata geldim bilmem, amelelerin olsa gerek, bir yemek kokusu almaya başladım. Kokuyu takip etmeye koyuldum, hiç ses gelmiyordu. Baya acıkmış bunlar dedim kendi kendime, yoksa insan iki kelam eder, değil mi...

İlk notlarımda üzerinde durduğum "köpek"in burada kendini yeniden gösterdiğini düşünüyorum. Sadece bir burun varlığına dönüşüyor anlatıcı.

""
Bakınırken bir defter gözüme ilişti, yanında da kalem. Biraz karşıtırdım defteri..Eski püskü, sararmış yapraklarıyla toz toprak içinde, yarısından çoğu boş defterin sayfalarında okunmaz bir yazı...İnşaat ustasının mı acaba dedim? Defteri bir kenara bırakıp yemeğe daldıracaktım elimi ki, bu kez de manzara çekti dikkatimi.

Bu kısımda defterden manzaraya geçişi biraz hızlı buldum. Defter üzerinde biraz daha oyalandıktan sonra, belki çok sonra, manzara görülebilirdi gibi geldi.

""
Ne hanım vardı ne de bey, sadece karıncalar..

Bu ifade anlatıcının genel söyleminin içinde epey zayıf kalmış.

""
Ayağa kalktım, üstümdeki başımdaki elbiseleri çıkarıp bir kenara fırlatıp anadan üryan “İnşaata izinsiz girilmez.” tabelasının yanına gittim: “Doğru yazmışlar”.. Tabelaya bir tekme atıverdim, levha ters dönmüştü, bir tane daha vurdum: Tabelanın yerinde yeller esiyor... Başladım merdivenlerden yukarı doğru çıkmaya, siz diyin üçer üçer ben diyeyim beşer beşer atıyorum adımları.

Başa dönüşün gerçekleştiği ve Sisyphos efsanesinin görünür olduğu yer burası. Bir intihar gibi de düşünülebilecek olayı ben dönüşlülük olarak okumayı tercih ettim. Yazma edimiyle birlikte anlatıcı inşaatın başına dönüyor. Burası, yazarın kafasında edim-anlam ilişkisi kurulmuş olduğundan tamamlanmış olabilir ama, bana daha çok işlenebilirmiş gibi geldi. Eco'nun dediği gibi, okuyucunun anlatıya dahil olması için onunla vakit geçirmesi gerek.

Kahramanımızın sarfettiği aşağıdaki sözcükler bana acaba yazdıklarını ille de görmeli miyiz diye düşündürdü. Burası gizemli kalabilir. Onun hareketleri bize bunu zaten düşündürebilir; yoksa sözcüklerin yavanlığı gün yüzüne çıkıyor.

""
“Ah ne kadar da küçükler, ah ne de minnacıklar.. Ah, neden bu kadar ufaklar ki”

Öyküde, dönüşlülüğü sağlamada, yemeklerin ve kokuların özel bir önemi var. Ancak burada da bir denge sorunu hissettim ben. Öykünün başlarında da bu olgu karşımıza çıksa öyküdeki çember girdabına daha rahat alacak beni. Sonlara doğru tekrar edilen menemen yerine, yiyecek çeşitliliğiyle dönen bir dünya ve kusma hissi öyküyü güçlendirebilirdi.

Buraya dek geldikten sonra en önemli eleştirim şu olabilir: Öykünün hayatiyet kazanmaya başladığı yerler dediğim noktadan öncesi anlatının döngüselliğinin kırılmasına neden oluyor. Poe'nun öyküye atfettiği en önemli özellik olan "tek etki" hissi parçalanıyor bu yüzden.

"Defter" öyküsünü yazarının düşünsel emeğine bir güzelleme olarak birkaç kez okudum. Buraya dek yaptığım yazma/ eleştiri girişimi bu çabanın zayıf bir yansıması sadece.

Bu zamanı öyküyle geçirmeme izin veren oktay'a teşekkür ediyorum.


Re: Defter

bir okuyucu olarak gerçekten çok beğendim ilgi çekici devamı var mı acaba?


Re: Defter

Misafir kullanıcı dedi ki:
bir okuyucu olarak gerçekten çok beğendim ilgi çekici devamı var mı acaba?

ne bu şimdi şaka mı öykünün devamı yok misafir olduğunuza sevindim öyle kalmakta da en az okuyucu olduğunuzu düşünmekte olduğunuz kadar ısrarcısınızdır umarım.


Re: Defter

Merhaba,

Öykünüzün ilk paragrafı beni zorladı açıkçası. Anlam ve dil bakımından birkaç aksaklık gözüme ilişti.

"Genç adam gözlerini açtığında doğmakta olan güneş(,) etkisini vücudun açıkta olan kısımlarında hissettirmeye başlamıştı bile."

Yukarıdaki cümleye bir virgül eklendiğinde ve virgülden sonraki kısımda "etkisini" kelimesi "hissettirmeye" fiilinin önüne getirildiğinde anlam daha açık olur gibi geldi. Elbette üslubunuza müdahale etmek haddim değil fakat bunu, nispeten, dil kuralları çerçevsinde yaptığımı düşünüyorum. Kelimenin yerinin değiştirilmesi önerim biraz yersiz gözükse de virgül bu cümleye şart. Çünkü "etkisini hissettirmek" yerine "güneş etkisi" gibi bir anlam ortaya çıkıyor.

"Delikanlının bakışlarını kendisine bağlayabilen ilk şey, iskeleti andıran bedenine sonradan eklenmiş gibi duran koca kafalı bir sokak köpeği oldu."

Üstteki cümlede bir bozukluk mevcut. "koca kafalı bir sokak köpeği" demek yerine, "koca kafasıyla bir sokak köpeği" demek belki biraz düzeltir ama elbette en düzgün olanı sizin kaleminizden çıkacaktır. Ben kimi yerlerde yaşadığım anlama güçlüklerinin sebebini arıyorum yalnızca.

Köpeğin, öyküde daha fazla işlevi olacağını düşünmüştüm açıkçası. Hatta, saçma gözükebilir ama, insan ve köpeğin yer değiştirdiğini, bir köpeğin iç sesini okduğumu düşündüm zaman zaman. "Ne bakıyon lan it" diyen bir köpekti sanki. Belki biraz fazla oldu bu söylediğim ama aklımdan geçmedi değil. İroni olduğunu düşündüm.

"Nasıl cesaret ederim ki böyle bir köpeğe meydan okumaya." Köpeğin cılızlığından bahsettikten sonra onu böyle yüceletmek bir karmaşa yaratıyor. Aklıma gelen başka bir şeyse, köpeğin açlığından ötürü saldırganlaşabileceği ve ikisinin karşı karşıya gelebileceği ihtimali oluyor.

"Bu ılıklık hissi ona bir an için geçmişi hatırlattığından olsa gerek, hatıralarını başından savmak istermiş gibi kollar ani hareketlerle bir iki kez savurdu." Burada, ihtimal belirten ifadelerin çokluğu cümleyi ağırlaştırmış gibi.

"Keşke tek bildiğim geçmiş, duyulan olsaydı dediğini duydum, dış görünüşündeki düşkünlüğü onaylıyordu bu sözler." Burada ise, "geçmiş"in ardından gelen "duyulan" kelimesi havada kalmış gibi geldi. Zihnimde bir yere oturtamadım. Geçmiş ve gelecek, geçmiş ve şimdi, geçmiş ve geçmeden öncesi- yani geçmişte yaşananların dayanağı- gibi bir bütünlük kuramadım. Bunları bir kenara koyduğumda "duyulan" sözcüğünün bana çağrıştırdığı, kahramanın, önceleri, hali vakti yerinde biri adam olduğu. Hem iç konuşmalarından da onun bir dilenci yahut sokaklarda yetişen bir çocuk olmadığını anlamak mümkün.

İlk paragrafta anlatıcı değişip duruyor gibi gözüküyor, bu bilinçli olarak yapıldı sanırım. Ancak anlaşılmayı güçleştiriyor. Öykünün ikinci paragrafı ve sonrasıysa gayet akıcı bir şekilde ilerliyor. İç ses, iç konuşmalar olduğu için kimi anlatım bozukluklarını görmezden gelmek mi gerekir? Bunu sordum kendime. Örneğin, Orhan Kemal'in Murtaza'sını okurken, sürekli tekrar ettiği cümleler bir süre sonra beni rahatsız etmeye başlamıştı; aynılık hali. Ancak sonrasında düşündüm, Murtaza başka türlü nasıl konuşabilirdi ki? Herneyse, konuya dönecek olursam, mesela;

"Ancak böyle yerlerde pis kendi kokunuza katlanmanız gerekir.." diyor, burada "pis kendi kokunuz" ifadesi zorlama gibi duruyor. Günlük dilde kullanılabilir fakat yalnızca "pis" kelimesinin çıkarılmasıyla da aynı anlam verilebilir gibi geliyor. Çünkü güzel kokuya katlanılmaz, katlanılacak olan şey zaten kötüdür, kokunun kötü olan özelliğiyse "pis" sıfatıyla nitelendirilebilir ve zihin bunu okurken kendiliğinden gerçekleştirir.

Aynı şeyi kahramanın yazdıkları cümleler için sorgulamak da mümkün;

"Ayağa kalktım, üstümdeki başımdaki elbiseleri çıkarıp bir kenara fırlatıp.." Günlük dilde, "üstümü başımı çıkardım", "üstümü çıkardım", elbiselerimi çıkardım", "soyunudum" gibi ifadeler ve şu an aklıma gelmeyen daha nicesi kullanılır. Burada "üstümdeki başımdaki elbiseler" zorlama duruyor yine. Bir de "çıkarıp", "fırlatıp" kelimelerinin art arda dizilişi.

Bunların dışında içerik itibariyle öykü bir hayli etkileyiciydi.

" Bugün de otellerin olduğu yüksek binaların arasında küçüklüğümü daha iyi anladığım ancak bu anlama ile birlikte karnımın ne denli geniş olabileceğini de tekrar tecrübe edebildiğim sokaklara doğru yürümeye koyulmuştum" ne kadar güzel; gerçeklik, güzelliği besliyor.

"'Ah ne kadar da küçükler, ah ne de minnacıklar.. Ah, neden bu kadar ufaklar ki' " Çok güzel..

Yükseklere çıktıkça kendimiz gibileri, hatta bir zamanlar imrendiklerimizi dahi küçümsüyor, onlarda mide bulandırıcı bir yan buluyoruz.

Severek okudum, elinize sağlık..


Re: Defter

Bu arada, alıntı kısmını şimdi fark ettim. Bir dahakine düşüncelerimi daha düzenli bir şekilde eklerim sanıyorum, bu seferlik biraz göz yoracağım, ne yazık ki.


Re: Defter

"bu öykü" yeniden yazılan bir öykü olduğu için "eski halinden" de izler taşıyor. bu izler gerek ifadeleme tarzlarında, gerekse içerik olarak öyküye dahiller. öyküdeki döngü işte tam da bunun için "aynının döngüsü" değil. öykü "farklı izlekleri" içerisinde barındırdığı için ve bu izlekleri döngüsellik içinde ürettiği için, döngü "anlatım bozukluğu" olarak (da) tekrarlanır."Anlatımın bozukluğu" "çeyreklik" olarak, "buçukluk" olarak, "çingenelik yaparak" bütünleşmeyi, tamlaşmayı ve kavranışı(yada kavrayışı) sürekli olarak ihlal eder.