UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

17 Oca 2011
Mehmet Sürücü

KAVUKÇU, Cemil.
"Mimoza'da Elli Gram",
Mimoza'da Elli Gram,
İstanbul: Can Yayınları,
2007, s. 29-44.

Kitap için aktif bağlantı.

Kategori:

Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Yakın zamanda söyleşi gerçekleştirdiğimiz yazarın öyküleriyle bir ilk diyalog. Umarım devamı gelecek. Wink


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Mimoza, herkesin dışladığı, anlamakta zorluk çektiği bir yer. Sadece müdavimleri için anlamlı. Adının nereden geldiğinden tutalım da,içkilerle ilgili jargonlar (gram meselesi) mekanla ilgili tüm ayrıntılar müdavimleri için çok önemli.

Mekanla Ressam Rasim arasında bir benzerlik de var bence. Rasim Bey de , Mimoza gibi değeri sadece içeriden anlaşılan birisi. Herkesin içkici, diliş tutturamaz birisi olarak tanıdığı, tutunamamış birisi. Ama Rasim Bey'in özalgısı bambaşka.

Cemil Kavukçu'nun öykülerinde sıklıkla gördüğümüz yalnızlık, anlaşılmazlığın verdiği boşluk bu öyküde de hakkıyla anlatılmış.


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

“Sefil”, “ayyaş”, “berduş” dediğimiz, çeşitli nedenlerle hor gördüğümüz, dışladığımız insanlar. Onlara hoşgörüyle bakmanın yanından bile geçilmeyen bir dünyada yaşıyoruz. Bir zamanlar sahte rakıyla, sahte votka içerek zehirlenip ölen insanlara karşı duyulanlar, söylenenler geliyor aklıma. Ekonomik koşulların yoklukların içerisine, yaşam örgüsünün çeşitli kötülüklere, acılara uzandığı, herkesin birbirinden uzaklaştığı, birbirini görmediği, tanımadığı, görmek istemediği bir ortamda, evsizler, yoksullar, beş parasızlar, çöp bidonu karıştıranlar sıradanlaşmanın ötesine geçti. Varla yoğun arasında tırnak ucu kadar ince bir çizginin olduğu, bir gecede varsıl olanların yanında, yıllar yılı didinip, ömrü boyunca yokluk çekenler. Hiçbir şeyin sürekli olmadığı, hep bir sıkıntılı, acılı yarın korkusu içindeki, evine bile bir sığınak, kendinin olan bir korugan gözüyle bakamayan insanlar.

Çocukluğunun, gençliğinin beraber geçtiği arkadaşına, “Sığınak nedir” diye soruyor Ressam Rasim. Arkadaşı, “hayatı özenti adam” ona yaralayarak, yargılayarak, küçümseyerek bakıyor. Ona tuttuğu yolun yanlışlığını, gittiği yerin kötülüğünü (kapısından bir kez bile girmediği), ne kadar “sefil” “acınası” olduğunu anlatıyor. Azarlıyor, öğüt veriyor, değersiz ve aşağılık buluyor. Karşı çıktığı içmesi değil, “adam gibi bir yerde” içmemesi. “Düzgün bar”lara arada bir gidip, birkaç kadeh parlatması, etrafında kadınlar, kızlar, sanatçılar olmasını, “at hırsızı gibi adamlarla” olmamasını, istiyor arkadaşı. Ressam Rasim de içten içe onu “acınası”, “sığ”, “çarığı sağlam bir sosyal içici” olarak görüyor.

İçindeki boşluğu bir türlü neyle, nasıl dolduracağını bilemeyen, sesini ne arkadaşının, ne karısının ne de yakınlarının duyduğu, ağır yaralı, kanamalı bir adam Ressam Rasim. Kendine söz geçiremeyen, para sıkıntısının içinde yüzen, yaşamı delik deşik, boşluklarla dolu bir adam. “Bütün nedenlerin ve bütün sonuçların oynandığı sahne”, Mimoza bir tek ona “barınak olabilmiş, bir tek orada kendisi olabiliyor bir parça. Orada, bazen borca da olsa, bir “elli gram” votka getirtip, parasızlıktan bütün gece onu mezesiz, yetirmeye çalışıyor. Köşesinde sessiz sessiz bir peçetenin üzerine, “Kimsesiz Adamlar Sığınağı; Mimoza”nın sahibi Ender, Namı diğer “Azbulunur”un, “Taksici Baba Hasan”ın, “Erkek Tufan”ın yüzlerini çizip, yüzlerini okuyor. Arkadaşı, onun sefil yüzler çizmeyi bahane edip, bu nedenle oraya gittiğini söylüyor. Rasim ise ancak burada, Mimoza’da “sefaletle asaletin arasındaki o ince çizgiyi” yakalayabildiği, görebildiği için geliyor…

Ressam Rasim zaman zaman bir meşe ağacıyla dertleşiyor. Bir yalnızlık anıtı gibi duran yaşlı meşe ağacı dinliyor sadece onu.

""
“Onca insanın yapamadığını bir ağaç yapıyor. Yargılamıyor, azarlamıyor, öğüt vermiyor, yalnızca dinliyor.”

“Ölüm istasyonu” toplumun yok saydığı, içtiği için, sarhoş olduğu için hor gördüğü insanların Mimoza’yı tanımlamaları. “Tüm kötülüklerin anası” içki. İçenler bizden değil. Ölsün. O ölüm istasyonundan hiç çıkmasın. Her şeyin garantisinin, toplumun namusunun, doğru yaşamanın, kötülükten ve günahtan uzak durmasının teminatının kendileri olduğunu idda edip, yasaklarla, kısıtlamalarla, yasalarla ülke yönetenler…(Nereden geldim buraya bilmem ki? Bu yazı aslında edebi bir metnin bende uyandırdığı etkileri ortaya dökmek için yazılmıyor muydu? Fazla mı dağıttım yoksa …)

""
“Batakhane” diyorlar, “ölüm istasyonu” diyorlar, başlarını eğip, görmemiş gibi yaparak geçiyorlar önünden. Hiçbir şeye dayanacak güçleri yok. Çünkü artık yargı çağında yaşıyoruz. Herkes yargıç. Dik yakalı cüppelerinden ve bakışlarını daha acımasız yapan çatılmış kaşlarından güç alarak, işaret parmaklarını sallayarak konuşuyorlar. Gözleri, yaptıklarının doğru olduğunu kanıtlamak istercesine nasıl da büyüyor. Siz diyorlar, evet, SİZ! Bunun altını özellikle çiziyorlar. Çizerken çok acımasızlar, çok. Yanlış yapıyorsunuz diyorlar. Konuşurken tükürüklerini saçıyorlar. Biz yanlış yaşayanlar bir kez daha boynumuzu büküyor, yağmurdan korunmak istercesine kollarımızla yüzümüzü kapatıyoruz.”

At hırsızı gibi adam, fırfırlı nasihatler, sağlam çarıklar, sosyal içiciler, siyah-beyaz Türk filmlerinden iyi dereceyle mezun olanlar… Argoyla şiir dili iç içe sanki. Satırlarda, satır aralarında acıtan bir hüzün hissettim okudukça. Daha hoşgörülü bir toplum neden olamadığımızı, bir şeye sahip olabilmenin neden aşağıdakileri horlamaya bizleri götürdüğünü, “Sefil – Ayyaş – Berduş – Alkolik - İçkici” sıfatlarının artık bir durumu değil, bir kini, bir dışlamayı, bir nefreti, yok saymayı taşıdıklarını düşündüm.


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Cemil Kavukçu’ya taşrayı yazan bir yazar diyebilir miyiz?

“Taşra” sözcüğü neyi çağrıştırıyor?

Taşranın sanata katkısı, aldıkları konusunda ne söyleyebiliriz?

Özünde sormak istediğim asıl soru şu sanırım;
“Taşra”nın geniş bir tanımını yapmaya çalıştığımızda, bu tanımın dışında neler kalıyor?

İçimizde ne kadar taşra var?


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Üniversitede bir Hocam: "Anadoluluk iyi bir şeydir ama taşralılık yoz bir kavramdır." derdi. Taşra diyince soğukluktan da öte birşey uyanıyor bende nedense. O nedenle de Cemil Kavukçu'ya bu nitelendirmeyi konduramam.

"Taşra" kavramına gelince, taşranın sanata katkısı konusunda aklıma sadece , çoğu yazarın yazmaya bol fırsat bulduğu geçici geçici ikametler geliyor nedense. Tezer Özlü'nün taşrası geliyor aklıma. Dogmaların, geleneğin, değer yargılarının tekleşmesinin kaynağı geliyor. Bilmiyorum, belki 5 yıldır taşrada yaşayan biri olarak,bir dolmuşlukla söylüyorum bunları.


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Öyküyü okuduktan sonra aldığım notları bir türlü derli toplu biçimde sunmayı başaramadım. O nedenle bölük pörçük de olsa sizlerin ilgisine sunmaya karar verdim; yoksa belki hiçbir zaman başaramayacaktım bunu. Umarım daha sonra konuya yeniden dönme şansım olur.

1. Öyküde "biz" ve "ötekiler" biçimindeki bir ayrımın fazlaca vurgulanmış olduğunu düşünüyorum. Hem Faruk'un temsil ettiği "normal" insanlar için hem de anlatıcının temsil ettiği "sefil" insanlar için böyle olduğunu düşünüyorum bunun. Birbirini anlamayan, anlamaya çalışmayan iki kampın sağırlar diyaloğu gibi gelior okuduklarım bana. Rasim'in bakış açısından dinlediğimiz için öyküyü biz de o tarafa meylediyoruz, ama Faruk'un açısından dinlesek de o tarafa meylederiz gibi bir his var içimde.

Meselâ, öğretilmiş/ öğrenilmiş davranış kalıplarıyla yaşayıp giden insanların ("normal" insanlar, Mimoza'yı anlayamayan insanlar), onu (onları) anlayamayacağını; kendilerine belletilmiş bakış açılarıyla onları (sefilleri, at hırsızı gibi adamları) yargılamaktan başka çıkar yolları olmadığını söylüyor Rasim. Oysa buna benzer şeyleri (filmlerden öğrendiği jest ve mimikleri kullanıp durduğu söylenen) Faruk'un hikâyesinde de Rasim için duymaz mıydık sizce? Jest ve mimiklerini filmlerden öğrenmeyen insanlar nereden öğrenirler jest ve mimiklerini?

2. Faruk karakteri nereden bakılsa ortalama bir adam gibi görünüyor. Öyküye yalnızca polemiği ilerletmek için davet edilmiş gibi. Yıllardır arkadaşlık ettiği birine beylik laflar sıralayıp durmaktan öte gitmiyor. Doğrusunu söylemek gerekirse bunun oldukça "gerçekçi" bir tablo olduğunu düşünüyorum. Fakat yine de öyküyü zayıflattığını düşünüyorum.

3. "Batakhane"dekinin, başkalarını "sefil" gözüyle baktığı insanın gözünden hayata bakmaya çalışmanın önemli zorlukları var. Bence bunlardan ilki ayarsız bir romantizmle onları "sefil"liğini, aldırmazlığını, duyarlığını ya da bir ağaçla olan "dost"luğunu okurun gözünün içine sokmadan bunu başarabilmek. Bir anda konunun buyur ettiği romatik imgeleri (deniz, rüzgâr, şarap, yalnızlık, anlaşılmama, vs.) anlatının içine yığmamak önemli diye düşünüyorum. Bu açıdan Masumiyet'in (Zeki Demirkubuz) oldukça başarılı bir örnek olduğunu ifade etmeliyim. Fakat "Mimoza'da Elli Gram"da biraz kararsız kaldığımı itiraf etmeliyim.

4. Bazı cümleler öyküdeki anlatımı sorgulamaya itti beni. Meselâ:

""
"Odamdaki çok özel bir zulada saklıyorum onun iç döküntülerini. Bu, meşe ağacıyla benim aramda bir sır."
Fazla beylik tınladı. Belki de "normal" insanlardan biri olduğum için bu davranışa hiçbir anlam veremedim. O nedenle bende herhangi bir duygu uyandırmadı.

""
"İlk kez onun farkına vardığım gece yağmur çiseliyordu."
cümlesi sizin de kulağınızı tırmalıyor mu?


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Öykünün bende bıraktığı etki biraz yarım kalmışlık, biraz eksiklik oldu. “Sefil, ayyaş, berduş" olmak nedir, bunun üzerine gideceğini sanmıştım Kavukçu'nun. Tam olarak böyle olmadı.

Faruk'la konuşmalar öykünün diyalog-monolog arası süren gerilimini çok güzel taşıyordu başlarda. Ancak sonra diğer karakterler görünür oldukça bu gerilim unsuru dağıldı.

Özellikle, “Bunu ne zaman Faruk’a söylesem…” cümlesinin bizi karakterler dünyasına sokan yumuşak geçişine hayranlık duyduğumu itiraf edebilirim. Faruk'un Yeşilçam karakterlerine benzetilmesi, anlatıcının onunla atışması etkileyiciydi.

""
…sesimi yükseltmeden ama onu kışkırtan bir küstahlıkla söylüyorum bunu.

""
Ben yönetmen olsam döverim onu.

Ama başlardaki bu rahat konuşmalar giderek azaldı. Anlatıcı özellikle kendini tanımlarken "ben anlatıcı"nın yaşadığı zorlukların tuzaklarına düşmeye başladı.

Örneğin, ağacın budaklarının Munch’un Çığlık tablosuna benzetilmesi görsel imge olarak beni çok rahatsız etti. Karakter için -ressam olduğu düşünülerek- garipsenmeyecekse de akla ilk gelecek imge olmadığını sanıyorum bunun.

Öykü, anlatıcının yaşadığı bu zorlukların ardından bir başka çıkmaza giriyor. Bizde anti-kahraman olmadığı gibi, sefilliği tanıyan kahraman da çok yok. Bizim sefillerimiz ya entelektüel ya züppe, ama kesinlikle sefil değil. Bu yüzden bir kahraman olarak sefili anlatmak da tanımlamak da zor.

""
Bir insan kendi kafasını nasıl yerse…

gibi ifadeler onun konumunu anlamamızı zorlaştırıyor.

Faruk'un yaklaşımını eleştirirken sarfettiği,

""
Oysa düşmüş dediği adamların hiçbirini görmedi bile. Düştüğümüzü nereden çıkarıyor.

sözleri, alkolizmle ilgili nasihat kısmına geçildiğinde iyice yorucu hale geliyor. Alkolün kötülüklerinin sıralandığı bu kısmı kim kime anlatıyor karar veremedim. Karakterler mi, yoksa yazarın dış sesi ya da genel geçer ahlâk yasaları mı konuşan, emin olamadım. Hele de arkadan gelen şu bölümün gerçekliği dururken:

""
Hastanedeki genç bayan doktor böyle demişti. “İçersen ölürsün! İçersen ölürsün!” Neden içiyorsun, ya da, neden ölüyorsun diye sormamıştı.”

Doktorun nasihati karşısında kahramanımızın doktorun cebindeki Malboro paketine bakarak gülümsemesi idi benim daha çok hoşuma giden.

Benzer bir yapaylığı kitaplığı konusunda konuşurken de hissetmemek elde değildi.

""
Onların bir çoğunu okumuştum ama önemli değil hepsi defalarca okunacak romanlar

Mimoza’nın anlatıldığı yerlerde, mekânın sakinlerinin maç izlemeye gelenlerin arasında kendilerini yalnız hissetmesi ayrıntısı gözümde çok güzel canlandı.

"Geçmiş zaman mimozaları"ndan ve Venüs Pavyon'daki konsomatris Mimoza'dan söz edilen yerler sanki başka bir öykünün konusu gibi geldi bana. Acaba kitabın bütününde tamamlayıcı öyküler var mı diye düşündüm.

Son olarak değinmeden geçemeyeceğim Abdurrahman Palay edası:

abdurrahman-palay.jpg

Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Öykünün ironisini sevdim en fazla. Asalet ve sefalet kavramlarına bakış açısını. Küçümsenen, dışlanan, "batakhane", "ölüm istasyonu" olarak nitelenen bir mekan ve o mekanın hor görülen müdavimleri aracılığıyla anlatıyor yazar asaleti. Sefaleti ise, asil bir yaşam tarzını sürdürdüğünü zanneden, fakat tamamıyla yapay, sahte, toplumca dayatılan, samimiyetten ve kendinden uzak bir hayatı yaşayan Faruk'ta ve onun gibilerde görüyor. Ve öyküyü okuyan çoğu kişinin aklına takıldığını düşündüğüm bir soru kalıyor geriye: Ne kadar Faruk gibiyiz?


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Cemil Kavukçu'lu Mimoza Meyhanesi:

cemil_kavukcuyla_mimozada.jpg

Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Teşekkürler. Bu bence en gereksiz şeylerden birisiydi. (küsmeyin ve alınmayın lütfen, sadece benim mimozamı koruma babında söyledim bunları)


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Mehmet Sürücü dedi ki:
Teşekkürler. Bu bence en gereksiz şeylerden birisiydi. (küsmeyin ve alınmayın lütfen, sadece benim mimozamı koruma babında söyledim bunları)

Hele Egemen biraz anlatsın.
Ben çok sevindim.


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Duvarda peçetedeki çizimleriyle Cemil ağbiyi çok seven kitap kapağında da çizimi kullanılan Cemil Küçükfilibe'nin karakterleri var fotoğraf yakınlaştırıldığında. Zeyneb Terzioğlu tarafından çekilmiş olan bu fotoyu izinsiz ama kendim de olduğum için kişisel bularak hem öykü atmosferini daha iyi duyumsamak hem de karakterlerin yaşadığı mekanı soluklamayı sevdiğimden paylaşmak istedim. Mehmet bey kimsenin Mimoza'sını yıkmak değil niyetimiz siz görmezden geliniz ve kafanızdaki Mimoza'nızı yaşatınız efendim. Zira herkesin bir Mimoza'sı vardır. Ama bence şehir anlatılarında eğer Kozahandan bahsediliyorsa, Samanpazarından ya da görmek isterim eğer oralara yolum düşerse giderim. Cemal Süreya ve arkadaşlarının içtiği mekanı, Can Yücel'in çay içtiği yeri aurasını hissetmek yazdıkları an nereye bakmışlar, kimler takılırmış oraya hangi karakter acaba bu gibi beyin açıcı düşünce dürtüklemeleri olarak bulurum. Barış'da olumlayınca yükledik sürçü lisan ettiysek affola=)

Burda biraz bilgi var
http://www.insanokur.org/?p=1793


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Benim en çok panodaki çizimler ilgimi çekmişti.

Tekrar, çok teşekkürler. Laughing out loud


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Çok çok sevgili Eğemen; tabi ki "sürç-ü lisan " edeceğiz. bu bizim , bizi biz yapan şey...
özür dilerim. Demek istediğim sadece şuydu; ..............


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Mehmet Sürücü dedi ki:
Cemil Kavukçu’ya taşrayı yazan bir yazar diyebilir miyiz?

“Taşra” sözcüğü neyi çağrıştırıyor?

Taşranın sanata katkısı, aldıkları konusunda ne söyleyebiliriz?

Özünde sormak istediğim asıl soru şu sanırım;
“Taşra”nın geniş bir tanımını yapmaya çalıştığımızda, bu tanımın dışında neler kalıyor?

İçimizde ne kadar taşra var?

Taşra ve edebiyat ilişkisi üzerine Nurdan Gürbilek'in çok güzel metinleri var. Gürbilek, taşrayı dışsal veya mekansal birşey olmaktan çok içle özdeşleştiriyor. Kişilerin içindeki taşraya bakıyor. Yani, merkezden uzak kalma haliyle, dışlanmışlıkla, mahrum bırakılmışlıkla ilgili biraz. Bu yorum çok güzel.
Taşranın edebiyatta nasıl kullanıldığını görmek için Yusuf Atılgan'ın özellikle Evdeki öyküsüne bakılmalı bence. Orada hem somut haliyle bir taşra var, hem de mahrum bırakılmışlık hissi var. Vüsat O. Bener'in kimi öyküleri de böyle.
Taşranın geniş bir tanımını yapmaya kalkıştığımızda geride merkez kalıyor ama bu merkezin de taşraya dönüştüğü yerler var. Bir sabitlik aramak zor gibi. Neye göre merkez veya neye göre taşra. Her taşra içinde bir merkez her merkezde içinde bir taşra barındırıyor.
Mimoza'da Elli Gram'a gelince, bence çok sıcak bir kitaptı. Severek okudum. Cümleleri kitabın içinden cımbızla seçtiğinizde bazen basmakalıp gibi durabilirler ama okurken akıcılığı bozmuyorsa (ki beni tedirgin eden bir durum yoktu) sorun değildir


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

"Taşra"nın merkezle olan ilişkisi, yalnızlığa itilmişliği, ya da merkezde olamama durumu kadar oradaki insanlardan kafaca uzak olma durumu ilgimi çok çekmiştir. Taşradaki yalnızlık, kentlerdekinden daha farklıdır. "Taşra"daki yalnızlık daha ezici ve kalıcıdır bence. Çünkü merkez, ya da gelişmiş şehirlerde , yalnızın tiyatroları, sinemaları, camekanları, metroları vardır. Ama taşradaki yalnız hep izlenir, içindeki yaşam hevesini dizginlemeye, anlaşılmamanın verdiği kederi bastırmaya çalışır. Cemil Kavukçu, taşrayla yalnızlığı direkt buluşturmuyor bence. Yalnızlığın verdiği acı en önde değil yani, onun karakterlerinde.


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Ben kentlerdeki yalnızlığın daha ezici olduğunu düşünüyorum. Tiyatrolar, sinemalar, camekanlar, bana kalırsa insanın yalnızlığını almaktan çok çoğaltıyor. Kalakabalıkların arasında kendini yalnız hissetmek çok ağır. Oysa kasaba, köy vs. gibi merkezden uzak yerlerde olanlar, evet, bir mahrum bırakılmışlık hissine kapılabilirler (özellikle de uyduların, internetin vs. bu kadar yaygınlaştığı bir dönemde) ama çevrelerinde her daim dertleşebilecekleri, sohbet edebilecekleri birileri var. Hem kasaba hayatını hem de şehir hayatını yakından tanıyan birisi olarak bu şekilde gözlemledim. Ancak Nuri Bilge Ceylan'ın Uzak filmini düşünüp de o dizginlenemeyen hevesi, kederi aklıma getirdiğimde de size yakınlaşıyorum. İletişim ağları sayesinde artık "orda bir köy var uzakta..." diyemiyoruz. Bana kalırsa şu "küresel köy" denilen tanımları, nitelikleri henüz yeterince belirlenememiş yeni düzende artık taşra taşra olmaktan merkez de merkez olmaktan çıktı. Dolayısıyla taşrayı veya merkezi anlamak için km'lerden çok algılayışlara bakmak gerekiyor belki de.


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

O zaman "yanlızlık" ve "yanlızlık duygusu" kavramlarını ayırmak mı gerekiyor. Bir yanıyla çevremizdeki insanların yakın ve uzak oluşlarını da göz önünde bulundursak da, varlıklarının, "yanlızlık duygusu"nun hafifletilmesi, duyulmaması konusunda etken olmadıklarını, veya düşündüğümüz kadar önemli olmadıklarını mı kabul edeceğiz? Taşra ile şehir, yanlızlığının derecelendirilmesinde, çok daha fazla insan ve insanın aradığı, fark edebildiği, ona seslenen kadar kullanabilediği bir kültürel, sanatsal olanaklar çokluğu olarak göz önünde mi bulundurulmalı. Şehirdeki sanatsal ve kültürel olanaklar(sinema, tiyatro, sergiler, konserler, kültür etkinlikleri) bir yerden sonra kişinin elit arayışları ve gereksinimleri ölçüsünde bir şey ifade etmekte. Bunun yanında, "yanlızlık duygusu" bileşiminde çok fazla içsel eksikliğin farkındalığını taşıyan bir ruh durumudur diye düşünüyorum.

Buradan şu olguya geçebiliriz; insanın "yanlızlık duygusu"nu aşabilmesi (bu duygunun aşılması gerektiğine inanmıyorum, onu "eiğtebileceğimiz"e, onu evcilleştirebileceğimize, onunla yaşamayı öğrenebileceğimize dah fazla inanıyorum) insanın manevi-ruhsal-düşünsel gereksinimlerinin iyi bir tanımlamasına, bilinmesine de dayanıyor diye düşünüyorum. Yanlız olmak ne yazık ki insanın her zaman yaşadığı, belki günümüzde bunun ağırlığını daha fazla duyumsadığı bir "varlık" bileşeni.

Bu konuda söylenecek daha çok şeylerin olduğunu düşünüyorum.


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Cihan Başbuğ'un değindiği "Taşra" olgusunu tartışmaya, düşünmeye değer buluyorum.

Bu bağlamda Tanıl Bora'nın çeşitli yazarlardan derlediği "Taşraya Bakmak" adlı kitaptan söz etmek istiyorum. Kitapta, Ömer Laçiner, Tanır Bora, Ahmet Turan Alkan, Melih Pekdemir, Ahmet Çiğdem, Arzu Çur, Necati Mert, A. Ömer Türkeş, Haydar Ergülen, Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, hasan Ali Toptaş, Şükrü Argın, Tuncay Birkan gibi yazarların, taşranın, taşralığın çeşitli yanlarına değinen yazıları var.

Tuncay Birkan'ın "Taşraya Hiç Bahar Gelmez Mi?" adlı makalesinde, Cihan'ın sözlerini anımsatacak değinmeler bulunuyor;

""
Şehirde gözler "kayıtsızken" ya da odağı sürekli dağılıyorken, taşrada sürekli "kaydeden" gözler var ve odakları da maşallah hiç şaşmıyor. s.308

Makalenin devamında Birkan, taşrayı sadece olumsuzlayıcı, küçümseyici bir bakışla kullanmanın yanında, içi boş güzellemelerin kaynağı olarak görmekten kurtulduğumuzda, taşradaki hayatı gerçekten oluşsuzlaştıran, zaman zaman da kâbus haline getiren bu özellikleri daha net görebileceğimizi, bunların da taşranın "ontolojik" özellikleri olmadığını, belli ve uzun bir toplumsal tarihin ürünü olduklarını ve değiştirilemez olmadıklarına değinir. Taşranın bu kendine has özelliklerini sıraladığı bölümden uzunca bir alıntı yapmak istiyorum;

""
Ne peki bu özellikler? Çok kabaca sıralarsak:

1. Gittikçe yaygınlaşan işsizlik ve bir şekilde iş bulabilmiş insanların da ne maddi ne de manevi yönden bu işlerden zevk alamaması,

2. Kültür faaliyetlerinin, kültür mekanlarının azlığı, hatta yokluğu (burada antropolojik anlamda kültürü değil, “yüksek kültür” adı verilegelen kültürü, yani insanın nerede yaşıyor olursa olsun kendini aşmasına, çevresinin ve kendi iç dünyasının dar kafesinden çıkarak her türlü “başkalığa”, dönüştürücü sezgilere, algılara, bilgilere, değerlere, deneyimlere ve hatta siyaset pratiklerini ve kurumlarını kastediyorum elbette. Bunun başta çocuklarla gençler olmak üzere taşrada yaşayan herkes için hiçbir surette lüks falan değil, çok temel bir insani ihtiyaç olduğunu ne kadar vurgulasak azdır. Özellikle de solcu olduğu iddiasında olanlarımız) ve;

3. Taşrada, samimiyetin doğal zemini olan küçüklük ve iç içeliğin aynı zamanda gözetleme ve denetlemenin de zeminini hazırlaması ve bunun herkes üzerinde feci bir baskı ve tahakküm mekanizması olarak kullanılması. S.314

BORA, Tanıl, Taşraya Bakmak, İletişim Yayınları, İstanbul, 2005


Re: Cemil Kavukçu - Mimoza'da Elli Gram

Mehmet Sürücü sağolsun, bu konudaki düşündüklerimi alıntılarla, daha da iyi anlamamızı sağladı. Taşranın en önemli özelliği ; düşüncenin yavaş ilerlemesi ve inanışın, geleneğin, statükonun çok çabuk yer edinebilmesi.

Olayı, sosyolojik açıdan okumak, modernizm adına doğru yolu göstermek için şu görüş mutlaktır: "Taşrayı , ancak onu tanıyan, içerden olan ve değişebilmiş kişilerin çabalarıyla dönüştürebiliriz." Buna bir itirazım yok , ama bu çabayı verecek olan öğretmen, imam, okumuş vb açısından doğurduğu yalnızlık insanın içine oturan, Cemil Kavukçu'nun Nuri Bilge Ceylan'ın işlediği türden olur ve biz de bu kavramı anlamlandırmaya çalışıyoruz.